• Sonuç bulunamadı

Şehrin ve Otoritenin Sesi: Radyo ve Radyoevindeki Adam

II. HASAN ALİ TOPTA^ ROMANLARININ PSİKANALİTİK ÇÖZÜMLEMESİ

4. BİN HÜZÜNLÜ HAZ

5.3. Şehrin ve Otoritenin Sesi: Radyo ve Radyoevindeki Adam

Romanda önemli bir yer tutan hikâyelerden biri de, radyoevine tayin olan adamın hikâyesidir. Bu adam şehirde yaşanan sel felaketinin duyurusunu yapan kişidir. Ancak sel felaketi gelmeden önce, bu adama yıllarca radyoevinden kendisine bir türlü iş verilmemiştir.

Adamın radyoevindeki bu macerası hikâye edilir bu bölümde.

Çalışkan ve azimli biri olan adam, radyoevine tayin olup geldiğinde, uzun bir süre kendisine iş verilmez. Adam ısrarla iş istediğinde onlar, “maaşın tıkır tıkır işliyor” (s. 10) diyerek bu isteğini tekrar geri çevirirler. Radyoevi olarak kullanılan eski kışla binasının koridorlarında aylakça dolaşmak zorunda kalan adam, iş istemekten vazgeçmez. Yine her gün yetkililerin kapısına dayanıp nazik bir şekilde iş ister.

Bu şekilde günler hatta aylar geçer. Öyle ki artık yetkililer, onun ne dediğini anlamaz olurlar, o da ne dediğini bilemez hale gelir. Dili bozulmaya başlar adamın, öfkeli bir dil kullanmaya başlar gün geçtikçe. Bütün saflığını kaybedip, zıvanadan çıkan adam, “her şeye dönüşebilecek türden acayip bir yaratığa benze(r)” (s. 12). Hatta kendisinin sahip olduğu

“çizgileri parçalayıp, dünyanın şeklini şemailini almak istercesine” (s. 12), öfkeli bir yaratığa dönüşür. Çalışkan, titiz ve kibar olan adam, insanlık ölçülerini kaybedip bir canavara dönüşür sonunda. Bu adam hak, hukuk, kurallardan, “insan haysiyetinden, ahlaktan, kadirbilirlikten ve tutup toplumsal düzeni toplumsal düzen yapan birtakım işleyişlerle, birtakım yasalardan da”

(s. 12) bahseder ama kimse onu dinlemez. Haksızlık karşısında deliye dönen adam sessizce kalkıp radyoevini terk eder.

Daha sonra adam, üst makamlara şikâyet edip, “köpek eniği gibi mızıklayıp salya sümük gözyaşı” (s. 15) döker ve uzun uzun mektuplar yazar yetkililere fakat karşılık alamaz.

Bu aşamadan sonra, onu gören yetkililer ise bir köpeği azarlar gibi azarlarlar. Adam ise bir gün gelir ve “adam olmaktan çıkıp yavaş yavaş oralarda gezinen paspal bir köpeğe” (s. 18) benzemeye başlar. Sonraki günlerde kuyruğu çıkmaya başlayan adam, görünce dehşete kapılır ve insanlardan kaçmaya çalışır. Öyle ki adam, yetkililerin kapısına doğru yürüdükçe bu kuyruk uzamaya başlar, adam ise pes etmez yalvara yalvara iş ister. Bununla kalmayan adam, çeşitli hünerler sergiler, şaklabanlıklar yapmaktan geri durmaz. Artık kuyruğunu gizleme ihtiyacı hissetmez adam, özellikle yetkililerin dikkatini çekmek ve onları ikna etmek için kuyruğunu onların gözlerine sokarcasına sallayıp durur.

Gün gelir kimseyle artık konuşamaz olur adam, çünkü kiminle konuşmaya çalışsa hemen onu “kelimelerden örülmüş yüksekçe bir duvarın öteki yanında bırak(ıp)” (s. 31), çok önemli bir işleri çıkmış, acilen gitmeleri gerekiyormuş gibi kalkıp uzaklaşırlar. Bu kadar insanın arasında yapayalnız kalır adam. Çektiği bunca çile ve sıkıntıyı, „bilinçsizcen yapılan bir yolculuğa benzetir; hatta “hayatın, binlerce bilinçsiz yolculuktan oluşan daha büyük ve daha bilinçsiz bir yolculuk olduğunu” (s. 31) düşünmeden edemez.

Bütün bunlardan sonra adam eve kapanır bir süre ve dışarı çıkmaz. Bir gün nereye gideceğini bilmeden evden çıkar, gider. Şehrin dışına doğru yürür, yürüdükçe şehir onu takip ediyor hissine kapılır. Şehrin en ücra köşelerinde birinde sokak çocukları etrafını sarmışlar adamın. O anda çaresizce beklerken, atlı bir adam gelip çocukları kamçıyla döver. Çocuklar dağılınca, adamı evine götürür. Atlı adam, bu çocukların, yabancılara böyle davrandıklarını, kendisinin de bu durumda, zorda kalan insanları haziranla kurtardığını söyler ve haziranın

hikâyesini anlatır. Adam ise haziranın hikâyesini dinledikten sonra bir kahve içip tekrar yola çıkar.

Oradan ayrılan adam şehrin dışında bir mezarlığa girer ve kafatasları arasında dolaşırken, pırıl pırıl parlayan bir şey çalınır adamın gözüne. Bu parlayan şey, anlatıcı-yazarın da masasında bulunan ve farklı hikâyeleri birbirine bağlayan mızıkadır.

Adam mızıkayı alır almaz radyoevine koşar, varır varmaz arşive girer ve çalmaya başlar. Çalmaya başlayınca da “sararıp solan yüzüne de birazcık kan gelmiş o sırada. Sonra bir çift karanlık kuyuya dönüşen gözlerine birazcık fer gelmiş. Hatta elleri mızıkanın içinden fışkıran titreşimlerle yıkanıp şekillenmiş de, yeniden el olmuş sanki. Ardından, yüzüne, gözlerine ve ellerine bakıp ayakları yeniden ayak olmuş” (s. 96). Mızıkayı çaldıkça eski haline dönmeye başlar adam ve kendisini tanımaya başlar. Mızıka, şehrin, insan olmaktan çıkardığı ve bir canavara döndürdüğü adamı, insanlık seviyesine çıkaran bir sese dönüşür.

Daha sonra kitaplara merak saran adam, arşivde bulup çıkardığı kitapları gece gündüz okur. Arşivde kitap okuduğu sıralarda sel felaketi meydana gelir. Radyoevini terk edip kaçan yetkililer, giderayak adama iş verirler. Sel felaketiyle ilgili halkı bilgilendirecek ve uyarılarda bulunacaktır. Adam da hem uyarılarda bulunur hem de kitaplardan eski zamanlarda buna benzer felaketler hakkında hikâyeler okur. Yağmur dinip dışarı baktığında her tarafı sel sularının altında kaldığını görür ve aklına ailesi gelir. Bir sandala biner, hangi yöne gideceğini bilemeden suda sürüklenir durur. Selde mahsur kalmış birini kurtarmak ister ve mızıkayı tutunması için ona uzatır. O anda sandal uzaklaşır gider, mızıka mahsur kalan adamda yani Cebrail dedenin elinde kalır. Radyoevindeki adamı daha sonra Cebrail dede oğluna kız istemeye gittiğinde görürüz tekrar. Çünkü kız radyoevindeki adamın kızıdır ve adam sürekli ceketinin yırtmacını düzeltmeye çalışmaktadır.

Radyoevindeki adam, modern şehrin ve bürokrasinin kendisine yabancılaştırdığı insandır. Kendisine iş verilmeyen adamın köpeğe benzemesi/dönüşmesi bize Kafka'nın Dönüşüm adlı hikâyesindeki Gregor Samsa'nın bir sabah uyandığında, kocaman bir böceğe dönüştüğü sahneyi hatırlatır. Bu, modern bireyin, kendisine yabancılaşmasını ve toplumun içinde yalnızlaşmasını temsil etmektedir.

Radyoevindeki adamın giderek köpeğe dönüşmesi fiziki bir durum olmayıp tamamen ruhsal bir durumdur. insanın horlanması, onurunun kırılması ve insanlıktan dışlanması, insan ruhunda büyük yaraların açılmasına neden olur. Bundan dolayı köpekleşme insan onurunun

ve haysiyetinin yok olması anlamlarına işaret eder. insanlık değerleri yok edilmiş biri, özne/birey olmaktan çıkar ve ötekine bağımlı bir nesneye (sadık köpek) dönüşür. Bu modern zamanın/şehrin ve otoriter devletin (radyo) özelliğidir. Otorite yani süperegonun karşısında birey, kendi egosunu/benliğini koruyamaz ve otoritenin koruyucusu olmak zorunda kalır.

Özneliğini ve öznelliğini kaybeden insan, kendisine yabancılaşır, tanınmaz hale gelir.

Radyoevindeki adamın şehirden, şehrin karmaşasından ve özellikle şehrin insanın insanlığını yok eden yapısından uzaklaşarak, şehrin dışına çıkması tekrar kendini bulma, nesne olmaktan kurtulup özne olmak çabası olarak görülebilir. Adam mezarlıkta bulduğu mızıkayı çalarak nihayet eski haline döner. M ızıka otoriteye/süperegoya başkaldırıyı simgelemektedir. Bu yönüyle ^^^^^^daki trompeti çağrıştırır. Otoritenin/bürokra­

sinin yani süperegonun sarsılmaz yapısını sarsar ve aşılmaz duvarlarını mızıkayla aşmış olur.

Adam, mızıkanın sesi sayesinde çocukluğuna, yani süperegonun oluşmadan önceki haline döner. O zaman benliğini yeniden kazanır. Bu yönüyle mızıka romanda hikâyeler arasında geçişi/birliği sağlayan önemli bir simge olarak kullanılmıştır. Mızıka, sonraki bölümde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

Radyo, romanda bir yandan otoritenin/devletin sesi, temsili iken, diğer yandan da anlatıcı-yazarın yalnızlığını paylaştığı arkadaşıdır adeta. Anlatıcı-yazarın masasında gördüğümüz radyoyu, babası mezuniyet hediyesi olarak ona almıştır. Sessiz bir çocuk olan anlatıcı-yazar o günden sonra “istasyonlar arasında yavaş yavaş gezinmeye b a ş l(a r )^ ” (s.

89). Dünyanın bütün seslerini odasına toplayarak mutlu olur. Radyo “çocukluğu(n)un o soğuk ve ıssız gecelerinde kanlı canlı bir insan gibi arkadaşlık” (s. 89) eder ona. Radyoyla uyuyup, radyonun sesiyle uyanan anlatıcı-yazar (Hasan Ali) için radyo, sonu olmayan uyanmanın bir aracıdır. Çünkü insan “sürekli, sınırlarını algılayam adığı^ kocaman bir uykunun içinde uyuyup u y a n ıy o r^ ” (s. 92) diye düşünmektedir.

Radyo sadece anlatıcı-yazarın yalnızlığını paylaştığı bir eşya değil aynı zamanda romanın yapısını da şekillendirir. “radyodan yayılan ses dalgaları gibi düzenlenmiştir. Roman, boşluktaki ses dalgalarını yakalayan ve yayan bir radyo kutusuna benzer. Kitabı dolduran başı sonu belirsiz hikâyeler, istasyonlar arasında rastgele gezerken kulağı(m)ıza çarpan konuşmaların yarattığı uğultuyu hatırlatır.” (^nci 2010: 397). Anlatıcı- yazar çocukluğunda, istasyonlar arasında dolaşırken, daha sonra okuyucuyu kalemiyle, başı sonu belirsiz, tamamlanmayan hikâyeler arasında dolaştırır ve aynı hazzı okuyucuya da tattırır.

Radyo ve radyoevi, romanda yer alan önemli sembolik unsurlardır. Radyoevi, adamın (ego/birey), kendisine yabancılaşmasına sebep olan, bürokrasiyi/otoriteyi/süperegoyu temsil eder. Hasan Alinnin radyosu ise, onu dış dünyadan/gerçeklikten koparan ve iç dünyasına götüren araç/ses olarak önemlidir. Aynı zamanda Hasan Alinnin masasındaki radyo, radyoevindeki adamın hikâyesini yaratan imajdır.