• Sonuç bulunamadı

a. Aktarmada azimet

Eksiksiz bir şekilde işitilip tam anlamıyla hafızaya alınan hadisin aktarılması işlemi de önemli bir konudur ve Đslam bilim tarihi boyunca bu konu ekseninde ciddi tartışmalar yaşanmış ve yaşanmaktadır. Aktarma faaliyetinde, aktaranın bilerek ya

146 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 74

147 Müslim, Zühd, 16. Bab, hd.no:72, c. II, s. 1366; Dârimî, Mukaddime, 42. Bab, hd.no: 464, c.I, s. 412; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., c.III, s. 12, 21

148 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. Đsmâil, Sahîhu’l-Buhârî, 1. Baskı, Dâru Đbn Kesîr, Beyrut, 1423/2002, Đlim, 39. Bab, hd.no: 112; Müslim, Ebû’l-Huseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, I-II, haz: Ebû Kuteybe Nadr Muhammed el-Fâriyâbî, 1. Baskı, Dâru Tay.y.ibe, Riyâd, 1427/2006, Hacc, 82. Bab, hd.no:1355, c.I, s. 615; Ebû Dâvûd, Menâsik, 90. Bab, hd.no:2017, s.349-350; Tirmîzî, Đlim, 12. Bab, hd.no: 2667, s. 601;

Ahmed b. Hanbel, a.g.e., c. III, s. 12, 21, 56 149 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 76;

150 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 74; Debbûsî, a.g.e., s. 193

da bilmeyerek kişisel tasarruflarda bulunacağı ortadadır. Aktarılan sözün ne ölçüde gerçekle örtüştüğüne dair belli normlar ve standartların belirlenmesi kaçınılmazdır.

Bu amaçla diğer mezhepler gibi Hanefîler de bu norm ve standartları belirleme konusunda ciddi çabalar sergilemişlerdir. Aktarma davranışında aslolan aktarılan sözün/metnin tam olarak, yani hiçbir şekilde aktaranın tasarrufuna maruz kalmadan, lafzî olarak aktarılmasıdır. Olması gereken bu olmakla birlikte, belli şartlar neticesinde, örneğin işitmede ve anlamada kusur bulunması veya işitme ve anlamayı etkileyecek ölçüde ortamdaki değişkenlerin neticesinde işitme ve anlamada eksiklik bulunabileceği ve dolayısıyla bu ve benzeri durumların, aktarımda bulunmaya da etki edeceği gerçeğinden hareketle zaruret dolayısıyla Hanefî bilginleri, olması gerekeni değil, olanı dikkate alarak değerlendirme ve belli normlar belirleme çabası içinde olmuşlardır. Kısacası “aktarmada azimet” konusu üzerine değil de “aktarmada ruhsat” konusu üzerine ciddi anlamda eğilmişlerdir.

Örneğin el-Buhârî, Keşfu’l-Esrâr’da konuyla ilgili olarak “hadisin, peygamberin bizzat kullandığı lafızla nakledilmesinin daha evlâ olduğunda hiç şüphe yoktur” dedikten sonra “mana ile rivâyet meselesine gelince…”151 demekte ve konuyu ele almaya çalışmaktadır. Aynı durumu Serahsî’de de görmek mümkündür.

O da “Aktarmada azimet, kişinin, hem lafız hem de manasıyla birlikte işittiği haberi olduğu gibi aktarması anlamına gelmektedir”152 deyip detaylara girmemektedir.

Aktarılan şey aktarana değil; kendisinden aktarılana isnad edilir. Đnandırıcılık ve güvenilirlik açısından, kişisel tasarruflardan arınmış olarak aktarılan şey, sahibiyle ilişkilendirilir. Hele aktarılan şey, bizatihi Rasûlullâh’a ait ise, o zaman durum daha da ciddi bir boyut kazanmaktadır. Zira Đslam’ın anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması konusunda Kur’an’ın dışında, Hz. Muhammed’e ait sözlerin de belirleyiciliği bulunmaktadır. Örneğin bir insan nasıl ki başkasına ait bir şiiri işitip aynen aktarsa, her ne kadar okunan şiir hikaye yollu olarak orijinal lafızlarla söylenmiş olsa bile veya işitilen şeyle birebir örtüşse bile “falanca kişinin şiiridir” denir. Rivâyet konusunda da durum benzerdir. Eğer ravinin kullandığı lafız hikaye yollu olarak Hz. Muhammed’in kullandığı lafızlarla birebir örtüşüyorsa “bu, peygamberin hadisidir” denir. Eğer örtüşmüyorsa ancak Rasûlullâh’ın kullandığı lafzın anlamına mutabık ise “mana ile rivâyette bulunmuş” olur.153

151 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 83 152 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 379

153 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 83

b. Aktarmada ruhsat

Aktarmada ruhsat ise kişinin hadisi işittiği esnada ne anlamışsa, anladığı şeyi mana yoluyla aktarması anlamına gelmektedir.154 Görüldüğü üzere rivâyette, ravinin tasarrufta bulunmasından bahsedilmektedir. “Ne anlamışsa” ifadesi, ravideki dikkats.izlik, dalgınlık, işitme esnasında başka şeylerle meşgul olma, hadis kıraatinin ortasına veya sonuna yetişmesi, çevresel değişkenler gibi unsurların, anlamaya etkisi neticesinde hasıl olan bir durumu gözler önüne sermektedir. Bu durum, ruhsat olarak değerlendirilmekte ve buna dayalı olarak hadis rivâyetinde bulunulması Hanefîlerce caiz görülmektedir.

Mana ile rivâyet konusunda ciddi tartışmalar mevcuttur. Sahâbe, tabiin ve bunlardan sonra gelen fukaha ve hadis imâmlarının çoğunluğuna göre, bir takım şartların yanı sıra hadisi aktaran kişinin, lafızların delaletlerini ve farklı kullanımlarını iyi bir şekilde bilen bir kişi olması (Hanefîlere göre özellikle fakîh olması) şartıyla mana ile rivâyet caizdir. Bir kısım hadis ehline göre ise, hiçbir şekilde mana ile rivâyette bulunmak caiz değildir, yani lafzî rivâyet esastır. Caiz görmeyenler arasında sahâbeden Abdullah b. Ömer, Muhammed b. Sîrîn ve bir grup tabiin uleması vardır. Hanefî âlimlerinden olan Ebû Bekir er-Râzî’nin de benimsediği görüş budur. Bu noktada peygamber efendimizin “

ﺎﻤﻛ ﺎﻫادأو ﺎﻫﺎﻋﻮﻓ ﺔﻟﺎﻘﻣ ﺎﻨﻣ ﻊﻤﺳ اﺮﻣا ﷲا ﺮﻀﻧ ﺎﻬﻌﻤﺳ

155 hadisidir. Bu hadiste işitildiği şekliyle eda/ulaştırma tavsiyesi bulunmaktadır ki, bu da ancak işitilen lafzın aynen muhafaza edilmesiyle mümkündür.156

Caiz görmeyenlerin getirdikleri akli delil şudur: Mana ile rivâyette bulunmak, bazen hadisin anlamında bozulmaya neden olmaktadır. Çünkü peygamberimizin de

ﻪﻨﻣ ﻪﻔﻓا ﻮﻫ ﻦﻣ ﻲﻟا ﻪﻘﻓ ﻞﻣﺎﺣ برو ﻪﻴﻘﻓ ﺮﻴﻏ ﻲﻟا ﻪﻘﻓ ﻞﻣﺎﺣ بﺮﻓ

157 sözüyle işaret ettiği şekliyle insanlar bir tek lafzın anlamını idrak etme hususunda farklı farklıdırlar. Đşte bundan dolayı birinin bir tek lafza yüklediği anlamı başka biri yüklemeyebilir. Müteahhirin dönemi âlimlerinden titiz araştırmacı olan selef âlimlerinin normalde dikkatlerini vermedikleri bir takım ifadeleri elde etmek amacıyla bir âyet veya bir haber üzerine

154 Bkz. Serahsî, a.g.e., a.y.

155 Tirmîzî, Đlim, 7. Bab, hd.no:2656, s. 598; Ebû Dâvûd, Đlim, 10. Bab, hd.no: 3660, s. 658; Đbn Mâce, Mukaddime, 18. Bab, hd.no: 230, s. 58; Menâsik, 76. Bab, hd.no: 3056; Dârimî, Mukaddim, 24. Bab, hd.no: 234-235, c. I, s. 302; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., c. I, s. 437, c.

III, s. 225, c. IV, s. 80,82, c.V, s. 183; Đsbahânî, Ebû Nu’aym Ahmed b. Abdullah, Müsnedu

‘l-Đmâm Ebî Hanîfe, thk: Nazar Muahmmed el-Fâriyâbî, Mektebetu’l-Kevser, Riyad, 1. Baskı, 1415/1994, s. 252

156 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.

157 161. Nolu dipnota bakın.

dikkatlerini verdiklerine şahit olmuşuzdur. Bundan da anlıyoruz ki çok zeki bir fakîh olsa bile işiten kişinin, hiçbir şekilde bir lafzın bütün anlamlarına vakıf olması mümkün değildir.”158 Bu görüşte olanlar şuna dikkat çekmektedirler. Nebî (a.s.)’a cevâmi’u’l-kelîm özelliği verilmiştir. O, dil yönünden Arapların en fasihi ve en güzel açıklayıcısı idi. Eğer biz, mana ile rivâyetin caiz olduğunu ileri sürersek ravi, herhangi bir farklılık olmadığını düşünse bile ciddi farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Kişi tercüme uygulamasında ne kadar uzman olsa bile az da olsa farklılığa neden olmaktan sakınması mümkün değildir. Aktarıldığına göre Ebû’l-Abbâs Ahmed b.

Yahyâ Sa’leb bu görüşte olup şöyle demektedir: Dilde birden fazla eşanlamlısı olan kelimelerin genelini araştırdığımda her lafzın, diğerleriyle ortak olmadığı bir takım özelliklere sahip olduğunu gördüm. Đbareleri birbiri yerine kullanmayı caiz görenler, maksadı kaybetmekten ve ihmal etmekten kurtulamazlar.159

Âlimlerin çoğunluğu, genel olarak mana ile rivâyette bulunulmasını caiz görmüşlerdir. “Genel olarak”tan maksat mana ile rivâyetin tümüyle caiz olduğu değil bazı durumlarda caiz olduğudur. Dayandıkları delil ise, Yakûb b. Süleymân el-Leysî’nin, babasından, onun da dedesinden rivâyet ettiği şu hadistir160:

“Rasûlullâh’ın yanına uğradık ve ona şöyle dedik: Ana-babamız sana feda olsun ey Allah’ın Resulü! Gerçekten biz senden bir takım sözler işitiyoruz da işittiğimiz şekliyle insanlara aktarma konusunda güçlük çekiyoruz.” Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Haram olanı helal, helal olanı da haram kılmadıkça ve anlamı elde ettiğinizde bunda herhangi bir sakınca yoktur.”161 Mana ile rivâyeti caiz görenlerin dayandıkları delillerden biri de; Đbn Mes’ûd, Enes b. Mâlik gibi kimi sahâbîlerin rivâyette bulundukları zaman “Rasûlullâh şöyle buyurdu”, “bunun gibi/buna yakın bir şey söyledi” ifadelerine kullanmalarına rağmen bundan dolayı hiç kimse tarafından kınanmamaları şeklinde gerçekleşen sahâbe icmasıdır.162 Dayandıkları bir başka delil de akli gerekçedir: Şer’î bir lafzın, yabancı bir dile çevrilmesinde icma söz konusudur. Arapça olan bir lafzı yabancı bir dile aktarmak nasıl ki caiz ise, Arapça olan bir lafzın yerine yine Arapça başka bir lafzın kullanılmasında sakınca bulunmamalıdır. Zira Arapça bir kelimenin Arapça başka bir kelimeyle karşılanması neticesinde ortaya çıkacak olan farklılık, yabancı bir kelime ile karşılanması ile ortaya çıkacak olan farklılıktan daha fazla değildir. Şâyet “Arapça

158 Abdülaziz el-Buhâri, a.g.e., c. III, s. 83-84

159 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.; Serahsî, a.g.e., c. I, s. 341 160 Bu hadis kaynaklarda yer almamaktadır.

161 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 84 (Diğer örnekler için bkz. a.g.e., c. III, s. 84-85) 162 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 85

bir kelimenin, yabancı bir kelime ya da bir başka Arapça kelimeyle tefsir edilmesi konusunda herhangi bir tartışma yoktur. Esas tartışma konusu, bizzat Rasûlullâh’a ait olan kelimelerle rivâyet gerçekleşmediğinde o kelimenin hüküm kaynağı olmayacağı hususudur. Dolayısıyla nasıl olur da Arapça bir lafız, Arapça ya da yabancı kelime ile karşılandıktan sonra hüccet olmaya devam edebilir ki?” şeklindeki bir iddiaya Hanefîlerin verdiği cevap şöyledir: “Rasûlullâh’ın gönderdiği elçiler, onun emir ve yasaklarını gittikleri ülkelerdeki insanlara onların dilleriyle aktarmışlardır ve dini onların dilleriyle onlara öğretmişlerdir. Bu uygulamanın hüccet olduğunda ise ittifak mevcuttur.163

Hanefîler, fakîh sahâbîlerin mana ile rivâyette bulunmaktan özellikle kaçındıklarını, bunun neticesinde de onlardan gelen rivâyet sayısının az olduğu ifade etmektedirler. Örneğin Amr b. Meymûn şöyle bir anekdot aktarmaktadır: Senelerce Đbn Mes’ûd ile arkadaşlıkta bulunmama, onunla sohbet etmeme rağmen ondan sadece bir hadis işitebildim. Đbn Mes’ûd o hadisi rivâyet ederken de; “Rasûlullâh’tan işittim” dediğinde onu bir korku ve nefes darlığı almaya başladı ve korkudan tir tir titremeye başladı. Ardından da “bunun gibi bir şey söyledi ya da buna yakın bir şey söyledi veya bu anlama gelen bir söz söyledi” demişti.164

Sahâbenin büyüklerine göre Nebî (a.s.)’ın sözlerindeki maksadın anlaşılabilmesi çetin bir iştir. Bundan dolayı da sahâbenin büyüklerinden fakîh olanların rivâyetleri de az olmuştur. Bu sebeple, Hanefîlere göre, onlardan sahîh bir rivâyet kendilerine ulaştığında o rivâyet kıyasa tercih edilir.165 Bu tür rivâyetlere güvenme neticesinde, örneğin Đmâm Muhammed’in aktardığına göre Ebû Hanîfe, hayız süresinin miktarı konusunda Enes b. Mâlik’in rivâyetini delil kabul etmiştir.

Halbuki Ebû Hanîfe’ye göre Ebû Hureyre derece yönünden Enes b. Mâlik’ten daha üstündür. Bundan da anlaşılacağı üzere Hanefî büyükleri, zaruret bulunmadıkça onların rivâyetlerini reddetmemişlerdir.166

163 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 86 164 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 342 165 Serahsî, a.g.e., a.y.

166 Serahsî, a.g.e., a.y.

2. Senet Unsuru (Râvi Boyutu)