• Sonuç bulunamadı

III. İNSAN PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN HASAN ALİ TOPTA^ ROMAN KİMİLERİ

1. Giriş

romanı, bir kaçış romanıdır. Romanın kahramanı B edran'ın babasından/çocukluğundan kaçıp, kente gidişini anlatır. Bedran babasının otoritesinden kurtulmak ve kendini bulmak için kasabadan ayrılır. Ancak nereye giderse, geçmişi onun peşini bırakmaz. Babasının otoritesinden kendini bir türlü kurtaramayan Bedran, geçmiş/çocukluk ile şimdi arasında sıkışıp kalır. Kasabadan yola çıktığı andan itibaren bu sıkıntıyı şiddetli bir şekilde hissetmeye başlar. Bedran, otobüsün ön koltuğunda yorgun bir tavşan gibi büzülmüş öylece bakmaktadır (s. 5). Otobüs, “küçük, loş, tozlu dükkânlarla çevrili kasaba meydanını geride bırakıp da tek katlı evlerin bahçeleri arasından kıvrıla kıvrıla ilerlemeye başladığında” (s. 6) B edran'ın içinde yeni boşluklar açılmaya başlar ve bu boşluk giderek daha da genişler. Bedran bu boşluklara bakmamak için gözlerini dikiz aynasına çevirdiğinde yeni bir boşlukla karşılaşır. Boşluğa düşecek gibi olur ve koltuğa daha da gömülür. Geçmişi geride bıraktığını zannedip geleceğe doğru yol alan Bedran, geçmiş ve gelecek arasında kendini boşlukta hisseder.

Aynadaki boşlukta geride kalan kasaba vardır. Kırmızı kiremitli evler, iğde kokulu bahçeler; sessizliklerin içinde yüzen, çiçek saksılarıyla dolu k a sa b a ^ Dikiz aynasında bahçe duvarları dibinde, her biri ayrı zamanlarda yaşayan çocuk/luk/lar vardır.

Aynada görünen bu çocukların her birinde, beş, on, on beş yıl öncesinin çizgilerini taşıyan B edran'ın duruşu vardır. “Duruşlarında bir İngiliz anahtarını baba(sın)a zamanında yetiştirememenin, bir tornavidayı bulamamanın ya da anahtar çantasının paslı mandallarını asamamanın sıkıntısını taşıyan dikiz aynasındaki bazı çocukların ellerindeyse motor yağına batmış kirli bezler vardı(r).” (s. 7). Sonra, şaklayan bir tokadın ardından, yüzlerini üzüm bağlarına çeviren ya da sık sık yeri değiştirilen tabancayı bulup, hayal meyal dokunuşlarla okşayan çocukların yüzü belirir aynada. “Onların hepsi birer Bedran'dı(r) hiç kuşkusuz” (s.8).

Zamanları, özlemleri tutkuları ayrı milyonlarca B edran'ı kasabada bırakıp, “kimsenin göremediği, bilemediği ve dokunamadığı gerçek B edran'ıysa kente götürüyordu(r) tabi; en gizli yeri(n)de o; belki de zaman zaman kıpırtılarını hissettiği o silik hayvanın uykularında

saklı(dır), gölgesinde ya da, kıpırtıları da (o)na sessizlik tadında gözüken seslerinde s a k l ı ^ ” (s. 8).

Fakat bu Bedranların en güçlü olanı, “sözgelimi bir bayram sabahı kasaba meydanındaki minibüsün içine gizlenerek akşama dek sessiz sessiz ağlayan” (s.8) BedranSdan kurtaramaz kendini. Çocukluğu onu adım adım takip edecektir. Onları kendisi için birer avcı haline getirecektir. Hepsi en önemli silahları olan görüntülerini kuşanacaklardır. Ve daha birçok silah kuşanıp silahlarını ona doğrultacaklardır. Süperegonun bilinçdışına hapsettiği çocuklara birer birer ortaya çıkmaya başlayacaklardır.

Otobüs kasabadan uzaklaştıkça BedranSın içindeki “sinsi hayvan yavaş yavaş derin bir uykudan” (s.10) uyanıp gerçek BedranSın kimliğine bürünür. Bu kimliğe bürünen BedranSı, kapısı kendine açılan kupkuru bir merak sarar. Çünkü Bedran, ilk defa kendisiyle baş başa kalmış ve baba otoritesinden (süperego) uzaklaşmaya başlamıştır. Süperegonun baskısından kurtulan ego bilinçdışıyla yüzleşmeye başlayacaktır.

Geçmişle gelecek arasında gidip gelen Bedran, uzayıp giden yollar gibi, içinde ucu bilinmezliklere açılan korkular yaşar. Çünkü başkasının gölgesinde (baba korkusu) yaşamaktan kurtulmanın rahatlığı ile ucunun nereye varacağını kestiremediği bir gelecek (gerçekle-düş), arasında gidip gelir. Ve geçmiş “inanılmayacak kadar büyük, ağır ve gizli bir yük” gibi çöker omuzlarına. Geçmişin ağırlaşması ise çocukluğun yaşanmamış olmasından, sürekli bastırılmış olmasından kaynaklanır

Nihayet yolculuk biter, otobüs terminale ulaşır. M uavin “bavulunu almayacak mısın?”

(s.45 ), dediğinde, bavulunun olmadığını, söyleyerek geçmişi bu noktada yok saymak ya da geçmişi yok etmek ister. Ancak muavin, bagajın karanlığında -bilinçdışı- kocaman ağır bir karanlık -geçmiş- çıkarıp, BedranSın topukları dibine bırakır. Böylece geçmiş, şimdiye;

kasaba da şehre taşınmış olur.

Bedran, elindeki bavulun içinde ne olduğunu merak eder, çünkü çok ağırdır.

Annesinin hazırladığını düşünerek “bir annenin özenle katlanmış kara kara kaygıları mı vardı içinde, bir annenin sıcaklıkları, hasretleri, titizlikleri ve öngörüleri mi vardı? Yoksa beni eninde sonunda kasabaya sürükleyip götürecek olan paslı bir zincir mi, bulacaktım açtığımda?” diye geçirir içinden. Hatta şoförün dikiz aynasında görünen BedranSlardan birini, annesinin kendisine bekçi olması için gönderdiğini merak eder. Bu düşüncelerle BedranSın

elindeki bavul yani „geçmişn ağırlaştıkça ağırlaşır. Bu durumda Bedran, geçmişin ağırlığını hep hissedeceğini ve ondan kurtulamayacağını anlar.

1.2. Bilinç Parçalanması

Bedran, taksi durağında çevresindeki insanlara bakar ve “korkunç bir bölünmüşlük duygusu sarar içi(n)i; kıpırdayanla kıpırdadığı(n)ı, gidenle gittiği(n)i, konuşanla konuştuğu(n)u, dahası ağlayanla ağladığı(n)ı s a n ır ^ ” (s. 50). Çevresindeki insanların acılarına, sevinçlerine karışır. Yanından geçen her insanla bir parçasının gittiğini sanır Bedran. Kendisini bölünmekten alıkoyamaz ve hızla çoğalır. Bu çoğalma bilinçdışının, bilinç düzeyine farklı suretlerde, kişiliklerde ve formlarda ortaya çıkmasıdır. Nihayetinde bu çoğalma (bilinç parçalanması), kendini bir kenara itmesine, kendini bir posa gibi -içi boşaltılmış- bir kenara bırakmasına neden olur ve başkalarını yaşamaya başlar. Yaşadığı kişilikler o denli çoğalır ki onların taklitleri, onların davranışları onu yorar. Ve kendine ait olup olmadıklarını bilmediği birçok anıyı alıp, tekrar kendine sığınır. Böylelikle ben-kendi arasındaki çatışma öteki üzerinden sürdürülmüş olur. Çünkü „benn varlığımızın toplamıyken

„kendin sadece bize ait olanlardır. Bundan dolayı Bedran ötekilerde kendisine ait bir dosyanın gizli tutulduğunu düşünür (kolektif bilinçdışı). Ötekinin bu bilinçle/gözle baktığını düşünüp rahatsız olur Bedran. Böylelikle Bedran, ötekilerden devşirdiği bilinç/varlıknın aynı zamanda kendi üzerinden, ötekiler tarafından da devşirildiğini görür. “Onlar dilli gözlerdir çünkü sahiplerindeki gücün dışında başka bir güçten de beslenirler ve sahipleri neyi amaçlamışsa, onu apaçık yansıtırlar.” (s.50).

Bu, çocukluktan kalma bir sıkıntıdır. Bunun, çocukluğunda katılmak zorunda olduğu milli bayramlara itile itile götürüldüğünde hissettiği korkunun aynısı olduğunu söyler Bedran (s. 51). Bu bayramlarda içini kaplayan bu sıkıntıdan kurtulmak için, kasabanın üstünde yükselen kayalıklara bakar. Oradaki kuşları, çiçekleri, kırları düşler; gerçekliği düşler ve bunu iç âlemiyle değiştirip iç sıkıntısını gidermeye çalışır.

Kalabalıklar içinde duyduğu bu sıkıntının kaynağının Bedrannın çocukluğunda babasıyla olan ilişkisinden/sıkıntılardan kaynaklandığını öğrenmekteyiz. Çünkü törenlerde, kasabalıların, çocuklarını alkışlamaları, onlarla gurur duymaları esnasında Bedran, babasına bakıp titrer, herhangi bir hatası karşısında dayak yiyeceğini düşünür ve kendini yapayalnız/korumasız hisseder.

Bedran bilinçdışındaki bu sıkıntıyı bir başka sıkıntıyla/tabloyla değiştirir: “Bir yandan da durup dururken kürsünün devrileceğini, öğrencilerin sıraları bozup, kapkara bir böcek sürüsü gibi sağa sola koşuşacağını, öğretmenlerin öldürüleceğini ve birden bire kopan bu kargaşanın ortasında herkesin, ama herkesin paniğe kapılacağını düşünür.” (s.53). Böylece hoşlanmadığı/sıkıldığı bu tabloyu iç dünyasında bozar. Ve kendisine sıkıntı verenleri - öğretmenler- cezalandırır. Bilinçdışında, “Herkesin ama herkesin paniğe k a p ılm a sı^ ” ile hiçbir şeyden etkilenmeyen devlet erkânını ve hep soğuk/soğukkanlı duran babasını hedef alır.

1.3. Törenden Kaçan Müdür: Otoriteye Bamkaldırı

Bedran, çocukluğunda maruz kaldığı baba baskısı sonucunda otoriteye (süperego) kendi içinde isyan eder. Bu başkaldırı, bazen babasının otoritesini hedef alırken bazen de doğrudan devlete ve devlet yetkililerine yöneliktir. Böylelikle otorite/süperego, bilinçdışında zafiyete uğratılmış olur.

Kasabada milli bayramların birinde, tören alanına gelmesi beklenen nahiye müdürünün kaçması BedranSın çok hoşuna gider. Belki de BedranSın düşlediği/kurguladığı bir şeydir. Bedran böylece, resmi ideoloji ve devlet/toplum kurallarını çok absürt bir tarzda alaya alır. Aynı zamanda “herkes”ten intikamını almış olur. Bundan dolayı kaçmış olan müdürü sevmiş, gelecekte onun gibi biri olmak istemiştir: “ ^ ç ü n k ü o, herkesin beklentisini boşa çıkarmış, kuralları ve alışkanlıkları ayaklarının altına alıp, bir güzel çiğnemiş ve kalabalığı ardında bırakıp o çıplak tepede, tepenin ötesindeki kayalıklarda, kayalıkları sarıp sarmalayan yemyeşil bir maviliğin ortasında tek başına olabilmişti(r). (s.55). Katı kuralların, resmi ideolojinin belki de katı suratlı babanın -yani süperegonun- çıplak kayalarından, düşler âleminin, bilinçdışının yemyeşil/mavi âlemine taşımıştır onu. Mavi, gökyüzü/tanrı/baba/erkek/otoriteyi simgelerken; yeşil, yeri/dişil olanı/anneyi simgeler. Nahiye müdürü bu iki rengin arasına karışır ve kaybolur, gider. Müdür, düş âleminin bir öğesi olmuştur artık. Onun için Bedran müdürü sevmiştir. Bundan dolayı taksi durağında -çünkü kendisi de otoriteye isyan edip kaçmıştır- ona karşı sevgi hisseder.

1.4. Bitmeyen Takip: Baba Otoritesi

Baba/sın/dan kaçışının hikayesini anlatan Bedran, kalabalıkları görünce, babasıyla yaşadığı problemleri/sıkıntıları yeniden yaşar. Terminaldeki kalabalıkları -kalabalık;

otoritenin, toplumsal kuralların, babanın, süperegonun imgesi/temsilidir- birbirine düşürür.

Kavgayı gördüğünde ise kaçmayı tercih eder. Çünkü “hınca hınç bir kalabalıkta insanın en büyük sorunu kaçmaktır” (s. 58). Buradaki “kaçma” sorunu, kaçmayı gerektiren kalabalık olduğu kadar, kaçışın gerçekleştirilmesidir d e ^ Bir noktada kendini kalabalık yığınların içinde kurtarmaya çalışma çabasıdır. Ancak kendinden nereye kaçabilir ki insan? “İnsanın bir şeyler yapabilmesi, nelere bağlı olduğuyla doğrudan ilintilidir.” (s.59-60). Asıl sorun kalabalıktan kaçmaksa eğer, bu sorun kalabalıkla ilintilidir. “ Siz o anda kalabalığa bağlısınız;

o nereye akarsa oraya akmak zorundasınız.” (s.60). Kalabalığa göre hareket etmek zorundasınız. Bilincin sorunu süperegoysa eğer, ondan kurtulmak için onu hesaba katmadan bunu gerçekleştiremez. Ancak bilinçdışı unsurları, farklı formlara/kılıklara sokarak, tanınmaz hale getirir, farklı kıyafetler giydirir. Böylece rahatça dolaşabilir kalabalıklar arasında.

Bedran, kalabalık bir ortama girdiğinde hemen çocukluğuna döner ve babasıyla karşı karşıya gelir. Bedran kaçış psikolojisi ve düşler arasında bindiği takside bunun çarpıcı örneklerinden birini yaşar. Dikiz aynasında yüzünü gördüğü şoförü babasına benzetir. Onunla konuşursa, tekrar çocukluğuna dönecek diye korkar ve konuşmaz. Ancak şoförün öksürüğü bile giderek babasına benzer. Çocukluğunda, tatillerde babasının minibüsünde muavinlik yaptığı günlere gider. Yolculardan parayı toplayamadığı için babasından hep dayak yer.

Bedrannın yaşadığı bu sıkıntılardan annesi de payını alır. Annesi ona destek olmaya çalışır ama o uzun uzun ağlar. Hatta birkaç kez intihar etmeyi bile düşünür Bedran. Ancak babası tarafından sık sık yeri değiştirilen tabancayı bulamaz.

Bedran, bu çaresizliği ve babasının karşısında her şeyi kabullenişi ölüme benzetir:

“Hiç kuşkusuz bir tür ölümdü bu; ayakları yere basmasa da, basit ve küçük görünse de, bütün ölümlerden daha gerçek, daha acı ve daha berbat bir ölümdü.”(s.70). Çünkü çocuğun baba karşısında bazı şeylerden vazgeçmesi, (Odipus kompleksi/manevi budama) babanın kontrolüne girmesi, yani süperegonun oluşması, anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Bedran bunu ölümden daha gerçek ve daha berbat bir ölüm olarak algılar.

Terminaldeki egzoz dumanı da Bedrannın babasını düşlemesine neden olur. Çünkü babasının yanında muavinlik yaptığı ve asla hatırlamak istemediği günlere gider. Bu düşlerden bir baba yaratmaya başlar iç dünyasında. Babası olduğundan şüphe ettiği bu adamı

gözünün önüne getirip bir başka baba yaratır ondan. Çünkü o gerçek babadan kaçmaktadır.

Kendisini tanımasa da farklı bir baba yaratmak ister. “Bir baba yaratmanın tadı, yaşamın bütün tatlarından daha güzeldir.” (s. 47). Bu baba neyden yaratılırsa yaratılsın insana büyük bir haz verir. “Kendi yokluğunu doğurmak gibi bir şeydi(r) bu; var olmadan bir önceki boşluğunuza, var olduktan sonra dokunmaktı(r) bir anlamda.” (s. 47). Bedran bu sarhoşluğun ya da hazzın kaynağının üstü örtülü bir düşmanlık olduğunu düşünür. B edran'ın ruh hali, bize odipus kompleksini hatırlatır, yani babaya duyulan düşmanlık. Baba düşmanlığı, ruhsal ve kişisel gelişimi engelleyen, otoriter babaya karşı duyulan öfkeden kaynaklanmaktadır. Bunun neticesinde süperego oluşumunu tamamlayacaktır ve varlığını pekiştirecektir.

Baba korkusunu öyle şiddetli yaşar ki arkadaşı Turan'ın evlerinin önüne geldiğinde, apartmanın girişinde bıyıklı bir adama rastlayan Bedran, adamın bıyıklarından öyle korkar ki kaçmayı bile düşünür. Çocukluğunda yaşadıklarının kendisini takip ettiğini düşünür. Bu korku, egonun, süperego karşısında tamamen sindirildiğini/bastırıldığını göstermektedir.

1.5. Kentte Bir Bodrum Katı

Kasabadan kaçıp kente gelen Bedran, kentte arkadaşı Turan'ın evinde kalır. Turanların evi bir apartmanın bodrum katındadır. Kentin, kalabalıkların, apartmanın kurallarının varlığı, onları B edran'ın nazarında otoritenin sembolü haline getirdiğinden onlardan çekinir. Bodrum katı ise, gözden uzak, karanlık ve izbe olması yönüyle bilinçdışına benzer. “ ^(B )odrum , içgüdülere, itkilere ve bilinçdışına karşılık gelir.” (Kocabıyık 2010: 71) çünkü. Bodrum katında Turan'la, İsvan ve kıvırcık saçlı diye hitap ettikleri üç genç de sistemin/otoritenin (süperegonun) bodruma (bilinçdışı) ittikleri kişilerdir. Dolayısıyla bu gençler akşamları oturup, sabahlara kadar sistemden, devrimden söz ederler. Bedran ise bir köşede sessizce oturup onları seyreder.

Bedran onların tartışmalarını izlerken sadece düşlerinde onlara katılır. Belinde tabancayla, bir sokakta kendisini düşler. Tam o esnada yine babası ve minibüs devreye girer.

Babası gözlerini onun üzerine dikmiş ona bakarken, başka bir otomobilin üstüne geldiğini düşler Bedran. Tabancası çekip üstüne gelen otomobilin şoförünü vurur ancak kendisi de vurulur. Otomobil, hızla ona yaklaşır. B edran'ı yine çocukluğunda olduğu gibi tabancayı bulamama korkusu sarar. Çocukluğundaki çaresizliği tekrar yaşar ve düşünde bile kaçmayı seçer.

Bedran, kentte iş aramaya devam ederken de geçmiş/çocukluğu bırakmaz onun peşini.

İçinde bulunduğu durum -işsizlik /tedirginlik /kendine güvensizlik- geçmişiyle birleşince yine aynı sıkıntılı durumu yaşamaya başlar. Sözgelimi başvuru kâğıdını uzattığı adamın elleri, aniden babasının ellerine dönüşür. O anda büro daralır sanki ve köşeye sıkışır Bedran.

Geçmişi yine onu tehdit etmeye başlar. Geçmişle şimdi arasında sıkışıp kalır. Hatta geçmiş şimdiyi istila eder. Gerildikçe gerilir Bedran: “Yüzünden elindeki kâğıda, kâğıttan sümene, sümenden de masaya durup dinlenmeden bir büyüklük akıyordu(r), sanki masa gitgide biraz daha büyüyordu(r). Öyle ki, birkaç dakika içerisinde masa, kâğıt, sümen takımı ve kalem, yüklü koca bir gemiye dönüşerek odayı daraltmaya başla(r). (s. 99). Yani Bedran, otoriteyi temsil eden bir ortamla karşılaştığında, hemen kabuğuna çekilir ve çocukluğunda olduğu gibi otoriteye/babaya (süperego) karşı kendini savunmazsız hisseder.

Bedran düşle gerçek, geçmişle gelecek, çocuklukla gençlik arasında sıkışmışlığın verdiği korku, tereddüt arasında iş aramaya devam eder. Bazen özgeçmişini anlatırken sesi babasının sesine, bazen de yüzü, pala bıyıklı dayısının yüzüne döner. İş ararken aslında kimliğini aramaktadır Bedran. Ancak geçmiş özellikle de babası (süperego), onun kendi kimliğini bulmasına, kendisi olmasına bir türlü izin vermez (Kasabadan da bu yüzden kaçmıştır.). İş bulamamanın sıkıntısının yanı sıra kendisi olamamanın üzüntüsü her geçen gün daha da büyür.

Öyle ki „şimdiSnin bir düş olduğunu düşünmeye başlar Bedran. Hatta kente gelip gelmediği konusunda tereddüde düşer. Bunların tamamının düş olduğunu düşünür: “Bu düşünce bir süre sonra çivilenip kaldı kafamda. İsvan bir düş dedim kendi kendime; Gülderim bir d ü ş ^ Kıvırcık saçlı, Turan, sokak sokak dolaşıp iş aramalarım, kır bıyıklı kapıcı, bodrum katı, sonra ellerimde ansızın babamın ellerini hissetmem, iş dilendiğim o alacakaranlık koridorlar ve dayımın pala bıyıkları yalnızca birer düş.” (s. 105). Ancak Bedran, cebinden çıkan kasabaya dönüş biletinden bunların düş olmadığını anlar. Kendisini terminale getiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalışır. Babasının ellerinin, dayısının yüzünün mü onu terminale getirdiğini, “yoksa kent bir gerçekti ve ben oradaydım da kasabaya doğru düşsel bir yolculuğa mı ç ık ıy o rd u m ^ ” (s. 106) diye düşünmeden edemez.

Bedran, kentte yaşadıkları ve düşledikleri ile sık sık çocukluğuna dönmesi, baba otoritesi/baskısından kurtulamayışı onu yaşadığı şeylerin gerçekliği (şimdi) hususunda tereddüde düşürür. Düşle gerçeği, geçmiş ile şimdiyi birbirinden ayırt edemeyen Bedran, artık bilinçli davranamaz. O (ego), bilinçdışı ile süperego arasında sıkışıp kalır.

1.6. Geçmişten Arınma: Bevl Etme Yoluyla Katarsis

Bedran, kasaba/geçmiş/babadan kaçıp kente gelmesine rağmen, geçmişin baskısını üzerinde hissetmeye devam eder. Bu baskıyı üzerinden atmak isteyen Bedran, bu konuda çok çaba sarf eder ancak başarılı olamaz. Mesela işyerinde tanıştığı Meftunenye duygusal yakınlık hisseder Bedran. Onun yanındayken kendini güvende görür. Çünkü Meftunennin varlığı, Bedrannın varlığını onaylar ve pekiştirir. Buna benzer bir duyguyu ev arkadaşı İsvanna karşı da hisseder. İsvan, nahifliği, sessizliği ve Bedrannı olduğu gibi kabul etmesi bakımından onun ilgisini çeker. İsvan vurulduktan sonra, kendini bu yüzden boşlukta hisseder. Bedran bu boşluğu da Meftunenyle doldurmaya çalışır. Onunla olan birliktelik, cinsellikten öte bir şeydir.

Sanki İsvannın ölümüyle eksilmiş olan varlığını, Meftunenyle tamamlamak istemektedir.

Bedrannın geçmişten kurtulma çabaları sadece insanlarla kurduğu münasebetlerle sınırlı değildir. Aslında Bedran, geçmişten arınmak gerektiğini bilir. En basitinden bevl etmeyi bile arınma olarak görmek ister ve tuvalete gittiğinde: “Bedenime gözlerimden, kulaklarımdan ve derimden, sinen ne varsa bu sidikle dışarı çıksaydı; dayım sözgelimi, babam, onlardan hazır olarak aldıklarım, sonra her şeyiyle kasaba, kasabayı kente bağlayan yollar ve kentteki karmaşa ve karmaşadaki abartı, karmaşadaki iki yüzlülük, sonra işsizliğim, sonra içime yerleştirilmiş umutlanma güdüsü, sonra alışkanlıklarım, sonra uyumsuzluk korkum, düşlerim, beni eksilten sevinçlerim ve daha bir sürü ş e y ^ Dışarı çıksaydı.” (s.115), diye düşünmeden edemez.

Bedrannın arınma (katarsis) isteği, geçmişinde ne varsa, çocukluğundan, babasından kendisine iyi ya da kötü ne varsa, “diyelim anne şefkati kaldı varlığımın ince yerinde.” (s.

116), onu da sidiğini dışarı atar gibi benliğinden söküp atmak ister. Çünkü anne şefkati, çocuğun duygusal olarak hayata tutunduğu en ince bağdır. Çocuk insanlarla, eşyayla, çevreyle ve kendisiyle bu bağ üzerinden ilişki kurar. Ruhsal büyümeyi anne şefkati üzerinden sağlar çocuk. Bedran bu „ince şefkatin de söküp atmak ister ruhundan. Bağlanma adına ne varsa hepsini reddeder Bedran.

Geçmiş/çocukluk (Bedran için bir türlü geçmemiş bir „geçmişn; ve büyü(ye)memiş bir çocuk söz konusudur.) Bedran için ağır bir yüktür. „pimdin ise yaşadığı her şeyin, altında ezildiği ağırlığın temel sebebidir. Onun içindir ki Bedran, babasının “eve seyrek gelip sık

gittiği”(s.116) yıllarda yüreğinde açılmış yaralarını, annesine baktıkça düşlediği kadını da -cinsel bir obje olarak anne- içinden/düşlerinden söküp atmak ister.

Bedran'ın arınma isteği düşüncelerini, tecrübelerini de içine alır. Yaşam hakkındaki düşüncelerini, ölüm hakkındaki fikirlerini, ontolojik olarak insan hakkındaki görüşlerini, uzun süredir dilinin altında yatan “beni yaşata yaşata öldürüyorlar” tümcesini; beyninde gezinen

“insanlar çirkinliğin en güzel gülü” dizesini (s.116) de sidikle dışarı atmak ister Bedran.

Bedran, varlığına ve var oluşuna dair ne varsa hepsini söküp atmak ister. Cinsel arzularını, kimsenin kimseye ait olamayışını, kimsenin kendinden kendini kurtaramayışını ve bunlara dair birçok düşünceyi söküp atar içinden. “Miniminnacık, süt kokulu bir bebek olarak” (s. 116) çıkar tuvaletten. Ve emekleye emekleye, acıkmış bir köpek eniği gibi, arındığı şeylere doğru gider yine. Ağzını yaşamın memesine dayayacaktır tekrar ve söküp attıklarını geri alacaktır. Çocukluğun bu döneminde (oral dönem), çocuk için her şey ağızla algılanan/var olan bir hazdan ibarettir. Dolayısıyla çocuk, hayata anne memesinden bağlanır.

Ama daha sonraki dönemlerde varlık algısının gelişmesi, yaşamdan tat alma duygusunun çeşitlenmesiyle, çocuk farklı kaynaklara yönelmeye başlar. Haliyle safiyetini de kaybetmeye başlar, çocukluğunu da. Artık acılarla, sıkıntılarla yüzleşmeye başlar.

Bedran çocukluğuna dönüp hayata yeniden başlamak ister. Bunun için bedenen

Bedran çocukluğuna dönüp hayata yeniden başlamak ister. Bunun için bedenen