• Sonuç bulunamadı

Anlam Açısından a Sebk-i Hindî şairlerinin şiirde anlama sözden daha fazla önem vermeleri,

FEHÎM-İ KADÎM’İN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ 1 HAYAT

2.2. Edebî Sanatların Kullanımı

2.3.2 Fehîm’in Şiirlerinde Sebk-i Hindî İzler

2.3.2.1. Anlam Açısından a Sebk-i Hindî şairlerinin şiirde anlama sözden daha fazla önem vermeleri,

Fehîm’in gazellerinde de görülen bir özelliktir. Bazı beyitlerde anlam öylesine ince ve içiçedir ki, ilk bakışta beyti anlamak ve derinliğine varmak zordur. Beytin gerçek anlamına ulaşabilmek için okuyucunun zaman ve emek harcaması gerekir.

b. Sebk-i Hindî’nin en belirgin özelliklerinden olan muhayyilenin aklın ve kaba realitenin önüne geçmesi, Fehîm’in pek çok beytinde de dikkatlerimizi çeker. Dış dünyaya ait pek çok unsur, şairin muhayyilesinde yeniden şekillenir ve şiirine bu hayal atmosferi içinde konu olur.

Sözlerini hayal ve mazmunun özü olarak niteleyen şair Fehîm de, tevriye ve cinas çanak çömleğini bir kenara attığını, onlarla bir işi olmadığını söylerken, Sebk-i Hindî’de öne çıkan hayal unsurunun kendi şiirindeki yerini şu şekilde ifade eder:

Sözlerüm cevher-i mazmûn u hayâl oldı Fehîm Neyleyem ben hazef-i tevriye vü tecnîsi (G.289/8)

Fehîm’in Dîvân’ında onun muhayyilesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren beyitlerin sayısı oldukça fazladır. Hayal unsurunun öne çıktığı bu beyitlerden birinde şairin şiir geleneği içinde alışılagelmiş bir unsuru kendi muhayyilesinde nasıl yeniden şekillendirdiği görülüyor:

Mâr-ı âha oldı âbisten şikest itme dilüm

Şâhbâzum hvâr bakma beyzadan şemşîr olur (G.86/2)

Âşıktan yükselen “âh” Dîvân şiirinde âşığın gönlündeki aşk ateşinin göstergesi olmuştur. Sevgili avı için hazırda bekleyen bir doğan kuşu gibidir. Doğan kuşu, böcek ve bazı diğer sürüngenlerle beslenen bir kuştur. Fehîm’in son derece ince hayallerle süslü bu beytinde sevgili yine bir şâhbâz’a, âşığın âhları ise rengi, ince-uzun şekli ve göğe yükselişi ile bir yılana, gönlü de bu yılanın çöreklendiği yuvasına teşbih edilir. Gönlün âh (yılanına) yuva olmuş olması, âşığın gönlünün acı ve ıstıraptan hâlî olmadığının da ifadesidir. Bu kuş âşığın gönlünü avlamak için pusudadır ve onu yemek için bu ‘ah’ın dışarı çıkmasını bekler. Âşık içinde beslediği âhın dışarı bir yılan/yem olarak değil, bir kılıç/güç olarak çıkacağını söyler. Âşığın gönlü beyaz bir yumurta gibi görünse de, ak kor da beyazdır ve demire ak kor içinde tav vererek kılıç yaparlar. Her ne kadar şimdi sevgili âşıktan daha güçlü gibi dursa da, aslında güç sahibi olan âşıktır.

c. Mübalağa, anlatıma güç katmak için bir şeyi abartarak, olduğundan büyük göstermektir. iki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirini karşılayacak nitelik ve benzerlikleri yan yana söyleyerek anlatıma güç katmaya denir. Bir şairin mübalağadaki kudreti, bazen o şairin üslubuna renk katar, nükte dozunu artırır. Şairin mübalağadaki başarısı hayal gücününü göstermesi sebebiyle de önemlidir. Bu nedenle, muhayyileyi

gelen beyitler, Fehîm’in mübalağa sanatını nasıl kullandığını gösteren örneklerden bir kaçıdır:

Feyz alsa tâb-ı mihr-i zamîr-i Fehîm’den Her bergini iderdi birer âfitâb gül (G.195/7)

Eğer gül, şairin kendi içinde taşıdığı güneş’in parlaklığından feyz alsaydı, her bir yaprağını ayrı bir güneşin kaplayacağını söyleyerek mübalağa yapar. Ayrıca, şair hem de soyut bir mefhum olarak kullandığı “içindeki güneşten pek çok somut güneş”in ortaya çıkacağını söyleyerek, somut ve soyut unsurları da bir araya getirir.

Olur bî-çâre-veş efsûrde şucle

Bu germiyyetle ger pervâne olsam (G.199/6)

Bu hararet ile eğer pervane olsaydı, ateşin onun yaydığı hararet ile kendi hararetinden utanıp, onunla yarışamadığı içinde çaresiz kalarak söneceğini söyler. Pervane gibi çok küçük bir varlığın kanat çırpınışları ile yayacağı ısının yanında ateşin sönük kalması yine muhayyilenin sınırlarını aşan abartılı bir söyleyiştir.

Eğer cehennemde külünü eleseler, akkor halinde nice binlerce mahşer güneşi ortaya çıkacağını söylerken, Fehîm yine mübalağayı son haddine çıkarır:

Ahker-âsâ nice bin hurşîd-i mahşer fâş olur

Dûzah içre itseler gırbâl eger hâkisterüm (G.225/5)

Mübalağa sanatının nasıl işlediğine başka bir örnek de aşağıda gelen beyittir. Şair uzun ve karanlık gecenin kara günlü bahtının zırhı olması halinde, âşıklar için her beden kılının güneş gibi kılıç olacağını söyler.

Cevşen-i baht-ı siyeh-rûzı şeb-i yeldâ ise

Beyitte örtücü ve kapsayıcı/kaplayıcı oluşu ile bir zırh olarak tahayyül edilen gece âşıklar için bir sıkıntı sebebidir. Gece olup, herkes evine çekilir ve sevgilinin hasreti ile gönlü ıstırap, bedeni yaralar içinde olan âşık dertleriyle başbaşa kalır. Bu yanıyla gece adeta âşığın kara bahtı koruyan bir zırhtır. Kara bahtın saldırılarına karşı bedeni muhafaza edecek olan ise vücut üzerindeki kıllardır. Her nasıl güneşin ışıkları geceyi delerek onun zırhını deler ve aydınlığa çıkarsa, âşığın bedenindeki her bir kıl da bir şemşîr olur ve kötülükle, acıyla, ıstırapla gelen geceyi deler.

Sebk-i Hindî şairlerinin şiirlerinde en belirgin özelliklerden olan ve adeta ortak tema haline gelen ıstırap, Fehîm’in şiirinde de oldukça belirgindir. Şairin hayatında ıstırabı ararsak, onun özellikle Mısır’da geçirdiği zaman içinde bariz şekilde yaşadığı ve şiirlerinde de ifade ettiği vatan hasretinin görünen yanı olarak ortaya çıkar. Bu gurbetlik acısı dışında hayatı hakkında bilgi veren kaynaklardan veya şiirinden sıkıntıları hakkında bir bilgi sahibi olmak zordur. Şaşılık ve kekemelik problemleri olan Fehîm, her ne kadar şiirlerinde bunların onun için bir sorun olmadığını ifade etse de, o yaşlarda genç bir delikanlı için bunun bir üzüntü sebebi olmadığını düşünmek de zordur:

cAyb itme Fehîm çekse güftâra tacab Ey cerb-zebân diyem sana nedür sebeb Envâc-ı cevâhir-i suhanla pürdür

Ger sözde girân olsa lisânum ne caceb (R.4)

Mustafa İsen, Fehîm’in yerinde duramayan bir karaktere sahip olduğunu vurgular ve “bir yerde kalıp yerleşememiş, sürekli yer değiştirerek içindeki o korkunç kırbaçtan, hayat huzursuzluğundan kurtulmak istemiştir” (İsen 1997: 240) diyerek, onun iç çatışmalarına dikkatimizi çeker. “...çocuk denecek yaşta içki muptelası” (İsen 1997: 241) olan Fehîm’in “kendinden kaçmak, içindeki bir şeyleri aşmak” (İsen 1997: 241) için bir mekan tutamadığını ifade eder. Muhayyileyi öne çıkaran ve realiteyi arka plana iten Sebk-i Hindî’nin bu şekilde iç sıkıntıları yaşayan Fehîm’e kendini ifade etmede (veya kendini gizlemede) imkanlar sunduğu âşıkardır.

Dîvân’ında da ıstırap ve karamsarlık ifade eden beyitlerin sayısı oldukça fazladır. Kendisi için, gönül gamhanesinin köşesini bir gülbahçesi olarak gören şair, kendini de bu bahçede gamın sessiz bülbülü olarak niteler:

Biz bülbül-i bî- savt-ı gamuz yacni Fehîm’üz Peygûle-i gam-hâne-i dil gülşenümüzdür (G.110/5)

“Muztarib” redifli,

Rûh-ı cuşşâk olmada pervâne-âsâ muztarib Oldı gûyâ şucle-i şemc-i tecellâ muztarib (G.20/1)

matla beyti ile açılan yukarıdaki gazelden başka, ayrıca ye’s redifli,

Bilmem nedür bahâr-ı ümîd ü hazân-ı ye’s

Birdür yanumda mevsim-i kâm u zamân-ı ye’s (G.136/1)

matla beyti ile açılan bir gazeli daha olan Fehîm’i bir “ıstırap” şairi olarak isimlendirebilmemize izin verecek daha pek çok beyit vardır gazelleri arasında. Aşağıdaki beyit de şairin bu tasarrufuna oldukça güzel bir örnektir. Şair için alem gamdan ibarettir, yani dünyada gam çekmekte şaşılacak bir şey yoktur. Bu nedenle de halinden şikayet etmez.

Figân idüp dimezüz kim gamın nesin gördük

Gam olmasa dir idük câlemin nesin gördük (G.174/1)

e. Sebk-i Hindî şairlerinin tasavvufa olan özel ilgisi Fehîm’in şiirinde de oldukça barizdir. Kimi şairler için tasavvuf şiirde bir gaye iken, kimileri için de duyguların, ıstırapların, fikirlerin ifade edilmesini kolaylaştıran bir araçtır. Nesîmî, Hallâc Mansûr, Ahmet Yesevî gibi mutassavıf şairler hayatlarını bizzat tasavvuf dairesi içinde geçirmişlerdir. Şiirde bahsettikleri sevgili Tanrı olup, aşktan kasıtları da ilahi aşktır, kulun Tanrıya olan aşkıdır. Şiir onlar için bu aşkı ifadelerinde yardımcı olan bir

araçtır. Kimi şairler de ise, tasavvufi unsurlar şiirlerinde yoğun olarak işlenmiş bir unsur olmakla birlikte, asıl hedef şiir yeteneklerini, muhayyilelerinin ne denli güçlü ve zengin olduğunu sergilemektir.

Her ne kadar Fehîm’i mutasavvıf bir şair olarak tanımlayamaz isek de, Allah, kâinat, insan ilişkileri şiirlerinde önemli bir yer tutar. İnsanoğlunun kâinattaki yeri ve yaratıcı hakkındaki düşüncelerinden, tasavvuf lugatini yerli yerinde, başarı ile şiirlerinde kullanmasından onun tasavvuf kültürüne sahip olduğu açıktır. Mutasavvıf olmamakla birlikte, tasavvufun derinliklerine ve inceliklerine vakıftır. Şiirlerine bu kültürün yansımalarını başarı ile taşıyan Fehîm, yaşadığı kültürün kendisine aşıladığı tasavvufî unsurları da yine çok başarılı bir şekilde şiirlerinde kullanmıştır. Tecellî, tecrîd, vuslat, fenâ, bekâ, râz-esrâr, hayret, istiğnâ, rızâ, kazâ, didâr, ferâgat, mihnet, ârâz, cevher, himmet, gayret gibi tasavvufî terimleri oldukça sık ve yerinde kullanan şairin “vahdet” veya “vahdet-i vücûd” gibi tasavvufun bel kemiğini oluşturan unsurlar çok sık bir şekilde terim olarak zikredilmemiş olmakla birlikte, pek çok beyitte vahdet duygusunun işlendiğini görmek mümkündür. Bununla birlikte “belâ” (G.4), “istiğnâ” (G.9), “kazâ” (G.12), “rızâ” (G.13), “kıyâmet” (G.21), “dîdâr” (G.47), “âşık” (G.C64), “aşk” (G.167), “müstağnî” (G.287) gibi tasavvufî terimleri redif olarak kullanarak tertip ettiği gazelleri ise ayrıca dikkat çekicidir. Dîvân şiirinin en sık kullanılan unsurlarından olan “cAnasır-ı Erbeca” ise sadece tek bir beyitte (G.386) işlenmiştir.

Dîvân’nın genelinde aşkı hem mecâzî hem de İlâhî aşk olarak işleyen şairin, bir beyitte İlahî aşktan hassaten bahsettiğini görüyoruz:

Şöyle sermest-i mey-i caşk-ı İlâhî olsak

Ki ne dîdâr u ne hûr u ne behiştin görsek (G.172/2)

Dîvân'ınında birkaç beyitte Hallâc Mansûr, Nesîmî, Mevlânâ Rûmî, Bâyezid-i Bistâmî ve Şems-i Tebrîzî gibi tasavvuf büyüklerinden çeşitli vesilelerle bir benzetme unsuru olarak bahsetmiş ve özellikle Mevlevilikle ilgili unsurlara çokça yer vermiş olsa da, hayatından bahseden kaynaklardaki bilgilerden ve diğer şiirlerinden onun herhangi bir tarikatla veya bir tarikat şeyhiyle bir bağı olmadığını anlıyoruz. Dîvân’da rint-zahit çatışmaları da çok sık olmamakla birlikte, ilgili beyitlerde de yapılagelen klasik rint-

Dîvân şairinde görüldüğü üzere estetik bir gayenin sonucu olarak ve Hint üslubunun da bir etkisi olmak üzere, tasavvufî unsurlar oldukça ağırlıktadır.

f. Birbirine aykırı kavramların bir kişi veya bir şey üzerinde birleşmesi olan ve genellikle aykırı anlamlar taşıyan iki farklı kelimeyi bir beyit içinde kullanmak olarak özetleyebileceğimiz tezad sanatı Sebk-i Hindî şairlerince çokça rağbet edilen bir sanattır. Cafer Mum “aralarında karşıtlık ilişkisi bulunan farklı kavramların aynı tamlamada veya aynı ifadede bir araya getirerek yeni fakat çelişkili bir kavrama ulaşmak şeklinde yaratılan paradoksal imajlara” Sebk-i Hindî şairlerinin yoğun ilgisine dikkatimizi çeker (Mum 2006: 130). Paradoksal imajların kullanılmasında önemli olan şairin aynı beyit içinde zıt anlamlı kelimeleri kullanılması değil, “bu kelimeleri kullanarak yeni fakat çelişkili bir kavrama ulaşması, yani paradoksal bir imaj yaratmasıdır” (Mum 2006: 130-131). Dış dünya zaten bir tezatlar dünyasıdır, her şey zıddı ile vardır. Fakat içe yönelen Sebk-i Hindî şairi için iç dünya daha fazla zıtlıklar barındırır. Kişi kendini ve bu alemdeki yerini sorgulamaya başlayınca içinden çıkamayacağı, baş edemeyeceği çatışmaların içinde bulur kendini. Kaba realiteden kaçmak için kendi iç dünyasına yönelen şair, yaşadığı çatışmaları ve tezatları da eserine yansıtacaktır. Sebk-i Hindî şairlerinin pek rağbet ettiği bu sanat Fehîm tarafından da sık ve başarılı bir şekilde şiirde kullanmıştır:

Aşağıdaki beyitte gölge ve güneş gibi iki zıt unsur tasavvufi bir anlam içinde ve bir tezat oluşturacak biçimde bir arada kullanılmıştır:

Hurşîde bakarsam görinür çeşmüme sâye

Yâ Rab ne caceb hâlet imiş firkat-i dîdâr (G.47/7)

Aşağıda gelen şu beyitte ise sevgilin öfkesi, acı sözü ve âşığı adeta zehirleyen bakışları bunlarla tamamen tezat bir unsur olarak düşünülen “lezzet” ile birlikte kullanılmıştır:

Ko eylesün bana düşnâm-ı telh ü zehr-i nigâh Lezîzdür gazâb-ı yâr-i dil-nevâz lezîz (G.44/6)

Sevgili hem mütevazi, hem mahcup gönüllü, hem de kendini beğenmiştir:

Bü’l-caceb-etvâr bir dildârı sevdüm dehrde

Hem tevâzuc-kâr hem mahcûb-dil hem hod-pesend (G.42/3)

g. İnsanın iç dünyasının ve hayalin ön plana çıkması, gerçeğe hakim olması Sebk-i Hindî şairlerinin yeni mazmunlara ihtiyaç duymalarına sebep olmuştur. Dîvân şairinin daha önce söylenmemiş olanı söyleme yolundaki çabası tabii ki Fehîm’in de şiirde amaçladığı bir durumdur. Kendi ‘söz’ünü bir gül bahçesine teşbih eden şair, kullandığı mazmunların her birini de dikensiz hüner goncası olarak nitelerken, kendisinin yetenekli bir şair olarak mazmunlar kurarken kusursuz olduğunu iddia eder:

Gülzâr-ı kelâmumdaki ebkâr-ı mezâmin

Her birisi bir gonca-i bî-hâr-u hünerdür (G.106/10)

‘Mana’ yı bir inci olarak düşünen şair, kendi şiirini de bu incinin içinde yetiştiği bir sadefe teşbih eder:

Her dürr-i nukât kim ana bu nazm sadeftür

Reşk ile Fehîmâ sebeb-i eşk-i güherdür (G.106/11)

Fehîm gazellerinde öteden beri kullanılagelen mazmunları geliştirerek, anlamlarını zenginleştirirerek, hatta kimi zaman adeta yeniden yaratarak kullanmıştır. Anlamdaki incelik ve hayal derinliği zaman zaman anlamı iyice çetrefil bir şekle sokar ve şiirin anlaşılmasını zorlaştırır: