• Sonuç bulunamadı

Haber kelimesi, sözlüklerde genel olarak “

ﺄﺒﻧ

” ve “

ﻢﻠﻋ

” kelimeleriyle karşılanmaktadır.1 Dolayısıyla bu iki kavramın incelenmesi ile haber kelimesinin daha iyi anlaşılacağı umulmaktadır.

Nebe’ kelimesi sözlüklerde mastar olarak kullanıldığında “haber” kelimesiyle karşılanmakta ise de sülasi III. babdan geldiği şekliyle “bir şeyin zuhur etmesi ve aniden yükselmesi, ortaya çıkması”2 anlamlarına gelmektedir. Bir kişinin, kovuklarda yaşayan canlıların inlerinden aniden çıkıp göründüğü gibi ortaya çıkması durumunu ifade etmek için “

مﻮﻘﻟا ﻰﻠﻋ ﻞﺟﺮﻟا ﺎﺒﻧ

” denilir; yine “nebe’ kelimesi, cümle içindeki kullanımına göre “bir kişinin bir yerden çıkıp başka bir yere gitmesi”

anlamında da kullanılmaktadır.3 Dolayısıyla Nebe’ kavramında iki özellik ortaya çıkmaktadır:

Bir kişinin ya da bir şeyin aniden ortaya çıkması ve birdenbire görünmesi durumu

Bir şeyin ya da bir kişinin bir yerden çıkıp başka bir yere intikal etmesi, ulaşması.

Bu iki özellikten özellikle ikincisinin haber kavramı için kullanılması dikkate değerdir. Çünkü neticede bir rivâyet türü olan haber de bir kişiden çıkıp başka bir kişiye ulaşmakta, o kişiye intikal etmekte; mevcut yerini terk edip başka bir yere yerleşmektedir.

Ancak “nebe’” ile “haber” kelimeleri arasında fark vardır. Şöyle ki, nebe’

“kendisiyle bilgi ya da kuvvetli bir kanaatin (zann-ı gâlib) oluştuğu ve önemli bir

1 Bkz: Zâvî, et-Tâhir Ahmed, Tertîbu’l-Kâmûsu’l-Muhît ‘alâ Tarikati’l-Misbâhu’l-Münîr ve Esâsu’l-Belâğa, I-IV, c.II, 2. baskı, Îsâ el-Bâbî el-Halebî ve Şurekâhu, y.y., ts., s.6; Đbn Sîde, Ali b.

Đsmâîl, el-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-A’zam fi’l-Luga, I-XII, thk: Đbrâhim el-Ebyârî, c. V, 1. baskı, Câmi’atu Düveli’l-‘Arabiy.y.e el-Munazzamatü’l-‘Arabiy.y.e li’t-Terbiye ve’s-Sekâfe ve’l-‘Ulûm Ma’hadü’l-Mahtûtati’l-‘Arabiy.y.e, Kahire, 1971, s. 110; Zebîdî, es-Sey.y.id Muhammed Murtazâ el-Huseynî, Tâcu’l-Arûs min Cevheri’l-Kâmûs, I-XXV, thk: Abdülkerim el-‘Đzbâvî, Dâru Đhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, 1972, s. 125

2 Kermî, Hasan Sa’îd, el-Hâdî ilâ Lugati’l-‘Arab, I-IV, c. IV, 1. baskı, Dâru Lübnân li’t-Tıbâ’ati ve’n-Neşr, Beyrût, 1992, s. 243

3 Kermî, a.g.e., c. IV, s. 243

bilgi veren haberdir. Dolayısıyla bu üç özelliği taşımayan habere kesinlikle nebe’

denmez.”4 Đsfehânî’ye göre gerçekten bir habere nebe’ denilebilmesi için, mütevatir gibi, Allah’ın ve Resûlü’nün verdikleri haber gibi yalandan uzak olmalıdır.5 Bir diğer fark da “gelecekle ilgisi olan işler hakkındaki habere ‘nebe’ denirken, geçmişle ilgili olan habere ‘haber’ ifadesinin kullanılmasıdır. Yani, haberin geçmişle bağlantısı varken, nebe’in gelecekle bağlantısı vardır.”6

Haber kelimesi, “haber vasıtasıyla bilinen şeylere dair hasıl olan bilgi”7 şeklinde de tanımlanmaktadır. Burada dikkat çeken hususlardan biri de “haber”

kelimesinin “ilim” kelimesiyle olan ilişkisidir. Çünkü haber vasıtasıyla karşı tarafta belli ölçüde bir bilgi oluşmaktadır ki bu bağlamda “Đlm” kelimesi, mastar olarak ele alındığında “bir şeyin sadece sûretine değil aynı zamanda o şeyin hakikatine, özüne vakıf olmak; o şeyin hakikatini idrak etmek, kavramak”8 anlamına gelmektedir.

Đlim, marifetin en üst mertebesidir.9

Lügat ve ıstılah bilginlerine göre haber kelimesi, hem örf hem de lügat olarak

“başkasından aktarılan şey” anlamına gelmektedir. Arapça bilginleri bu tanıma,

“özünde, bizatihi doğruluk ve yalan ihtimâli vardır” ilavesinde bulunmuşlardır.10

ﻦﻣ ﻦﻳا

ilişkisidir. Bu anlamda “haber”in türevlerinden olan “

ةﺮﺒﳋا

” kelimesi, “bir şeyin, işin iç yüzünü bilmek (marifet)”12 anlamına gelmektedir. Aynı şekilde, Nebî (a.s.)’ın, Huzâ’a kabilesinden bir gözcüyü Mekkeliler hakkında ortada dolaşan söylentilerin (haberlerin) mevcudiyetinin hakikatle örtüşüp örtüşmediğini araştırıp öğrenmesi amacıyla gönderdiğinden bahsedilen Hudeybiye savaşıyla ilgili bir hadiste, “haber”in

4 Đsfehânî, el-Huseyn b. Muhammed er-Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, I-II, c. I, Mektebetu Nezâr Mustafa el-Bân, y.y., t.s, s. 622; bkz: Zebîdî, a.g.e., c. I, thk: Abdussettâr Ahmed Ferâc, Kahire, 1965, s. 443 Mücmelu’l-Luğa, I-IV, thk:, Züheyr Abdülmuhsin Sultan, c. II, 1. baskı, Müessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1984, s. 310; Halebî, Ahmed b. Yûsuf, ‘Umdetu’l-Huffâz fî Tefsîr-i Eşrefi’l-Elfâz, I-IV, thk: Muhammed Altuncu, c. I, 1. baskı, ‘Alemu’l-Kutub, Beyrût, 1993, s. 560

12 Đsfehânî, a.g.e., c. I, s. 188

türevlerinden olan “

ﺮﺒﺨﺗ ﱡ

” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir.13 Bu durumu destekleyen bir unsur da el-Mücâdele suresinin 13. âyetinde geçen “

ﺎﲟ ﺮﻴﺒﺧ ﷲاو نﻮﻠﻤﻌﺗ

14 ifadedir. Zira bu ifadeye dair yapılan yorumlardan biri “yani Allah, sizin yaptıklarınızın haberlerine dair bilgi sahibidir” şeklinde iken bir diğer yoruma göre

“sizin yaptığınız işlerin üç yüzlerini bilmektedir” denilmektedir15. B. Terim Anlamı

Alimler, haber kelimesinin tanımlanabilir olması noktasında farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Kimileri, tanımlanmasının zorluğu nedeniyle tanımlanamayacağını ileri sürerken kimileri de tanımlanabileceğini savunmuştur. Tanımlanabilir olduğunu savunanlar da farklı tanımlar ortaya koymuşlardır.16

Her bilim dalının kendi metodolojileri ve usulleri gereği haber kelimesini farklı şekilde tanımladıkları görülmektedir. Mevcut çalışma gereği özellikle usulcülerin haber ve haber-i vahid tanımları üzerinde bu kısımda durulmuştur.

“Haber” kelimesi için farklı tanımlar ileri sürülmüştür. Buna göre dilciler haber kelimesini “nebe” şeklinde tanımlamışlardır. Şevkânî ise “haber” kelimesinin iştikâkıyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Haber gelimesi, “

رﺎﺒﺧ

” kelimesinden müştaktır. Habâr ise; yumuşak toprak demektir. Buna göre haber kelimesi de, toynak ve benzeri şeyler vurduğunda yerden tozun kalkması gibi, haberde de belli bir fayda ortaya çıkar.”17

Genel olarak usulcülerin, haber kelimesini pek çok farklı şekilde tanımladıkları görülmektedir. Örneğin Mutezile’ye göre haber, “yalan ve doğruluğun dahil olduğu kelam”dır.18Ebû’l-Huseyn el-Basrî’ye göre haber, “menfî veya müspet olarak bizatihi bir şeyin başka bir şeye izâfe edilmesini ifade eden

13 Bkz: Đbn Manzûr, Cemâluddin, Ebû’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem b. Ali b. Ahmed b. Ebî’l-Kâsım b.

Habaka, Lisânu’l-‘Arab, I-VI, thk: Abdullah Ali el-Kebîr-Muhammed Ahmed Hasebullah-Hâşim Muhammed eş-Şâzelî, c. II, Dâru’l-Ma’ârif, Kahire, ts., s. 1090

14 Âl-i Đmrân, 153; Tevbe, 16 15 Đsfehânî, a.g.e., c. I, s. 188

16 Bkz. Şenkîtî, Ahmed b. Mahmûd Albülvehhâb, Haberu’l-Vâhid ve Hucciyetuhu, el-Câmi’atu’-Đslâmiyyetu bi’l-Medîneti’l-Münevvereti’s-Su’ûdiyyeti, 1. baskı, 1422/2002, s. 18

17 Şevkânî, Muhammed b. Ali, Đrşâdu’l-Fuhûl min ‘Đlmi’l-Usûl, Dâru’l-Fikr, Beyrut, ts., s. 42

18 Basrî, Ebû’l-Huseyn Muhammed b. Ali b. et-Tayyib, el-Mu’temed fî Usûli’l-Fıkh, I-II, thk:

Muhammed Hamidullah, c. II, el-Ma’hedu’l-‘Đlmî’l-Feransî li’d-Dirâseti’l-‘Azbiyye, 1364/1964, s.

542

kelam”dır.19Şirâzî’ye göre haber, “doğru veya yalan olmaktan uzak kalamayan haber”dir.20

Hadisçilere göre haber kelimesinin tanımı ve hadisçilerin görüşleri haber kelimesi ile hadis kelimesi arasındaki ilişkiden bahsedilen başlıkta ele alınmıştır.

Genel anlamıyla haber kelimesinden kastedilen, Rasulullah (s.a.s..)’den, ashabından veya tâbîinden aktarılan sözlerdir ki bu tür haberler usulcülerin “ne doğru olduğu ne de yanlış olduğu hakkında bilgi sahibi olunamayan” şeklinde adlandırdıkları tanıma ve kısma dahildirler. Zira usulcüler bu anlamda haberi, kesin doğru olduğu bilinen, kesin yalan olduğu bilinen ve ne doğru olduğu ne de yalan olduğu tam olarak bilinemeyen şeklinde üç kısma ayırmışlardır. Kesin doğru olduğu bilinen haberlere; Allah ve Rasûlü’nün verdikleri haberler ile mütevatir haber ve aklî delille çelişmeyen haberler örnek verilebilir. Kesin yalan olduğu bilinen haberlere ise mütevatir habere veya katî bir nassa veya aklın zorunlu ilkelerine aykırı olan haberler örnek verilebilir. Ne doğru ne de yalan olduğu kesin olarak bilinmeyen haberlere ise şunlar örnek verilebilir: Âdil bir kişi tarafından rivâyet edilen haber gibi doğru olduğu hakkında zann bulunan haber. Yalan söylemekle tanınmış olan kişinin verdiği haber gibi yalan olduğu hakkında zann bulunan haber. Meçhûlü’l-Hâl olan bir râvinin aktardığı haber gibi ne doğru olduğu ne de yalan olduğu hakkında kesinkes zann bulunmayan haberler.21

Đki kelimeden müteşekkil olan haber-i vâhid kelimesinin unsurlarından olan haber kelimesiyle ilgili olarak ileri sürülen görüşler bu ve benzeri şekildedir. Vâhid kelimesi ise; “

ﺪﺣأ

” anlamında olup çoğulu “âhâd” olarak gelir. Vâhid kelimesinin anlamı ise, sayma sayılarının ilki demektir. Konumuzla ilgili olarak ise vâhid kelimesi bir şeyin parçası anlamına gelmektedir. Örneğin “adamın biri” denildiği zaman bir topluluğu üyesi ve bireyi anlaşılır.22

Usulcülerin, haber-i vâhid için ortaya koydukları tanımlar, tanımın içeriği gereği farklılıklar arzetmektedir. Örneğin el-Bâcî haber-i vâhidi şu şekilde tanımlamaktadır: “Usulcülerin tanımına göre haber-i vâhid; haber-i vâhidi aktaranlar bir topluluk oluşturmuş olsa bile haber verilen şey bakımından zorunlu

19 Basrî, a.g.e., c. II, s. 544

20 Şirâzî, Ebû Đshâk Đbrâhim b. Ali, el-Luma’ fî Usûli’l-Fıkh, 3. Baskı, Matbaatu’l-Bâbî’l-Halebî, Kahire, 1377/1957, s. 39

21 Felembân, Hassân b. Muhammed Huseyn, Haberu’l-Vâhidi Đzâ Hâlefe ‘Amel-i Ehli’l-Medîne Dirâseten ve Tatbîken, 1. Baskı, Dâru’l-Buhûs li’d-Dirâsâti’l-Đslâmiyyeti ve Đhyâi’t-Turâs, el-Đmârât, 1421/2000, s. 32

22 Felembân, a.g.e., s. 33

olarak haberi verenler sebebiyle bilgi ortaya koymayan habere denir.”23 Şirâzî ise haber-i vâhidi; “tevatür derecesine ulaşmamış olan haber” şeklinde tanımlamaktadır.24 Gazzâlî ise; “bilgi ifade eden tevatür boyutuna ulaşamamış olan haberlere denir ki, ister beş ya da altı kişi tarafından aktarılmış olsun fark etmez o haber haber-i vâhiddir.”25 Âmidî ise; “tevatür derecesine ulaşmış olan haberler dışındaki her türlü habere denir” şeklinde tanımlamaktadır.26 Karâfî ise; “zann ifade eden ve bir veya birden fazla âdil râvi tarafından aktarılan her türlü haberi” haber-i vâhid olarak tanımlamaktadır.27

Mütekellimin metoduna göre usul eserleri kaleme alanların haber-i vâhide dair tanımları tevatür derecesine ulaşamamış olma vasfı etrafında dönüp durmaktadır. Çünkü onların pek çoğu örneğin, meşhûr ve müstefîd türü olan haberleri mütevatir haberin birer kısmı olarak değil de haber-i vâhidin kısımları olarak ele almaktadırlar.28

Mütekellimin metoduna göre usul eserleri kaleme almayan kimi alimler ise, meşhûr haberi mütevatir haberin bir kısmı olarak kabul etmekte ve haber-i vâhidi de “bir, iki veya daha fazla kişiden –ki burada meşhûr ve mütevatir özelliklerine sahip olmadıktan sonra sayının hiçbir önemi yoktur- rivâyet edilen her türlü haber”

şeklinde tanımlamaktadırlar. Yine onlara göre meşhûr haber, “aslî olarak âhâd haberlerden olup da daha sonraları yaygınlık kazanan ve hicri II. ve daha sonraki asırlarda yalan üzerinde ittifak etmeleri düşünülemeyecek ölçüde bir topluluk tarafından rivâyet edilen her türlü haber” şeklinde tanımlamışlardır.

Tüm bu tanımlar doğrultusunda haber-i vâhidin, “râvileri büyük bir topluluk meydana getirmiş olsa bile tevatür derecesine ulaşamayan haberlerdir” şeklinde tanımlanmasında hiçbir sakınca yoktur.29

23 Bâcî, Ebû’l-Velîd Süleymân b. Halef, Đhkâmu’l-Fusû’l- fî Ahkâmi’l-Usûl, thk: Abdülmecîd Türkî, 1.

Baskı, Dâru’l-Garbî’l-Đslâmî, Beyrût, 1407-1987, s. 319 24 Şirâzî, a.g.e., s. 40

25 Gazâlî, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min ‘Đlmi’l-Usûl, I-IV, c. I, 1. Baskı, Mısır, Matbaatu’l-Emîriyyeti, Bulak, 1324, s. 145

26 Âmidî, Seyfuddin Ali b. Muhammed, el-Đhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, I-IV, thk: Abdürrezzâk ‘Afîfî, c. II, 2. Baskı, Beyrût,el-Mektebetu’l-Đslâmî, 1402, s. 4

27 Karafî, Şihâbuddin Ebû’l-Abbas Ahmed b. Đdris, Şerhu Tenkîhi’l-Fusûl fî Đhtisâri’l-Mahsûl, thk: Tâhâ Abdurraûf Sa’d, el-Mektebetu’l-Ezheriyye, Kahire, 1973, s. 356

28 Felembân, a.g.e., s. 35

29 Bkz. Felembân, a.g.e., s. 35-36

2. Haber’in Đlişkili Olduğu Bazı Kavramlar

A. Eser Kelimesi ve Tanımı

a. Sözlük anlamı

Çoğulu “

ر

” olan eser kelimesinin üç kök anlamı vardır. Sırasıyla bunlar; “bir şeyin öne çıkması, bir şeyin zikredilmesi ve bir şeyin geride kalan izi, etkisi, işareti”30 anlamlarıdır. Bu anlamlarının yanı sıra “görünen veya görünmeyen şeylerin geride bıraktıkları alaka/bağlantı”31, “el-Halîl’in de ifade ettiği şekliyle ‘bir şeyin/kişinin izinde ve peşinde olmak; onun izinden gitmek; (o şeye/kişiye) tâbi olmak”32 anlamlarına da gelmektedir. Ancak el-Halîl, “Bir şeyin izinden veya peşinden gitmek” anlamını verebilmek için “eser” kelimesinden fiil türetmenin mümkün olmadığını bunun yerine bu anlamı verebilmek için “

هﺮﺛأ ﻲﻓ ﺖﺒﻫذ

” şeklindeki bir kullanımın daha doğru olabileceğini ifade etmektedir.33

Eser kelimesinin anlam boyutunun uzantılarından biri de bu kelimenin

“haber” ve “sünnet” anlamlarında kullanılmasıdır.34 Đbn Manzûr, eser kelimesinin

“sünnet” anlamına gelebileceği görüşünü desteklemek için “

. .. ﺔﻨﺴﺣ ﺔﻨﺳ ﻦﺳ ﻦﻣ

” hadisini delil kullanırken; “haber” anlamına gelebileceğini desteklemek için de Hz.

Ali’nin, Hâriciler aleyhinde yaptığı duayı, yani “sizden geriye hiçbir ‘eser’ kalmasın”

şeklindeki duayı delil getirmekte ve buradaki “eser” kelimesini, “hadis rivâyet eden muhbir/ravi” şeklinde yorumlamaktadır.35

Seyyid Şerif el-Cürcânî’ye göre ise “eser” kelimesi; a- bir şeyden hasıl olan netice, b- alamet, c- haber ve d- Fakîhlere göre bir şeye terettüp eden ve hüküm olarak adlandırılan şey olmak üzere dört anlama sahiptir.36

30 Đbn Zekeriya, Ebû’l-Huseyn Ahmed b. Fâris, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, I-VI, thk: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, c. I, Dâru’l-Fikr, Mısır, 1399/1979, s. 53; bkz: Đbn Manzûr, a.g.e., c. I, s.

25; Cevherî, Đsmâil b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhahi’l-‘Arabiyye, I-VI, thk:

Ahmed Abdülgafûr Attâr, c. II, 4. Baskı, Dâru’l-‘Đlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1410/1990, s. 575;

Fîrûzâbâdî, el-‘Allâme Mecduddin Muhammed b. Ya’kûb eş-Şirâzî, el-Kâmûsu’l-Muhît, I-IV; c.

I, el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-‘Âmmetu li’l-Kitâb, 1398-1400/1978-1980, s. 359; Đsfehânî, a.g.e., c. I, s. 9-10; Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer b. Ahmed, Esâsu’l-Belâğa, I-II, thk: Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd, c. I, 1. baskı, Dâru’l-Kütübi’l-‘Đlmiyye, Beyrût, 1419/1998, s. 20

31 Đbn Zekeriya, a.g.e., c. I, s. 54; Ferâhîdî, Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-‘Ayn Müretteben ‘alâ Hurûfi’l-Mu’cem, I-IV, thk: Abdülhamîd Hindâvî, c. I, 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-Đlmiyye, Beyrut, 1424/2003, s. 56

32 Đbn Zekeriya, a.g.e., c. I, s. 54 33 Đbn Zekeriya, a.g.e., a.y.

34 Bkz: Đbn Manzûr, a.g.e., c. I, s. 25; Fîrûzâbâdî, a.g.e., c. I, s. 359; Cevherî, a.g.e., c. II, s. 575 35 Bkz: Đbn Manzûr, a.g.e., a.y.

36 Bkz: Tehânevî, Muhammed Ali, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, I-II, thk: Ali Dahrûc, c. I, 1. Baskı, Mektebetu Lubnân, Beyrut, 1996, s. 98