• Sonuç bulunamadı

II. HASAN ALİ TOPTA^ ROMANLARININ PSİKANALİTİK ÇÖZÜMLEMESİ

2. GÖLGESİZLER

2.6. Aynadaki „Güvercin'

Güvercin, romanda iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kentteki berber dükkânında aynanın üstünde asılı duran karakalem güvercin resmi ve köyde kaçırılması/kaybolmasıyla varlığından haberdar olduğumuz R eşit'in kızı Güvercin.

Dükkândaki güvercin resmi, ReşitSin kızı GüvercinSi var eden imajdır. Çünkü anlatıcı dükkânda otururken sürekli güvercin resmine bakar ve berbere onu kimin yaptığını sorar;

tıpkı NuriSnin sürekli berbere sorduğu g ib i^ ReşitSin kızı Güvercin, güvercin resmini yapan berberin içinde/düşünde var edilmiş olur. Güvercin, kentteki berber dükkânında oturan anlatıcının, duvarda asılı duran resimden yola çıkarak yarattığı temsildir.

GüvercinSin kaybolması/yok olması yani romanda var olması, muhtarın tekrar muhtar seçilişinin ertesi gününe denk gelir. Tıpkı on altı yıl önce muhtar seçildiği günün ertesinde Cıngıl NuriSnin kaybolması gibi. GüvercinSin babası Reşit gelip: “Güvercin yok, kayboldu.”

der (s.35). Güvercin yok, sözündeki kesinlik, onun yokluğunun işaretidir. Kaybolmasıyla var olur. Bu yokluktan birçok kişi ve olay çıkar karşımıza. Yani, berber dükkânında aynadan yansıyıp çoğalan güvercin resmi, köyde Güvercin; ya da Aynalı FatmaSnın aynasında var olan kuş olarak çıkar karşımıza.

Muhtar Güvercinin yokluğunu devlete haber vermeye gittiğinde, devlet dairesinde onun varlığı tartışma konusu olur: “Nedir bu güvercin?” der biri, “kuş mu, insan mı?” . Bir başkası “sanki bana bir kuş muş gibi geliyor.” “Bana d a ^ ” diye atılır bir başkası da, hatta

“bana aylar önce bir roman okumuşum da unutmuşum gibi geliyor.” (s.210) diye ekler.

Böylece Nuri gibi GüvercinSin yokluğu devlet eliyle onaylanmış olur. Yani „varSlığı devlet (süperego) tarafından kabul görmez, sadece bir isimden/kelimeden ibaret kalır.

2.7. Yokluk Cehenneminde „Cennetsin Oğlu^

Herkesin varlığının, bir başkasının yok olmasıyla ortaya çıktığı romanda, CennetSin oğlu, GüvercinSin yok olmasıyla var olur. YokSun yok olması yine bir VarSlığı doğurmuştur.

Güvercin kaybolunca muhtar onun kaçırıldığını, bu işi de CennetSin oğlunun yaptığını düşünür ve onu sorguya çeker hatta ona işkence yapar. Bu, var etme/yok etme işi sancılı olur;

çünkü birinin (Güvercin) yokluğu, bir başkasının (CennetSin oğlu) varlığına dayandırılır.

CennetSin oğlunun varlığı diğer kişiler gibi kaybolma/yok olma yoluyla değil; bizzat kendi varlığında yok olmayla/varlığını yok etmeyle vücuda gelir. Çünkü delirmiştir. “Göz göre göre yok olmuştur o; kendi görünürlüğünün derinliklerine çekilmiştir.” (s.100). Böylece kendini iki kez yok etmiştir. Bu sefer „yokS, varSlıkla yok edilmiştir. Bu durum muhtara göre daha tehlikelidir. Çünkü “CennetSin oğlu kendini kendi varlığında yok etmişken, gerçekten kadının dediği gibi bir kez daha yok olmuşsa durum kötüydü. Bu işin sonu yavaş yavaş köyün

tamamen yok olmasına dek gidebilirdi. Belki köy zaten yoktu da bunu kimse anlayamıyordu henüz; köylülerin hepsi alışmıştı yokun varlığına.” (s.113).

Cennetnin oğlunun yokluğunu besleyen önemli şeylerden biri kuşkusuz yazdığı mektuplardır: Hiç kimseye yazdığı mektuplar. “ ^ h i ç kimse dediği yokunu sözcük sözcük büyütü(r) gizlice.” (s.81-82). Aslında elimizde ki metin, bu „sözcük sözcük büyüyen yokntur.n Her biri bir imajdan mülhem düşsel varlıkların hikâyesidir Çünkü yaşananlar tekrarın tekrarı, kişiler yansımanın yansımasıdır.

Cennetnin oğlunun yokluğu, diğerlerin yokluğu gibi değildir; onun varlığının yokluğu mevzubahistir. Aslında köyde yeterince yok var zaten. “Asker Hamdi bunların başında geli(r) kuşkusuz, sonra onun bir avlu dolusu çocuğu, sonra Aynalı Fatma, hayalet gibi gelip giden çerçi, ardından G ü v ercin ^ ^imdi de mektuplardaki yok çıkmıştı(r) ortaya; hem bu yok, yok oğlu yoktu(r)! Ötekiler gibi ne ismi biliniyordu(r) ne cismi! (s.81). Roman, yok/luk/lar zincirinden oluşmuştur adeta.

Cennetnin oğlunun kendi varlığını yok etmesiyle köydeki her şey yok olmuştur sanki.

“Çoluk çocukla birlikte, toprak damlar, hayvanlar, avlular, ağaçlar, hatta ses gibi, koku gibi, gülüş gibi şeyler de büyük bir yokun içine girerler.” (s.113). Dolayısıyla, berber dükkânındaki güvercin resminin imajı olan Güvercinnin yok olması sonrasında, Cennetnin oğlunun delirmesi/bilincini yitirmesi ve yokluğunun, varlığını bu yolla ortaya çıkarması bütün köyün yokluğa gömülmesine neden olur.

2.8. Yokluğun Devleti Altında Muhtar

Devletin gözünde bir nokta kadar yer kaplayan „yoknluklar köyünün muhtarı, yoknların oyuyla/onayıyla muhtar seçildiği günün ertesinde yoknluğun soğuk yüzüyle karşılaşır.

Seçimden sonraki günlerin birinde Cıngıl Nuri; diğerinde ise Güvercin yok olmuştur.

Bunların dışında bir sürü yoknun var olduğu köyde bunlara bir de Cennetnin oğlunun yoknluğu eklenir. Her şey yokluğa bürünür, yoknluğun kokusu her şeye siner. Muhtarın varnlığı da yok/luk/larla ortaya çıkar ve o yok/luk/ların muhtarlığını yapar. Devletin (süperego) temsilcisi olması cihetiyle aklı çağrıştırır.

Muhtar yoknların muhtarıdır. Köylüleri „yoklar topluluğun olarak görür. Köylülerden

“var olduklarından şüphe edip, ikide bir yok yaratmamalarını” (s.84) ister. Çünkü köyde

yok'ların artması, köylülerin var oldukları şüphesini doğurmaktadır. Bu da muhtarı rahatsız eder.

Köyde yokların/yoklukların artması ve varlık şüphesi doğurması, muhtarı yokluklar kadar çoğaltır. “O inanılmaz bir hızla çoğalıyordu(r) kuşkusuz, sokaklarda cirit atan yüzlerce muhtarın kararlılığına bakılırsa daha da çoğalacaktı(r).” (s.116). M uhtar yokluklara yokluğunu ekleyip/karıştırıp yoklukları hızla çoğaltır. Fakat çoğalan muhtarların hiç biri ötekiyle aynı değildir. “Biri karşılaştığı köylülere selam veriyorsa, öteki hiç konuşmadan geçip gidiyordu(r).” (s.116).

Yokların varlığıyla başa çıkamayan, yoklara/yokluklara anlam verip var olmalarını engelleyemeyen muhtar, sonunda muhtarlık odasında yokluğunu bir ipe asıp intihar eder.

Böylelikle aklın bu işin içinden çıkamadığı/çıkamayacağı anlaşılmış olur.

2.9. Gölge(lerin) Oyunu

Romanda anlatılanlar, anlatıcının da söylediği gibi belleğin bize bir oyunudur. Oyunun tasarlandığı/kurgulandığı yer berber dükkânıdır. Usta “makası şakırdatarak kimsenin bilmediği bir oyun havası tutturmuştur, çırak ise oynuyordur.” (s.5). M üşteriler ise seyircidir,

“gözleri çırağın hareketlerinde, kulakları ve gönülleri makas şakırtısında sessizce bekliyorlardır.” (s.5).

Berber “her oyunu kendisinin yönetebileceğini” vurgularcasına yeni bir müşteri alır koltuğa. Şüphesiz “yeni bir oyun başlıyordur.” (s.6). Sıranın kendisinde olduğunu düşünen zindan karası tespihli adamın tespihi şakırdamaya başlar. “Oyun kanlı olacaktır.” (s.6). Her şey oyuna göredir artık. Adam koltuğa kurbanlık koyun gibi oturmuş, berber usturalardan birini seçip ayırmış, çırak da beyaz bir örtüyü adamın boynuna bağlayıp uçlarını (kan sıçramasın diye mi, nedir) dizlerinin üstüne çekmiştir. “Yaşananların hepsi birer oyundur.”

(s.59). Hatta romanda, oyun içinde oyun sergilenir.

2 Arapçada „akıl' kelimesinin „ip, urgan, bağ' anlamına gelmesi (^.Teoman Duralı, Kutadgubilig Türkçenin Felsefe -Bilim Sözlüğü, İstanbul 2013, s. 100-102 ), muhtarın gerçeklikle kurmak istediği bağı daha da anlamlı kılmaktadır.

Dükkânda sahneye konan oyun, köyde kanlı bir şekilde sergilenir. Berberin ustura ve makasla kesip biçtiği yokluk/boşluklar romanın hikâyesini var eder. Berberin (ego/bilinç), makasla başlattığı oyun, yokluk olarak tezahür eder.

2.10. Hikâyeyi Yutan Yılan: Uroboros

CennetSin oğlu, dağlarda bulup getirdiği yılanı beline sarar ve: “Bu kemeri bana kim gönderdi?” diye sorar (s.213). “Allah” der ardından, “muhtarı yaratan, bekçiyi yaratan, anamı yaratan Allah.” (s.213). Böylece yılanın da metnin yazarı -burada Allah, metne dair her şeyi var eden/yaratan yazardır- tarafından var edildiğini anlamış oluruz.

CennetSin oğlu yılanı beline sarıp, yılanın kuyruğunu yılanın ağzına verir, yılan kendi kuyruğunu yutmaya başlar. Yuttukça çember daralır, CennetSin oğlunun nefesi kesilir, ağzından yeşil sular boşanır, yere yığılır ve ölür CennetSin oğlu.

Bu, bize kuyruğunu yutan yılan UroborosSu hatırlatır. Uroboros, “ruhsal düzlemde, bilinmeyen, ancak varlığı hissedilen bilinçdışının sembolüdür.” (Saydam 2011: 293).

Romanda karakterlerin kaybolup/yok olup, farklı mekânlarda var olmaları ve var olanların ise yok olması; düş ile gerçekliğin birbirini tamamlayan döngüsü kuyruğunu yutan yılan (Uroboros) simgesini çağrıştırır. Böylece kuyruğunu yutan yılan sadece CennetSin oğlunu yok etmez bu düzlemde var olan her şeyi yok ederken; yok olanı da var etmiş olur. Yani daire, tamamlanmış olur.

Gerçekliği/gerçek âlemi, düşler/hayaller ile yok eden yazar/anlatıcı, nihayetinde hayal âlemi/yoklar âlemini de yok eder böylece. Yoklardan oluşan metnin hikâyesi yılan tarafından yutularak „yokS olur. Gerçek ve düş birbirini yok etmiş olur.

2.11. Değerlendirme

Sonuç olarak, edebi eserlerin çok katmanlı anlam yapısı göz önünde bulundurulduğunda, Gölgesizler romanının anlam zenginliğinin bu noktada çok daha öne çıktığını söylemek gerekir. Bu anlam zenginliği tüketilemeyecek hatta okundukça daha da zenginleşecektir. Bu, tamamen roman kurgusunun kendine özgü yapısı, anlam belirsizliği,

kurmaca gerçekliğin içinde ba^ka kurguların yer alması, dü^ ile kurmaca gerçekliğin birbirini yok/var etmesi gibi önemli özelliklere sahip olması ile ilgilidir.

Romandaki kimiler/kahramanlar düşsel olduğundan sürekli yer değiştirir ve birbirine dönüşürler. Köyde kaybolan Cıngıl Nuri, kentteki berber dükkânında, tıraş olmaya gelen bir müşteri olarak çıkar karşımıza. Kentteki berber ise dükkânı terk eder, daha sonra köyde çıkar ortaya. Kentteki berberin çırağı jilet almaya gider bir daha dönmez fakat onu da sonra köyde görürüz. Kentten çıkanlar köye giderler. Köydekiler ise bir vesileyle yolları kente mutlaka düşer.

Bütün kişiler belirsizlik içinde birbirlerine dönüşür, kaybolanlar başka bir yerde çıkar karşımıza. Roman bu durumda merkezsiz bir yapıya dönüşür. Çok merkezli olan metinler aynı zamanda „sonuçladırılamaz^lar. Onun için hakkında kesin bir sonuca varmak imkânsızdır. Böyle metinler için Bahtin „merkezkaç^ kavramını kullanır, dolayısıyla merkezsizleştirici bir etki yaratırlar. Hasan Ali Toptaş^ın hemen bütün romanlarında gördüğümüz bu merkezsizlik, de kişilerin birbirine dönüşmesi, yok olmaları;

umulmadık yerlerde var olmaları şeklinde kendini gösterir.

Romanda, kentteki berber egoyu (bilinç) temsil etmektedir. Elindeki makasla kesip biçerek, boşluklar yaratır ve bu boşluklara uygun kişiler yaratır. Kentle köy arasında değişimi/dönüşümü sağlar. Anlatıcı/yazar kentteki berber dükkânında oturmakta ve olup bitenleri seyreder. Burada olanları bir oyuna benzeten anlatıcı/yazar, bu oyunu düş âleminde (bilinçdışı) yarattığı köyde sergiler. Romanda köy, Nuri, Güvercin ve diğerleri bilinçdışı unsurlardır. Anlatıcı, kentteki berber aracığıyla, bunlar arasında iletişimi sağlayarak onları var eder. Devlet süperegoyu temsil ederken, muhtar devlet ile yok/luk/lar köyü arasında ilişki/iletişim kurması bakımından aklı sembolize eder.

3. KAYIP HAYALLER KİTABI

3.1. Giri^: Ba^ı ve Sonu Olmayan Film

romanın anlatıcısı Hasan^ın hayallerinden oludur. Romanda kurmaca gerçekliğin çok az yer tuttuğunu, romanın asıl iskeletini, o kurmacanın içinde yer alan düklerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Hasan^ın anne-babası ve köyün delisi Kevser dışında kalanlar, Hasan^ın düşlerinde yaşayan kişilerdir. Anlatılanlar ise Hasan^ın kayıp hayalleridir.

Filmin anlatıldığı bölüm, gerçeklerle hayallerin birbirine karıştığı, gerçeklerin düşleri beslediği ve düşlerin ise gerçeği dönüştürdüğü; ayrıca romanın diğer bölümleri ile ilgili ipucu taşıdığı önemli bir bölümdür. Sinemacı Şerifin sineması, gerçeği yansıtırken film tamamen hayal mahsulüdür. Aynı şekilde Hasan^ı alıp kaçak olarak sinema salonuna sokan Hamdi de düş sakinidir. “Dışarıda, Sinemacı ^erif^in jeneratöründen yükselen pat pat se sle ri(n i)^ ” (s.

5), Hasan duyar duymaz, Hamdi kendini göstermeye başlar. Hasan gerçek yaşamda gidemediği sinema salonuna Hamdi sayesinde gitmiş olur.

Roman, Hasan ile Hamdi^nin konuşmalarıyla başlar. Hamdi^yle Hasan gaz lambasının ışığında ders çalışmaktadırlar. Ve dışarıda, özellikle dışarıda olduğu kesin olan “ Sinemacı

^erif^in jeneratöründen yükselen pat pat s e s le ri^ ” (s. 5).

Sesleri duyan Hamdi ile Hasan film hakkında gizli gizli konuşurlar. Hamdi^nin dedesi ise onları seyretmektedir. Ders çalışmaları için onları ikaz eder. Çünkü onların akıllarının, sinemadan gelen pat pat seslerinde olduğunu bilir. Hamdi ile Hasan sinemaya „kaçak^ girmek için dedeye fark ettirmeden çıkarlar. Hasan, Hamdi^nin peşinden, karanlık bir yere doğru gölge gibi akar. Ve Sinemacı ^erif^in göremeyeceği bir yere gizlenerek, filmi izlemeye başlarlar.

Perdede üç dört yaşlarında bir çocuk, bahçede koşup oynamaktadır. Çocuk kapının sürgüsüyle oynar, kelebeği kovalar ve sebzelerin içine girip çıkar. O esnada sebzelikte bir biber koparıp alır ve ısırır. Biber acı olacak ki çocuk başlar ağlamaya. Tam o esnada “süt beyaz bir at” (s. 10) görünür perdede ve gelip çitin önünde durur. Bir adama attan iner ve çocuğa yaklaşır. Çocuğun ağladığını görünce “neden ağlıyor bu çocuk lan” (s. 11) diye bağırır.

Adamın içeri doğru bağırmasından sonra, içerden, üstü ba^ı una belenmiş bir kadın çıkagelir. Ve çocuğun niçin ağladığını bilmediğini söyler. Bunun üzerine sinirlenen adam kadının üstüne yürür ve kadını dövmeye ballar. Annesinin pe^ pe^e yediği tokatlara dayanamayan çocuk, onu adamın elinden kurtarmak ister ancak adam buna daha çok öfkelenir ve bir tekme de çocuğa atar. Çocuk öteye fırlayıp sebzelerin içine dü^er. Daha sonra çocuğa üzülen adam gider, onu kucağına alır, öper. Heybeyi de alarak içeri girerler. Heybenin içinden rengârenk ^ekerler çıkarıp verir çocuğa. Çocuk sevinir ve yemeye ballar ^ekerleri. Adam ise dışarı çıkar, kadınla tartılm aya devam ederler.

Daha sonra perdede ^ekerleri yiyen çocuk görünür tekrar. Çocuk elindeki ^ekerleri bitirince, heybenin içine bakar ve beze sarılmış bir ^eker bulur heybede. Açıp kocaman çekeri yemeye ballar ve aniden, yüzü gözü ^i^meye banlayan çocuk yere dü^er. Kıvranır ve kaskatı kesilir bir anda. Adam içeri girdiğinde çocuğu o halde görünce ko^ar kucağına alır ve sarsmaya ballar ancak onu uyandıramaz. Yerdeki ısırılmı^ olan ^eyi beze sararak eline alır o anda kadın girer içeri. Feryat etmeye ballar, komşular duyar, duyanlar oraya toplanır.

Sarı bıyıklı adam, kalabalığın ortasında, kucağında beze sarılı ^eker öylece durmaktadır. Muhtar adama elindeki ^eyin ne olduğunu sorar adam ise cevap vermez. Elinden alıp baktıklarında, ^eker olmadığını afyon sütü olduğunu görürler. Çocuğun ölümüne afyon sütünün sebep olduğu ortaya çıkınca da, sarı bıyıklı adam, süt beyaz atına binip kaçmaya ballar ve ormanların derinliklerinde kaybolup gider. Bu sırada muhtar da çocuğu gömmemelerini ister köylülerden, çünkü gidip devlete haber verecektir.

Birkaç gün sonra savcı, doktor ve jandarma gelir köye. Ceset incelenir, raporlar tutulur. Afyon sütünden dolayı kadını sorguya çekerler. Kocasının ne i^ yaptığını sorarlar. O ise bu konuda bir ^ey bilmediğini söyler. Adam kadını kaçırıp, onunla evlendiğinden kadın, adam hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Nihayet adamın kaçakçı olduğu kanaatine varılır ve yakalanması için jandarm a hemen ballar onu aramaya. Çocuk gömüldükten sonra, kadın evi ate^e verir. Köylülere göre kendisini de ate^e atıp yakmıştır, çünkü ondan hiçbir ize rastlayamazlar daha sonra.

Sonra perdeden süt beyaz atıyla, sarı bıyıklı adam geçer. Sakalı uzamış, gözleri kan çanağına dönmüş ve çok bitkindir. Atı kendi haline bırakmış nereye gittiğini bilmeden öyle dağ ta^ dolanmaktadır. Ara sıra ağlayan çocuğunu görür hayal meyal; bazen karısını görür, öfkeli ve çaresiz. Bazen de jandarmaları görür ve irkilir atının üstünde.

Sonra adamın cesedini bir uçurumun dibinde bulurlar. Kafası taşla ezilmiştir.

Jandarma, muhtar ve köylüler gelir, cesedin sarı bıyıklı adama ait olduğu teşhis edilir. Fakat adamın kafasını kimin ezdiğini ve suç aleti taşı bir türlü bulamazlar. Komutan sorgulama yapar ve muhtara karısının yapmış olabileceğini söyler. M uhtar ise onun evle birlikte yandığını ve bunun imkânsız olduğunu ifade eder.

Tam filmin burasında Sinemacı ^erif, Hamdi ile Hasan^ı yakalar ve dışarı atar.

Böylece başını izleyemediğimiz/bilmediğimiz filmin sonunu da öğrenemeyiz. Ancak filmdeki olaylar, romanın diğer olaylarıyla birçok noktada kesişir. Bunlar sonraki bölümlerde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

3.2. Hasan^ın Gölgesi: Hamdi

Romanda Hasan^la Hamdi^yi genellikle birlikte görürüz. Beraber ders çalışırlar ve sinemaya giderler. Hamdi Hasan^ın hayali arkadaşıdır. Yani Hamdi bilinçdışı bir unsurdur.

Bunun en açık göstergesi ise romanın sonunda, Hasan annesine: “Hamdi nerede?” diye sorar.

Annesi ise: “N e ^ Hamdi de kim?” (s. 282) şeklinde cevap verir. Hamdi, Hasan^ın dış dünyada yaşadıklarına karşılık iç dünyasında yaratmış olduğu karakterdir.

Ders çalışırlarken, dışarıdan sinemanın jeneratöründen gelen pat pat seslerini duyduktan sonra, Hamdi, Hasan^ı peşinden düşsel bir maceraya çağırır. Çünkü Hasan^ın sinemaya girmesine imkân yoktur. Bu durumda Hasan, gölgesi Hamdi^yle „kaçak^ bir şekilde sinemaya girer ve filmin bir kısmını izlerler. Yani sinemaya gitme arzusu/isteği düşlerde karşılık bulur ve gerçekleşir. Hasan için düş âlemi gerçeklerden kaçmak için kullanılan bir yerdir. Böylelikle Hasan ile Hamdi “kaçak” durumundalar. Aynı zamanda bu “kaçak” olma durumu filmdeki sarı bıyıklı adamın, kaçakçı oluşuna da göndermede bulunur. Yani, kurmaca gerçeklik ile düşler arasında bir yansıma söz konusudur.

Hasan, “iki kişilik bir kişi gibi” (s. 8) yürüyüp Hamdi^yle kaçak olarak sinemaya girerler. Yani Hasan iki kişilik(li) biri olarak çıkar karşımıza. Hatta yine Hamdi^nin dedesinin de olduğu bir anda Hasan: “Ben biraz Hamdi, Biraz dedeydim s a n k i^ ” (s. 6) diyerek, Hamdi dolayısıyla dedenin de düş olduğunu bizlere hatırlatmış olur.

Hamdi^nin dedesinin anlattığı bölümlerde de Hamdi ile Hasan^ın aynı kişiler olduğunu görürüz. Dede çocuklara bakarak: “birb irlerin e^ öyle çok benziyorlar ki bir an ikisini aynı bedende görüyorum” (s. 44) der.

Bu durumda Hasan^ı ego/bilinç olarak kabul ettiğimizde Hamdi onun bilinçdışı olmuş olur. Kasabanın küçük olması, her şeyden mahrum olması ve Hasan^ın ailevi sıkıntıları, mutsuzlukları, istek ve arzular bilinçdışının ana malzemesidir. ^şte Hasan bu gerçekliği, bilinçdışında, rüyalarında ve düşlerinde ters yüz eder. Öyle ki Hasan artık, “içi(n)deki bu düşüncelerin içinden geçip ağır ağır ile rle (r)^ (s. 179).

3.3. Sahneden Kaçan Oyuncu: Kevser

Kevser hiç şüphesiz romanın en önemli kişisi sayılır. Çünkü K evser'in varlığı romanın diğer kişileriyle ilişkili olduğu gibi, film sahnesiyle örtüşen yönleri vardır. Yani romanın her bölümünde canlı bir karakter olarak karşımıza çıkar ve ayrıca film sahnesinde de yine aktif bir kişidir.

K evser'in ibretlik hikâyesi ise romanın yine en ilgi çekici bölümlerindendir. Hikâyeye göre, Kevser gençliğinde Hasan^ın dedesi A li'ye sevdalanmıştır. Tabi Ali de ona vurulmuş.

Gün gelir Ali, K evser'i istetir babasından. Babası Bekir ise rahmetli karısından yadigar olduğundan, kendisinin bu dünyadaki tek arkadaşı, yalnızlığını paylaştığı arkadaşı olduğundan K evser'i vermek istemez ancak büyükler zar zor onu razı ederler. Ancak, “hemen davul zurna tutturma yok” (s. 78) der, harman zamanı geçsin der. Harmanlar kaldırıldıktan sonra da: “Hele şu değirmen telaşı da bitsin.” (s. 79) der ve yükler buğdayı ilçeye gider. Gider gitmesine ancak birkaç hafta geçmesine rağmen dönmez bir türlü Bekir. Bir yandan Kevser dört gözle yolunu bekler diğer taraftan Ali.

Derken bir sabah eşekle çıkagelir. Un çuvallarını indirirken: “Bu eşek değirmencinin.”

(s. 85) der. Akşama tekrar geri gider birkaç gün de öyle geçer. Kasabaya döner bu sefer, bağbozumunu bahane eder, düğün yine ertelenir.

Nihayet Bekir, haber salar A li'nin babasına, düğün yapmaları için. Fakat bu sefer A li'nin babası inat eder: “Önümüzde mübarek bayram var, hele o da geçsin.” (s. 87) der. Ve iş bir inatlaşma yarışına dönüşür. Biri: “zemheri çıksın derse, öteki cemre d ü şsü n ^ bir taraf iğdeler açsın, öteki, bağlar yapraklansın^ bir taraf koyunlar kuzulasın, öteki, armutlar

o ls u n ^ ” (s. 87) der. Böyle böyle uzayıp gider, düğün de ertelendikçe ertelenir. Bu durumda olan şüphesiz Kevser ile A li'ye olur. Gün gün erimektedirler. Araya büyükler girer, aksakallılar gider konudur ama nafile.

Bir gün kasabadan geçen bir yabancı K evser'i kaçırır. Daha önce belki de birçok kez

Bir gün kasabadan geçen bir yabancı K evser'i kaçırır. Daha önce belki de birçok kez