• Sonuç bulunamadı

B. Hume – Hayek Geleneği

6. BİR DOĞA (DOĞAL HUKUK) HARİKASI: Liberteryenizm

Liberteyenizmin neyi kapsadığı, öncülleri ve beslendiği akımlardan nasıl farklılaştığını ortaya koyabilmek için öncelikle onun felsefi ve tarihsel gelişimine bakılmalıdır. Liberteryenizmin felsefi kaynakları ve tarihsel gelişimi, liberalizm ile hemen hemen örtüşmektedir. Bunun anlamı, her ne kadar liberteryenizm kavram olarak yeni ve yirminci yüzyıl liberalizminin bir parçası olsa da, felsefi kaynakları klasik liberalizme dayandığıdır. Örneğin Locke’un doğal hakları bilinmeden Rothbard’ın özgürlük anlayışı anlaşılmamakta, Smith’in “görünmez el”i bilinmeden, Nozick’in piyasa süreçlerinden devlete nasıl ulaştığı anlaşılamamaktadır. Diğer taraftan liberal teorinin felsefi ve tarihsel kökenlerine gidecek her referans çalışmanın hacminin genişlemesine yol açacağından, tartışma alanları üzerinden bu temellere başvurmak yerinde olacaktır. Liberteryenizmin yeknesak bir düşünce olmaması, onun temellerini ayrıştırma sorununu ortaya çıkarmaktadır. Liberteryen düşünürlerin birbirlerini doğrulayan tek bir grup olarak düşünülmesi yanlış olsa da bunlar bazı asgari müştereklerde buluşmaktadırlar.

Liberteryenizm, doğal hukuk geleneğinin önemli temsilcilerinden Locke’u referans almaktadır. Locke’a göre doğal durumda insanlar özgür ve barışçıl bir ortamda yaşarlar. Erdoğan’ın vurguladığı gibi doğa hali, ne ahlaki bir boşluk ne de ahlaki bir kaostur. Doğa halinde bireyler hem hayat, hürriyet ve mülkiyet gibi doğal haklara hem de bunları bizzat yürütme hakkına sahiptir. Siyasi otoriteye devredilen de sadece yürütme hakkıdır, devletli toplumda insanlar doğal haklarını kaybetmezler.129

129 Mustafa Erdoğan, İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku, s.32.

69 Liberteryenler, özellikle Nozick ve Rand, Locke’tan fazlasıyla etkilenmiş, Locke’u daha rasyonalist bir yaklaşımla yorumlamışlardır. Bu yorum ise, çalışmamızın üçüncü bölümünde göreceğimiz gibi, klasik liberaller ile liberteryenler arasında ciddi bir farklılaşma ve tartışmaya yol açmıştır.

Rothbard subjektif doğa hukukunun ilkelerini benimsemiştir. Ona göre farklı niteliklere sahip sonsuz sayıda gözlemlenebilen şeyler veya varlıklar bulunmaktadır.

Bunların her birinin gözlenebilen davranışları kendi tabiatının kanunudur. Rothbard, eğer elmalar, taşlar ve güller, kendi özgün tabiatlarına sahipse, hiçbir tabiata sahip olmayan tek varlık, tek yaratık insan mı olmalıdır diye sormakta ve insan tabiatına yapılan reddiyeciliği keyfi ve apriori bulmaktadır. Rothbard’a göre, her varlığın olduğu gibi insanların da bir doğası vardır. Doğal hukuk insana yol gösterir, ne yapması gerektiğini bildirir, insan için iyinin ne olduğunu anlatır. İnsanın aklı somuttur ve insan, dünya hakkındaki doğruları ortaya çıkarmak için aklını kullanır.

Diğer taraftan, bir insanın aklının olması, hiç hata yapılmayacağı ya da hatanın imkansız olduğu anlamına gelmemektedir. İnsanın her şeyi bilememesi ve hata yapması da insan tabiatı kanununun içindedir. Tabiat kanunu, yaşayan her şey için

“iyiliğin” yani her bir varlık için nelerin en iyi olduğunun hükmünü verir; dolayısıyla

“iyilik”, varlığın tabiatına bağlıdır. İnsan için tabiat kanunu etiği, iyilik ve kötülüğün insan tabiatı için en iyi olanın yapılması ya da karşı çıkılması yoluyla belirlenebileceğini ifade eder.130

Liberteryenizmin, aslında, klasik liberalizmin ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak düşüşe geçtiği, muhafazakarlaştığı iddiasına ve güçlenen sol liberalizme karşı bir

130 Murray N. Rothbard, Özgürlüğün Etiği, Çev. Recep Tapramaz, Ankara, Liberte Yayınları, 2009, s.9-16.

70 tepki olarak doğduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple Rand, Rothbard ve Hoppe gibi liberteryenler, klasik liberalizmin yeniden yorumlanması gerektiğini savunmakta ve bir anlamda liberalizmin bir rönesansa ihtiyacı olduğuna vurgu yapmaktadırlar.

Rönesans fikri, iki baskın ve etkili akıma karşı bir ihtiyaç olarak doğmuştur:

sonuçsalcı liberalizm ve eşitlikçi liberalizm. Liberteryenler için, sonuçsalcı liberalizmde birey, eşitlikçi liberalizmde ise mülkiyet tehlike altındadır ve birisinin kendisine liberal diyebilmesi için, hem bireyci hem de yılmaz bir mülkiyet savunucusu olması gerekmektedir.

Liberteryenlerle diğer sağ kuramlar arasındaki farkı Kymlicka, Brittan ve Carey’den alıntılayarak çok güzel bir şekilde özetlemiştir:

“Her ikisi de Thatcher ve Reagan’ın başını çektiği serbest piyasa politikalarını savunan hareketin içinde yer alsalar ve zaman zaman ‘yeni sağ’

yaftası altında toplansalar da liberterleri ‘yeni muhafazakarlardan’ ayırmak önemlidir. Göreceğimiz gibi liberterlik piyasa bağlılığın daha geniş kapsamlı kişisel özgürlük kavramına; bireyin güçlerini ve sahip olduklarını uygun gördüğü biçimde kullanma hakkına başvurarak savunur. Bu yüzden liberterler, eşcinsellik, boşanma, uyuşturucu, kürtaj vs. ile ilgili yasaların serbestleştirilmesini desteklerler ve bunu piyasa bağlılıklarının bir uzantısı olarak görürler. Öte yandan ‘yeni muhafazakarlara’ göre ise ‘temelde geleneksel değerlerin yenilenmesi, vatanseverlik ve aile duygularının güçlendirilmesi, güçlü bir milliyetçi ve komünizm karşıtı dış politika izlenmesi ve otoriteye saygının güçlendirilmesi ile ilgilidir’; bunların hepsi de ‘onaylanmayan yaşama biçimlerinin’ sınırlandırılmasını gerektirebilir (Brittan, 1998: 213).

Yeni muhafazakar, piyasa güçlerini “sağladıkları özgürlüklerden çok, dayattıkları kısıtlamalar için” destekler. Refah devletini, hoşgörü ahlakını ve

‘yetersiz’ askeri harcamayı ya da savaşa hazırlıklı olmayı, Batı’yı tükettiğini düşündüğü kendine aşırı düşkünlüğün örnekleri olarak görür. Bu yüzden liberter bakış açısına göre, yeni muhafazakarlar ‘Yeni Spartalılar’dır ve Reagan’la Thatcher’ın benimsediği şovenist dış politika ve ahlakçı toplumsal politika, onların kişisel özgürlüğe verdiği önemin karşısında yer alır (Brittan, 1998: 240-2; karşılaştırın Carey, 1984).”131

Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü’nde liberteryenizmin, ABD’de Fraknlin Delano Roosevelt’in başkanlığından sonra (1933-1945) kullanıma girdiğini, Roosevelt’i

131 Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.143.

71 destekleyenlerin siyasi ve ekonomik müdahaleleri tanımlamak için eski “liberalizm”

terimini kullandıklarını, bu politikaları benimsemeyen, ama muhafazakarlığa da karşı olanların, kendilerini “liberteryen/özgürlükçü” olarak adlandırmaya başladıklarını yazmaktadır.132 Bu, aynı zamanda oldukça isabetli bir ayırıma işaret etmektedir.

Hem liberteryenizm hem de sonuçsalcı liberalizm kendilerini klasik liberalizmin yirminci yüzyıldaki temsilcileri olarak görmektedir. Öyledirler de. Her iki akımın da kökleri klasik liberalizmdedir ve hareket noktaları, klasik liberalizm tarafından geliştirilen kavramlardır. Ancak elbette ki, klasik liebralizm nasıl yeknesak bir fikir değilse, bunun yirminci yüzyıldaki temsilcileri de benzer ama daha keskin bir farklılaşmayı yansıtmaktadır.

Yirminci yüzyılda ortaya çıkan refah devleti politikalarına ve merkezi planlamaya karşı, Hayek, bir yandan klasik liberal tezlerin yeniden canlanışına katkıda bulunurken, bir yandan da özellikle “piyasa ekonomisinin (görünmez) elinin uzanmadığı yerlerde” devlete yüklediği yeni görevlerle devletin ekonomik teorisini yapmış ve liberteryenlere göre liberal teoriden bir sapma olarak nitelendirilen tezler ortaya koymuştur.

Hayek çizgisiyle yaklaşık eş zamanlı olarak ortaya çıkan liberteryenizm ise özgürlüğün ve mülkiyetin felsefesi ve ahlakı üzerinden yola çıkan bir düşünce sistematiği olarak kendini göstermiştir. Piyasanın yapamadığını iddia ettiği bazı konularda devlete rol biçen Hayek, devletin bırakın ekonominin içinde olmasını, onun bizzat varolmasını bile bir hak ihlali olarak gören Rothbard’dan oldukça uzakta bir noktada konumlanmıştır. Piyasa ekonomisinin kendiliğindenliği, Hayek’te yeni

132 William, Outhwaite (Ed), Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, Çev. Melih Akdemir, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s.462.

72 bir anlam kazanmış ve “kendiliğinden düzen” olarak tanımladığı “cosmos” kavramı ile “bir kısım insanların bilinçli bir biçimde bir araya gelerek yaptıkları anlaşmayı değil, insan ilişkilerinden doğan kendiliğinden ve tesadüfi bir süreci”133 ifade etmiştir. Aynı piyasa Rothbard’da, “devletin yapıp da piyasanın yapamayacağı bir şey yoktur” argümanından yola çıkılarak anarko-kapitalist bir düzen olarak yorumlanmıştır. Her ne kadar liberteryenizm içindeki kanatlardan biri devletin varlığını kabul etse de, bu çok şartlı bir destektir ve devlet, en ufak bir ihlalde, meşruiyetini kaybedecek kaygan bir zeminde kabul edilmektedir. Anarko-kapitalist kanat ise, hiçbir şekilde devletle uzlaşmamakta ve onun varlığını her daim bir tehdit olarak algılamaktadır.

Liberteryenizm, akla duyulan sonsuz güvenle şekillenmesi de sonuçsalcı liberallerle çatışmalarına sebep olmuştur. Hayek, akla temkinli yaklaşıp aklın yanına geleneği yerleştirken, Rand aklını kullanmayan ya da düşünme zahmetine katlanmayan insanların, düşünen insanların ürettikleri üzerinden hayatta kalan “parazitler”134 olduğunu iddia etmiştir.

Liberteryenizm yekneksak bir fikir hareketi değildir; içinde farklı yaklaşımları barındırmaktadır. Bu durumun, liberteryenizmi temelsiz yaptığı iddia edilmektedir.

Block, Schwartz’ın liberteryenizmin Nazileri bile içine alan bir cephe olduğu eleştirisine cevaben “Çok sayıdayızdır ve çok çeşitliyizdir. Sadece tek bir ortak noktamız vardır: saldırmazlık ve özel mülkiyet aksiyomları” diyerek liberteryenizmin çeşitliliğini kabul etmekle birlikte, bunların birbirinden tamamen

133 Bekir B. Özipek, “Özgürlüğü Kölelik Yoluyla Anlamak”, Liberal Düşünce Dergisi, S. 2, 1996, s.123.

134 Rand’a göre iki tip insanlar vardır. Düşünen ve üreten insan ile, düşünen insanların ürettiklerini yiyen parazitler, Ayn Rand, Bencilliğin Erdemi, s.29.

73 ayrı şeyler olduğu fikrine karşı çıkmakta ve sadece bu iki ilkede bir ortaklık olduğunu ve bu ikisinin liberteryenizme yeterli temeli sağladığını savunmaktadır.135

Long ve Machan iki liberteryen gelenekten bahsetmektedir. Bunlardan ilki ilhamını J. Locke, A. Smith, F. Bastiat ve Amerikan kurucuları gibi klasik liberallerden alan ve yirminci yüzyılda Mises, Paterson, Rand ve Nozick tarafından temsil edilen ve katı bir şekilde sınırlandırılmış, bireyin negatif haklarını koruyan bir devleti savunan gelenektir. Bu gelenek, minarşizm olarak bilinmektedir. İkinci gelenek ise 1849’da Belçikalı iktisatçı Gustave de Molinari ile başlatılan ve 1888’lerde Amerikalı gazeteci Benjamin Tucker ve kendisi tarafından çıkarılan Liberty dergisinde yazan yazarlar tarafından geliştirilen ve sonraki dönemlerde Murray Rothbard, Morriz ve Linda Tannehill, David Friedman, Bruce Benson, Randy Barnett ve Hans Hermann Hoppe tarafından temsil edilen devletin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunan liberteryen gelenektir. Ancak Machan’a göre bu iki kamp birbirinin karşıtı olmayıp, sadece farklı konuları vurgulamaktadır. 136

Liberteryenizmin, klasik liberalizmden daha keskin ve radikal duruşunun arkasında temel olarak, liberallerin “muhafazakarlaşmasına” ve “sosyalistleşmesine”

duydukları tepki vardır. Bu, genel olarak tüm liberteryenlerde bulunan ortak bir tepkidir ve aynı zamanda liberteryenizmin ortaya çıkmasını ve gelişmesini tetikleyen bir unsurdur. Hans Herman Hoppe klasik liberalizmin bir asırdan daha uzun bir süredir sosyal demokrasi yüzünden düşüşte olduğunu iddia etmektedir. Hoppe sosyal demokrasi kavramına bir parantez açmakta ve bu parantezin içine eşitlikçi liberalleri

135 Walter Block, “Libertarianism vs. Objectivism; A Response to Peter Schwartz”, s.40.

http://www.reasonpapers.com/pdf/26/rp_26_4.pdf, (05.08.2010)

136 Tibor R. Machan, “Reconciling Anarchism and Minarcisim”, içinde Roderick T. Long & Tibor R.

Machan, Anarchism/Minarchism: Is Government Part of a Free Country, Hampshire, Ashgate Publishing, 1988.

74 ve neo-muhafazakarları eklemektedir.137 Elbette ki Hoppe’nin bu parantezinin bir anlamı vardır. Hoppe, mülkiyet hakkını merkeze alarak bir değerlendirme yapmakta ve her ikisinde de aynı sorunla karşılaşmakta ve her ikisinde de sosyalist ekonominin izlerini bulmaktadır.

David Boaz ondokuzuncu yüzyılın sonunda itibaren liberalizm anlayışında değişme yaşandığını, liberallerin laissez faire felsefesi yerine hükümetin piyasaya müdahalesini savunmaya başladıklarını, bu sebeple bireysel hakları, serbest piyasayı ve sınırlı devleti savunanların kendilerine klasik liberal dediklerini, Hayek ve Friedman’ın kendilerine liberal demeye devam ettiklerini yazmaktadır.138

Rothbard ise “Sol ve Sağ: Özgürlüğün İmkanları”139 başlıklı makalesinde onsekizinci yüzyılda gerçekleşen liberal devrimden sonra ondokuzuncu yüzyılda liberalizmin neden irtifa kaybettiğini sorgulamakta ve bunun sebebini içsel çürümede yani

“giderek radikal şevklerini, dolayısıyla da liberal hedeflerini terk edip, hiçbir ilham vermeyen o bozuk statükonun savunmasıyla yetinmeye yönelmelerinde”

görmektedir. Rothbard içsel çürümede, iki önemli nedene işaret etmektedir.

Bunlardan ilki “faydacılık uğruna doğal haklar ve ‘üstün hukuk’ teorisinin terk edilmesidir. Çünkü sadece doğal haklar veya üst hukuk kuramı mevcut sistemin dışından statükoya meydan okuyacak radikal bir temel sağlayabilmektedir. İkincisi

137 Hans Hermann Hoppe, “The Future of Liberalism: A Plea For A New Radicalism”, Polis, C.3, S.1, 1998, s.1.

http://www.hanshoppe.com/wp-content/uploads/publications/hoppe-plea.pdf (07.08.2010)

138 David Boaz (Ed), The Libertarian Reader: Classic and Contemporary Writings From Lao-Tzu to Milton Friedman, New York, The Free Press, 1998, s.XIII.

139 Murray N. Rothbard, Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan, s.18.

75 ise “liberalizmi toplumda radikal bir güç olmaktan çıkararak son darbeyi vuran evrimcilik ya da Sosyal Darwinizm”dir.140

Taner, 1950’lerin Amerikası’nda toplumsal bir histeriye dönüşen komünizm korkusunu ciddiye almayan Rothbard’a göre, dünyanın yüz yüze geldiği en büyük tehlikenin komünizm değil, “devletçilik” olduğunu belirtmektedir.141 Rothbard gerek liberalizmin gerekse sosyalizmin muhafazakarlaştığını vurgular ve özgürlüğün zıt kutbunun sosyalizm değil, muhafazakarlık olduğunu ifade eder. Bu anlamda sosyalistler, sanayiye dayalı sistem, özgürlük, akıl, mobilite, ilerleme ve geniş yığınlar için daha yüksek hayat standartları gibi liberal amaçları, devletçilik, merkezi planlama, toplumculuk vb. muhafazakar araçlarla gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Sosyalistler de, bazı liberaller gibi iç çelişkinin tuzağına düşmüşler ve rahat muhafazakarlar haline dönüşmüşlerdir.142

Diğer taraftan muhafazakarlar da kendilerine yeni bir şekil vermiş, modern endüstriyel sistemle başa çıkmak için yeniden gruplanmışlar, doğrudan veya dolaylı yollarla yenilenen bir merkantalizm, torpilli kapitalistlere ve yarı feodal toprak ağalarına dayalı, devlet tekeli imtiyazının damgasını vurduğu bir devletçilik rejimi ister hale gelmişlerdir. Sosyalistler ve yarı sosyalistler ise, devlet ile karma ekonomiden oluşan temel bir karışımı kabul ederek muhafazakarlarla aynı safa geçmişlerdir.143

140 Murray N. Rothbard, Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan, s.18.

141 Ahmet Taner, Murray N. Rothbard: Liberal Gelenekte ve Siyaset Felsefesindeki Yeri, Ankara, Liberte Yayınları, 2010, s.77.

142 Murray N. Rothbard, Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan, s.18.

143 Murray N. Rothbard, a.g.e., s.18-23

76 Bu anlamda liberteryenlerin en büyük savaşı, ne Marksistlerle ne de sosyalistlerledir.

Hoppe bu savaşın taraflarını şu şekilde ifade eder: “Eski sosyalistleri artık eleştirmeye gerek yok. Teorik anlamda şu an ölüler zaten… Düelloda karşınızda ya sosyal demokratlar ya da sosyal liberaller var artık.”144

Buradaki eleştiri oku, aslında, doğrudan Hayek çizgisindeki liberalizme, yani anti-rasyonalist evrimci liberalizm geleneğine gitmektedir. Hoppe’ye göre “Hayek refah devleti ile birçok noktada ortalık kurmuş ve hükümetin ekonomiye müdahalesi için açık çek vermiştir, bu anlamda Hayek’in, İsveç sosyal demokrasi anlayışı ile bir farkı kalmamıştır.”145 Charles Rowley’e göre ise sosyalist yüzyıl kapanırken, uzaklaşan komünist totaliterlik tehdidinin yerini daha ince, daha yumuşak, ancak hâlâ totaliter olan sosyal demokrasi tehdidi almaktadır.146 Öyle ise liberteryenizm karşısında iki güçlü düşünce yer almaktadır. Bunlardan biri Hayek tarzı liberalizm, diğeri de sosyal demokrasi olarak da adlandırılabilecek eşitlikçi liberalizmdir.

Liberalizmin bu türleri arasında liberteryenizme özel bir alan ayırmada bazı unsurlar öne çıkmaktadır. Bu unsurlardan ilki Locke tarafından ilk olarak dile getirilmiş olsa da, liberteryenler ve özellikle Rothbard tarafından sistematize edilen öz-sahiplik ve mülkiyet, yine negatif özgürlük anlayışından esinlenen ama liberteryenler tarafından geliştirilen saldırmazlık ilkesi ve laissez faire kapitalizmi ki, bu kavram da yeni değildir, ancak liberteryenler tarafından daha katı bir yoruma tabi tutulmuştur ve son olarak elbette ki anarko-kapitalizmdir.

144 Hans Hermann Hoppe, “Hans Hermann Hoppe ile Mülakat”, Liberal Düşünce, S.41-42, 2006, s.119.

145 Hans Hermann Hoppe, a.g.m., s.117-121.

146 Charles Rowley, Özgürlük ve Devlet, s.1.

77