• Sonuç bulunamadı

II. HASAN ALİ TOPTA^ ROMANLARININ PSİKANALİTİK ÇÖZÜMLEMESİ

2. GÖLGESİZLER

2.3. Hayal Dükkânın Anlatıcı'sı

Anlatıcı kentteki berber dükkânında çıkar karşımıza. Ancak anlatıcı aynı zamanda yazardır ve bu kimliğini gizlemez. Berber, dükkânda oturan anlatıcıya: “Hala roman yazıyor musun?” (s.6) diye sorduğunda: “Yazıyorum.” diye cevap verir. Anlatıcı ise berber dükkânında oturmuş “karmakarışık bir yüzle henüz adını koymadığı romanı tasarlıyordur.”

(s.95). Çok uzaklardadır, sayfalarca uzaklardadır. Orada henüz doğmaması gereken çocukluğundan yontulmuş kepçe kulaklı bir çocukla karşılaşmıştır sö zgelim i^ Ve o çocuk rastgele bir bölüme dalıp birkaç sayfayı işgal etmiştir bile. Belki yazar Karadüş Apartmanınnın üçüncü katındaki evin penceresinden “elindeki kalemi bırakıp” (s.191) dışarıda olup bitenleri seyretmektedir. Anlatıcı berber dükkânında otururken, apartmanın

“penceresindeki insanın varlığını fark eder birden; upuzun boyuyla, neredeyse kenara toplanan bir perde duruşunun içine dikilmiş berber dükkânına bakıyordu(r).”(s.152). Belki de anlatıcı berber dükkânına geldiğinden beri oradadır. Düşlerde yaratılan ile düşleyen karşı karşıyadır. Yani ego ile bilinçdışının kurduğu göz teması diyebiliriz buna. Bu, tam da Murat Gülsoynun ^^^^^de bahsettiği metakurmaca kavramına denk düşmektedir:

“Metakurmaca metnin kendini kendine ayna kılmasıdır. Bu aynaya metnin içinden baktığımızda, kurmacayı anlamaya başladığımızı, onun sırlarına vakıf olduğumuzu sanırız. Ama her ayna gibi yansıtıcı yüzeyin arkasında türlü sırlar bulunur. O açıdan baktığımızda bunun bir oyun olduğunu anlarız. Sonuç olarak bu bir yüzeyleri çoğaltma oyunudur, elbette bir sonsuzluk hissi verir yazana da okuyana d a ^ ” (Gülsoy 2009:

80-81)

Anlatıcının burada fark ettiği biri değil; bir “insanın varlığı(dır)”. Yani „Varn olan, gerçekliği olandır. Düşten gerçekliğe dönüştür. Aynaya yansıyan görüntünün tekrar geri yansımasıdır. Düşler âleminden, gerçek âlemi fark etmektir. Yazar bunun teorisini de açıklar:

“Belki de iki yüzlü bir pencereydi benim gördüğüm; ondan geçen bakışın hangi taraftan geldiği hem görenin hem de görülenin yaşadığı duygulara bağlıydı. Üstelik ona ille içeriden ya da dışarıdan bakılacak diye kesin bir kural da yoktu, göz yetiyorsa aynı anda iki taraftan da bakılabilirdi. Hiç kuşkusuz bu durumda kendisiyle karşılaşırdı insan görse görse, bir pencereden eğilip bakan kendisini görürdü düş kadar yakın bir u zak lık tan ^ (s.153)

İnsan “kendi hakkındaki bir düşünceyi kendi dışına çıkmadan oluşturamaz.” ( Todorov 2008: 36). Bir yargıya varmak için insan mutlaka „öteki'ne ihtiyaç duyar. Anlatıcı ve yazar;

bir ötekinin üzerinden kendini „Var' eder. Kendisi hakkında kanaat oluşturmak için karşıdan,

„öeteki'nin gözüyle bakmak zorundadır. “Peki, ya pencerenin karşı tarafındaki; o inanır mıydı, aslında kendisinin öteki olduğuna!” (s.153). Buna net bir cevap vermek imkânsızdır.

Yazar/anlatıcı bir/tek kişidir ancak diğer kişiler aynada yansıyan ve gittikçe kendini çoğaltan görüntülerdir. “Metni üreten kişi tektir, ama kendi kendisiyle konuşmaktadır.”

(Todorov 2008: 36). Yazardan anlatıcı, anlatıcıdan berber, berberden köydeki berber, ondan da köy ve köydeki kişiler yansıyıp çoğalır sürekli. Kişiler ve olaylar arasında birbirini tekrarlayan, birbirine dönüşen bir devinim yaşanır. Bu devinim içinde bazıları ise yok edilerek tekrar bilinçdışının karanlığına gönderilirler.

Anlatıcı “berber dükkânının uğuldayan sessizliğinde” (s.142), “kuşkusuz tek başınadır” (s.205). Çünkü o da bir gölgesizdir yani düş sakinidir ama yazarın en yakınında olup, uzaktaki o köyü düşünür:

“Orayı, düşünmemek elimde değildi zaten; henüz nereye kaybolduğu anlaşılamayan Güvercin'den, aklını yitirerek karın neden yağdığını sorup duran Cennet'in oğluna, bekçiye, Rıza'ya, hangi kızın saçına okuyup üflediğini bilmeyen imama, hala ilçeden dönemeyen muhtara, hatta yıllar önce nereye gidip yıllar sonra nerden geldiği bir türlü çözülemeyen Cıngıl N uri'den, eviyle muhtarlık arasında iskelet eskisi gibi dolaşıp duran Reşit'e, tenindeki yangınla samanlığı ateşe veren H acer'e ve atın ayakları altında ezilen Ram azan'a kadar herkes içimdeydi. Bir anlamda bu, benim de onların içinde olmam demekti a slın d a^ (s.142)

Böylece anlatıcı kendi aynasından görünenleri ve görüntülerini, isimleriyle bir bir bize vermiş olur. Köyü kendi içinde var ettiğini, kendisinin de aslında köyün içinde, yani düş âleminde/bilinçdışında var olduğunu söyler. Böylelikle kentteki berber dükkânında tek başına kalan anlatıcı, yazarın bilinçdışını temsil eder, diğerleri ise ondan yansıyanlardır.

Anlatıcı düşsel bir zamanda, düş ürünü kişiler „Var' eder. “Ola ki benden sonrasındaydım ben, henüz yoktu kahvedeki adamlar, ben çıkıp gittikten sonra geleceklerdi tek t e k ^ (s.207). Kahveye gelenler boş bir masaya bakacaklardır, gözü kaşı anlatıcıya benzeyen birini fark edip irkileceklerdir: “O bir anlık irkiliş miydim ben? Ya da insan bir anlık irkilişten doğmuyor muydu zaten, macerası o noktadan başlayıp gelmiyor muydu?”

(s.207) diye sorar kendine ya da okuyucuya. Burada yazar anlatıcıyı ontolojik açıdan çözümlemeye tabi tutarak, anlatıcının, bilinçdışı ile bilinç arasında bir irkilişten doğduğunu ifade eder. Anlatıcı/yazar (mekânı, diğer kişileri var eden) kendine döndüğünde, irkilip kendine geldiğinde, düşsel mekânda kendinden geriye kalan boşluğun kendinden sonra gelecek kişilerce fark edileceğini, o boşluğun onlar tarafından doldurulacağını ve belki onların da irkileceğini söyler ki bu da bilinçdışı bir durumdur.

Kentteki berber dükkânında oturan anlatıcı köyde, Dede Musa olarak da karşımıza çıkar. Tahta bacaklı, gözleri artık görmeyen yaşlı biridir Dede Musa. Anlatıcı dükkânda karanlıkta kaldığında: “topal değilken topal, kör değilken kör olmuş” (s.170) karşımıza köyün bilge kişisi Dede Musa olarak çıkmıştır. Anlatıcı dükkânın karanlığını bir düşsel mekâna dönüştürüp, Dede MusaSnın dünyası olarak sunar bize. Anlatıcının içinde bulunduğu karanlık (bilinçdışı), anlatıcının iç dünyasındaki başka bir karanlık dünyayı aydınlatır ve „VarS eder. “Aşağıda, oldukça derin bir yerde kıpırtılar” (s.170) vardır. Bu kıpırtılar ayak seslerine dönüşür ve yukarıya doğru tırmanmaya başlar. Kıpırtılar hissedilir birer hareketlenmeye dönüşür. Bilinçaltından bilinç seviyesine/dünyasına doğru çıkmaya başlar bu kıpırtılar.

Anlatıcı istese bilinç düzeyine çıkan kişinin yüzünü de görebilecektir ama bunu istemez ve kim olduğunu bilerek: “ Sen misin” diye seslenir, Dede Musa. “Benim” der bekçi. “Ne oldu?”

diye sorar Dede Musa. “Neler olmadı ki emmi, diye yakın(ır), şu kapının dışında neler olmuyor k i ^ “Eh” der Dede Musa: “Az çok biliyorum o la n la rı^ ” (s.170).

Anlatıcı/Dede Musa „olanları bilirS, çünkü olanları bilinçaltından bilinç düzeyine kendisi çıkarmıştır. Bilinçaltının karanlığından aydınlık bilinç âlemine çıkış, düş kurma yoluyla olur. Bilinçaltından bilinç düzeyine geçiş „kapıSsı ise kişinin egosudur. Anlatıcının dükkânın karanlığında tosladığı (s.170), bekçinin dibinde çöktüğü çuvallar (s.172) ise bilinçaltında biriken ve bilinç düzeyine çıkamayan şeylerdir.

Berber dükkânı, yazarın/anlatıcının iç dünyasıdır. Bilinç düzeyini simgeler. Çünkü tıraş olması gerekenler, aynanın karşısında/görüntülerinin karşısında tıraş edilir, bir şekle sokulur, görüntülerine çeki düzen verilir. Bilinçaltındaki şeyler berber dükkânında -iç dünyada- berber tarafından -ego/benlik- bir düzene sokulur, tıraş edilirler. Anlatıcı berber dükkânında ayna sayesinde birçok kişi/lik yaratır. Ayna yansıtmak/çoğaltmak için en iyi araç olduğundan, anlatıcı/yazarın hayal âlemini simgeler. İç dünyayı yansıtır/gösterir: “Burada sonsuza kadar çoğalma/çoğaltma imkânı vardır. Çünkü eğer ruhumuzu tanıyabilirsek, ilkini

tanımak için bir ikinci ruh gerekecektir ve ikincisini tanımak için ü ç ü n c ü s ü ^ ” (Todorov 2008: 110). Bu böylece sonsuza kadar çoğalıp gider.

Anlatıcı dükkânda her şeyin donup kaldığını hisseder. Berber, çırak, koltuktaki adam hatta kendisi bile donmuştur. Çünkü “başka bir yerde yaşıyor(lardır) o an, başka bir zamanda yaşıyor ve oradan burayı düşlüyor(lardır) düşledi(klerinin) farkına varmadan.” (s.36). Daha önce berber dükkânında oturup uzak bir yeri düşleyen anlatıcı, artık uzaktakilerin düşlerinde yaşamaya başlamıştır.