• Sonuç bulunamadı

77

78 gelen bu eşitsizliğin mümkün olduğu oranda giderilmesi için hükümetin eşitleyici müdahalelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin Dworkin, yeteneklilerin, dezavantajlılara ödenen sigorta primlerini satın almaları gerektiğini belirtirken, Rawls yeteneklilerin bu yeteneklerinden ancak dezavantajlıların da yararlanması durumunda faydalanmaları gerektiğini iddia eder.150 Ancak gerek Rawls gerekse Dworkin’de gözden kaçan bir nokta vardır. Yetenekli ya da avantajlı insanlar, yeteneklerini kullanmayı tercih etmezlerse, ortada pay alınacak, vergilendirilecek ya da karşılığında bir sigorta primi satılacak bir ürün de bulunmayacak, bu ise dezavantajlıların durumunu değiştirmeyecek, “toplumsal adalet” yine sağlanmamış olacaktır. Bu, tam olarak, Rand’ın Atlas Vazgeçti’deki kapitalist ütopyasında karşımıza çıkan şeydir. Atlas Vazgeçti’de üretken insanlar, yani dünyayı sırtında taşıyan Atlas’lar, zamanla dünyayı taşımaktan bıkarlar ve kendilerine ayrı ve tam anlamıyla kapitalist bir ülke kurarlar. Böylelikle diğer dünyada vergilendirecek pek bir şey kalmaz ve dünyanın durumu hiç istenmeyecek bir noktaya gelir.151

Yeniden dağıtım ile sağlanacak adalet, aslında yeniden dağıtıma konu olan gelirin yüksekliği ile orantılıdır. Yeniden dağıtılacak gelir düşük olduğunda, çok alt düzeyde bir “eşitlik” sağlanacak, ama yine de bunun adı “toplumsal adalet” olacaktır. Buradan hareketle bir adalet teorisi inşa etmek için gelirin yeniden dağıtımı, doğru ve yerinde bir mekanizma olmayacaktır. Bu sebepledir ki, liberteryenlere göre adaletin temel ilkesi yapay bir yeniden dağıtım değil, tamamen doğal olan haklardır, daha spesifik olarak söylemek gerekirse, öz-sahiplik ve öz-sahiplikten türeyen haklardır.

Liberteryenler, öz-sahipliğin çıkış noktası olarak Locke’u referans almaktadır.

150 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.152-153.

151 Atlas Vazgeçti ile ilgili ayrıntılı değerlendirme çalışmanın ikinci bölümünde “Objektivist Olsa da Liberter: Ayn Rand” başlığı altında yer almaktadır.

79 Lock’a göre insanlar doğa durumundan “uygar” siyasi topluma geçerken doğal haklarını mahfuz tutmuşlar ve devleti bu hakları korumakla görevlendirip yetkilendirmişlerdir. Locke “öz-sahiplik”ten türeyen bu hakları “hayat, hürriyet, mülkiyet” üçlemesi ile özetlemiştir.152 Locke, eğer tek bir doğal haktan söz etmek gerekirse, bunun kişinin kendisi üzerindeki sahipliği olacağını ileri sürmüştür.153

Liberteryenlere göre hayat hakkı bütün hakların kaynağını ifade eder. Çünkü insanın temel gayesi hayatta kalmaktır. Hayatta kalma hakkını, bireyin kendini gerçekleştirme isteği takip eder. Kendini gerçekleştirme isteği özgürlük fikri ile birleşince ortaya mülkiyet hakkı çıkar. Çünkü mülkiyet hakkı, zorunlu olarak “kendi kendinin sahibi olmanın” ve “kendini gerçekleştirmenin” somut çıktısıdır. Rand’ın açıkça ortaya koyduğu gibi “eğer insan ürünü konusunda tasarrufta bulunamazsa, ne emeği konusunda ne de hayatı konusunda tasarrufta bulunabilir.”154 Çünkü insanın bütün eylemleri bir mülkiyeti ifade eder.155 Ya da bir tür varlık olarak insanlar, toplumsal varlıklarının temel bir ilkesi olarak özel mülkiyet haklarına sahiptir.156 Mülkiyet hakkı, insanın doğal haklarındandır. Liberteryenler, mülkiyet hakkını, hem doğal hakların parçası hem de ahlaki bir unsur olarak ele almaktadır. Machan’ın da belirttiği gibi özel mülkiyet hakkı, ahlaki bir hayat sürmenin toplumsal önkoşulunu oluşturmaktadır. Locke, ahlaki varlıklar olarak insanların, özgür ve sorumlu davranması ile özel mülkiyet hakkına sahip olması arasında ilişki kurmaktadır.157

152 Mustafa Erdoğan, “Liberalizme Yeniden Bakış: Tarihi ve Felsefi Temelleri”, s.9-10.

153 Mustafa Erdoğan, İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku, s.37.

154 Ayn Rand, Kapitalizm Bilinmeyen İdeal, s.14.

155 David Boaz (Ed), Libertarianism: A Premier, s.66.

156 Tibor R. Machan, The Right to Property, New York, Hoover Institution, 2002, s.3. Machan, hacmi küçük bu kitabında, özel mülkiyet kurumunun, insan ahlakıyla tamamen uyumlu olduğunu ve somut ahlaki bir temele dayandığını iddia etmektedir.

157 Tibor R. Machan, a.g.e, s.8.

80 Mülkiyet, bireyin kullandığı ya da kontrol ettiği her şeydir. Mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması mümkün değildir, çünkü mülkiyet vardır ve varolduğu sürece birileri onu kullanacaktır. Mülkiyet hakkına yapılan saldırılarda liberteryenlere göre temel olan, mülkiyetin ortadan kaldırılması değil, onu kullanacak olanların el değiştirmesidir. Bu anlamda Boaz sosyalist fikriyatın ortak mülkiyet kavramına atıf yaparak sadece tek bir insanın bir elmayı yiyebileceğini söyler, öyle ise sorun herkesin aynı elmayı yemesi değil, elmayı kimin yiyeceğine karar verilmesidir.158

Mülkiyet hakkı, bir liberteryen için insan varlığının ve bireyselliğinin bir parçası olarak dokunulmazdır. Ancak mülkiyet hakkının sınırlarının ne olduğu ve hangi durumlarda mülkiyete sınır konulabileceği konusunda yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmalar sadece liberallerin rakipleri olan muhafazakarlar, sosyalistler ve komünistlere karşı değil, liberalizmin kendi içinde de oldukça şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Liberaller içinde mülkiyetin kayıtsız şartsız dokunulmaz olduğunu söyleyen liberteryenler, onlar içinde de anarko kapitalistler, liberal yelpazede en radikal ucu temsil etmektedir. Liberteyenlerin bu katı mülkiyet bağlılıkları, onların ayırt edici özelliklerinden ve en önemli temellerinden biridir.

Çünkü mülkiyet hakkına, böylesi bağlılık ne bazı klasik liberallerde, ne onun bir kolu olan sonuçsalcı liberallerde ne de eşitlikçi liberallerde bulunmaktadır. Liberteryenler, mülkiyet hakkının savunulmadığı bir çizgiyi liberal olarak bile tanımlamazken, örneğin Atilla Yayla, “özel mülkiyeti ve fonksiyonlarını yadsıyan bir çizginin liberal tezlerden hareket etse bile liberal kalması, eğer imkansız değilse, çok zordur”

diyerek, tehlikeli bir kapı aralamaktadır.159 Liberteryenler, elbette ki, mülkiyet

158 David Boaz (Ed), Libertarianism: A Premier, s.66.

159 Atilla Yayla, “Amerikan Liberalizmi Ne Kadar Liberal?”, Liberal Düşünce Dergisi, S.64, Güz 2011, s.66.

81 hakkının mutlaklığı ve imkansızlığında, başka herhangi bir konuda olmadıkları kadar ısrarcıdır, onu yadsıyarak bir liberalizm tanımı yapılamayacağını ve liberal olunamayacağını iddia edeceklerdir. Bu, onlar için bir derece meselesi değildir.

Liberteryenler, diğer liberallerden farklı olarak, mülkiyet hakkının ne dereceye kadar sınırlandırılabileceğini tartışmazlar, onun mutlaklığı buradan gelmektedir.

Mülkiyet hakkı Rothbard’da, doğal hukukun ilk unsuru olarak öz-sahiplik (self ownership)160 ilkesinden yola çıkılarak anlatılmaktadır. Bu ilke her insanın bedeni üzerinde mutlak yetkiye sahip olması demektir. İnsan bedenine, onun bir parçası olarak aklına ve bedeni ile aklıyla ürettiklerine sahip olmalıdır.

Rothbard’a göre mülkiyet hakkı, insan haklarının özü ve temelidir; “mülkiyet haklarından ayrı tutulacak insan hakları söz konusu değildir”. Hatta Rothbard için haklar kavramı sadece mülkiyet hakları ile bir anlam kazanmaktadır.161 Her insan, insan olmak hasebiyle, kendi bedenine sahiptir. İnsanın, bedenini cebri bir dış müdahale olmaksızın kontrol edebilme konusunda mutlak bir yetkisi vardır.

Rothbard mülkiyet hakkını, Saldırmazlık Aksiyomu dediği ilke ile koruma altına almaktadır. Rothbard’a göre mülkiyet hakkı olmadan diğer tüm haklar anlamını yitirmektedir. Örneğin bütün toplantı yerleri, bütün gazeteler devlete aitse, ifade ve basın özgürlüğü bir anlam taşımayacak; mülkiyet özgürlüğü olmadan bu tür özgürlüklerden bahsetmek anlamsız ve boş olacaktır. Barry’nin de belirttiği gibi

“özel mülkiyet özgürlüğün –yeterli değilse de- zorunlu bir şartıdır.”162

160 Öz-sahiplik ilkesi ile ilgili ayrıntılı tartışmalar için bkz. Robert S. Taylor, “Self Ownership and Limits of Libertarianism”, Social Theory and Practice, C.31, S.4, Ekim 2005, s.465-482; Meir Dan-Cohen, “The Value of Ownership”, The Journal of Political Philosophy, C.9, S.4, 2001, s.404-434.

161 Murray N. Rothbard, Özgürlüğün Etiği, s.117.

162 Norman P. Barry, Komünizm Sonrası Dönemde Klasik Liberalizm, s.62.

82 İnsan öz-sahiplik hakkına, yani kendi hayatını kontrol etme hakkına sahipse, dünyadaki kaynaklarla mücadele ederek ve onları dönüştürerek hayatını sürdürme hakkına da sahip olmalıdır.”163 Bir insan, ürettiği veya kazandığı şeyleri dilediği gibi kullanma ve kontrol etme hakkına sahip değilse, kendisini özgür sayamaz ve kendi amaçları peşinde koşamaz; bu da bireyin kendi başına bir amaç olduğu ve hiç bir şeyin gerçekleştirilmesi için araç olarak kullanılamayacağı fikrine ters düşmektedir.

Her ne kadar insanın öz-sahiplik hakkı var ise de, Rothbard’a göre insanlar uçan hayaletler ve kendi kendilerine yeten varlıklar değildirler; insanlar ancak kendilerini çevreleyen yeryüzüne kanca atarak hayatta kalıp durumlarını iyileştirebilirler.164

Sunar da mülkiyet kavramı altında, gerçekte, iki tür mülk olduğunu, bunların birinin insanın kişiliğinde, varlığında saklı olan öznel mülk; ikincisinin ise ‘dışarıda’,

‘orada’ olan nesnel maddi mal ve mülk olduğunu ifade etmekte ve Locke’a göre insanın içinde saklı olan mülkün emek olduğunu belirtmektedir.165

Bu noktada Locke’un ünlü “emeğini katma” ilkesi liberteryenler tarafından da genel olarak benimsenmiştir:

Bir ağaç altından topladığı meşe palamutlarıyla, veya ormanda ağaçlardan topladığı elmalarla beslenen kişi, bunları elbette kendisine mal etmiştir.

Yediklerinin kendisine ait olduğunu kimse inkar edemez. O halde soralım, bunlar ne zaman kendisinin olmaya başlamıştır? Hazmettiği zaman mı?

Yoksa yediği zaman mı? Suda haşladığı zaman mı? Veya onları eve getirdiği zaman mı? Yoksa topladığı zaman mı? Açıkça söylemek gerekirse, en baştaki toplama bunları kendinin yapmamışsa, başka hiçbir şey yapamaz.

Onlarla öteki ortak meyveler arasındaki farkı ortaya koyan şey, o emektir.

İşte bu emektir ki, hepsinin ortak anası olan Tabiatın verdiğine bir şeyler daha ilave etmiştir ve böylece onlar kendisinin özel hakkı haline gelmiştir.

Bu adamın bu şekilde kendine mal ettiği o palamutlara veya elmalara hakkı

163 Murray N. Rothbard, For A New Liberty: The Libertarian Manifesto, 4. Baskı, San Francisco, Fox & Wilkes, 1996, s.23.

164 Murray N. Rothbard, Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan, s.65.

165 İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, s.81.

83 yoktu çünkü onları kendisinin yapmak için bütün insanlığın rızasını

almamıştı, diyecek biri var mı? Bu nedenle de herkesin ortak malı olan o şeyleri kendisine mal etmesi bir doygun muydu? Eğer böyle bir rıza alma gerekseydi, Allah’ın kendisine verdiği onca nimete rağmen insan açlıktan ölürdü. … Bu nedenle, her biri başkalarıyla ortak hakkım olan şeylerden, mesela atımın kopardığı otlar, hizmetçimin kestiği çimler ve de madenlerden kazıp çıkardığım cevherler, hiçbir kimsenin devri veya rızası olmaksızın benim malım haline gelmiştir. Bana ait olan emek ve onları içinde bulundukları ortak halden çıkarmak, onlar üzerinde benim hakkımı tesis etmiştir.166

Nozick’e göre de birey kendi kendinin sahibi olmalıdır. Kendi kendinin sahibi olma konusunda Nozick’in neyi kastettiği ya da bu yaklaşımında Kant çizgisinde olup olmadığı tartışmalıdır.167 Kymlicka’ya göre Nozick “Kendi kendinin sahibi olma”yı insanlara Kant’a ait bir terminoloji olan “bizatihi amaçlar” olarak davranma ilkesinin bir yorumu olarak sunmaktadır. Bireyin kendisine yani bedenine, yeteneklerine, kapasitesine, emeğine, yeteneklerinin ve emeğinin sonucu olan ürünlerine sahip olma hakkının olması anlamına gelmektedir.168 Uslu ise, her ne kadar Nozick Locke’un doğal haklar anlayışını kabul etse de, doğal hakların temellendirilmesinde geleneksel referans olan doğal hukuku değil, Kantçı ilkeyi kullandığını belirtir.169

Nozick mülkiyetin neden adil bir hak olduğunu açıklamak amacıyla bazı ilkeler geliştirmiştir. Nozick’e göre mülkiyetin adil kazanımıyla ilgili üç ilke vardır.

Bunlardan ilki, İlk Kazanım İlkesi dediği “sahip olunan şeylerin adil biçimde, yani hile veya zor kullanmaksızın kazanılmış olmasıdır”170 Nozick’te kişisel varlıkların elde edilmesinin ikinci yolu Transfer İlkesi’dir. Buna göre meşru olarak elde edilmiş mallar gönüllü mübadele yoluyla bir bireyden diğerine transfer edildiyse, bu da adil

166 John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, Çev. Fahri Bakırcı, Ankara, Babil Yayınları, 2004, s.27.

167 Edward Feser, “Robert Nozick”, The Internet Encyclopedia of Philosophy, s.2.

http://www.iep.utm.edu/n/nozick.htm (15.11.2005)

168 Edward Feser, “Robert Nozick”, The Internet Encyclopedia of Philosophy, s.4.

169 Cennet Uslu, Doğal Haklar ve Doğal Hukuk, s.307.

170 Atilla Yayla, Liberal Bakışlar, s.76.

84 bir kazanımdır. Bu iki adalet ilkesinin önceden ihlal edilmesi halinde, bunların düzeltilmesini salık veren Düzeltme İlkesi devreye girer:

“Bir kişinin sahip olduğu mülkler, eğer bu kişi bu mülkler üzerinde elde etme ve transferle ilgili adalet ilkelerine veya adaletsizliğin düzeltme ilkesine göre yetki sahibi ise adildir. Eğer her bir insanın sahip olduğu mülkler adil ise, o zaman mülklerin toplam dağılım kümesi de adildir.”171

Bunun anlamı, toplumsal adalet denen şeyin bireysel adaletten öte ve üstün olmadığıdır. Nozick’in hak ediş teorisinin amacı, eğer ilk kazanımda ve transferde kazanımlar adil ise, bütünde ve sonuçta da adil olduğunu göstermek ve zenginliğin yeniden dağıtımının, bu ilkelerle halihazırda sağlanan adalete zarar vereceğini, üstelik bunu yapmanın hiçbir haklı sebebi olmadığını kanıtlamaktır.

İlk kazanım ilkesi, maalesef Nozick’in ifade ettiği kadar, basit değildir, çok sayıda soruyu da beraberinde getirmektedir. Öncelikle sahipsiz bir malın mülkiyetini kazanma hakkı neyi gerektirmektedir. Locke’un “emeğini katma” teorisi yeterli midir, herhangi bir mülkiyet ne kadarlık bir emek gerektirmektedir? Aynı mala iki kişi birden emeğini katıyorsa, onun mülkiyetini kim kazanacaktır? Yoksa birisi emeğini katmaya başladığında, ikinci kişi ona emek katamamakta mıdır, emeğini katmaya başlama anı mı malın sahibini belirlemektedir?

Lock’ta sahiplenmeye getirilen sınırlama “başkalarının ortak kullanımı için yeterli miktarda ve iyi durumda” bırakılmış olmaları iken, Locke’cu liberalizmin yirminci yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Nozick bu şartı “sahiplenmenin başkalarının durumunu kötüleştirmemesi gerektiği” anlamına gelecek şekilde yorumlamaktadır.172 Bu, aynı zamanda, Nozick’in adil kazanımlara ve gönüllü mübadelelere getirdiği

171 Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, 2. Baskı, Çev. Alişan Oktay, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s.207.

172 Mustafa Erdoğan, “Liberalizme Yeniden Bakış: Tarihi ve Felsefi Temelleri”, s.24.

85 yegane kısıtlamadır. Nozick de Locke’un teorisinde olduğu gibi bireyin bir nesne için harcadığı emeğin o nesneyi geliştirdiğini ve değerli hale getirdiğini savunur.173

Locke’da mülkiyet için, kişi her ne kadar emeğini katmış olsa da, iki sınırlama bulunmaktadır. Bunlardan ilki diğerlerine bırakması gereken mülkiyet, ikincisi ise mülkiyeti kullanma şekli (kullanabilecek kadar, çürütmeden tüketmek gibi) ile ilgilidir:

Emek, emekçinin sorgulanamaz mülkiyeti olduğundan, bu kişi (emekçi) dışında hiç kimse, bir kez emeğini katmış olduğu şeye sahip olma hakkına sahip olamaz. Bu söylenenler, en azından, başkaları için de ortaklaşa biçimde, yeterli ve aynı nitelikte iyi şeylerin kaldığı yerde geçerlidir.

Yeryüzüne meşe palamutlarını ya da öteki meyvelerini vs. toplamak, bunlara ilişkin bir hak doğuruyorsa, birinin dilediği kadar büyük miktarda bunlara sahip olabilmesine muhtemelen itiraz edilecektir. Buna vereceğim cevap, bunun böyle olmadığıdır. Bize bu biçimde mülkiyeti vermiş olan doğa yasası, aynı zamanda aynı biçimde bu mülkiyeti sınırlar da… Tanrı yeryüzünü bize nereye kadar vermiş bulunmaktadır? Kullanabileceğimiz kadar… Hiçbirşey Tanrı tarafından insanın çürütmesi ya da yok etmesi için yaratılmamıştır.”174

Hem Locke hem de Nozick tarafından “diğerlerinin kullanımı ile ilgili getirilen şartlar makul gibi görünmekle birlikte, neden insanın başkalarının ortak kullanımı için yeterli miktarda ve iyi durumda mülkiyet bırakmak zorunda kalacağı veya neden mülkiyetini başkalarının şartlarını kötüleştirmemesi şartıyla sınırlandırması gerektiği açıklanmış değildir. Bunlar, sadece ahlaki bir ilke olarak belirlenmiş olsa da oldukça muğlak olak bu ifadeler, sınırlamalarla ilgili meşru bir sebep sunmakta yetersi zkalmaktadır. Locke’un mülkiyet ilkesi takipçileri tarafından kabul edilmekle birlikte, bu soru, Locke’tan bu yana, takipçileri tarafından cevaplanmayı beklemektedir.

173 Atilla Yayla, Liberalizm, s.43-44.

174 John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, s.29.

86 İlk kazanım yani ilk mülkiyet üzerine yoğun bir literatür vardır. Nozick’in esinlendiği Locke, önceden ortak olarak kullanılan arazilerin sahiplenilmesi ve bu arazilerde hayvanlarını otlatıp odun toplayan insanların hayatlarını sürdüremez duruma gelmeleri durumunu savunmak amacıyla “başkalarına yeterli ve bizimki kadar iyi parçalar bırakmak koşuluyla dış dünyanın parçalarını kendimizin sayabiliriz” ilkesini ortaya atmıştır.175

Kişinin emeğini katarak edindiği mülkler konusunda neden başkalarına yeterli ve kendininki kadar iyi parçalar bırakması gerektiğinin açıklanmamasındaki boşluğun yanında, Kymlicka da “Hakediş Teorisi”nde Nozick’in gözardı ettiği iki durumdan bahseder. Bunlardan ilki, kişinin, kendisine sorulmadan ve rızası alınmadan edinilen mülkler üzerinde hak sahibi olamaması, yani bir zamanlar kullandığı topraklardan bundan sonra yararlanamaması; ikincisi ise mülk sahibi olamayanın emeğini nasıl kullanacağı üzerinde de hak sahibi olamaması yani mülk sahibi olanın talimatlarına boyun eğmek zorunda kalmasıdır.176 Kymlicka, buna “önce gelen, önce yararlanır”

ilkesi denebileceğini ve bunun Nozick’in kendi kendinin sahibi olma ilkesiyle çeliştiğini belirtir ve neden mülk edinme şansını eşitleyen bir sistem yerine bunun benimsenmesi gerektiği ve neden bu adalet anlayışında diğer insanların maddi çıkarları ve özerkliklerinin önemli olmadığı gibi sorular sorarak bu tezi sorgular.

Benzer bir eleştiri Benjamin Barber’dan da gelmektedir. Barber, birçok hakediş teorisinin kendisini politik alanda elitist ve otoriteryen bir şekilde gösterdiğini iddia ederek, Nozick’in teorisine “Sosyal Darwinist piyango oyunu“ demektedir. Barber Nozick’e otoriteryen demekte zorlanmakta ise de bu teorinin serbest piyasanın

175 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.158-159.

176 Will Kymlicka, a.g.e., s.164.

87 yetkilendirilmiş siyasal elitinin maskesi olduğunu ve bu bağlamda elitist ve otoriteryan bir nitelik taşıdığını iddia etmektedir. Barber’a göre, serbest piyasada egemen güçten başka hak olmadığı için, kamunun karşı gücünün bulunmadığı yerde özel güç kullanımını dizginleyecek hiçbirşey bulunmamaktadır. 177 Piyango oyunu, Kymlicka tarafından da kullanılan bir benzetmedir. Kymlicka piyango oyununu kullanırken, kastettiği, doğuştan bazı insanlara vuran yeteneklerdir. Kymlicka bunun karşısına doğal piyangonun vurmadığı engelli insanlar gibi doğal dezavantajlıları koymaktadır.178 Ancak Barber’ın kastı, kazanımların tarihselliğidir; Nozick karşına alternatif bir yeniden dağıtım teorisi ile Rawls’u değil, fetihlere, kutsal kitaplara ya da aile seceresine bağlı ünvanlarla elde edilen kazanımları alması gerekmektedir. Bu anlamda, Barber, Nozick’in “neden anarşi değil” sorusunun yanlış olduğunu, doğru sorunun “neden Amerika’nın kızılderelilere verilmediği” olduğunu belirtmektedir. 179

Norman P. Barry’e göre, ilk edinim şartı çok dar yorumlanmaktadır. Örneğin, birisinin, hayat için zaruri olan bir şeyin arzını tümüyle eline geçirmesi gerekir;

mesela “bir kişi çöldeki tek su kuyusunu sahiplenip ona istediği gibi fiyat biçemez.”180 Ne var ki bu şart, Nozick’in teorisi çerçevesinde ölümcül bir hastalığın tedavisini keşfeden bir kimsenin ona istediği fiyatı koymasını engellemez; çünkü bu durum, yaşamak için zorunlu olan bir şeyin arzını tümüyle eline geçiren tekelciden farklı olarak, başkalarını daha önce zaten olduklarından daha kötü duruma koymaz.181

177 Benjamin Barber, “Deconstituting Politics: Robert Nozick and Philosophical Reductionism”, Journal of Politics, C.39, S.1, 1977, s.16-17.

178 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.111.

179 Benjamin Barber, Deconstituting Politics: Robert Nozick and Philosophical Reductionism”, s.17.

180 Nozick’ten aktaran Norman P. Barry, Modern Siyaset Teorisi, s.168.

181 Norman P. Barry, a.g.e., s.168.

88 Edinilen varlıklarla ilgili ilk kazanım ve transfer ilkelerinin önceden ihlal edilmesi halinde, Nozick’in üçüncü ilkesi, yani Düzeltme İlkesi, devreye girer. Bu ilke aynı zamanda Nozick’in çok sayıda eleştiriyle karşılaştığı ilkedir. Düzeltme ilkesi, mevcuttaki haksız kazanımların geriye dönük olarak düzeltilmesidir ve bunun ne kadar geriye gideceği tartışmalıdır. Nozick de bunun farkında olmalı ki, bu ilkeyi fazla kurcalamamış ve kısa bir bölüm olarak bahsedip geçmiştir:

“Bir kişinin sahip olduğu mülkler, eğer bu kişi bu mülkler üzerinde elde etme ve transferle ilgili adaletle ilkelerine veya adaletsizliğin düzeltme ilkesine göre yetki sahibi ise adildir. Eğer her bir insanın sahip olduğu mülkler adil ise, o zaman mülklerin toplam dağılım kümesi de adildir.”182

Nozick’in Düzeltme İlkesi de oldukça tartışmalıdır. Nozick, belki de bunun çelişkisini bildiğinden, üzerinde çok durmamış, sadece tanımlamakla yetinmiştir:

“Adaletsizlikleri gidermek için bir şeyler yapılması gerekmektedir? Acaba ne?

Adaletsiz uygulamalarda bulunmuş olanların, bu adaletsizlik olmasa durumları daha iyi olmuş olacaklara karşı ne gibi yükümlülükleri bulunmaktadır? Ya da tazminat ödenmiş olsa durumları daha iyi olmuş olacaklara? Eğer adaletsizlikten yarar ve zarar görmüş olanlar, adaletsiz eylemin doğrudan tarafları değil de, örneğin torunları olsa ne gibi bir farklılık olurdu? Sahip olduğu mülkü düzeltilmemiş bir adaletsizliğe dayanan birine yapılan böyle bir şey adaletsizlik mi olur? Tarihsel adaletsizlikleri temizlemek için ne kadar geriye gitmek gerekir? Hükümetleri adına hareket edenlerin yaptıkları adaletsizlikler de dahil olmak üzere, kendilerine yapılan adaletsizlileri düzeltmek için adaletsizlik kurbanlarının neleri yapmalarına izin verilebilir?

Bu konuları kapsamlı ve teorik olarak ayrıntılı bir şekilde nasıl alacağımı bilemiyorum.”183

Barry, günümüzdeki varlıkların çoğunun kaynağının başlangıçtaki adaletsiz bir kazanıma dayandığını ve her bir hakkı geriye doğru izlemenin imkansız olduğunu belirterek Düzeltme İlkesinin, yeniden dağıtıma yol açacağını ve devlete oldukça

182 Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, s.207.

183 Robert Nozick, a.g.e., s.206-7.

89 büyük bir rol yükleyeceğini ve bu durumun Nozick’in tavsiye ettiği başlangıç ilkelerini ayakta tutmasının zor olduğunu vurgulamaktadır.184

İlk kazanımda edinilen mülk gayri meşru ise bunun düzeltilmesi için hak sahiplerinin kimler olduğunu bulmak gerekir, ancak bu imkansız görünmektedir. Kaynakların gayrı meşru olarak kimlerden alındığını biliniyorsa, kaynaklar onlara geri verilmelidir. David Lyons bu konuda Amerikan Kızılderililerini örnek verir. Lyons, Düzeltme İlkesine göre, bu topraklar için Kızılderililere tazminat ödenmesi gerektiğini savunur.185 Ancak Rowley, “bu ilkeyi, zenciler veya Kızılderililer gibi çoktan ölmüş, isimsiz bireylerden oluşan bütün gruplara uygulama çabalarının ve hayali varlıklara hak ve ödev sahibi muamelesi yapılmasının, kesinlikle –bu varlıkların kendi eylemlerini toprakla harmanladıkları söylense bile- Nozick’in felsefesine ters düşeceğini”186 belirtmektedir. Yayla ise mülkiyete getirilen bu sınırlamaya bir açıklama getirmeye çalışmak yerine Locke’cu Şart teorisinin kökten hatalı olduğunu ve bu şartın asla karşılanamayacağını bu sebeple, bu teoriye göre her mülkiyetin gayri meşru olduğunu iddia etmektedir.187

David Schmitz “Mülkiyet Kurumı” başlıklı makalesinde kazanımın sıfır toplam bir oyun olmadığını dile getirmekte, insanlara iyi şeylerin birileri tarafından kapatıldığı fikrinin öğretildiğini, ancak sonradan gelenlerin ilk sahiplenenlerden daha çok fayda sağladıklarını, sahiplenilmemiş malların orta malların trajedisini sınırlandırdığını, sahiplenilecek malların stokunu artırdığını savunmaktadır.188

184 Norman P. Barry, Modern Siyaset Teorisi, s.170.

185 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.159.

186 Charlers Rowley, Özgürlük ve Devlet, s.79.

187 Atilla Yayla, “Amerikan Liberalizmi Ne Kadar Liberal?”, s.48.

188 David Schmitz, “Mülkiyet Kurumu”, Çev. Bican Şahin, Liberal Düşünce Dergisi, S.53-54, Kış-Bahar 2009, s.5-14.