• Sonuç bulunamadı

II. HASAN ALİ TOPTA^ ROMANLARININ PSİKANALİTİK ÇÖZÜMLEMESİ

1. SONSUZLUĞA NOKTA

1.7. Babalar Kül Dansında

Romanın tamamına hâkim olan, arada kalmış olma duygusu, Bedran'ı ne hissettiğini tam olarak bilemeyen, toplum/kalabalıklar içine çıkamayan biri haline getirir. Babasından, geçmişten kurtulamadığı gibi, İsvan'ı da bir türlü unutamaz. Babasıyla İsvan arasında gerilmiş bir ip gibidir adeta. İpin bir ucunda babası, çocukluğu, kasaba vardır; diğer ucunda ise İsvan, gençliği yani kent vardır. Babasından kaçıp geldiği kentte İsvan'la tanışmıştır. Sonra İsvan'ın ölümüyle, geçmişe bağlanıp kaldığı ipin bir ucu da İsvan'ın yokluğunun eline geçer. İkisi arasında gerilip durur. Geçmiş (baba/süperego) ile şimdi (İsvan/bilinçdışı), bir tel gibi B edran'ın teninde vınlayıp durur.

Bedran için, bir sessizlik çivisi ve durgunluk pınarı olan İsvan ölünce her şey kendi sınırlarını taşmaya başlar. Bedran, bu psikoloji ile odaya kapanır ve şiir yazmaya çalışır. Bu

şiirlerden birinin adı “Babalar Kül Dansında” . Dizelerin içinden çocuklar yürüyecektir ellerinde ateşlerle^ Sıkıntı kuyusu evlere kundak ipiyle sarkıtılan boncuk gözlü ço cu k lar^

Sonra bu çocuklar bakmayı, dokunmayı, öpmeyi öğrenecektir, karanlık bir ahırda doğan hayvanlar g ib i^ Sevmeleri kuyu kadar olacaktı(r). Son dizelerde de babalar çıkacaktır o rta y a ^ Kül dansına başlayacaklardı(r), çocukların ellerindeki ateşlerin ışığında; döne döne, kıvrıla büküle anılarıyla saklambaç oynayacaklardı(r). (s. 183).

^iir BedranSın bilinçdışının yansımasıdır ve çocukluğunu anlatır. Yani ipin bir ucunu anlatmaktadır. Kül dansı, ateş dansını1 hatırlatmaktadır. Ateş, hayatı, canlılığı dolayısıyla şimdiyi; kül ise, ölü olanı, geçmişi yani bilinçdışını sembolize etmektedir. BedranSın şiirde, ellerinde ateşlerle yürüyen, sıkıntı kuyusu evlere kundak ipiyle sarkıtılan çocuklar için

“sevmeleri kuyu kadar” “sıkıntı kuyusu evler”, “karanlık ahır” gibi imgeler kullanarak bilinçdışı olanı yansıtır. Çocukluğun tamamen bilinçdışı olduğunu ancak daha sonra ortaya çıkan babaların (odipus kompleksi sonucunda süperegonun oluşumu), çocukların ellerindeki ateşlerin ışığında görünüp kaybolması ise, babaların çocuk için yansımasını gösterir. Ancak anılarda yani çocuklukta kaldığı için, burada “ateş dansı” değil de “kül dansı” ifadesini kullanmıştır.

1.8. İç Dünyadaki Dım Mekân

Bedran trafik kazası geçirip felç olduktan sonra, odanın içinde tutsaktır. Yaşam alanının kısıtlı olması ve hareketsiz yatmak zorunda olması BedranSın düş dünyasını hareketli tutmaya iter. Ancak Bedran, düş dünyasında da istediği gibi hareket edemez; çünkü yattığı odanın eşyayla dolu olması onun görüş alanını daralttığından kendini eşya gibi hisseder. Diğer taraftan düşlerini istila eden baba (süperego) onun bilinç (ego) olarak da felç bırakmıştır.

Sabahları karısı Gülderim apar topar işe koşarken Bedran, bakışlarındaki isteği okumasın diye yüzünü pencereye döner. Oradan görebildiği dünya “soluk renkli birkaç apartman çatısıyla kimi zaman bulutlanıp kararan, kimi de unutulmuş bir mendil gibi kendi mavisiyle oyalanan kuşsuz bir g ö k y ü zü ^ Uzunlu kısalı bacalar sonra, isli televizyon

1 Ateşli bir gösteri dansı olan ateş dansı, ses ve ritim eşliğinde bazı ritüellerin ifade şeklidir. Dans hareketleriyle tekrarlanan ritüeller, meditatif etki ile kalp üzerinde etki göstererek kendinden uzaklaşan Ben, tekrar kalbe ve ruha dokunur. Böylelikle kendine yabancılaşma ortadan kaldırılmış olur. (Yöntem Yurtsever, Ateş ve Dans,

http:/www.poidancer.com/tr/poinedir.html).

antenleri, terk edilmiş bir leylek yuvası, güneşin altında titreşen kirli kiremitler ve ikindileri parlayan perdesiz bir pencereyle o küçücük b a lk o n ^ ” dur (s. 15). Fakat orada kimse oturmuyordur. Bedran oranın “kiraya verilmesini ya da sahiplerinin bir an önce gelip yerleşmelerini, balkona çıkmalarını, renk renk çamaşır asmalarını, toplanıp çay içmelerini ya da neler düşüneceğini hiç bilem eyeceği^ kadın tenli bir erkeğin, ama genç ve sessiz, ama dargın ve örtük bir erkeğin oraya oturup uzaklara bakmasını, hatta ağzında sigara dumanları saçarak (o)na hala bir şeylerin kıpırdayabileceğini anımsatmasını sabırsızlıkla b e k l(e r)^ (s.

15).

Bedran bu statik (durağan) tabloya, kendi iç dünyasındaki hareketlilikle düşsel bir hareketlilik getirmeye çalışır, ancak bunu başaramaz. Hatta bu statik tabloya durgun/sakin kadın tenli birini kondurmak ister. Yani İsvannı düşlemek ister ancak dışarıda katı bir durgunluk olduğunu görünce, nazarını tekrar odanın içine çevirir. Bedran, ilk günlerde kendisini ziyarete gelen Turan üzerinden dış dünyaya açılmak ister. Ancak Turannın eğreti duruşu bunu engeller. İlk günlerde getirdiği şiir kitapları ve okudukları şiirler bir nebze de olsa Bedrannı hayatın içine -odanın dışına- çekmeyi başarır. Fakat belli bir zaman sonra Turan artık gelmez olur.

Bedrannın felç olduktan sonra, kendini bir eşya gibi hissetmesinin önemli nedenlerinden biri, karısının gittikçe artan eşya tutkusudur. Gülderim, kazadan önce sade bir yaşantıyı tercih eden biridir ve Bedran, onun bu yönünü takdir eder. Bedrannla akşamları şiirler okuyup, dinlerler. O günlerde şiirlerin doldurduğu o mekân, bugün eşyayla dolmuştur.

“Buhurdanlıkları eksik, alacakaranlıksız ve müritsiz bir tapınma törenine benze(yen) şiir s a a tle ri^ ” (s. 22) nin yerini eşyalar almıştır. Evin böyle tıka basa eşyayla dolu olması, Bedrannın da kendini bir eşya/nesne gibi hissetmesine neden olur. O da artık odada yer kaplayan bir nesnedir.

Evliliklerinden sonra, evdeki boşluk -eşyanın azlığı- onlara daha rahat hareket etme imkânı sağlar. Çevredeki boşluk iç dünyalarında, dolu bir yaşama imkânı sunar. Ancak zamanla Bedrannın karısının eşya alıp evi doldurması, onun içinde doldurulması mümkün olmayan boşluklar meydana getirir. Haliyle karısı da bu boşluktan payını alır. Çünkü Bedran, o eşyaların, karısının beynine kök salan tutkunun eşya görünümüne bürünerek, evin orasına burasına dağılışı olarak görür.

Eşyanın gitgide çoğalmasını Bedran, yavaş yavaş ölmek diye nitelendirir. Ya da ölüm şeklini düzenlemek olarak algılar. Karısının eşyaların arasında öldüğünü düşünür. Aslında

karısının gittikçe herkese benzemesi, farklılığını yitirmesi, onun ölmesi anlamına gelmektedir.

Ölüm şeklini belirlemiş ve ona hazırlanmaktadır. Öyle ki geceleri Bedran, eşyaların derin derin soluk alıp verişlerini duyar. Onların kendi aralarında konuştuklarını hisseder.

Bedran, karısının eşya biriktirmesini, “duvar diplerinde, kapı arkalarında, dolaplarda, çekmecelerde ya da çarşafların, küllüklerin ve dantellerin altında ya da bakışların ve duruşların bir köşesinde ya da belleğin ıvır zıvırla dolu karanlık odalarında kin gibi, usanç, nefret, hatta düşmanlık gibi bir şeyler (s. 43) biriktirmek olarak görür. B edran'ın düştüğü durum ise işi iyice içinden çıkılmaz hale sokar. Ev her gün biraz daha eşyayla dolar. Bu durumda Bedran, geçmişinden/çocukluğundan kurtulamadığı gibi, şimdinin ise sürdürülemez olması onun psikolojisinin bozulmasına neden olur.

1.9. Geçmeyen ^imdi: Yatalak Bilinç

Romanda şimdinin anlatıldığı, yani B edran'ın kazadan sonraki, yatağa bağlı yaşamının anlatıldığı bölümlerde Bedran, tamamen düş âleminde yaşar ve bir şizofren gibi davranır.

Çünkü bir türlü öznesi olamadığı hayatın, nesnesi durumuna düşmüştür. B edran'ın hayatının özneleri, babası (geçmiş) yani süperego, İsvan ve karısıdır. Fiziki açıdan yatağa bağlı olan Bedran aslında bilinç olarak da artık yatalaktır. Olanlara müdahale edemediği gibi, sağlıklı bir şekilde düşünemez de.

Bedran “buzlu camının varlığıyla salona, odalara, sokaklara, caddelere ya da meydanlara bölünmüş bir dışarıyı sakladığını anımsatıp d u ra n ^ kapının açılıp kapanışını bile ö z l(e r)^ ” (s. 13). Sonsuz bir dışarı mefhumunun yine nesneler ve insanlar tarafından sonlandığını tahayyül eder. Böylece iç dünyasındaki sonsuzluğa da sınır çizmiş olur. Bir yatağa bağlı ve bağımlı olmanın psikolojisiyle Bedran, ilk günlerde hastalığın verdiği bazı ayrıcalıkları kullanır. Bazen hıçkıra hıçkıra ağlar, bazen çocuklar gibi balon uçurmak ister.

Başkalarına muhtaç olmanın çaresizliği onu daha da metanetli kılar. Çünkü bu çaresizlik, yatağa bağlı olma hali, çevresindekileri de ona bağlı hale getirir. Ancak zamanla çevresindekilerin, özellikle karısının, ona, bir yükmüş gibi bakmaya başlamaları, ilk günlerdeki acziyetinden doğan gücü ve iradeyi yok eder. Aciz olmanın ağırlığını asıl o zaman hissetmeye başlar. Bundan dolayı karısından, kapıyı açık bırakmasını bile isteyemez.

Karısının, B edran'ın çevresini saran “duvarların aşılmazlığını bir an olsun unutup” (s.

75) can sıkıntısını gidermek ve ruhunu pencereden görebildiği dünyanın ötesine götürmek

için, dışarıda neler yaptığını anlatması onu üzer aslında; ama karısının rahatlamaya çalıştığını düşünür ve sesini çıkarmaz. Böylece Bedran karısının rahatladığını düşünerek kendisi de rahatlar. Ancak Bedran, karısının gittikçe daha fazla gerildiğini düşünmeye başlar ve belki de bunun sonunun fark ediş olduğunu ya da ölüm olduğunu düşünür.

Karısının kendisinse tahammülsüzlüğünün boyutlarının her geçen gün arttığını düşünür Bedran. Bu tahammülsüzlük, ona göre, bir gün isyana dönüşecektir. Bu isyan aynı hareketlerin tekrarına, ısrarla tekrarına sebep olacaktır. Ve nihayet, isyanına isyan edecektir karısı. Ancak Bedran ona gitme diyemeyecektir.

Bedran, artık karısının onu terk edeceğini hissettiğinde kendisini, karısının etrafında, mızıklayan, yavrularıyla dolanan köpek gibi düşler. Köpek burada, bağ/ım/lılık iken yavrular ise terk edişi/kopmayı sembolize eder. Bu yavrular birkaç gün sonra devleşeceklerdir. Terk edilme duygusu büyüyüp kocaman bir yalnızlığa dönüşecektir ve BedranSın yatağını yorganını parçalayacaklardır.

Bedran, neredeyse bilincini kaybetmiş, bilinçdışı ona hâkim olmaya başlamıştır.

Çünkü artık kimse onun sessizliğini işitmeyecektir. Van Gogh bile kendi yalnızlığına gömülüp, onu sapsarı bir hüznün içinde bırakacaktır. “ ^ahlanmış at sürüsüne benzeyen uzun bacaklı sehpalar” (s. 84) köpek seslerinin gölgesinde, öylece kalacaklardır. Bedran ise geçmişe/çocukluğuna, bir türlü kurtulamadığı ve ruhunda derin yaralara açan günlere dönecektir: “Gene minibüsler bir yerlere gidip gelirler soluk soluğa, gene bir muavin para toplamaya başlar sessizce, uyuyan yolcuların yüzlerine baka baka dilencileşir günden g ü n e ^ ” (s. 84). Bedran babasını minibüsünde muavinlik yaptığı ve para toplayamadığı için babasından dayak yediği günleri tekrar tekrar yaşayacaktır ve yine kaçmak isteyecektir.

Bedran, varlığının yük olarak algılandığı ortamda, şimdiSyi terk eder hemen. Ancak sığındığı geçmiş de şimdiSden çok da iç açıcı değildir. Bütün bunların yanında karısının her gün işe gidip gelirken, nelerle, kimlerle karşılaştığını düşünür. Durakta beklerken onunla arkadaşlık kurmak isteyenlere nasıl direndiğini ama en sonunda onun da pes ettiğini düşünür.

Mesela karısı bir dondurmacının önünden geçiyordur ve canı dondurma çekiyordur. Fakat başka birinin o dondurmayı ısmarlamasını istiyordur, belki de duraktaki o adamın ya da otobüste ona bakan adamın almasını istiyordur. Ve karısının belleğinde adamla birlikte Bedran da beliriyordur. İkisi aynı anda dondurmacıya koşarlar, adam koşar ama Bedran koşamaz. O sadece “bakmanın ne demek olduğunu yaş(ar) bütün boyutlarıyla, bütün boyutların bakmakla ne olduğunu yaş(ar)” (s. 133). Tabi bu sırada “öteki erkek” kapıp

gelmiştir iki dondurma. Bedran onlar rahatça alıp verebilsinler diye “varlığı(n)ı silmeye çalışı(r) bodrum katındaki öğrenci evinde yaşayan eşyalar g i b i ^ ” (s. 133). O anda bakışlarıyla bir tabancaya dokunur ve karısının ona baktığını görür. Fakat Bedran “düşmanca bakıyor yattığı yerden, suçlayarak bakıyor, kıskanarak, severek, sonra gene kıskanarak, gene severek b a k ıy o r^ Dilenerek bakıyor hatta bakmak istemeyerek bakıyor ve öldürmek isteyerek, öldürmek isteyerek, öldürmek isteyerek bakıyor” (s. 132). Sonra ise “ölmek isteyerek” bakar Bedran. Kendine geldiğinde karısını başucunda görür, ter içinde kalmıştır;

çünkü karısı ile Turan, Bedrannı yürütmeye çalışmaktadırlar. Ama başaramayınca yavaşça yatağa uzatırlar tekrar. Babasını düşünmeye başlar Bedran. Babası “yol kenarına devrilmiş yüzlerce kamyonun, otomobilin ve minibüsün arasında, yapacağı hiçbir şey yokmuş gibi umarsızlıkla yürüyordu(r)” (s. 134). Annesi ise görünürlerde yoktur, muhtemelen gözyaşları içinde, uzak bir yerlerde babasını beklemektedir. Bedran her zaman yaptığı gibi yine yenilmiş olmanın psikolojisiyle, baba otoritesine teslim olur.

1.10. Sonsuzluğa Nokta

Bedran, yaşadığı sonsuz ıstıraba artık son vermesi gerektiğini düşünür. Bu ıstırap sadece Bedrannın yatağa bağımlı olması değildir, asıl ıstırap onun geçmişe ve babasına bağımlı olmasıdır. Çünkü bağımsız bir birey/ego olamamıştır. Babası (süperego) karşısında hayatı boyunca hep kaçmayı seçmiştir. Ancak artık kaçacak durumu da kalmayan Bedran bu sonsuzluğa bir nokta koymak ister.

Bedran, bir sabah karısının evde olmadığını görür. Zaten son zamanlarda erken çıkıp, geç dönmektedir. Bedranna babasını düşündürür tekrar. Çocukluğunun babasının gölgesinde geçtiğini; şimdi ise karısının gölgesinde yaşayarak öldüğünü düşünür. Yani bir türlü gölge olmaktan kurtaramaz kendini Bedran. Ne geçmişten kurtulabilir ne de şimdiyi sürdürebilir.

Şimdiyi geleceğe taşıyamaz artık.

Karısının yokluğunu fırsat bilerek ayağa kalkmaya çalışan Bedran, çok büyük çaba sarf eder. Ve nihayet ayağa kalkar ancak düş mü, gerçek mi olduğunu kestiremez. Okuyucu da düş mü gerçek mi olduğunu anlayamaz aslında. Ama Bedran, düş de olsa, çok mutludur.

Aynı çocukluğunda olduğu gibi tabancayı aramaya koyulur ve bulur. Tabancayı da alır, yatağına döner ve ilk defa bir işi başarmış olmanın huzuru içinde karısını beklemeye başlar.

Ertesi gün de bekler, ancak karısı dönmez. Ayağa kalkar evin içinde dolaşır, tekrar uzanır

yatağına. Kapı zili çalar o an, kalkıp açmak ister ama kalkamaz bir türlü. Tabancayı yoklar, duruyordur yerinde. Daha sonraki günlerde de karısı dönmez. Elinde tabancayla beklemektedir Bedran. Ama artık kimi vuracağını biliyordur.

Şimdiyi geçmişten kurtaramayan ve geçmişi şimdi yapamayan Bedran, bu düşe son vermek ister. Aslında karısını vurarak, maksadın hâsıl olmayacağını bilir Bedran. Çünkü B edran'ın içinde bulunduğu ruhsal ve fiziki durumun tek sebebi karısı değildir. Bundan dolayı kesin sonuç almak ister. Böylece sonsuz düş âlemine, sonsuz ıstıraplara, sonu gelmeyen geçmişe ve babasının sonu gelmeyen takibine bir nokta koymak ister.

1.11. Değerlendirme

Hasan Ali Toptaş'ın ilk romanıdır yazarın hayatından izler taşır.

Romanın kahramanı Bedran, çocukluğunda babasıyla yaşadığı problemler yüzünden, içine kapanık, asosyal bir kişidir. Bu yönüyle Toptaş'ın çocukluğuyla örtüşmektedir.

Romanın olay örgüsü bakımından iki kısımdır. Birinci kısımda B edran'ın çocukluğunda yaşadıkları, kasabayı terk edip kente gelmesi ve trafik kazasına kadar olan hayatını anlatır. İkinci kısımda ise kazadan sonra felç geçiren ve yatağa bağımlı olan B edran'ın yaşadıkları anlatılır.

Bedran geçmiş ile şimdinin, çocukluk ile gençliğin, kent ile kasabanın arasına sıkışıp kalmıştır. Kasabayı geçmişinden kurtulmak ve yeni bir hayata başlamak için terk eden Bedran kentte de geçmişinden özellikle babasının hayalinden kurtulamaz. Geçmiş onu, babasının kılığında takip eder; o ise ona benzememek için köşe bucak kaçar. Ancak ona benzemek istememesine rağmen onun gibi şoför olur ve babasının yaptığı gibi arabayı, kullanmak üzere başkasına verir. Kaza yaparlar ve Bedran felç olur. Hayatının geri kalanını yatalak olarak geçirir, karısının da kendisini terk etmesiyle, bu geçmiş ile şimdi arasındaki sonsuzluğa bir nokta koyar.

aslında süperegoyla bilinçdışı arasında sıkışıp kalan egonun hikâyesini anlatır. Ancak süperego (baba), onun kendisini var etmesine bir türlü izin vermez.

O da bilinçdışında var olmaya çalışır ancak onu da başaramayınca egoyu yok eder.

2. GÖLGESİZLER

2.1. Girim: Aynaya Yansıyanlar

Düş ile gerçekliğin birbirine karıştığı, kişilerin birbirine dönüştüğü, olayların düşlerde tekrarlayıp durduğu ve zaman/mekânın gerçekliğini yitirdiği bir metin olan

adıyla, gölgesi olmayan düş âlemine/atmosferine bizi de davet eder. Gölge ancak maddi bir varlığa sahip bir şeyin ışık olan ortamda yere (mekâna) yansımasıdır. Ve bu yansıma ışığın geliş açısına göre şekil değiştirir. Gölgesizlerin varlıkları (gölgesi olmayanlar) yansımadır zaten. Maddi bir varlıkları yoktur. Düşlerin sakinidirler onlar. Romanda “her yer derinliği bilinmeyen boşluktur, her şey sonsuz bir karanlıktır.” (s.169). Mekâna düşmeyenlerin (yansımayanların) hikâyesidir ve her şey bir oyunun parçasıdır. “İnsan ne yapsa bir oyunun içindedir.” (s.59). Sürekli gelişen, değişen gerçekliğin, gerçekliğini tehdit eden/bozan bir oyun.

Anlatıcı kentte bir berber dükkânında oturmaktadır. Berber anlatıcıya, roman yazıp yazmadığını sorar. Anlatıcı ise henüz ismi belli olmayan bir roman yazmakta olduğunu söyler. Bu arada berber keçisakallı müşteriyi tıraş etmek için koltuğa davet ettiğinde, elinde zindan karası tespih olan müşteri, sıranın kendinin olduğunu düşünür fakat bir şey demez.

Koltuktaki keçisakallı müşteri gözlerini aynanın üstündeki karakalem güvercin resmine dikerek, “bu resmi sen mi yaptın?” diye sorar. Berber o resmi kendisinin yaptığını, ancak her gelişinde bu soruyu sorduğunu söyler ona. Bunun üzerine sinirlenen keçisakallı müşteri çıkar gider. Berber keçisakallı adamın adının Nuri olduğunu söyler.

Tıraş sırası elinde zindan karası tespih tutan adama gelmiştir. Adam koltuğa oturur ve berber adamın yüzünü sabunlar. Fakat çırak jiletin kalmadığını söyleyince, berber onu jilet almaya gönderir.

Yüzü köpüklü adam ve anlatıcı uzun süre çırağı beklerler. Anlatıcı aynanın üstündeki, konmaya mı çalıştığı yoksa uçmaya mı hazırlandığı belli olmayan güvercin resmine bakar ve berbere, bu resmi kimin yaptığını sorar. Berber ise bu resmi kendisinin yaptığını ancak bu soruyu daha önce de sorduğunu söyleyince, anlatıcı, anımsamadığını söyler. Berber, tekrar unutacağını söyler. Anlatıcı yaşamın tekrarlardan oluştuğunu söyleyince berber:

“Tekrarlardan değil, tekrarların tekrarından.” der. (s.48)

Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen, çırak gelmez. Koltuktaki adam sabırsızlanmaya başlar. Eskiden jiletlerin bilendiğini, söyler. Berber ise sadece susar ve koltuktaki adam uyuyakalır.

Berber çırağın dönmeyişine öfkelenmeye başlar ve dükkânın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelir. Anlatıcı: “Belki de çırak dönmeyecek.” deyince berber daha da öfkelenir ve çırağı aramak üzere dışarı çıkar. Berberin gidişiyle dükkân daha da sessizliğe bürünür.

Dükkânda koltukta uyuyan adam ile anlatıcı kalır yalnızca.

Belli bir müddet sonra koltuktaki adam uyanır ve anlatıcıya, kendisini ne zaman tıraş edeceğini, sorar. Anlatıcı şaşırır ve kendisinin berber olmadığını, söyler. Adam buna inanmaz, berberin, o olduğunu ve çırağı da hiç görmediğini söyler. Anlatıcı adamın rüya gördüğünü, kendisini berber sanmakla hem berberi hem de çırağı onun varlığında birleştirdiğini, söyler.

Adam ise şu an konuştuklarının da rüya olabileceğini söyler.

Koltuktaki adam postacı olduğunu, gitmesi gerektiğini, söyleyip çıkar gider. Anlatıcı dükkânda yalnız başına kalmıştır. Caddeyi seyreder ve o uzak köyü düşünür. Pencerenin önündeki sandalyede tek başına oturan anlatıcı, karşısında bir apartman dairesinin penceresinde, uzun boylu birinin (Daha sonra yazar olduğunu öğrendiğimiz) durup berber dükkânını seyrettiğini fark eder. Akşam karanlığı çökmeye başlar. O arada biri gelip berberi sorar. Berberin dükkânda olmadığını gören adam, adının Reşit olduğunu, berbere selam söylemesini isteyip çıkar gider. Nihayet anlatıcı da dükkânı bırakıp gider. Nereye gideceğini bilemeden sokaklarda uzun zaman yürür. Kaybolduğundan şüphelenir. Bir sabahçı kahvesine girer ve çay içer. Anlatıcı yerinden kalkar çay parasını vermek için kahveciye bakar ancak kahveci de yoktur. Çay parasını bir masaya bırakıp çıkar. Ve berber dükkânına dönmeye karar verir. Fakat dükkânın yerini bulamaz. Gün ağarmaya başlamıştır, artık berber dükkânını aramaktan vazgeçer ve eve dönmeye karar vererek kaldırım boyunca yürümeye başlar.

Apartman önüne geldiğinde başını kaldırıp üçüncü kata bakar. Pencerenin bir kanadının açık olduğunu görür, yorgun adımlarla merdivenleri çıkarken : “İşte bu iyi, karşıma çıkan onca engele karşın hâlâ yazıyorum demek ki” (s. 231) der kendi kendine. Merdivenlerden inenler onu fark etmezler o da „yok' olmanın rahatlığıyla kapıyı açar, içeri girip çalışma odasına doğru yürür. Etrafı toparladıktan sonra, oturup neyi beklediğini bilmeden beklemeye başlar.

Karısı çay isteyip istemediğini sorar ve hâlâ lambasının yandığını söyler. Ve kapı çalınır kapıyı açar. Gelen jilet almaya gönderdiği oğludur. “Yüzündeki sabunu yıkamışsın” der oğlu

ve jiletleri ona verir. Oğlu, geç kaldığını, yakın marketin kapalı olduğunu söyleyip gazetede ise ilginç bir haberin olduğunu ekler: “Bir kızı ayı kaçırmış” (s.232).

Olayın geçtiği diğer mekân ise köydür. Köyde geçen olay ise köydeki berberin, berber

Olayın geçtiği diğer mekân ise köydür. Köyde geçen olay ise köydeki berberin, berber