• Sonuç bulunamadı

2. KENTSEL MEKANSAL AYRIŞMA İLE İLGİLİ SÖYLEM VE TEORİLER

2.2 Sosyo-Mekansal Davranış Teorileri

2.2.1 Savunma merkezli alansallık teorileri

Bu başlık altında ele alınacak teoriler; mahremiyet alan teorisi, psiko-sosyal alan teorisi, savunulan alan teorisi ve savunmacı yapılanma teorisidir. Kentsel alanlarda ortaya çıkan mekansal farklılaşmaların temelinde, bireyin temel gereksinimleri gelmektedir.

İlk olarak ele alınacak olan mahremiyet alan teorisinin kavramı olan mahremiyet, Ünlü (1998)’nün ifadesine göre; sosyal birimler, bireyler, aileler, karışık ya da homojen cinsiyet grupları ile şekillenen, insan temaslarını düzenleme mekanizmasıdır. Mahremiyet kavramı, insanlarla insanlar, bireylerle grup, gruplarla birey arasındaki ilişkileri düzenler ve süreçlendirir (Ünlü, 1998). Altman’ın çevre davranış ilişkileri içinde, 1970’lerin sonunda ele aldığı konulardan biri, mahremiyettir (Altman, 1973, Proshansky, 1979). Altman, mahremiyet düzen teorisini ortaya koyarken, yaptığı çalışmaları öncelikle kişisel alan, alansallık, kalabalık ve

mahremiyet olarak belirlemiştir. Altman mahremiyeti altı noktada toplar; mahremiyet, kişiler arası bir sınır kontrol sürecidir, arzu edilen ve elde edilen olmak üzere iki çeşiti vardır, istenen ve kaçınılan etkileşimler arasında dialektik bir süreçtir, mahremiyet bir optimizasyon sürecidir, bir girdi-çıktı sürecidir, mahremiyet farklı çeşitteki bireyler, aileler, karma veya homojen cinsiyet grupları, vb sosyal birimleri içerir (Altman,1975).

Rapoport (2004)’a göre ilk bakışta farklı grupların mahremiyet için farklı gereksinmeleri ve biçimleri varmış gibi görünür. Mahremiyetin insani bir ihtiyaç olduğunu belirten Rapoport, her zaman tercih edilmeyen ilişkilerden kaçınmak istenmiş ve karşılıklı ilişkilerin ve haber akışının kontrol altında tutulması gereğinden bahsetmiştir. Çok farklı kentsel dokular gibi görünen şeyler, sadece istenmeyen karşılıklı ilişkileri kontrol etmenin faklı bir yolu olarak gösterilebilir (Rapoport, 2004). Geleneksel yaklaşımlarda mahremiyet, sosyal bir geri çekilme durumu olarak anlaşılırken, Altman (1975), bunu dinamik ve diyalektik bir sınır düzenleme süreci olarak tanımlamaktadır. Diyalektik süreç olarak mahremiyet, bizim kendi ve etkileşimde olduğumuz diğerlerinin beklenti ve tecrübeleri ile belirlenmektedir. Dinamik süreç olarak, arzu edilen mahremiyet seviyesine ulaşmada kendi çevresel sınırlarını düzenleme süreci olarak şekillenir (Dourish ve Palen, 2003). Altman için mahremiyet, bir kimsenin kendisine veya grubuna ulaşma çabası üzerindeki seçici kontrolüdür. Buradaki tanıma göre mahremiyet, sadece yalnız kalma isteği ile belirlenmez, aynı zamanda sosyal etkileşim içerisinde bulunmayı düzenleme sürecini de içermektedir. Dourish ve Palen(2003) gelişen teknolojinin sağladığı imkanlar neticesinde resmi-gayri resmi bilgi alma süreçleri ile mahremiyet durumunun farklı yönüne de işaret etmektedir.

İkinci olarak ele alınacak teori; psiko-sosyal alan (alansallık) teorisidir. Hayvanlar alemindeki canlıların, fiziksel çevrelerindeki ihtiyaçlarının neticesinde ortaya çıktığı gözlemlenen alansallık teoremi, yalnızlık, kalabalık ve kontrol kavramları ile ilişkilendirilmektedir. Psiko-sosyal alansallık, kentsel alandaki ayrışmalarda, bireylerin ya da grupların ihtiyaçları doğrultusunda fiziksel çevrede geliştirdikleri bir davranış modeli olarak ele alınabilir. Canlı, kendini düşmanlarından veya zararlı hayvanlardan korumak için kendi sınırlarını belirler. Bu belirleme işini yaparken, görsel, sözel, kokusal işaretler kullanılabilmektedir. İnsanların psiko-sosyal alanlarını diğerlerinkinden ayırmada kullandıkları sınır genellikle fiziksel bariyerler olarak göze çarpmaktadır. Yapısal biçimlenmede genel ve özel alanların bütünleşmesi ya da ayrılmasının tanımlanmasında kültür önemli rol oynar (Ünlü,1998). Kültür değiştikçe

olarak bilinene bir tepki olarak, örneğin grup kimliğini ve değişen ideolojileri güçlendirmek için veya başka nedenlerle, farklılaşabilirler (Rapoport,2004).

Pastalan (1970), psiko-sosyal alan kavramını kendine özgü bir koruma alanı olan, bir kişi ya da grubun kullandığı, savunulan sınırların çizildiği bir mekan olarak tanımlarken; Altman (1975), psiko-sosyal alan davranışını, iletişimin bir kişi ya da grup tarafından sahiplendiği, bir mekanın ya da nesnenin işaretlenmesini veya kişileştirilmesini içeren bir sınır düzenleme mekanizması olarak tanımlamıştır (Ünlü, 1998). Altman’ın ifadesine göre bireyin alansal davranışı, fiziksel alanın algısal olarak sahiplenilmesine dayanmaktadır. Altman (1975), birincil ve ikincil olmak üzere iki tip alan belirler. Birincil alan özeldir ve dışarıya kapalıdır. İkinci alan yarı kamusaldır ve geçici olarak diğer insanlara açıktır. Alanlar çeşitli işaretler ile oraya ait olunmadığını ve girilmemesini gerekliliğini uyarır. Bu işaretlerin prestij, güç gibi anlamları olabilir. Günümüzde çok özel güvenlik önlemleri kentsel mekandan ayrıştırılan yapılaşmanın etrafında görebildiğimiz keskin sınırlar, görsel algıyı ortadan kaldırmaktadır ve bu durum pek çok problemi beraberinde getirmektedir. De Landa (2006), benzer özellikteki bir topluluk tarafından oluşturulan alansallığın sadece sınırlarla değil aynı zamanda topluluk içi kurallarla belirlendiğini belirtir. Topluluk(assemblage) malumu, evde alansallaşmış bir aile topluluğu olarak, bir ofiste şirket olarak, bir komşulukta topluluk (community) olarak karşımıza çıkar (Dovey, 2010). Bir topluluğun merkezi olarak sınırlarla belirlenen alansallaşmayı Deleuze ve Guattari (1987) bölümleme(segmentation) olarak tanımlar; her alanda katmanlara ayrılmışız. İnsan varlığı bölümleyici bir hayvan…Oturma, çalışma, oynama:yaşam mekansal ve sosyal olarak bölümlenmiş. Bir ev odalarına göre, sokaklar şehrin düzenine göre, fabrikalar işin doğasına göre bölümlenmiş. Deleuze ve Guattari (1987)’ye göre üç temel bölümleme çeşiti bulunmaktadır; ikili, dairesel ve düz. İkili bölümleme; alt-üst sınıf (kapılı yerleşmeler bu tür bir bölümlemeye girmektedir), kadın-erkek, genç-yaşlı, siyah-beyaz gibi ikili sosyal kategorinin bölünmesi olarak ortaya çıkar. Dairesel bölümlemede; katmanlar hiyerarşik ilişkilerde birbirinin içine yerleştirilmiştir. Lineer bölümleme, zaman içinde bir devamlılık oluşturan bölümlemelerdir (ilkokul, ortaokul, lise, üniversite veya bir sanat galerisinin girişi, galerisi, sergi salonu, dükkanı, çıkışı gibi sıralanan bölümlemelerdir) (Dovey, 2010).

Bu bölüm içinde üçüncü olarak ele alınacak teori; savunulan alan teorisidir. Newman (1972) tarafından ortaya sürülen teoriye göre, savunulan mekan tasarım görüntüsünün bir ürünü ya da çıktısıdır. Konutun dışındaki alanların o bölgede

yaşayanlar tarafından kendi psiko-sosyal alanlarının bir parçası olarak algılanmalıdır ve görünebilir olmalıdır (Ünlü, 1998). Newman (1973) konut kullanıcılarının dağılımı, fiziksel çevrenin egemenlik alan kapasitesi, gözetim olanakları, çevredeki güvenlik potansiyeli ve imge gibi temel olarak savunabilir mekan kavramına katkıda bulunan beş tasarım mekanizmasını tanımlar. Özellikle kalabalıklaşan şehirde suçtan korunmak amaçlı, bina tasarımı ve komşuluk güvenliği ile ilişkili teoriye göre, korku artışı algısı nedeniyle, alansal davranış daha savunmacı davranabilmektedir. Savunma, çeşitli formlar alabilmektedir. Bunlar; gözetimin artması, açık sınırların çizilmesi, bariyerlerin inşa edilmesi, bariz alansallık işaretlerinin görünümü, kuralların sıkılaştırılması olabilmektedir. Savunma mekanları kentsel alanda mekanın belli bir gruba tahsis edilmesi ile görülebilmektedir. Mekanın tahsisi, fiziksel ayrışmanın yanında sosyal farklılaşmayı da getireceğinden ve kamusal alana katılım açısından problemli gözükmektedir.

Sennet (2002), modern kentlerde coğrafi sınırları bulunun toplulukları, dış dünyaya karşı bir savunma mantığı ürünü olarak görmektedir. Bu tür yerleşimleri gettolarla özdeşleştiren Sennet, bunun yıkıcı bir topluluk-cemaat (gemeinschaft) olduğundan bahseder ve bu durumun iki tür cinnete götüreceğinden söz eder; ilki, birbirine yakınlaşan ve açılan kardeşlerin, karşılıklı beklentiler yerine gelmediğinde, birbirlerini eksik bulmasıdır. İkincisi, topluluk haline gelenlerin, dış dünya kendilerine ilgi göstermediğinde, dışarıyla ilişkiyi tam olarak kesmesi biçiminde kendini gösterir. Topluluk içinde insan hem beklentilerini karşılayamamış hem de dış dünyadan kopmuş olur. İnsancıl yasamın yeniden kurulması için, Sennett, gettolardan oluşan şehrin yıkılmasını politik ve psikolojik bir zorunluluk olarak görür (Sennet,2002).

Son olarak bu bölümde ele alınacak teori; savunmacı yapılanma teorisidir. Siegel (1970)’in kavramlaştırmış olduğu savunmacı yapılanma strüktürü, kültürel ve toplumsal strese bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Rapoport’a göre, gruplar çevresel streslere maruz kaldıklarında çeşitli stratejiler geliştirebilirler. Makro-çevrelerini değiştirebilirler (örneğin:taşınma), meso veya mikro ölçekte fiziksel çevrelerini değiştirebilirler, davranışlarını değiştirebilirler, değer ve algılarını değiştirebilirler ve böylece bilişsel uyumsuzlukları azaltabilirler (Rapoport,1980). Siegel (1970), ‘savunu temelli yapılanma’ (defensive structuring) strüktürünü kurarken birtakım kavramların bu yapılaşmadaki öneminden bahsetmektedir. Bunları şu şekilde sıralar; kültürel entegrasyon, semboller ve kimlik, iletişim ve etkileşim modelleri, davranışsal kontrol ve kendi kısıtlaması için eğitim, seçkinler ve otoritenin merkezileşmesi, algılama stres boyutları, grup ve çevre arasındaki etkileşimdir (Siegel,1970).

Siegel (1970)’in kendi zamanında orta Amerika’daki kapalı topluluklarında (Mormon, Amish gibi) yapmış olduğu incelemeler sonucunda, bunların her ne kadar yerel kimlik özelliklerinden dolayı bir araya gelmiş olsalar da, ileri sürdüğü savunmacı yapılanma şekli olarak görülmekte olduğunu iddia eder.

Kentsel alanda ortaya çıkan mekansal ayrışmaların farklı bir uzantısı olarak karşımıza çıkan savunu temelli yapılanmada, kültür ve topluluğun özellikleri önemli olgulardır. Günümüz kentsel ayrışmalarında da, savunmacı yapılanma izleri görülebilmektedir. Rapoport (2004), kültürler değiştikçe ortak ideallere, imgelere ve sonuç olarak da çevrelere yaklaşmaya başlayabileceklerini ileri sürmekte ve buna örnek olarak yaygınlaşan banliyöleri vermektedir.

Alansallıkla ilgili mahremiyet, sınır belirleme, savunma, korku gibi ihtiyaçlar veya çevresel etkenlerden ötürü, kentli kendi doğası veya kültürel, sosyal yapısına göre çeşitli davranışlar geliştirmektedir. Bu davranış örüntüleri, kentsel mekanda ortaya çıkan organizasyonları anlama ve anlamlandırmada önem kazanmaktadır. Mekansal ayrışma ve kapılı yerleşimler, insan-çevre etkileşimlerinin neticesinde ortaya çıkmaktadır.