• Sonuç bulunamadı

B. Muhafazakarlık Kıskacında Liberalizm

1. HERŞEY O’NUNLA BAŞLADI: Liberteryen Teoride Birey

Liberalizm bireycilik fikri üzerine kurulmuştur. Locke’cu geleneğe göre, bireyin özgürlüğü üzerinden kurgulanan bir yaklaşımda, bireyin muhakeme yeteneğine ve aklını kullanma yetisine sahip olduğu ve bu özelliğiyle diğer canlılardan ayrıldığı kabul edilmektedir. Birey, çeşitli eylemler arasından birini değil de diğerini seçme iradesini gösteriyorsa, bunun anlamı, ona her şekilde rasyonellik atfedildiğidir. Bunu insanın kendi kendinin sahibi olması fikri izler ve bu anlamında bütün insanlar eşittir, ancak bu eşitliğin ahlaki ya da değersel bir eşitliği ifade etmediğini vurgulamak gerekir. Kendi kendinin sahibi olma özelliğini, insanın kendini gerçekleştirmek için, kendi kapasitesi yönünde gelişmek, zenginleşmek ve üretmek için, çevresini düzenlemesi, değiştirmesi ve dönüştürmesi fikri takip eder.

Bu amacı gerçekleştirmek için birey aklını kullanır. Çünkü insan, kendini yönetme ve kontrol etme kapasitesine sahiptir ve kendi hayatını rasyonel düşünme yoluyla şekillendirme isteklilik ve yeteneğini gösterir. Bunun mantıksal sonucu bireyin yalnızca kendinden sorumlu olması, ne başka insanlara ne de topluma karşı herhangi bir sorumluluk hissetmemesi, ayrıca kendi üzerinde mülkiyet hakkına sahip olduğudur. Buradan çıkarılacak ilk sonuç, özgürlüğün insanın doğasında gizli olduğu, ikinci sonuç ise insanın kendi kendini yönetme kabiliyeti olduğudur.

140 Öyle ise kendi kendini bilinçli davranışlarıyla yönetebilen hiçbir insanın başkası, bir başkasının da kendisi üzerinde herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır. Kimsenin kimse üzerinde bir yetkisi yoktur, ancak Locke buraya bir parantez açar ve Tanrı’yı ekler. Locke’a göre aslında her şey nihai olarak Tanrı’ya aittir. Bunun sonucu olarak devredilmez ve vazgeçilmez olarak bireylere tanınan haklar, aslında Tanrı’da son bulmaktadır ve bu da insanın kendi varlığı üzerinde göründüğü gibi sınırsız değil, Tanrı tarafından sınırlanan haklara sahip olduğu anlamına gelir ve bu durum bir çelişkiyi içinde barındırır. Örneğin Locke’ta kişi hayat hakkından vazgeçemez ya da kendisini başkasının kölesi yapamaz.1 Çünkü kişinin kendi hayatı da nihai olarak Tanrı’ya aittir.

“Kendi yaşamı üzerinde iktidara sahip olmayan bir insan, anlaşmayla ya da onayla kendisini başkasının kölesi haline getiremez ya da dilediğinde yaşamını alacak olan başkasının mutlak ve keyfi iktidarına tabii kılamaz. Hiç kimse, sahip olduğundan daha fazla bir iktidarı başkasına veremez;

dolayısıyla kendi yaşamını alamayan birisi, yaşamı üzerine başka bir iktidar koyamaz”

Atilla Yayla, kölelik konusunda Rothbard’ı takip etmektedir. Ona göre kölelik anlaşması, öz-sahiplik ilkesi ile çelişmektedir. Çünkü öz-sahiplik, insanın insan olması sebebiyle yaşadığı müddetçe sahip olacağı bir haktır ve bu sebeple kişi bir kölelik anlaşması yapamaz, kendisine başkalarının nesnesi gibi davranamaz.2

Bireyin kendi kendinin sahibi olması anlayışını liberteryenler “gönüllü kölelik”

kavramı üzerinden tartışırlar. Bu konuda liberteryenler arasında bir fikir birliği bulunmamakta, örneğin Rothbard’ın karşısında Nozick ve Block yer almaktadır.

1 John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, Çev. Fahri Bakırcı, Ankara, Babil Yayınları, 2004, s.22.

2 Atilla Yayla, “Amerikan Liberalizmi Ne Kadar Liberal?”, Liberal Düşünce Dergisi, S.64, Güz 2011, s.56.

141

“Bir insan emeğini devredebilir, fakat bu emeğin gelecekte sermayeleştirilebilen değerini asla satamaz. Tabii olarak insan kendisini köle olmak üzere satamaz ve bu satışa da destek olmaz çünkü bunun anlamı, onun gelecekte kendisi üzerindeki iradesinin başkalarına teslim edileceğidir. Yani bir insan emeğini başkasının yararına tabii olarak harcayabilir, fakat kendisi istemiş olsa bile kendisini başkasına sermaye olarak teslim edemez. Çünkü gelecek yıllarda değişebilecek olan ve o andaki durumu kabullenmeyebilecek olan kendi iradesini bir yana bırakamaz. Gönüllü kölelik kavramı çelişkilerle doludur… Daha sonra fikri değişirse ve efendisi ona şiddet uygulayarak köleliğe devam için zorlarsa, bu kölelik gönüllü olmayacaktır…”3

Block ise “bir şeyin sahibi isem, onu satabilirim ya da devredebilirim, ama bir şeyi satamıyorsam zaten sahibi değilimdir” diyerek Rothbard’ın aksine bireyin sahip olduğu haklarını devretmesini sınırlandıran veya engelleyen hiçbir yasa yapılamayacağını iddia etmektedir.4 İnsanın kendisini bir köle olarak satması, yanlış, kanuna ya da liberteryenizme aykırı değil, sadece aptalcadır. Block bu tartışmayı hakkın devredilmezliği (inalienability) ve hakkın düşmesi (forfeiture) kavramları üzerinden yürütmektedir. Bir hak devredilemez ise, aynı zamanda hakkın düşmesi de söz konusu olamamakatadır, buradan hareket edilirse, mahkumiyet ve idam cezası ile hakkın düşmesi de hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.5 Bu mekanizmalarla haklar düşebiliyorsa, devredilebiliyor da olmalıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, Block, bu makalesinde Rothbard’ı eleştirirken kelimeleri çok dikkatli seçmekte, bu eleştirinin liberteryenizmi güçlendireceğine, o büyük yapıya zarar vermeyeceğini de özellikle vurgulamaktadır. Nozick de Locke’ta hakların devredilmezliği ve vazgeçilmezliği mutlakken, Nozick kişinin kendi üzerindeki egemenliğine getirdiği ahlaki sınırlamaları kabul etmemektedir. Nozick’e göre kişinin rızası, ahlaki sınırlamaları ortadan kaldırmaktadır.

3 Murray N. Rothbard, Özgürlüğün Etiği, Çev. Recep Tapramaz, Ankara, Liberte Yayınları, 2009, s.45.

4 Walter Block, “Toward A Libertarian Theory of Inalienability: A Critique of Rothbard, Barnett, Smith, Kinsella, Gordon, and Epstein” Journal of Libertarian Studies, Ludwig von Mises Institute C.17, S.2, Bahar 2003, s.44.

5 Walter Block, a.g.m., s.50.

142

“Benim paternalist olmayan pozisyonum, herhangi birinin, üçüncü bir tarafın bunu yapmaması veya buna izin vermemesine yönelik bir mecburiyete sahip olmadığı müddetçe, kendisine istediğini yapabileceği görüşündedir.”6

Ötenazi konusu, bu tartışmanın ortaya çıktığı en belirgin alanlardan biridir. Bazı libertere göre ötenazi bir haktır ve bu, kişinin kendi bedeni üzerinde sahip olduğunu iddia eden mülkiyet hakkının sadece bir sonucudur. Üstelik bu sahipliğin üzerinde Tanrı’ya bile ait olsa herhangi bir yetki bulunmamaktadır. Kişinin emeği ve bedeni üzerindeki hakkını kabul ettiğinizde, ötenaziye karşı olmak, bir libertere göre çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır.

“Diğer bütün hayvanlar koşulsuz olarak kendi hayatlarını koruma ve üreme dürtüsü ile hareket ederken, insan bu dürtüleri dahi dizginleyebilecek güce sahiptir. Hem cinsel dürtüleri, hem de hayatını devam ettirme arzularını kontrol edebilir. İçinde yaşadığı koşulların dayanılmaz olduğu durumlarda hayatını da feda edebilir. İnsan davası için ölmeye ve intihar etmeye muktedirdir. Yaşamak insan seçiminin, değer yargısının sonucudur.”7

Diğer taraftan, sıklıkla eleştirildiği gibi liberteryenlerin ateist oldukları anlamına gelmemektedir. Olsalar bile, bu konu tartışma dışıdır. Örneğin Nozick, Locke’un sınırlarını kaldırarak, kişinin “rıza”sı olduğu sürece, hayat hakkı dahil tüm haklarından vazgeçebileceğini ifade eder. Kişi pek tabii ki kolunu, bacağını ya da kafasını kesip atabilir ya da Uslu’nun verdiği örnek gibi iki kişi arasında rıza ile bir köle-efendi ilişkisi kurulabilir. Bunun herhangi bir iş sözleşmesinden bir farkı olmadığı gibi ahlaken gayri meşru bir durum da söz konusu değildir.8 Bunun tersini yani bireysel özgürlüğü ciddiye alan bir teorinin belli şartlar altında köleliğe müsaade edenlerin paradoksal bir durum oluşturduğunu iddia edenler de bulunmaktadır.9

6 Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2000, s.96.

7 Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, Çev. İsmail Aktar, Ankara, Liberte Yayınları, 2008, s.21-22.

8 Cennet Uslu, “Robert Nozick: Anarko Kapitalizme Karşı Minarkizm”, Liberal Düşünce Dergisi, S.47-48, 2007, s.146.

9 Colin Bird, “Refahçı Liberallerin Liberteryenizm Eleştirisi”, Çev. Atilla Yayla, Liberal Düşünce Dergisi, S.64, Güz 2011, s.133.

143 İnsanın, hayatı ve kendi bedeni üzerinde mülkiyet hakkının olduğu kabul edilse bile, bu hakların sınırları konusunda da liberteryenler arasında bir fikirbirliği oluşmamıştır. Benzer farklılıklar birey aklına yapılan vurguda da kendini göstermektedir.

Bireyin bir aklını olduğu ve aklını kullanabilme yetisine sahip olduğu fikri, düşünce tarihinde genel olarak Aydınlanma ile başlatılır. Aydınlanmanın aklı ile ilgili farklı ülkelerde farklı anlamları vardır. Örneğin Fransız ve Alman aydınlanması akla daha çok güvenirken, İskoç aydınlanması akla daha kuşkulu yaklaşmaktadır.

Liberteryenizm ise akıl konusunda hemen hemen tüm akımlardan daha keskin ve açık bir tavır sergilemektedir. Hatta akla karşı duyulacak en ufak bir şüphe, tüm felsefi temeli alt üst edecek niteliktedir.

Ayn Rand “İnsan vardır, aklı da vardır” ve insanın aklı varolduğu sürece ona aklı yokmuş gibi davranılamaz demekte ve tüm teorisini, bu basit gibi görünen, ancak özünde çok tartışma içeren ön kabul üzerine inşa etmektedir. Rasyonel ve akıl sahibi birey, Rand’da çok kuvvetli olarak vurgulanmıştır ve bu, onun felsefesinin çıkış noktalarından biridir. Rand’a göre;

“insan hayvanların yaptığı gibi sadece algıladığı şeylerin rehberliğinde hayatta kalamaz. İnsan bir düşünme işlemi olmaksızın en basit fiziksel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz… Bir düşünme işlemi ise sadece bireysel aklın gerçekleştirebileceği son derece karmaşık bir tanıma ve bütünleştirme işlemidir.”10

Öyle ise, akıl, insanın, hayatta kalmak ve gerçekliği anlamak için sahip olduğu en temel şeydir ve akla uygun davranmak, gerçeğe uygun davranmaktır ve bu, kişinin ahlaki sorumluluğudur.

10 Ayn Rand, Kapitalizm Bilinmeyen İdeal, Çev. Nejdet Kandemir, İstanbul, Plato Film Yayıncılık, 2004, s.13-14.

144 Aklını kullanmayan biri Rand için evrenin akışıyla sersemlemiş önemsiz bir şey olur.

Akıl, insanın duyularıyla sağlanan materyali alan, tanımlayan ve entegre eden melekedir. Akıl, insanın algılamalarını soyutluklar ve kavramlar yoluyla entegre ederek insanoğlunun bilgisini hayvanların da sahip olduğu algısal düzeyden, sadece kendisinin ulaşabileceği kavramsal düzeye çıkarır. Aklın bu işlemde kullandığı metod mantıktır. Mantık çelişkili olmayan tanımlama sanatıdır.11

Rand akılla ilgili felsefesini, doğal hak öğretisinin de önemli argümanlarından biri olan “hayatın devamı” anlayışıyla başlatmaktadır. Yalnızca insanın değil, tüm canlıların işlevleri Rand’a göre tek bir amacı gözetir: “Tek hücreli bir amibin beslenme fonksiyonundan bir insanın bedenindeki kan dolaşımına kadar yaşayan tüm organizmaların amacı hayatlarını devam ettirmektir.”12 Rand’a göre insanın ve hayvanın bilincinin gelişiminin ilk evresi duyumlar ve duyumlara dayalı algılardır.

Duyum ve algılara sahip bir insanın hayatta kalabilmek için bir evre daha ileri gitmesi gerekmektedir. Bu evre de kavrayıştır. Algı ve duyular kavrayışla birleştirmelidir. Kavrayış, aklı ve düşünmeyi gerekli kılar. Çünkü insan hayvanların yaptığı gibi sadece algı ve duyu düzeyinde kalarak hayatta kalamaz; hayvanlar için hayatta kalma fiziksel bir sonuç ise, insan için epistomolojik bir sonuçtur. Örneğin kuraklık felaketinde hayvanlar telef olabilir, ama insanlar su kanalları yapmaya çalışır. Doğayla yapılan mücadele akıl ve düşünme işlemi ile gerçekleşmektedir.13

11 Ayn Rand, İhtiyacımız Olan Felsefe, Çev. Nejdet Kandemir, İstanbul, Plato Yayıncılık, 2003, s.12-13, 102.

12 Ayn Rand, Bencilliğin Erdemi, Çev. Nejdet Kandemir, İstanbul, Plato Film Yayınları, 2006, s. 16.

13 Ayn Rand, Yeni Entelektüel İçin, Çev. Orhan Düz, Belkıs Dişbudak, İstanbul, Plato Film Yayınları, 2009, s.9-12.

145 İnsanların, bitki ve hayvanlardaki gibi otomatik savunma mekanizmaları olmadığından, Rand’a göre hayatta kalmalarının yegâne yolu akıldır, hisler insana kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğu otomatik olarak bildirmez. Aynı şekilde bilinç de otomatik olarak faaliyet göstermez, bu bilincin istemli olması gereklidir:

“İnsanoğluna akılcı bir canlı denmektedir, fakat akılcı olma bir tercih konusudur –ve insanın doğasının kendisine sunduğu alternatif, akılcı bir canlı olma veya intihar eden bir hayvan olma tercihidir.14

Eğer bazı insanlar düşünmeyi tercih etmezse, fakat eğitilmiş hayvanlar gibi başkalarından öğrendikleri ses ve hareketleri tekrarlayarak, asla kendi işlerini anlamak için bir çaba göstermeden hayatta kalırsa, onların hayatta kalması, onların tekrarladığı hareketleri düşünmeyi ve keşfetmeyi tercih edenler tarafından mümkün kılınmaktadır. Bu gibi parazitlerin hayatta kalması, tamamen tesadüflere bağlıdır; onların odaklanmamış beyinleri kimi taklit edeceklerini, kimin hareketlerini takip etmenin güvenli olacağını bilemez.”15

Rand akla ve düşünmeye merkezi bir rol verir ve “Düşünmenin değerli olabilmesi için gerçeklikle bağlantısı olması”16 gerektiğini ifade eder. Gerçeklik, “mevcudiyetin varolması”dır. Şeyler neyse odur, belirli bir tabiat kimliğine sahiptir. Rand’a göre varoluş, varoluştur. Varoluşun neden varolduğunu sorgulanmaz, bunun açıklanmaya ihtiyacı yoktur; bir öncüldür.

Bilinç ise, mevcut olandan haberdar olma yeteneğidir. Gerçeklik ve akıl biraraya geldiğinde Rand’ın taptığı üretkenlik kavramı karşımıza çıkar. Rand’ın ifadesiyle

“üretim, aklın hayatta kalma problemine uygulanmasıdır.”17 Kısaca, üretkenlik en temel erdem, aklın bir değeri ve bu anlamda varoluşun anlamıdır. Haklarla ilgili buradan çıkaracağımız sonuç “hayat hakkının bütün hakların kaynağı, mülkiyet

14 Ayn Rand, Bencilliğin Erdemi, Çev. Necdet Kandemir, İstanbul, Plato Film Yayınları, , 2006, s.27;

Ayn Rand, a.g.e., s.25.

15 Ayn Rand, a.g.e., s.28.

16 Leonard Peikoff, Objectivism: The Philosophy of Ayn Rand, New York, Dutton Books, 1991, s.110.

17 Ayn Rand, Kapitalizm Bilinmeyen İdeal, s.12.

146 hakkının ise bu hakları gerçekleştirmenin tek aracı olduğudur. İnsanoğlu hayatını kendi gayretiyle devam ettirebileceğinden, kendi emeğinin/gayretinin ürününe sahip olma hakkı bulunmayan insan kendi hayatını devam ettirmek için hiçbir yola sahip değildir.”18 Rand’da insanın hayatta kalmak için aklını kullanması ahlaki bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. Akla uygun davranış, ahlaka uygun davranıştır.

Rothbard da akıl konusunda, Rand’dan çok uzaklaşmamaktadır. Rothbard, ilkelerin çıkış noktası olarak rasyonalist doğal hukukunu tercih ettiği için, akılla ilgili yaklaşımı da bu felsefenin tüm izlerini taşımaktadır. Doğal hukuk anlayışında olduğu gibi, Rothbard’a göre doğru akıl insana, kendisi için uygun amaçlara erişmede gerekli olan araçlar kadar amaçları da dikte eder:

“İnsanın amaçlarına erişmek için doğuştan, içgüdüsel veya otomatik biçimde elde edilmiş bilgisi ya da amaca ulaşabileceği araçlar hakkında bilgisi yoktur;

öğrenmek için gözlem, çıkarım ve düşünce gücünü, kısaca aklını kullanmalıdır. Akıl insanın tek bilgi ve hayatını sürdürme aracıdır.

… İnsan aklı kendi hayatını sürdürmek ve daha ileri arzularını yerine getirmeya uygun biçimde maddeleri dönüştürmek ve yeniden şekillendirmek için öğrendiği bilgileri kullanır ve enerjisini buna yoğunlaştırır… Birey olarak insan, kendi bilincini gözlemleyerek özgürlüğünün, yani tercih özgürlüğünün ve eldeki bir konu üzerinde aklın kullanma ya da kullanmama özgürlüğünün yaradılıştan gelen tabii bir gerçek olduğunu da keşfedecektir.”19

Rothbard İnsan, İktisat ve Devlet adlı kitabına, Mises’in praksiyolojisinin de etkisinin açıkça görüleceği şekilde, insan davranışının analiziyle başlar ve insan hareketini en basit şekliyle bilinçli bir davranış olarak tanımlar, bir insanın hareketinin amacını, onu gayesi olarak ifade eder ve bu gayeye ulaşma isteğinin, davranışı başlatanın insan güdüsü olduğunu söyler.

18 Ayn Rand, “İnsanın Hakları”, Çev. Atilla Yayla, içinde Atilla Yayla (der), Sosyal ve Siyasal Teori, 2. Baskı, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1999, s.319.

19 Murray N. Rothbard, Özgürlüğün Etiği, Çev. Recep Tapramaz, Ankara, Liberte Yayınları, 2009, s.32-33.

147 Rothbard’a göre, davranışta bulunmayan, bilinçli olarak davranmayan şeyler, artık insan olarak sınıflandırılamazlar. Davranış bireysel aktörler tarafından gerçekleşir, çünkü sadece bireyler amaçlara sahiptir ve onlara ulaşmak için davranışta bulunabilirler. İnsanın amaçlarına ulaşmak için kullanacağı araçlar kıt olduğundan araçları arasında değerlendirme ve mutluluk, fayda gibi kriterlere göre seçim yapar.

Nozick’in birey anlayışı ise Kant’çı çizgidedir. Hümanite İlkesi denen bu Kant’çı yaklaşıma göre, ister kendi kişiliği olsun isterse başkası, bütün insanlığa hiçbir zaman basit araçlarmış gibi değil, fakat her zaman nihai amaçlarmış gibi davranılması gerekmektedir. Bireyler kendileri istemeden başka amaçlara ulaşmak için kullanılmamalı ya da başka amaçlar uğruna feda edilmemelidir. Bu ilkenin arkasında Kymlicka’ya göre güçlü bir haklar kuramı vardır. Çünkü haklar bizim

“birbirimizden ayrı varlıklar” olduğumuzu garanti altına almaktadır.20

Her biri ayrı isteklere sahip olan bireylerin başkalarının yararına yapabileceği fedakarlıkların sınırı Nozick’e göre haklar kuramıdır. Bireyler bazen daha büyük bir menfaat elde etmek için bazı fedakarlıklarda bulunmayı tercih edebilir, ama kendi iyiliği için fedakarlık yapmaya hazır bir sosyal bütünden söz etmek imkânsızdır.

Çünkü sadece kendi özel yaşamları olan farklı bireyler vardır ve bu bireyleri başka insanların menfaati için fedakarlık yapmaya zorlamak onun yaşamanı ciddiye almamaktır. Bireylere araçlar ya da kaynaklar olarak değil, bireysel haklara ve bunun yarattığı onura sahip kişiler olarak davranılmalıdır.21

20 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s.150.

21 Will Kymlicka, a.g.e., s.151; Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, s.66-7.

148 Nozick’e göre birey kendi kendinin sahibi olmalıdır. Kymlicka, Nozick’in “Kendi kendinin sahibi olma”yı insanlara, Kant’a ait bir terminoloji olan “kendisinde amaçlar” olarak davranma ilkesinin bir yorumu olarak sunduğunu belirtmektedir.

Bireyin kendisine yani bedenine, yeteneklerine, kapasitesine, emeğine, yeteneklerinin ve emeğinin sonucu olan ürünlerine sahip olma hakkının olması anlamına gelmektedir.22

Nozick kitabına “bireylerin hakları vardır” diye başlasa da, bu hakları temellendirilmediği ve teorisini eksik bıraktığı yönünde çok sayıda eleştiri almıştır.23 Rowley de Nozick’in pazarlık oyununun başlangıç temeli olarak belirlenen mülkiyet hakları konusunda şaşırtıcı bir şekilde suskun kaldığını, onun doğal haklar çözümlemesinin dayanak noktasının, Locke’un dinsel temellendirmesinden de mahrum olduğundan, çok az az destek bulan bir iddiaya dayandığını yazmaktadır.24

Benzer bir eleştiri “Temelsiz Liberalizm” makalesi ile Nagel’den ve Rothbard’dan da gelmektedir.25 Her ikisi de Nozick’in dayandığı ilkeleri sağlam temellere oturtmadığını ve sadece Kantçı bir sezgici olup, bir hak teorisi sunmadığını dile getirmektedirler. Diğer taraftan Nozicik, hakları bir başlangıç ilkesi olarak belirlemiş, hakların temeline inme gereksinimi duymamış ve gelecek eleştirileri baştan kabullenmiştir.

22 Edward Feser, “Robert Nozick, The Internet Encyclopedia of Philosophy”, s.4.

www.iep.utm.edu/n/nozick.htm (15.11.2005)

23 Cennet Uslu, Doğal Haklar ve Doğal Hukuk, Ankara, Liberte Yayınları, 2009, s.307; Murray N.

Rothbard, “Özgürlük Ahlakı”, Çev. Mustafa Erdoğan, Liberal Düşünce Dergisi, S.33, Kış 2004, s.71.

24 Charles Rowley, Özgürlük ve Devlet, (Çev. İbrahim Dalmış), Ankara, Liberte Yayınları, 2002, s.63-63.

25 Cennet Uslu, Doğal Haklar ve Doğal Hukuk, s.315.

149