• Sonuç bulunamadı

Râvinin Zabt Sahibi Olma Özelliği

Zapt kelimesinin sözlük anlamı; bir şeyi kararlılıkla muhafaza etmek/ezberlemek demektir. Haberin zapt edilmesi ise, çaba harcamak suretiyle işittiği şeyi hakkıyla işitip kendini uzak tutmamak suretiyle ravinin, tümüyle

206 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 351-352; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.; Debbûsî, a.g.e., a.y.

207 Bkz. Buhârî, Edeb, 6. Bab, hd.no: 5976-5977, s. 1502; Eymân, 16. Bab, hd.no: 6675, s. 1653;

Diyât, 2. Bab, hd.no: 6870, s. 1699; Đstitâbe, 1. Bab, hd.no: 6919, s. 1711; Tirmîzî, Tefsiru Sûre-i Nisâ, hd.no: 3018, 3019, 3020, 3021, s. 675-676; Nesâî, Tahrîm, 3. Bab, hd.no:

4010, 4011, 4012, s. 619-620; Kasâme, 48. Bab, hd.no: 4868, s. 742; Dârimî, Diyât, 9.

Bab, hd.no: 2405, c. III, s. 1525; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 201, 214; c. III, s.

495

208 Bkz. Müslim, Đmân, 21. Bab, hd.no 89, c. I, s. 43; Ebû Davud, Vasâyâ, 10. Bab, hd.no: 2874, s.

510

209 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 584

210 Bkz. Sadru’ş-Şerî’a, a.g.e., c. II, s. 12; Hudârî, a.g.e., s. 218

dikkatini o habere vermesi demektir. Pezdevî’nin de ifade ettiği üzere bunun ardında ravinin, işittiğini kavraması gerekir. Yani kelamın, ister sözlük anlamı olsun isterse hem sözlük hem de şer’i anlamı olsun kastedilen müphem anlamlarını anlaması gerekir. Ardından bütün gayretiyle onu hıfzetmesi gerekir. Gayret göstermek de o haberi ezberleyinceye kadar tekrar etmekle gerçekleşir. Son olarak da bedeniyle sözün gereğini uygulama ve diliyle de onu müzakere etmek suretiyle sözün/haberin sınırlarını muhafaza ederek o sözü ezberleme konusunda sebat etmesi gerekir. Uygulama ve müzakere terk edilirse unutkanlık ortaya çıkar. Ravi kendisine, “ben bu sözü unutmam” diyerek güvenmemeli ve hadisin ezberlenmesi hususunda gevşeklik göstermemesi gerekir. Aksine kendisi hakkında su-i zan besleyip (yani kendi kendine “şâyet ben zapt hususunda dikkatli ve özenli olmazsam bu sözü/haberi unutabilirim” diyerek su-i zanda bulunması) ve devamlı olarak o sözü müzakere edip durması gerekir.211

Zaptın iki tarafı vardır:

1- Đşitme esnasında kişide bilginin meydana gelmesi tarafı 2- Konuşma esnasında bilgi hasıl olduktan sonra hıfzetme tarafı.

Kişi bir şey işitip öğrenmemişse, bu işitme muteber sayılmaz. Nitekim anlamsız bir takım bağırışlar da aynı hükme tabidir. Şâyet ravi, lafzı, gerçeğine uygun olarak anlamıyla birlikte anlamamış ise, o lafız, sahîh olup olmamak arasında kalır ve zapt işlemi gerçekleşmiş olmadığı gibi işitip öğrendikten sonra hıfzetmesinde de belli bir şüphe meydana geldiğinde gerçekleşmiş olmayacaktır.212

Bir haberin makbûl sayılması o haberde güvenilirlik unsurunun bulunmasına bağlıdır. Güvenilirlik unsurunun bulunması ise ancak ve ancak işittiği andan rivâyet edinceye kadar ravinin zaptının eksiksizliği ile gerçekleşir.213 Hanefîlere göre zaptın eksiksiz olabilmesi için de işitmenin tam olması, ardından iyice kavrama, iyice kavrayabilmek için de hem sözlük hem de şer’i anlamları anlayabilme, ezberlediği hadisi/sözü unutmamak için müzakere ve tekrar etme yollarını kullanarak hafızada tutma, son olarak da bu hadisin/sözün gereğini uygulamak suretiyle iyice özümseme aşamalarına dikkat edilmesi gerekmektedir.

Hanefilere göre adâlet ve Đslam özelliklerinin tanımında olduğu gibi zapt kelimesinin de kendi içinde zâhiri ve bâtınî olmak üzere iki kısımda ele alındığı

211 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 579; Hudârî, a.g.e., s. 218 212 Debbûsî, a.g.e., s. 187

213 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 345

görülmektedir. Lügat bakımından metni anlamıyla birlikte zapt altına almak214, işitilen sözün sığasını (şeklini/üslubunu) bilmek ve o sözün manasına vakıf olmak demektir.215

Zâhirî zapt kısmında, sadece sözlük anlamlarını bilmek yeterli değildir, bunun yanı sıra metnin, herhangi bir tashif ve tahrifte bulunulmadan zapt edilmesi gerekir. Örneğin Rasûlullâh (s.a.s..)’in “

ﻞﺜﲟ ﻞﺜﻣ ﺔﻄﻨﳊﺎﺑ ﺔﻄﻨﳊا

216 sözünü bilmek gibi.

Burada “

ﺔﻄﻨﳊا

” kelimesi merfû olarak da mansup olarak da okunabilir. Merfû olarak okunması halinde “

ﺔﻄﻨﳊﺎﺑ ﺔﻄﻨﳊا

” anlamına gelirken, mansup okunması halinde “

اﻮﻌﻴﺑ

ﺔﻄﻨﳊا ﻨﳊﺎﺑ

ﺔﻄ

” anlamına gelir. Sözlük bakımından anlamına sadık kalarak sığanın zapt edilmesi işte budur.217

Şer’i hüküm ifade etmesi bakımından –ki bu da fıkıhtır- bir şeyin, anlamıyla birlikte zapt altına alınması demektir. Bu ise ancak fıkhi bir takım meselelerde ve Arapçanın anlamlarında belli bir tecrübe kazanıldıktan sonra elde edilebilir.218

Örneğin, “

ﻞﺜﲟ ﻞﺜﻣ ﺔﻄﻨﳊﺎﺑ ﺔﻄﻨﳊا

” sözünü, hem fıkhî hem de şer’î anlamlarının da dahil edilerek zapt edilmesine batınî zapt denir. Bu hadisin hükmünü –ki bu hüküm de ölçü ve aynı tür olmakla bağlantılı denkliğin gerekli olmasıdır- bilmesi gibi.

Rasûlullâh (s.a.s.)’ın “

نﺎﺒﻀﻏ ﻮﻫو ﻲﺿﺎﻘﻟا ﻲﻀﻘﻳ ﻻ

219 hadisinde geçen yargılama türünün haram olduğunu kavraması gibi ki, bu hadisteki haramlık kalbin bir takım dünyevî şeylerle meşgul olmasıyla bağlantılıdır.220 Bu ve benzeri incelikleri kavrayabilmek,

214 Debbûsî, a.g.e., a.y.

215 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 348; bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 579-580

Hadislerin metin ve isnadlarında geçen bazı kelime ve isimlerin bazı harflerine yanlış bir zan veya vehme istinaden nokta koymak, yahut noktalı bir harf ise noktasını düşürmek suretiyle yapılan hatalara tashîf denir. Bu tarif, Đbn Hacer’in tashîfi iki kısımda mütalâa etmesi göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Zira ona göre, sadece noktaya istinâden yapılan değişikliklere tashîf, fakat yazı şeklinin bozulmasına yol açan değişikliklere de tahrîf denir.

(Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, A.Ü.Đ.F.Y., A.Ü.B., Ankara, 1980, s. 428)

♥ Hadislerin metin ve isnadlarındaki kelime ve isimlerin harflerinde, yanlış bir zan veya vehme istinaden yapılan değişikliklere tahrif denilmiştir. Merhûm kelimesinin mahrûm olarak değiştirilmesi gibi. Ancak bu tabir, Đbn Hacer’in tasnifinde görülür. Zira o, yazı şeklinin bozulmaksızın sadece bazı harflerinde yapılan nokta değişikliklerini tashîf, yazı şeklinin bozulmasını da tahrîf olarak isimlendirmiştir. Bununla beraber, gerek Đbnu’s-Salâh ve gerekse ona tâbi olan en-Nevevî, ister yalnız nokta değişikliği olsun, ister yazı şeklinin değişikliği olsun, her ikisini de tashîf adı altında zikretmişlerdir. (Koçyiğit, a.g.e., s. 420) 216 Müslim, Müsâkât, 15. Bab, hd.no: 83, c. II, s. 745; Tirmizî, Buyû’, 23. Bab, hd. no: 1240, s. 220 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 580

hadis rivâyeti açısından önemli görülmüştür. Zira hukûkî bir kaynak olması bakımından hadisin, en az hata ile aktarılması esas tutulmuştur. Bununla birlikte zaptın tam olmasına paralel olarak, prensipte mana ile rivâyette bulunulması caiz görülmüştür. Ancak mana ile rivâyette gevşeklik gösterilmesinden kaçınılması hususunda Đslam âlimleri tarafından belli ölçü ve ölçütler oluşturulmuştur.

Hanefîler bu anlamda, yaratılış itibariyle veya aşırı gevşeklik ve ölçüsüz davranışlar sebebiyle aşırı dalgınlık ve gaflet içinde olan kişinin rivâyetini (mana ile rivâyetini de) makbûl saymamışlardır. Çünkü onlara göre bu özelliklere sahip olanların, bâtınî zapt sahibi olmaları mümkün değildir. Bâtınî zapt sahibi olmayan bir kişinin de mevcut incelikleri gözetmesi ve kavraması beklenemez de. Bu anlamda selef âlimleri, fakîh olmakla tanınmamış (yani, hadisin anlam ve üslup inceliklerini kavrayabilme yeteneğine sahip olmakla tanınmamış) bir ravide bâtınî zapt özelliği bulunmadığı için onun rivâyet ettiği haber ile fakîh olmakla tanınmış bir ravi tarafından rivâyet edilen haber arasında çelişki bulunmasını doğru bulmamışlardır.221

Hz. Muhammed’in sözlerinin tam olarak bellenip sonraki nesillere herhangi bir değişiklik yapılmadan aktarılmasını teorik ve pratik açıdan gerekli görmek anlamsızdır. Çünkü böyle bir durum, insan açısından imkânsızdır. Zamanla aktarılan hadislere bilerek ya da bilmeyerek belli ilavelerde bulunulması ve eksiltilme yapılması kaçınılmaz bir durumdur. Bu gerçeği gören Đslam âlimleri de, mana ile rivâyette bulunmayı caiz görmüşlerdir. Ancak bunu da bir takım şartlara bağlamışlardır. Yani herkesin mana ile rivâyette bulunması caiz olmayıp, özellikle batınî zapt özelliğine ve diğer özelliklere sahip olan kişilerin mana ile rivâyette bulunması caiz görülmüştür.

Örneğin Hanefîler mana ile rivâyette bulunulması açısından ravinin fakîh olma özelliğini ön plana çıkarmışlardır. Şöyle ki; Amr b. Dinar’dan rivâyet edildiğine göre Câbir b. Zeyd Eba’l-Eş’as’a Đbn Abbâs’tan gelen bir rivâyet aktarılmıştır. Bu rivâyete göre Nebî (a.s.), Hz. Meymûne ile, ihramlıyken evlenmişti. Amr diyor ki:

“Câbir’e; Đbn Şihâb’ın, Yezîd b. el-Esamm’dan aktardığına göre Nebî (a.s.) onunla evlendiğinde ihramlı değildi, dediğim zaman bana: “Meymûne, Đbn Abbas’ın teyzesidir, dolayısıyla onun durumunu Đbn Abbas daha iyi bilir” şeklinde cevap verdi. Ben ise “Meymûne aynı zamanda Yezid b. el-Esamm’ın da teyzesidir”

dediğimde ise Câbir şöyle karşılık vermişti: “Topuklarına bevleden Yezid b.

221 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 349; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 580

Esamm’ı Đbn Abbas’a üstün mü tutmalıyım!” Bu örnek de göstermektedir ki, fakîh olmayan ravinin rivâyeti, fakîh olanın rivâyetine aykırı olamaz” dedikten sonra Serahsî şöyle demiştir: “Burada görülen tercih yöntemi, sadece fakîhin mükemmel zaptının dikkate alınmasıdır.”222 Yani özelde Serahsî genelde ise Hanefîler nazarında ravinin fakîh olması artı bir değerdir ve rivâyetin makbûl olması noktasında dikkate alınması gerekmektedir.

Mana ile rivâyette bulunmak, önceki dönemlerde meşhûr bir uygulama idi.

Şâyet ravi hadisin fıkhî boyutunu zapt etmemişse çoğunlukla haberden anladıklarına dayanarak lafzın anlamını eda hususunda kusur göstermek suretiyle nakilde bir eksiklik meydana gelir. Ancak ravi fakîh ise bu tür eksikliğin bulunmayacağından emin olunabilir.223 Fakîh olan ravi, caiz olanla olmayanı birbirinden ayrıt edebilir.

Şâyet bir meclise girip zâhiriyle aktaramayacağı bir söz işitse onu araştırır, onun öncesini ve niçin söylendiğini soruşturur, böylece sorunları giderecek şekilde o söze muttali olur. Ancak âlim (fakîh) olmayan ravi caiz olanla olmayanı birbirinden ayırt edemez. Đşittiği ölçüde aktarmada bulunur. Çoğunlukla da sadece bu işitme miktarı bile yanlışlığın sebebi olabilmektedir.224 Mana ile rivâyeti prensip olarak caiz görmekle birlikte Serahsî bu uygulamanın her dönemde yapılamayacağını şöyle dile getirmektedir: “…bize göre, kendi dönemimizde mananın anlaşılması noktasında insanlar arasında netlik bulunmadığı/belirsizlik bulunduğu için lafzın korunması (yani lafzi rivâyet) mana ile rivâyette bulunmaktan daha önemlidir.”225

Hanefîler anlamı değil de lafzı zapt edilmiş olan haberi de hüküm kaynağı olarak görmektedirler. Acem olanların yaptığı gibi aktardığı sözün/haberin anlamını bilmeyen bir kişinin rivâyet ettiği hadisi reddetmemektedirler. Çünkü onun, kelâmın/haberin anlamını bilmemesini, o haberin zapt edilmesi açısından bir engel olarak görmemektedirler. Đşte bundan dolayı acem olanın, anlamını bilmese de Kur’ân’ı hıfzetmesi mümkündür. Sahâbe de, işittikleri sözlerin çoğu anlamını bilmedikleri halde bedevilerin aktardıkları haberleri delil almışlardır.226

Hanefîlere göre işitme eyleminin gözlem ve denetim altında tutulması şarttır.

Đşitme eylemi hakkıyla gerçekleştiği takdirde ravinin zaptı da mükemmel olur ve rivâyette gelişigüzel davranmadıkça rivâyette bulunabilir. Dikkatsizlik vasfına sahip kişinin çokça rivâyette bulunması ilke olarak dikkat azlığına işaret eder ve bundan

222 Bkz. Serahsî, a.g.e., a.y.

223 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.

224 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c, II, s. 581;bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 349 225 Serahsî, a.g.e., a.y.

226 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 582

ötürü aktardığı haber reddedilir. Bundan dolayı selef-i salihin âlimleri çokça rivâyette bulunulmasını kötülemişlerdir. Örneğin Ebû Bekir es-Sıddık, sahâbenin en önde gelenlerinden ve Rasûlullâh ile arkadaşlıkları en uzun süren bir kişi olmasına rağmen en az rivâyette bulunanlardan biridir. Hz. Ömer ise, “ben aranızda bulunduğum sürece Rasûlullâh’tan az rivâyette bulunun” demiştir. Zeyd b. Erkam’a

“Rasûlullâh’tan bize bir şeyler rivâyet etmeyecek misin?” diye sorulduğunda “biz yaşlandık ve unutkan olduk; dolayısıyla Rasûlullâh’tan rivâyette bulunmak ağır bir iştir” cevabını vermiştir.227

Hanefî âlimleri, Ebû Hanîfe’nin az hadis bildiği şeklindeki ithamları yersiz görmüşler ve O’nun az rivâyette bulunma sebebi olarak zaptın mükemmel olması şartına gösterdiği özeni gerekçe göstermişlerdir.228