• Sonuç bulunamadı

1 DİN – TASAVVUF 1.1 Din

1.1.2. Melekler ve İblîs

Meleklere iman, İslâmî inanışta imanın tekmil olması için şart görülen hususlardan biridir. Meleklerin diğer varlıklardan farklı olarak nurdan yaratıldıklarına inanılır. Dişilik veya erillik gibi bir cinsiyet özellikleri yoktur. Yemek, içmek, uyumak gibi insânî ve hayvanî hallerden münezzeh olup, her tarafta bulunurlar. Gece gündüz Allah'a ibâdetle, tesbih ve zikirle meşgul olan meleklerin sadece Allah'ın emirlerini yerine getirdikleri ve asla O'na asi olmadıkları kabul edilir (Diyanet İslâm İlmihali 1997: 36).

Melekler, Dîvân şiirinde özellikle sevgilinin güzellik ve huy itibariyle benzetilmesi şeklinde ele alınmışlardır. Fehîm Dîvânı’nda melekler genel olarak pek nadir zikredilmişlerdir. Bu kullanımlarda da ince ayrıntılar verilmeksizin, “evc-i melekût” şeklinde bir tamlamada ve “kudsiyan” olarak çok genel olarak bahsedildiklerini görüyoruz.

Hâll olmaz ise bu cukde-i dil müşkil Her har ide evc-i melekûtı menzil cÎsî kala evvel kademe pâ-der-gil (R.39)

Her ne kadar Dîvân’da meleklerin hususi yaratılışlarına dair bir ifade yok ise de, şairin meleklerin özel varlıklar olduğuna dair olan inancı ve onlara yüklediği ehemmiyet, onun Dîvânının sayfalarının melekler tarafından çevrileceğini söylemesinden aşikardır:

Alsa dîvânum ele bir şâcir

Kudsiyândur sahife-gerdânı (K.17/75)

Özel olarak sadece Cebrail ve Rıdvân (AS)’lar zikredilmişlerdir. Hamale-i Arş veya Kerrûbiyyûn adıyla da bilinen ve Allah'a en yakın melekler olarak zikredilen Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail adlı melekler (Pala 1995: 322)’den sadece Cebrail (AS) zikredilmiştir. Zikredildiği beyitlerin pek çoğunda Cibrîl şeklinde geçer. Cebrail (A.S.) “rûh-ı kudsî, murg-ı zîrek, Cibrîl-i macnî, Cibrîl-pesend” gibi tamlamalarda veya müstakil olarak pek çok defa zikredilmiştir.

İsmi büyük melekler arasında zikredilen ve cennetin bekçisi olan Rıdvân, Fehîm'in şiirlerinde nadir olarak yer almıştır. Cennet ile ilkbahar arasında bir benzerlik içinde bahsedilmiştir.

Behîştün nüshasın gelsün mufassal bundan seyr itsün Haber virsün bir âdem ravza-i cennetde Rıdvân’a (K.7/24)

Bir başka beyitte ise, Rıdvân ile ilkbahar arasında bir benzerlik kurularak, ahiret gününde Rıdvân’ın cennet ehline cenneti göstermesi gibi, ilkbaharın da güzelliklerin müjdecisi olduğuna işaret edilir:

Gösterürse nevbahârun âleme gösterdügin

Tek bir beyitte de “kâtib-i acmâl” denilerek, “Kirâmen Kâtibîn” olarak bilinen ve insanların yaptıklarını an-be-an kayda geçtiklerine inanılan meleklerden de

bahsedilmiştir. Şair, eski metinlerde, ehemmiyet taşıdığı kabul edilen ibare ve kelimelerin kırmızı mürekkep ile yazılması nedeniyle yazılı metinlerdeki bu kırmızı lekeleri, defterde oluşmuş yanık yaraları olarak tasavvur eder. Âşığın yaptığı işleri kayda geçen kâtip melekler, onun sevgilinin güzellik ateşine taparak işlediği günahı da kayda geçerlerken, sevgilinin güzelliğinin zikredildiği kısımlarda onun ateşi ile yanık yaralarıyla dolmuştur.

Fehîm âteş-perest-i hüsn-i dildâr oldugın cürmin Yazarken kâtib-i acmâl defter dâg dâg olmış (G.140/5)

Adem Peygamber’e secde etmeyi reddettiği için Cennet’ten ve İlâhî huzurdan kovulan ve ebediyyen lanetlenen İblîs (Şeytan) edebiyatta daima olumsuz bir örnek olarak işlenmiştir. Fehîm’in pek az işlediği unsurlardan biri olarak Dîvân’da karşımıza çıkar. Aşağıdaki beyitte, şair sevgiliyi İblîs’e, kendini de İblîs elinde yenik düşmüş ve onun tarafından zulme uğrayan Cebrail’e teşbih etmekte ve Allah’ın Kahhâr sıfatı ile kendisini kurtaracağını ümit etmektedir:

Ümîddür ki halâs ide Dâver-i Kahhâr

Ki Rûh-ı kudsîyem İblîs elinde makhûram (K.14/14)

Fehîm’i sık sık kıymetinin bilinmediğinden ve hak ettiği ilgi ve iltifatı göremediğinden şikayet ederken buluruz. Yine devrin büyüklerinden şikayet ettiği şu beyitte, onların şeytana dahi adeta bir cennet bağışladıkları halde, kendisine bir çekirdek dahi bağışlamadıklarından şikayet ediyor:

İblîs’e bahş-ı cennet ider sana dâne yok

Âdem bu kavmden nice itmez şikâyeti (M.2 h.3/3)

1.1.3. Ayetler

ilgili olmak üzere tecellî olayları ve Mûsâ Peygamber’in Allah ile konuşmasına dair ayetlerden yapılan kısmi iktibaslar dikkat çekicidir. Ayetlerden yapılan iktibasları şu şekilde sınıflandırarak incelemek mümkündür.

(Araf/143): “Allah’ım! Bana kendini göster.” mealindeki ayet ibaresi Dîvân’da çeşitli benzetmelerle iki yerde (G.131/3 ve G.166/5) zikredilmiştir.

cAndelîb-i -gûy-ı visâlüz ki dili

Gülbün-i gonca-i gülzâr-ı tecellâ ederüz (G.131/3)

(Araf/143): Mealen “beni asla göremezsin” anlamına gelen bu ibare Mûsâ Peygamber Tûr Dağı’nda Allah ile konuşmak istediğinde Allah’ın Mûsâ’ya verdiği cevaptır. Dîvân’da iki yerde (M.1-h.1/6 ve G.164/5) zikredilmiştir.

(Kasas/30): Yine Mûsâ Peygamberle ilgili olmak üzere Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” sözüne telmihen tek bir beyitte zikredilmiştir. Sebk-i Hindî’nin belirgin bir özelliği olarak az söz ile çok manalar iafde etmek özelliği bu beyitte oldukça bariz bir şekilde kullanılmıştır. Şair tek bir beyitte hem Mûsâ peygamberin hikayesine, hem de Hallac Mansur’un hikayesine telmihte bulunarak beyitte derin anlamlar taşımıştır.

Mansûr-ı -zen-i vâdî-i Kelîm'em

Ser-tâ-be-kadem nûr-ı Hudâ nârı ne bilsün (K.4/3)

(Araf/172): “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” mealindeki bu ibare ruhlar ve Allah’ın ahitleştikleri ana işaret eder. Dîvân şairlerinin sık sık şiirde işledikleri elest bezmi Fehîm tarafından da kimi zaman "elestü rabbikum" şeklinde ibarenin tamamı, kimi zaman ise “elest” diyerek kısaca bahsedilmek suretiyle Dîvân’da işlenmiştir. Âşık elest meclisinde soruya evet diye cevap verdiği gün, teklif edilen binlerce belâ ve azaptan aşk âteşini seçmiştir. Şairin elest meclisinde aşkı seçtiğini söylemesinden, onun “ezeli aşka ve bunun misak gününde ortaya çıktığına” (Pürcevadi

1998: 384) inandığını göruyoruz. Mutasavvıflar, elest meclisinde Allah ile yapılan sözleşmenin aslında bir “aşk sözleşmesi” olduğuna inanırlar. Çünkü Allah, mutasavvıflara göre, “ben sizin mahbubunuz değil miyim?” diye sormuş, ruhlar da “evet” diyerek cevaplamışlardır. Buna dayanarak mutasavvıflar, insanın Allah’a olan sevgisini “ezelî ve fıtrî” bir sevgi olarak kabul ederler (Pürcevadi 1998: 375-376).

Çün su'âl-i e Bî-muhâbâ cevâb itdüm

Bin belâ vü 'azâb olup teklîf

Âteş-i cışkı irtikâb itdüm (K.2/11-12)

(Fatır/34): Fatır sûresinin 34. ayetinde Allah’ın affedici olduğunu ifade eden ayet-i kerime de şair tarafından bir beyitte belirtilmiştir. Şair bu ayetten yola çıkarak kendisinin de Allah’ın affediciliğine sığındığını belirtir:

Penâhum oldı benüm

Ne denlü âsî isem de o denlü magfûram (K.14/32)

(Hacc/63, Lokman/16, Şura/19): “Allah kullarına çok lutf edicidir” anlamındaki ibare, kullanıldığı şu mısralarda güzellik padişahı ve güneş tabiatlı put gibi güzel sevgilinin isminin Latîf olmasına rağmen adetinin (âşıklarına) zulm etmek olduğunu, bu nedenle de bu korku ile kulların dilinden (Allah kullarına çok lutf edicidir) ibaresinin düşmediği ifade edilirken zikredilmiştir.

Ol pâdişeh-i hüsn ü büt-i mihr-i nijâd Kim ismi Latîf oldı vü resmi bîdâd Bu havf ile biz bendelere oldı Fehîm

evrâd (R.11)

(Kaf 16) fetvâlar kısımlarının halk tarafından muska yapıldığını söyler.

Defter-i eczâ-yı fetvâsın hamâ’il itdi halk Rişte-i şirâzesidür cümleten (Kt.11/6)

(Maide/1): Yine aynı kıtanın hemen takibeden beytinde de Allah’ın dilediğini yapma kudretine sahip olduğu İbrahim suresi 27. ayeti (Allah ne dilerse yapar) ile vurgulanır:

Mazhar-ı Hak'dur ki oldı cümle ficl ü kavli hak (Kt.11/7)

(Kaf/15): Yine Ebu Said Efendi’nin müftü olarak atanmasını kutlamak üzere kaleme alınan şiirde Kaf suresinin 15. ayetinden alınan bu ibare ile ayet-i kerimenin bütününe bir gönderme yapılır:

Nev-be-nev teşrîf-i sultân ile olsun mültebis Tâ okındukça cihânda âyet-i (Kt.11/9)

(Al-i İmran/27): Bir kasîdede Nil nehrinin etrafına hayat verişini, Al-i İmran suresinde geçen “Ölüden diri çıkarırsın” 27. ayetin hikmetinin tezahürü olarak beyitte zikreder ve kıvrımlı akışı nedeniyle bir ejderhaya teşbih ettiği Nil nehrini o ejderhanın salyası olarak tahayyül eder:

cAyândur bunda seyr-i

Nazar kıl ejdehâdan zâhir olan âb-ı hayvâna (K.7/10)

(Al-i İmran/51, Meryem/36, Yasin/61, Zuhruf/61 ve 64): “Bu dosdoğru bir yoldur” mealindeki ibare memduhu methederken zikredilmiştir. Ecel, onun mızrağını görüp "Ey dönülmez yerin eğri yolcusu, işte bu

dosdoğru bir yoldur!" diyerek düşmanıyla kavga eder.

Rümhin görüp eyler ecel rûh-ı cadûsıyla cedel

K'ey kec-rev-i nâdir-mahal (K.6/13)

” (Nebe/12): “Ve üzerinize sağlam yedi gök inşa ettik” mealindeki ayette geçen “Sebc-i Şidad” kısmı bir beyitte işlenmiştir. Şair, kanın sıcaklığı ve kılıç âteşi nedeniyle kırmızı bir fânûs gibi gözüken savaş meydanını, Yûsuf A.S. devrinde Mısır'da görülen yedi yıllık kuraklık için erzak biriktirmek için inşa edilen kuleye benzetir.

Tâb-ı hûn-ı surh-serden şucle-i şemşîrden

Al fânûs oldı gûyâ kulle-i “ ” (Kt.8/10)

” (Nûr/35): Nur ayetinde geçen ve “Allah nur üstüne nurdur” mealindeki bu ifade “nuru’n-nur” şeklinde tek bir beyitte geçer. Âşık, aşkın nurunun üstündeki nurun parlaklığının görünme yeridir.

Fehîm ol mazhar-ı işrâk-ı nûrü'n-nûr-ı caşkam kim Çerâğum oldı Fisâgûrus u belki Felâtun hem (G.201/7)

Ayetlerden yapılan bu iktibaslar dışında pek çok beyitte Muhammed (A.S.), İsâ (A.S.), Mûsâ (A.S.), Yûsuf (A.S.), Hızır (A.S.) ve diğer peygamberlerle ilgili ve onların mucizelerine değinen ayetlere de telmihte bulunmuştur. Bu ayetler, çalışmamızın peygamberleri inceleyen bölümünde ilgili peygamberin incelendiği kısımda tahlil edilecektir.

1.1.4. Peygamberler 1.1.4.1. İdris

Bunlardan tıp ve astronomiyi ilk defa onun yaydığı rivayet edilir. Kendisi kalem ile yazan ve iğne ile diken (bunun icin ona terzilerin piri de denilmistir) ilk insandır. Ayrıca vefat etmeden göğe çekildiği ve meleklere öğretmen olduğu da rivayet edilir (Pala 1984: 483).

Fehîm Dîvânı’nda tek bir beyitte ilme ve sırlara vakıf olması ve ölmeden göğe çekilmesi ile zikredilir. Sevgilinin inci (gibi dişlerini) örten dudağı iki ay (dişler) arasında bir yıldıza teşbih edilir. Feleğin İdris'i öldüğü hâlde sırrını çözememiştir.

Lac1-i dür-puşı bir ahterdür iki mâhda kim

Cân verüp bilmedi sırrın felekün İdris'i (G.289/3)

1.1.4.2. Nûh

Nûh Peygamber, puta tapan kavmini doğru yola çağırmış, fakat kavminden karşılık olarak eziyet ve hakaret görmüştür. Allah'ın gazâbına marûz kalan kavmine bir tûfân salınmış, Nûh Peygamber de kendisine iman edenlerle birlikte kendi yaptığı gemiye binmek suretiyle bu tûfândan kurtulmuştur. Rivayete göre gemiye aldığı iman edenler ve birer çift hayvanlar dışında yeryüzündeki bütün insan ve hayvanlar yok olmuştur. Altı ay süren tûfânın ardından bir rivayete göre gemi Cudi Dağı'nın üzerine oturmuştur (Taberî 1991: 236-256). Tûfândan sonra insanlar Hz. Nûh’un üç oğlundan türediği için Nûh Peygamber "İkinci Âdem" olarak da bilinir. Nuh A.S.’ın 950 veya 1000 yıl kadar uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilir.

Nûh A.S. Dîvân şiirinde tûfân, gözyaşı, gemi ve uzun ömürle birlikte işlenmiştir. Fehîm Dîvânı’nda zikredildiği beyitlerde tûfân ile zikredilmiştir.

Dîde-i Nûh’uz ki âşûb-ı cihândur giryemüz

Belki Tûfân'a dahi âfet-resândur giryemüz (G.127/1)

Bir beyitte ise şair, Nûh peygamberin tûfâna hazırlık olmak üzere inşa ettiği ve kendiyle adeta özdeşleşen gemisine atıfta bulunarak, onun gemisini su üzerinde

yüzen bir yaprak olarak tasavvur eder.

Ol kadar eyleyeyim girye-i Nûh’ı icrâ

Nakş-ı keştî varak-ı keştî-i Tûfân olsun (G.244/6)

1.1.4.3. Hûd

Hz. Hûd, Ad kavmine gönderilen bir peygamberdir. Fakat kavmi tarafından “akli yetersizlikle” suçlanmıştır. Onun kavminin bu suçlamalarına verdiği cevap Kur’an-ı Kerim' de şöyle verilmiştir. “(Hûd) ‘Ey kavmim, bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten âlemlerin Rabbinden bir elçiyim’ dedi. ‘Size Rabbimin risâletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.’” (Araf Suresi, 67- 68).

Hûd peygamber, Dîvân şiirimizde sıkça zikredilen bir peygamber değildir. Fehîm Dîvânı’nda da sadece tek bir beyitte Hûd A.S.’ın elçi olarak gönderildiği Ad Kavmi’nin helak edilmesi münasebetiyle zikredilmiştir. Yemen ve Hadramut taraflarında yaşamıştır. Devrinde yaşamış olan Ad Kavmi imana gelmedikleri için Allah tarafından rüzgâr felâketi ile yok edilmişlerdir. Özellikle Ad kavminin lideri Şeddad ile epey mücadele etmek zorunda kalmıştır (Akkuş, 2000: 79).

Şair memduhunu methederken düşman askerlerinin, onun rüzgâr gibi hızlı atlarının ayaklarının altında kaldığını ve böyle bir rüzgâr tûfânını Ad kavminün dahi görmediğini söyler:

Bâd-pâ esbâna pâmâl oldı düşmen caskeri

Görmemişdür böyle bir tûfân-bâdı kavm-i cÂd (Kt.8/13)

1.1.4.4. İbrâhim

İbrahim Peygamber Kur'an-ı Kerim'de hakkında en geniş malûmat verilen peygamberlerden biridir. Dîvân şiirimizde özellikle oğlu İsmail'e dair rüyası ve onu kurban etmek istemesi, Kabe'yi inşa etmesi, Hz. Muhammed'in İbrahim soyundan

çevirmesi hadisesi ile zikredilmiştir. Ayrıca bütün şairler tarafından telmih vasıtasıyla şiirde işlenmiştir. Özellikle sevgili, “güzellik-put-Halil” ilgisi içinde (Akkuş, 2000: 84), “Nemrud-Halil-ateş tenasübü” içinde (Akkuş, 2000: 85), istiare yoluyla sevgili için bir benzetme unsuru olarak “aşık-maşuk-Halil” ilişkisi ile (Akkuş, 2000: 85) zengin telmşhlerle şiirde zikredilmiştir.

Dîvân'da söz konusu edilmesi Hz. İbrahim'in lâkabı olan Halîlü'r-Rahmân ismi ile anılması şeklinde tezahür etmiştir. Ayrıca âteşe atılması hikayesi de sıkça zikredilmiştir. Hz. İbrahim’in âteşe atılması ve âteşin bir gül bahçesine dönüşmesi çok bilinen bir hikayedir. Aynı hikayeye telmihen gönlü Hz. İbrahim'in bahçesinin yığınından bir goncaya teşbih eden Fehîm, bu bakımdan gülü, âteşinin yanık yarası hâline getirecek bir gülbahçesi olmasını diler.

Bir gülşen olsa kim güli dâğ itse şuclemi Dil gonca oldı tûde-i bâğ-ı Halîl'den (G.235/2)

Başka bir beyitte ise, kendisini mucize gülbahçesini aydınlatan aşkın Hz. İbrahim’i olarak tanımlayan şair, bahçenin her tarafının âteş kesilmesini buna bir delil olarak sunar:

Halîl-i caşkam u gülşen-fürûzi-i iccâz

Pür-âteş olduğı etrâf-ı bâğ yetmez mi (G.286/4)

İbrahim peygamber ile ilgili olarak bilinen oğlu İsmail A.S.’ı kurban etmek istemesi de Fehîm tarafından şiirde işlenmiştir.

Bismil-geh-i ferzend-i Halîl'i yüri seyr it

Gör merhamet-i caşkı ki kurbânına kıymaz (G.114/4)

1.1.4.5. İsmâil

olan oğludur. İbrahim Peygamberin ilk karısı Sara’nın Hacer’e duyduğu kıskançlık nedeniyle aralarında geçimsizlik başlayınca Hz. İbrahim, Hacer ve oğlu İsmail’i bugünkü Kabe’nin olduğu yere getirmiş ve daha sonra burda İsmail ile birlikte Kabe’yin inşa etmiştir. Bugün Hac farizasındaki bir takım uygulamalar Hacer ve İsmail’e dayanmaktadır. Hz. İsmail, edebiyatta daha çok babası tarafından kurban edilmek istenmesiyle zikredilmiştir (Akkuş, 2000: 103-104).

Fehîm’in Dîvan’ında sadece tek bir beyitte ”Ferzend-i Halil” olarak ve babası tarafından kurban edilmek istenmesi ile zikredilmiştir. Hikayede İbrahim A.S. oğlunu kurban etmek üzere iken, Cebrail A.S. ona gökten bir koç indirerek onu durdurur. Fehîm ise aşağıdaki beyitte aşkın merhamet nedeniyle sevgiliye kıyamayacağını söyler. Halbuki hikayeye göre İbrahim peygamber oğluna kıymak üzere idi.

Bismil-geh-i ferzend-i Halîl'i yüri seyr it

Gör merhamet-i caşkı ki kurbânına kıymaz (G.114/4)

1.1.4.6. Yâckûb

Yûsuf Peygamber’in babası olan Yakup Peygamber ilmi ve ferasetiyle İslâm edebiyatında Yûsuf peygamber’in rüyasına getirdiği yorumla bilinir. Bizim edebiyatımızda Yûsuf’a olan hasreti ve kanlı gözyaşlarıyla sık sık âşıklar Yakup Peygamber’e kendilerini teşbih ederler. Ayrıca Beytü-l Hazen diye adlandırılan Yakup A.S.’ın evi de şiirde en sık işlenen unsurlardan olmuştur (Akkuş, 2000: 171). Fehîm Dîvânı’nda da nevha-i Yackub-ı hüzn, Yackûb-ı elem-dîde, cayn-ı Yackûb-ı emel ve bacis-i handâni-i Yackûb gibi tamlamalarda yine gam, hasret ve gözyaşı ile zikredilmiştir. Aşağıda gelen şu beyitte ise gam evi olarak âşıkların cân ve gönüllerine sevgilinin gözünün yeteceğini ve elem görmüş Yakup’un gözünün Hüzünler Evi'ne ihtiyacı olmadığını söyler.

Can ü dil-i cuşşâka gam-hâne yeter çeşmi

aşağıdaki beyitte farklı bir kullanımla gülüş ile birlikte düşünülmüştür. Şair kendini ayrılığı ile Yakup’u sevindiren yolunu kaybetmiş, ağlayan bir Yûsuf olarak tanımlar.

Ben o giryân Yûsuf-ı güm-geşteyem mahbûs-ı çâh Kim fîrâkum bacis-i handâni-i Yackûb'dur (G.69/5)

Yakup peygamberin Yûsuf’un bir gün geri geleceği ümidi ile Yûsuf’un gömleğini koklayarak senelerce ümit içinde beklemesi bir beyitte geçer.

Perdesin pîrehen-i Yûsuf-ı maksûd itdüm

cAyn-ı Yackûb-ı emel muntazir-ı nûr henüz (G.120-5)

1.1.4.7. Yûsuf

Sadece İslâm edebiyatında değil, Yahudilik ve Hristiyanlıkta da Yûsuf A.S. en sık işlenen, hikayesi ilâhî dinlerin hemen hemen bütün inananları tarafından bilinen bir peygamberdir. Osmanlı Dîvân şairlerinin en çok rağbet ettiği peygamberlerden de biridir. Yûsuf A.S., Yakup peygamberin oniki oğlundan biridir ve edebiyatımızda güzellik timsali olarak hemen hemen bütün şairler tarafından bu özelliği ile sevgili için bir mukayese unsuru olarak bahsedilmiştir. Sevgili Yûsuf A.S. kadar, hatta kimi zaman da ondan daha güzel olarak tasvir edilmiştir.

Kur'an-ı Kerimde Yûsuf/1-104'de anlatılan bu kıssa kısaca şu şekilde anlatılmıştır: Kardeşleri babaları Yakup peygamberin Yusuf’a olan sevgisini kıskanarak Yusuf’u kuyuya atarlar ve Onun kana buladıkları gömleğini babalarına götürüp, Yûsuf'u kurt yedi derler. Oğlunun kurt tarafından parçalandığını düşünen Yakup Peygamber o kadar çok ağlar ki, en sonunda ağlamaktan gözlerine perde iner ve kör olur. Bu arada pazarda köle olarak satılan Yûsuf, Mısır’ın maliye bakanı olan Aziz tarafından satın alınır. Yûsuf o kadar güzeldir ki, Aziz'in karısı Zeliha ona âşık olur; fakat Yûsuf’u bu aşka ikna edemeyince ona iftira atar. Kendisini kınayan Mısırlı kadınlara onun güzelliğini göstermek üzere evine davet eder ve bu kadınlar da onun güzelliği karşısında düştükleri şaşkınlık içinde ellerini keserler. Yûsuf önce zindana

atılır, fakat daha sonra Mısır'a sultan olur ve hatta Mısır'ı ihya eder. Yaşanan pek çok olaydan sonra, en sonunda sonra Yusuf'un gömleğini yüzüne süren Yakup'un gözleri açılır. Yakup ve oğulları Mısır’a taşınıp, Yûsuf'un yanına yerleşirler. Yûsuf, bu arada Zeliha'yı da affeder ve onunla nikahlanır (Pala 1995: 572). Zeliha’nın aşkını tasavvufî bir aşk olarak değerlendiren araştırmacılar da vardır (Settârî 1998: 157). Yûsuf kıssasının hemen hemen bütün bu motifleri şiirimize farklı benzetme unsurları olarak taşınmıştır.

Fehîm Dîvânı’nda da pîrehen-i Yûsuf-ı gül-berg-âsâ, Yûsuf-ı cÎsâ-dem-i Musâ- lüknet, misâl-i Yûsuf, buy-ı pirâhen-i Yûsuf, Yûsuf-ı hüsn, Yûsuf-ı sâni, meh-i Yûsuf- cemal, caks-i Yûsuf, gam-ı Yûsuf, tâlib-i Yûsuf, şikâf-ı dâmen-i Yûsuf, Yûsuf-ı güm- geşteyem, mâr-ı zülf-i Yûsuf-ı hurşîd-çihreyem gibi tamlamalarda Yûsuf hikayenin pek çok unsurları içinde, fakat özellikle güzelliği ile pek çok defalar zikredilmiş ve şiire konu edilmiştir. Kimi beyitlerde kendini Yûsuf’a benzetir. Beyitlerdeki “mâr-ı zülf-i Yûsuf-ı hurşîd-çihre, Yûsuf-ı tab, giryân Yûsuf-ı güm-geşte” tamlamalarında şair kendini Yûsuf olarak tanımlar.

Bir böyle hayâ-perver olan Yûsuf-ı tabcum Çün Mâlik ola şâhid-i bâzârı ne bilsün (K.4/28)

Fakat buna benzer teşbihler oldukça azdır. Fehîm de Dîvân şiirinde klasikleşmiş benzetme unsurlarından istifade ederek, sevgiliyi güzelliği itibariyle Yûsuf’a benzetir.

Sebk-i Hindî’nin bir özelliği olarak Fehîm’in şiirlerinde somut unsurların soyut kavramlara benzetilmesi çok sık karşımıza çıkar. Yine şu beyitte şair düşüncesinin güneş gibi parlak tabiatını Hz. Yûsuf olarak kabul eden kişi için yedi gezegen rüyasını ne anlama geleceğini sorar:

Yûsuf bilen endîşe-i hurşîd -nijâdum

Zü'1-vâkıca-i sebca-i seyyârı ne bilsün (K.4/27)

Kendisini güneş çehreli Yûsuf’un saçlarına benzeten şair, Yûsuf’un kuyuya atılması hikayesinden yola çıkarak, Yûsuf A.S.’ın kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan

hikayesini, kendisi için bir benzetme unsuru olarak kullanır. Beyitte yerde sürünen bir yılan gibi iken, güneş gibi yükseldiğini söyler:

Ben mâr-ı zülf-i Yûsuf-ı hurşîd -çihreyem

Çıkmakda mihr-veş bûn-i çâhumdan âfitâb (G.15/4)

Yakup Peygamber’in evi de onun yaşadığı ayrılık acısını ifade etmek üzere Beytü’l-hazan adı ile sık sık zikredilmiştir. “Ey Hz. Yûsuf’u isteyen” diye hitap edilen âşığa Fehîm, sevgili ile hâlini birleştirip hüzünler evini terketmesini ve mekânını kuyu dibi yapmasını öğütler:

Macşûk ile yek-hâl olup ey tâlib-i Yûsuf

Beytü'l-hazen'i ko yüri câyun bûn-i çâh it (G.23/6)

Mısır’da yedi yıl süren kıtlığa da işaret edilen bir beyitte ise, bu kıtlığın sebebi olarak sevgilinin orda bulunmaması gösterilir. Aşk ehli, sevgilinin Mısır’da bulunmadığını görse, Hz. Yûsuf zamanında meydana gelen kıtlık hadisesinin ne olduğunu anlar:

Dilberün Mısr içre nâ-yâb olduğın seyr eylese