• Sonuç bulunamadı

II. HASAN ALİ TOPTA^ ROMANLARININ PSİKANALİTİK ÇÖZÜMLEMESİ

3. KAYIP HAYALLER KİTABI

3.3. Sahneden Kaçan Oyuncu: Kevser

Kevser hiç şüphesiz romanın en önemli kişisi sayılır. Çünkü K evser'in varlığı romanın diğer kişileriyle ilişkili olduğu gibi, film sahnesiyle örtüşen yönleri vardır. Yani romanın her bölümünde canlı bir karakter olarak karşımıza çıkar ve ayrıca film sahnesinde de yine aktif bir kişidir.

K evser'in ibretlik hikâyesi ise romanın yine en ilgi çekici bölümlerindendir. Hikâyeye göre, Kevser gençliğinde Hasan^ın dedesi A li'ye sevdalanmıştır. Tabi Ali de ona vurulmuş.

Gün gelir Ali, K evser'i istetir babasından. Babası Bekir ise rahmetli karısından yadigar olduğundan, kendisinin bu dünyadaki tek arkadaşı, yalnızlığını paylaştığı arkadaşı olduğundan K evser'i vermek istemez ancak büyükler zar zor onu razı ederler. Ancak, “hemen davul zurna tutturma yok” (s. 78) der, harman zamanı geçsin der. Harmanlar kaldırıldıktan sonra da: “Hele şu değirmen telaşı da bitsin.” (s. 79) der ve yükler buğdayı ilçeye gider. Gider gitmesine ancak birkaç hafta geçmesine rağmen dönmez bir türlü Bekir. Bir yandan Kevser dört gözle yolunu bekler diğer taraftan Ali.

Derken bir sabah eşekle çıkagelir. Un çuvallarını indirirken: “Bu eşek değirmencinin.”

(s. 85) der. Akşama tekrar geri gider birkaç gün de öyle geçer. Kasabaya döner bu sefer, bağbozumunu bahane eder, düğün yine ertelenir.

Nihayet Bekir, haber salar A li'nin babasına, düğün yapmaları için. Fakat bu sefer A li'nin babası inat eder: “Önümüzde mübarek bayram var, hele o da geçsin.” (s. 87) der. Ve iş bir inatlaşma yarışına dönüşür. Biri: “zemheri çıksın derse, öteki cemre d ü şsü n ^ bir taraf iğdeler açsın, öteki, bağlar yapraklansın^ bir taraf koyunlar kuzulasın, öteki, armutlar

o ls u n ^ ” (s. 87) der. Böyle böyle uzayıp gider, düğün de ertelendikçe ertelenir. Bu durumda olan şüphesiz Kevser ile A li'ye olur. Gün gün erimektedirler. Araya büyükler girer, aksakallılar gider konudur ama nafile.

Bir gün kasabadan geçen bir yabancı K evser'i kaçırır. Daha önce belki de birçok kez süzmüştür K evser'i uzaktan uzağa ama Kevser babını kaldırıp bakmamıştır. Yanından geçmiştir süt beyaz atıyla ancak o hiç fark etmemiştir. ^şte bu yabancı bir gün K evser'i tek yakaladığında, atar atının terkisine kaçar gider. Uzaktan olaya şahit olan Ali ise şoka girer ve kaskatı kesilir. Köylüler onu kendine getirmek için çok uğraşırlar. Ali diye biri yokmuş da kasabalılar, “bir yokluğu tokatlayıp sarsıyorlarmış, yokluğun kulağına bağırıyor, bir yokluğun yüzüne su serpiyor, hatta buldukları iğneyi art arda bir yokluğa batırıyorlarmış” (s. 92) sanki.

Ama Ali, hiçbir tepki vermez.

Kevser, Hidayet adında biri tarafından kaçırılmıştır. Kaçırıldıktan sonra, hayata ve dünyaya küsen Kevser, günlerce yemez içmez; asla kimseyle konuşmaz. Sürekli kaçış planları yapar ancak fırsat bulamaz bir türlü. Hidayet ona türlü türlü hediyeler getirir, ama o elini dahi sürmez.

Gün gelir K evser'in bir erkek çocuğu olur. Çocuk dünyaya geldikten sonra, artık Hidayet onun kaçmayacağını düşünür ve hemen her hafta süt beyaz atına biner, kimsenin nereye gittiğini bilmediği uzaklara gider. Kevser onun nereye gittiğini bilmez, merak da etmez.

K evser'in hikâyesinin anlatıldığı bölümde ancak bu kadarını öğrenebiliyoruz. Diğer bölümlerde Kevser sırtında, içinde ne olduğunu kimsenin bilmediği torbayla dolaşan bir delidir. Sırtında torbası, ardında köpekler, sokak sokak dolaşır.

K evser'in ne zaman ve nasıl kaçıp geldiği konusunda bilgimiz yok ancak, K evser'in hikâyesi ile filmde anlatılan hikâyenin ortak/benzer yönleri var. K evser'in hikâyesini, film ile birleştirdiğimizde ancak hikâye tamamlanmış olur. Filmden öğrendiğimiz kadarıyla -ki filmi Hamdi ile Hasan sinemaya kaçak olarak girip yarısını izlemişlerdi- Kevser'i kaçıran Hidayet kaçakçılık yapan biridir. Bir gün yine süt beyaz atıyla eve geldiğinde çocuğun ağladığını görünce sinirlenir ve karısını döver. O esnada çocuk annesine yardım etmek için atılınca, babası ona da bir tekme sallar. Çocuk ağlar, bunun üzerine babası kucağına alır öper ve heybeden şekerler çıkarıp verir. Çocuk elindeki şekerleri yiyip bitirdikten sonra, tekrar şeker almak için heybeyi karıştırır ve bezlere sarılmış kocaman bir şeker bulur. Açar ve yemeye

başlar. Yer yemez de ölür. Çocuğun şeker diye yediği şey afyon sütüdür, dolayısıyla Hidayetin kaçakçı olduğu ortaya çıkmış olur; o da bunun üzerine süt beyaz atına binip kaçar.

Kadın ise evi ateşe verir, köylülere göre kendisi de evle beraber yanmıştır. Fakat Hidayetti daha sonra dağda, bir uçurumun dibinde, kafası taşla ezilerek öldürülmüş olarak bulurlar.

Hidayetsin ölüsü bulunmuştur ama suç aleti taşı bir türlü bulamazlar.

Filmden öğrendiklerimiz ile K evser'in hikâyesini birleştirdiğimizde şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: Kevser evi yaktıktan sonra dağa çıkıp, kocasını bulur ve kafasını bir taşla ezer.

Onu öldürdükten sonra da, kafasını ezdiği taşı torbaya koyup, köye döner.

Böylelikle hayali olan iki hikâye birleştirildiğinde K evser'in hikâyesi tamamlanmış olur. Sonuç olarak K evser'in deliliğinin, „deli^ deyip geçilebilecek bir durum olmadığını öğrenmiş oluruz.

K evser'in peşinden köpeklerin dolaşması, kan kokusu dolayısıyla olduğu düşünülebilir. Hatta çocuklar, K evser'de köpekleri büyüleyen farklı bir şeyin varlığından söz ederler. Çocukların dediklerine göre: “Bu suların temizleyemediği tuhaf bir kan kokusu olabilirdi.” (s. 67). Ya da “K evser'in sürekli kanayıp duran gizli bir yeri vardı da, köpekleri bir mıknatıs gibi çeken oydu.” (s. 67).

Romanda köpek imgesi, farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Kevser'i kaçıran Hidayetsin anlatıldığı yerlerde, ondan “ala köpek” diye bahsedilir. Zaten K evser'in peşinden ayrılmayan köpeklerden biri de o ala köpektir. Ancak KevserSe göre “onlar köpek möpek değildi(r) a slın d a^ köpek suretinde görünen birer in san d ı(r)^(s. 69). Ve hatta

“sürekli sürünün başında yürüyerek KevserSin etek uçlarını koklayıp duran o ala k ö p e ğ in ^ yıllar önce öldürülen kocası o ld u ğ u n (u )^ ” (s. 70) söyler Hasan.

Ayrıca HamdiSnin dedesi bir gün o ala köpeğin kafasına asayla vurur. O da dedenin üstüne atılır ve boğuşurlar çamurun içinde. HasanSın anlattığına göre, öyle ki, belli bir süre sonra birbirine dönüşürler. Bu olay KevserSin gözü önünde cereyan eder. Bu sahneyi, Hasan anlattığı gibi ayrıca dede de anlatır.

Bunlardan yola çıkarak köpek imgesi üzerinde durmak gerekir. Köpek idSi temsil eder.

Çünkü FreudSun insanın ruhsal yapısını üçe ayıran kuramına göre insanı, “ 1 -hayvansılık, 2- (taşıyıcı zihin yapısı olarak) insan-lık ve 3 -tanrısallık” (Saydam 2011: 340) şeklinde kategorize edebiliriz. “Hayvan, bütünüyle madde ve doğa (id) iken, (göksel) tanrı kendini madde ve doğadan soyutlamış, yasasını ve yasağını kurgulamıştır (süperego). ^nsan, her iki

tarafa da ait olan parçalarını, yeni bir tanımlamayla, bir ara-formda (ego) bütünleştirme gayretindedir.” (Saydam 2011: 340). O halde K evser'i kaçıran ala köpeği ve onun peşinden koşan köpek sürüsünü id olarak düşünebiliriz. Kevser burada güzelliği ve alımlı oluşuyla cinsel enerjinin imajıdır. Cinsel enerjinin kaynağı id olduğuna göre, köpek burada idin yansıması yani imgesidir. Ayrıca tasavvufi manada da köpek, nefsi temsil etmektedir ki, bu imgeye denk düşmektedir.

K evser'in varlığı ile yokluğu arasında da bir geçişlilik söz konusudur. Bazen düşsel Kevser, var olan K evser'i yok edecek derecede güçlenir. Bazen ise “kendini hatırlatmak isteyen unutulmuş bir hayalet gibi” (s. 59) görünür kapı eşiklerinde. Sonra da yine bir hayalet sessizliğiyle yok olur. Hasan^ın annesi ise “Bu kadına akıl sır e rm iy o r^ var mıdır, yok mudur bilemiyor insan!” (s. 60) diyerek K evser'in gerçek ile düş arasında, hayalet gibi dolaşmasına işaret eder. Belki de Kevser var olmasına vardır da hep düşlerde gezdiğinden yok gibidir.

Hasan^ın dayısı Hüseyin'in, evini ve atını yaktığı zaman çocuklar ateşin çevresinde bağırıp dönerler. Ellerine aldıkları ateş odunlarıyla oradan hızla uzaklaşırlar ve K evser'in evini ateşe verirler. Kevser de evle birlikte yanar. Böylece tekrarın tekrarı olan bu sahne sonunda Kevser yanmış olur.

3.4. Hasan^ın Dükleri: Masal Cennetinde Kevser

Romanda Kevser sadece sokaklarda dolaşmakla kalmaz, Hasan onu bazen dağlara bazen de masallara gönderir. H asan'ın K evser'i gönderdiği masal ülkesinde cennetin ırmakları gibi ırmaklar vardır, ırmakların iki yanında ulu ağaçlar, ağaçlarda akşama dek şarkı söyleyen kuşlar “kuşların kanadında gümüşler” (s. 61) vardır. Ve bunların arasında büyük bir saray vardır. Sarayda bir padişah, padişahın ambarlar dolusu altını, zümrüdü, yakutu, elması vardır. Ayrıca yenilmeyen çok büyük bir ordusu, haraları, harada ise dillere destan atları vardır.

Padişahın her şeyi var olmasına vardır ancak bir dirhem neşesi yoktur. “Çünkü prenses, insan içine çıkamayacak kadar çirkindi(r).” (s. 61). Onun için de mutsuzdur. O mutsuz diye, padişah babası, yatalak anası ve bütün ülke halkı da mutsuzdur.

Padişah ve kızı mutlu olsunlar diye panayırlar kurulur, eğlenceler düzenlenir, sihirbazlar gösteriler düzenler ancak onları güldürmeyi başaramazlar. Başaramayınca da

kelleleri vurulur. Prenses ise gülmek şöyle dursun, ağlamaktan gözyaşlarını doldurdukları küpler ile dolar taşar her yer.

Son çare ülkenin dört bir yanına tellallar salınır. Prensesi güzelleştirecek olana padişah çok büyük vaatlerde bulunur. Haberi duyan garip bir gezgin, atının yüzünü saraya çevirir ve saraya gelir. Güzelleştiremezse kellesinin de gideceğini bilir ve prensesi bir sihirle güzelleştirir. Prenses de padişah da çok mutlu olurlar. Hatta tüm ülke mutlu olur.

Padişah kızını güzelleştiren gezgini çil çil altına boğar. Katır yüküyle mücevherler, uçsuz bucaksız topraklar ve birkaç şehir verir ona. Garip gezgin, asıl marifetini göstermediğini söyler. Onun ne olduğunu padişaha söyleyince padişah kendinden geçer.

M eğer garip gezgin, yaşlıları gençleştirirmiş. Padişahın yatalak karısını gençleştirirince ülkedeki herkes sıraya girer. Gezgin parmağını uzatıp kime dokunursa o gençleşirmiş.

Hasan K evser'i de sıraya sokar. Onun gençleşmesini ister çünkü. Fakat padişahın askerleri gelip, onları, masal ülkesinden olmadıkları için sıradan çıkarırlar. Aynı zamanda Hasan^ın sıraya girmesine de çok şaşırırlar: “Gezginin parmağı buna dokunsaydı annesinin karnına geri giderdi bu” (s. 64) diye alay ederler.

Sonra askerler K evser'in elindeki torbayı merak ederler ve içini açıp bakmak isterler ancak Kevser onlara engel olur. Askerler, Kevser ile Hasan^ı “alacakaranlık bir dehlizden yürütüp” (s. 64) zifiri karanlığa doğru götürürler. Sonra o karanlık “karanlık suretinde göllenmiş kocaman bir sessizlik denizi o l u r ^ ” (s. 64). Nihayet “karanlığın dibinde kuş gözü kadar bir ışık” (s. 64) görürler. Ve bu ışık gittikçe onlara yaklaşır. Derken ışık getiren bir kadın ve bu kadın da Hasan^ın annesi olur, onun başucuna dikilir ve: “ sen hala uyumadın mı?” (s. 64) diye sorar.

Hasan, elinden düşürmediği defterine kayıp hayallerini yazmaktadır. K evser'le masal ülkesine gitmesi bilinçaltında onunla mutlu bir dünya kurmak istemesindendir. Çünkü Kevser, Hasan için bir deli değildir, düşlerinde/hayallerinde var ettiği bütün hikâyelerin başkişisidir.

3.5. Üç Kimilik Bir Ki^i: Hasan3

Roman aslında, Hasan^ın küçük ve mutsuz aile hayatının, iç dünyasındaki yansımasını dolayısıyla düşlerini anlatır. Hasan^ın babası Hicabi ile annesi E lif sürekli kavga ederler.

Hasan bundan dolayı çok mutsuzdur. Bu kavgaların sebebi genellikle, evin yıkık dökük bir ev olmasından kaynaklanır.

Hasanların evi evden çok bir harabeye benzer. Yağmur yağdığı zaman evin her yanını su basar. Bu durum Elifti çileden çıkarır. Duvar ustası olan Hicabi bu durumdan pek memnun değildir ancak başkalarının evini yapmaktan, kendilerine ev yapmaya bir türlü sıra gelmez.

Bundan dolayı Elif^le tartışırlar. Elifle göre buna “ev denemezdi aslında; dense dense belki birkaç tanığın da ısrarıyla, ancak tavuk kümesi denirdi” (s. 59). Çünkü duvarları nemden gövermiş eğri büğrü, evden çok “bayırı soluk soluğa tırmanırken yere kapaklanmış buruşuk yüzlü bir adamı andır(maktadır)” (s. 59). Bu tartışma sürüp gider aralarında. Bunları gören Hasan ise bu tartışmalara daha fazla dayanamaz ve orayı terk eder düşlere sığınır.

Hasan, sırtı siyah ciltli defterine -bu defter Kayıp Hayaller Kitabındır- düşlerini yazar.

Sinemacı ^erif^in jeneratöründen yükselen pat pat sesleri eşliğinde açılır düşler âleminin kapısı. Hamdinyle Hasan ders çalışmaktadırlar. Dede ise bir köşede oturmuş onları seyretmektedir. Hamdi Hasannın hayali arkadaşı, yani bilinçdışıdır. Dolayısıyla Hamdinnin dedesi de gerçekte yoktur. O da bir düşten ibarettir. Onlar ders çalışırlarken dede onlara, lambanın fitilini açmalarını söyler. Lambanın fitilini açınca gölgeler başlar hareket etmeye.

Bu gölge oyununun eşliğinde, bizi masal dünyasına davet eder Hasan ve artık o, “biraz Hamdi, biraz dede(dir) s a n k i^ ” (s. 6). Hamdi fitilin açılmasıyla bir anda fırlar tavana, oradan duvara atlar. Kıkır kıkır güler Hamdi ve Hasannı da yukarı davet eder. Hasan başını yukarı

3 Bilinç/kişilik parçalanması son zamanlarda, sinemada da işlenen bir konudur. Modern bireyin çıkmazlarının İşlendiği

“Dövüş Kulübü” (Fight Club, Yapım yılı: 1999) filmi ile ağır bir travma geçiren bir çocuğun şizoid kişiliğinin işlendiği

“Kimlik” (Identity, Yapım yılı: 2003) filmi örnek gösterilebilir. “Dövüş Kulübü”nde filmin karakteri Jack, bilinçaltında yarattığı Tyler sayesinde, daha önce karşılaştığı engellenme ve bastırma sonucu, yaşayamadığı arzu ve istekleri bilinç seviyesine çıkarır. Ancak bir süre sonra Jack, Tylerni artık kontrol edemez ve bilinçdışı, bilinci tamamen ele geçirmeye çalışır.“Kimlik” filminde ise, şiddetli travma yaşayan bir çocuk, bilinç parçalanması yoluyla, içinde birbirinden bağımsız kişilikler yaratır. Doktor, filmin karakteri Malcolmnun durumunu, çok kişilik sendromu olarak tanılar. Malcolm içinde yarattığı kişilikleri o kadar benimsemiştir ki, aynada yüzüne baktığında kendini tanıyamaz. Doktor, terapi esnasında onunla, kişilikleri yüzleştirerek onu gerçek kimliğine kavuşturmak için çabalar. Çünkü Malcolmnun yarattığı o kişiliklerden biri cinayetler işlemiştir. Doktor, özellikle cinayetleri işleyen katil kişiliği yok edip, onu idamdan kurtarmaya çalışır.

kaldırıp bakar ve “kaçak mı gireceğiz?” (s. 7) der. Böylece hayali olarak Sinemacı ^erif'in sinemasına girip, filmin yarısını izlerler.

Hasan, dedeyi ise bu düşler âleminde oradan oraya koşturur. Çünkü Hasan, dedeyi, muradına erememiş olan dedesinin yerine düşler. Böylece Hamdi, H asan'ın düşsel yanı, dede ise H asan'ın dedesinin yansıması olur.

Dede, eşi yani H am di'nin babaannesine gökçe gelin diye hitap eder. Gökçe gelin ise K evser'e benzemektedir. Duruşu, bakışı, yürüyüşü dedenin gülüne (Kevser) benzer. Kevser ise, “var hükmünde bir y o k ^ yok hükmünde bir v a r d ır ^ ” (s. 38).

Dedenin, gökçe gelini K evser'e benzetmesi ona âşık olduğu anlamına gelir. Haliyle dede, A li'nin aşkını da ifade etmiş olmaktadır. H asan'ın düşlerinde: “Bazen de ben gökçe gelin, aralarında yaşayıp gittiğimiz halde bizi bir türlü göremediklerini, görseler bile tanıyamadıklarını ya da ikimizi başka birileri zannettiklerini düşünür de hepimiz için üzülürüm.” (s. 39) diyerek düş âleminin sakini olduğunu söylemiş olur dede. Gökçe gelin ile K evser'in benzerliği ve bunun kimselerce fark edilmeyişi, dede tarafından, belleğinin kendisine bir tür oyun oynadığı, şeklinde yorumlanır. Yani hepsi H asan'ın belleğinin bize oynadığı oyunlardır.

Dedenin varlığı, H am di'nin varlığına bağlıdır. Yani bilinçdışı olan Hamdi sayesinde vardır ve bundan dolayı da dedenin anlattıklarının hepsi hayal unsuru (bilinçdışı) dur. Öyle ki dede gökçe geline, “hayatın benim sana demediklerim kadar kısadır senin, noksandır” (s. 40) diyerek, yıllarca bir hayalle evli olduğunu düşünmeden edemez.

H am di'yle Hasan'ı, odanın bir köşesinden seyreden dede onları, “uçsuz bucaksız bir harf tarlasında” birbirlerine benzer, hatta “ikisini aynı bedende” (s. 44) görür. Böylelikle Hasan, hem H am di'yi hem de dedeyi kendi içinde var eden asıl kişi olur. Burada H am di'yi bilinçdışı, dedeyi ise süperego olarak kabul edebiliriz.

Dede H asan'a bakarak, Allah'ın, kendisi ile H asan'ın dedesini barıştırmak için

“dedeyi torununun içine koyup ta öteki dünyadan (o)na gönderdi(ğini)” (s. 45-46) düşünür.

Ve kendi torununun A li'nin torunuyla canciğer arkadaş olmasını manidar bulur. Bazen onun dirilip geldiğini, bazen de kendisinin öldüğünü düşünür. Hatta dede, onun kendi torununda var olması gibi, kendisinin de torunu H am di'nin içinden ağır ağır doğrulup onun gözlerinden dünyaya baktığı(n)ı hayal ed(er) (s. 46). Bu, birbirine dönüşmeler tekrar ederek sürüp gider.

Hasan, KevserSden dolayı dedesini yargılar, bunu da HamdiSnin dedesini kullanarak/var ederek yapar.

KevserSin yaşadıklarından HasanSın dedesi AliSyi sorumlu tutan dede, ona karşı sitem doludur. Sürekli onu pısırıklıkla suçlar ve affedemez bir türlü. Hatta içten içe ölmesini bile ister. HasanSın dedesi, bir gün sokaktan geçen KevserSe bakarken düşüp ölür. HamdiSnin dedesi onun ölümünden kendisini mesul tutar. Hasan hoşuna gitmeyen yaşanmışlıkları, gerçeklikleri düş âleminde ortadan kaldırmış olur.

Dedenin varlığı bazen de HasanSın dedesinden hatıra kaldığını tahmin ettiğimiz eşyalar üzerinden somutlaştırılır. Dede cebinden tespihi çıkarır ve “iyi en azından sen v a r s ın ^ ” der. Uyuyan tanelerini parmak ucuyla uyandırmaya çalışır. Daha sonra asayı arar ve her zamanki yerinde “çıngırağın altındaki çivide” durduğunu görür ve “iyi iyi, de(r), en azından sen de v a r s ın ^ ” (s. 126). Hasan, dedesinden kalma kehribar tespih ve asa üzerinden, hayali arkadaşı HamdiSnin dedesinin varlığını sürdürür. Düşle gerçeklik birbirine dönüşerek, bazen de bazı şeyler tekrar ederek gerçeklik düşün içinde yok edilirken, düşte olan var olur böylece.

Yine dedenin anlattığı bölümlerden birinde, kasabaya elektriğin geldiğini görürüz.

Dede, insanoğlunun yeryüzünden karanlığı süpüreceğini düşünür (s. 128). Gecelerin artık gündüz olacağını, çocukların artık korkutulamayacağını düşünmeden edemez. Bundan sonra çocukların gündüzle korkutulacağını söyler ve düşle gerçekliği kıyasladığını görürüz. Yani bilinçdışının/idin/düşlerin yerini süperego/akıl/gerçeklik almıştır. Artık korkutucu olan düşler değil, gerçeklerdir ona göre. Çünkü her şey o kadar gerçekçi, o kadar mantıklıdır ki korkmamak mümkün değildir.

Hasan, babasından memnun değildir hatta ondan nefret eder. Çünkü babasıyla annesi kavga eder ve babası, sık sık annesini döver. Bundan dolayı Hasan, babasını düşlerinde dövdürterek rahatlamaya çalışır. Lokantada HidayetSle tartışan Hicabi kavga ederler ve Hidayet, HasanSın babası HicabiSyi hırpalar. Bu kavgayı önce HamdiSnin dedesini gözüyle seyrederiz, Hicabi eve getirildikten sonra ise Hasan anlatır neler olduğunu. HicabiSnin arkadaşları onu alıp eve getirirler ve günlerce ölü gibi yatar. Hatta bıçaklandığına dair dedikodu çıkar ve bazı meraklılar gelip görmek isterler. Günlerce yattıktan sonra ayaklanmaya başlayınca Hasan, evden ayrılmanın hayallerini kurar. Çünkü babası tekrar hayata dönmüştür, bu da onu huzursuz eder. HasanSı düşlerinden alıkoyan, gerçekliği temsil eden babanın tekrar hayata dönmesi, onu rahatsız eder.

Evden/gerçeklikten ayrılmayı düşünen Hasan, Hamdilerin evine giderken yolda H am di'yle karşılaşır. H am di'yi Sinemacı ^erif'in salonunda bırakarak K evser'in evine gider.

Kevser ise, onun geldiğini asanın sesinden tanıdığını söyleyerek H asan'ı şaşırtır. Düş ile kurmaca gerçeklik yine birbirine karışır burada. Sonra K evser'le yatarlar. Kevser ona, belleklerden silinmiş bir hikâye tadında görünür. Daha sonra, Hasan da o hikâyeye dönüşür. O anda “gecenin bu vaktinde kim yazıyor beni” (s. 226) diye düşünür. Ayrıca “kocaman bir bardakla çayını yudumlayıp, hem de sigarasını tüttürerek acaba müsveddelerimi kim daktiloya çekiyor şimdi, beni kim diziyor satır satır, ya da çoktan dizilip basıldım da şu anda hangi okurun gözünde tekrar y azılıyorum ^(s. 226) diyerek metnin yazılış sürecini sorgular.

Böylece metnin çok katmanlı ve farklı okumalara açık yapısına da bizzat göndermede bulunur.

Uykusundan uyanan Hasan, rüyada gördüklerini düşünür. Annesi bir köşede saatlerdir ağlıyordur yine. H icabi'nin ayaklandığını gören Elif, H asan'ın evde kalmasını doğru bulmaz ve onu alıp kardeşi Celil gile götürür.

Son bölümde anlatıcı -yazar, H asan'a dönüşür ve anlatmaya başlar. K evser'in

Son bölümde anlatıcı -yazar, H asan'a dönüşür ve anlatmaya başlar. K evser'in