• Sonuç bulunamadı

C. Sünnet Kelimesi ve Tanımı

II. HABER’İ OLUŞTURAN UNSURLAR

1. Metin Unsuru

A. Đşitme Unsuru (Simâ’)

Sözlü iletişimin etkin ve belirleyici olduğu toplumlarda, kültürel unsurların şifahi olarak gelecek nesillere aktarılması kaçınılmazdır. Kültürel değerlerin varlığını koruyup devam ettirebilmesi için ise bire’ysel ve toplumsal hafızanın kuvvetli olması gerekmektedir. Tarihlerine ve kültürel değerlerine her toplum gibi bağlı olan Arapların, kültürel değerlerini yeni nesillere aktarmaya çalıştıkları bir gerçektir.

Bulundukları bölge itibariyle hem birbirleriyle hem de komşularıyla ve ticarî münasebetlerinden dolayı da uzak beldelerle sıkı ilişkilerde bulunan Araplar, bu ilişkilerin neticesinde kendi tecrübeleri ve kaynaştıkları diğer kültürler yardımıyla birçok ilim, marifet ve maharet elde etmişlerdir.107 Arapların en asilinden tutun da en fakir ve mecnununa kadar şiir bilmeyen yoktu. Bir kavmi aşağılayan, rezil eden, onu göklere çıkaran ve kavimler üstü bir statüye koyan da şiirdi. Şiir, bazen savaş başlatıcı bir sebep olurken, bazen de başlamış savaşları durdururdu. Kısacası şiir, Arapların siyasi, tabii, maddî ve manevî her çeşit yaşamlarının tam ortasında yer alıyordu. Şiirsiz Arap, Arapsız şiir düşünmek imkansızdı.108 Bu durum bile Arapların hafızlarının ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Hafızanın kuvvetli olmasının, bilgi elde etme vasıtası olan işitme unsuruyla yakından bağlantısı vardır.

Doğru bilginin, doğru, sağlam ve eksiksiz işitme ile gerçekleşeceği de bir vakıadır.

Bu vakıa doğrultusunda Arapların, kültürel değerlerini bire’ysel ve toplumsal hafızada eksik tutmama çabası içinde olmaları da kaçınılmazdır.

Bu gerçeğin farkında olan Đslam âlimleri, yazılı kültürün gelişmemiş olduğu bir dönemde dinsel bir kaynak olan hadisin/haberin, iletişim yoluyla diğer insanlara eksiksiz ve doğru bir şekilde aktarılıp aktarılmadığını irdeledikleri gibi işiten kişinin de işittiğini tam ve doğru bir şekilde işitip işitmediğini irdelemiş ve bu durumu belli normlara bağlama çabası içine girmişlerdir. Bu gerçeği dikkate alanlar arasında Hanefî âlimleri de vardır.

a. Đşitmede azimet

Hanefî bilginleri; bilgi elde etme vasıtalarından olan işitme unsurunu kendi içinde “azimet” ve “ruhsat” olmak üzere iki kısımda değerlendirmişlerdir. Hanefî

107 Bkz: Palabıyık, M. Hanefî, “Cahiliye Dönemi ve Đslam’ın Đlk Yıllarında Okuma-Yazma Faaliyetleri, Ata.Ü.Đ.F.D., sayı: 27, 2007, s. 36

108 Palabıyık, a.g.mak., a.y.

bilgini olan Serahsî; azimetin işitmeye göre gerçekleşeceğini belirttikten sonra işitmede azimet unsurunu kendi içinde dört kısımda değerlendirmektedir. Bunlardan ilk ikisi şu şekilde gerçekleşir.

1- Muhaddisin kişiye hadis okuması (kıraati); kişinin de okunanı bizzat işitmesi (sima’).

2- Kişinin muhaddise hadis okuması ve onun da dinlemesi. Ardından da “bu hadis sana okuduğum gibi midir?” diye sorduğunda muhaddisin de “evet” cevabını vermesi. 109

Hadis bilginlerine göre muhaddisin başka birine hadis okuması aslına en uygun yöntemdir; çünkü bu yöntem Nebî (a.s.)’ın kullandığı yöntemdir. Nebî (a.s.), ashâbına hadis söyler ve onlar da O’ndan nakilde bulunurlardı. Bu yöntemde hata ve ihmalkârlık olasılığı daha azdır; dolayısıyla bu yöntem maksada, yani tam olarak emaneti yüklenmeye daha uygundur.110 Ebû Hanîfe ise muhaddislerden farklı düşünmektedir. Ona göre kişinin muhaddise kıraatte bulunması muhaddisin ona kıraatte bulunmasından daha kuvvetli bir yöntemdir. Çünkü bu yöntem, Nebî (a.s.)’a özgü olan yanılma ve hata işlemekten korunma özelliklerini barındırmaktadır. Yazabilme ve yazılı bir şeyi okuyabilme vasıflarına sahip olmayan Nebî (a.s.), hafızasında var olan şeyleri söylüyordu.111 Burada Ebû Hanîfe’nin, yöntemin benzerliğine dikkat çekmek yerine, hata işleme ve yanılma olasılığının mevcudiyetini esas alarak değerlendirmede bulunduğu görülmektedir. Çünkü insan olması dolayısıyla muhaddisin, yanılma ve hata işleme olasılığı bulunmaktadır.

Talebenin, kıraat esnasındaki dikkati muhaddiste bulunmaz. Muhaddis kıraat ettiği esnada, dikkat azlığı dolayısıyla okuduğu şeylerin bir kısmında hata edip etmediğinden kimse emin olamaz. Hâlbuki talebe, aşırı dikkati dolayısıyla muhaddisten farklı olarak okuduğu için hata yapmadığından emin olunabilir.112 Kıraat yöntemi mi işitme yöntemi mi daha üstündür? Şeklindeki tartışmalara bakıldığında; bunları birbirine denk görenler olduğu gibi, işitme yöntemini kıraat

109 Bkz: Serahsî, a.g.e., I/375; Abdülaziz el-Buhârî, el-Đmâm ‘Alâuddîn Abdülazîz b. Ahmed, Keşfu’l-Esrâr ‘an Usûli Fahri’l-Đslâm el-Bezdevî, I-IV, c. III, 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-‘Đlmiyye, Beyrût, 1418/1997, s. 56; Sağnâkî, Hüsâmuddîn Hüseyn b. Ali b. Haccâc, el-Kâfî Şerhu’l-Bezdevî, I-V, thk: Fahruddîn Seyyid Muhammed Kânit, c. III, 1. Baskı, Mektebetu’r-Rüşd, Riyâd, 1422/2001, s. 1329

110 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 375-376; bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 58; Sağnâkî, a.g.e., c.

III, s. 1329-1330

111 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 376; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 58; Sağnâkî, a.g.e., c. III, s.

1330

112 Bkz. Serahsî, a.g.e., I/376; Debbûsî, Ebû Zeyd ‘Ubeydullah b. Ömer b. Îsâ, Takvîmu’l-Edille fî Usûli’l-Fıkh, thk: eş-Şeyh Halil Muhyiddin el-Huseyn, 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-Đlmiyye, Beyrût, 1421/2001, s. 193

yönteminden üstün tutanlar ve kıraat yöntemini işitme yöntemine üstün tutanlar şeklinde üç farklı görüşün olduğu görülmektedir. Ebû Hanîfe ise son görüşü benimseyenlerdendir.113 Son görüşü benimseyenlerin gerekçesini el-Beyhakî, “el-Medhal” adlı eserinde şöyle dile getirmektedir: “şâyet şeyh/muhaddis hata yaparsa, galat okursa, talebesinin onu düzeltmesi mümkün olamaz.”114

Talebenin muhaddise kıraatte bulunması üzerine muhaddisten bunu onaylayacak ya da inkâr edecek bir davranışın ortaya çıkmaması konusu da tartışmalıdır. Şafi fakîhlerinden olan Ebû Đshâk eş-Şirâzî, Ebû’l-Feth Süleym er-Râzî ve Ebû’n-Nasr es-Sabbâğ gibileri muhaddise bir şey kıraat edildiğinde muhaddisten bunu onaylayacak ya da inkâr edecek bir tavrın ortaya çıkmaması, kıraatte bulunan kişinin ondan hadis rivâyet etmesinin caiz olduğunu göstermez derken, Hanefîlere göre ise böyle bir tavrın ortaya çıkmaması halinde kıraatte bulunan kişinin rivâyette bulunması caizdir.115

Hanefîlerin, azimet olarak kabul etmekle birlikte bir parça da olsa ruhsat unsuru barındırdığını ifade ettikleri diğer iki kısım ise şunlardır:

3- Kitabet yöntemi

4. Risalet (Elçi gönderme) yöntemi.

Şâyet muhaddis, yazı ile bir kişiye hadis yazıp kitabında da “falanca kişi filanca kişiden bana şu hadisi aktardı ilh” ifadesini kullanmışsa; dahası, gönderdiği kişiye “bu kitabım sana ulaştığında ve içindekileri de anladığında benden aktarmak suretiyle hadis rivâyetinde bulun” demişse bu yöntem Hanefîlere göre sahîh bir yöntemdir. Şâyet muhaddis, birine bir elçi gönderir ve o da bu sıfatla o kişiye o hadisleri tebliğ ederse, ulaştırırsa bu da sahîh bir yöntemdir. Çünkü peygamberliği tebliğ etmekle görevli olan Hz. Muhammed, bir kavme şifahi olarak tebliğde bulunmuşken başka bir kavme ise yazılı metin ve elçi göndermek suretiyle tebliğde bulunmuştur.116 Hanefî bilginlerine göre; ilk iki şekilde muhaddis, birine hadisi şifahi olarak duyurmakta (ismâ’) ve böylece o kişiye hadisi aktarmaktadır. Son iki şekilde ise ona şifahi olarak değil de kitabından aktarmak (ihbâr) suretiyle rivâyette

113 Görüşler için bkz: Suyûtî, Celâluddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tedrîbu’r-Ravi, I-II, talik: Ebû Abdurrahmân Salâh b. Muhammed b. ‘Uveyze, c. II, 1. Baskı, Dâru’l-Fikri’l-Đlmiyye, Beyrût, 1417/1996, s. 9; Şehrezûrî, a.g.e., s. 137-138; Şâkir, Ahmed Muhammed, el-Bâ’isü’l-Hasîs Şerhu Đhtisâri ‘Ulûmi’l-Hadis li-Đbn Kesîr, I-II, tlk: Nâsıruddîn el-Elbânî, c. I, Mektebeteu’l-Ma’ârif, Riyâd, 1. Baskı, 1417/1996, s. 330

114 Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 10

115 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 57

116 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 376; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 60-61; Debbûsî, a.g.e., s.

191

bulunma özelliği mevcuttur. Ancak Hanefîler, kitabet ve risalet yöntemlerini üstünlük bakımından değerlendirirken risalet yöntemini daha sağlam bulmuşlardır.

Çünkü bizzat kitap huzurda olan kişiye hitap etmemektedir. Elçi ise kitaba benzemenin yanı sıra ondan daha kuvvetli bir delildir. Her ne kadar zapt unsuru her iki yöntemde de mevcut olsa bile elçinin konuşabilmesi kitabın ise konuşamaması durumu söz konusudur.117 Burada Serahsî’nin; ilk iki yöntem için “ismâ’” tabirini kullanırken, son iki yöntem için “ihbâr” tabirini kullanması dikkat çekicidir.

Abdülaziz el-Buhârî, kitâbet ve risâlet yöntemleriyle rivâyette bulunmanın caiz olduğuna delil olarak örfî uygulamayı da delil getirmekte ve şöyle demektedir:

“insanlar kitap ve elçi göndermeyi karşıdaki kişiye hitapta bulunmakla eşdeğer görmüşlerdir. Hatta halife ve sultanlar, şifahi olarak yaptıkları gibi adlî, idâri ve siyâsî atamaları kitap ve elçi göndererek yapmışlar ve kitap ve elçiye muhalif davrananları emre muhalif davrananlar olarak görmüşlerdir.”118

Hadis âlimleri bu yöntemlerle ezberlenen hadislerin, hangi lafızlarla aktarılması gerektiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Örneğin Kâdı Iyâz b. Mûsâ es-Sebtî, muhaddisin kıraatte bulunması yönteminde dinleyen kişinin “

, ﺎﻨﺛﺪﺣ

ﺎﻧﺮﺒﺧا

kullanılması gerektiğini ifade ederken120, el-Buhârî ise şeyhin kıraatte bulunması yönteminde dinleyen kişinin hangi lafızları kullanarak rivâyette bulunabileceği hususunda şeyhin amacını dikkate alarak; şeyhin amacı eğer özellikle o hadis(ler)i o kişiye ya da o kişinin bulunduğu topluluğa işittirmek ise o zaman ravinin “

و ﻲﻨﺛﺪﺣ

ﻲﻧﺮﺒﺧا

ﻪﺘﻌﻤﺳو

” lafızlarını kullanabileceğini; eğer böyle bir amacı yoksa şeyhi bizzat ona hadis veya haber aktarmadığı için, yukarıdaki lafızları kullanmak yerine sadece

نﻼﻓ ﻦﻋ ثﺪﺤﻳ ﻪﺘﻌﻤﺳ

” ifadesini kullanarak rivâyette bulunması gerektiğini

belirtmektedir.121

Kitâbet yöntemiyle elde edilen hadislerin rivâyetinde ise örneğin el-Leys b.

Sa’d, “

ﺎﻧﺮﺒﺧأ و ﺎﻨﺛﺪﺣ

” lafızlarıyla rivâyette bulunabileceğini ifade ederken; tercihe şayan

117 Bkz: Serahsî, a.g.e., c. I, s. 376; Debbûsî, a.g.e., a.y.

118 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 61; ayrıca bkz. Debbûsî, a.g.e., a.y.

119 Bkz: Suyûti, a.g.e., c. II, s. 5-6; Đbnu’s-Salâh, a.g.e., s. 132-133; Şâkir, a.g.e., c. I, s. 328 120 Bkz. Serahsî, a.g.e., a.y.

121 Bkz: Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 57

olan görüşe göre ise “

... نﻼﻓ ﻲﻟا ﺐﺘﻛ

” ifadesinin kullanılması gerekir.122 Hanefîlere göre ise kitâbet ve risâlet yöntemiyle elde edilen hadislerin rivâyetinde “

ﺎﻧﺮﺒﺧا - ﻲﻧﺮﺒﺧا

lafızlarının kullanılması gerekmektedir.123

b. Đşitmede ruhsat

Hanefî bilginleri, icâzet ve münâvele yöntemlerini “işitmede ruhsat” olarak değerlendirmektedirler. Onlara göre bu yöntemlerde ruhsat unsuru vardır; çünkü bu yöntemlerde hadisi duyurma işlemi mevcut değildir.

Đcâzet: Muhaddisin başka birine “falanca kişinin bana aktardığı bu hadislerin bulunduğu bu kitaptakileri, benden rivâyet etmen hususunda sana icazet verdim”

deyip isnadı da açıkça zikretmesi ya da “benim işitme yoluyla elde ettiğim bu hadislerden sana göre sahîh olanların hepsini –ki o zaman bu sözü söyleyen kişiden işittiği hadisleri başkalarından işittikleriyle karşılaştırması gerekir- benden rivâyette bulunman hususunda sana icazet verdim” vb. demesi şeklinde gerçekleşen bir hadis aktarım yöntemidir.

Münâvele: Muhaddisin, içinde, işitme yoluyla elde ettiği hadislerin yazılı bulunduğu kitabını kendi eliyle, icazet vermek istediği kişiye verip “bu, benim falanca şeyhimden işittiğim hadislerin yazılı bulunduğu kitabımdır. Bu hadisleri benden rivâyet etmen hususunda sana icazet verdim” vb. demesi şeklinde gerçekleşen hadis aktarım yöntemidir.124

Hanefîlere göre icâzet ve münâvele yöntemlerinin sahîh olmasının şartı;

kendisine, rivâyette bulunabilmesi amacıyla icazet verilen kişinin, kitaptakiler hakkında bilgi sahibi olması ve onları anlamasıdır. Đcazet verenin de hadislerin yazılı olduğu kitaptakilerin hepsini bilecek kadar zapt ehlinden olması ve bunlara vakıf olması gerekir.125 Bu şartlar dikkate alındığında Hanefîlerin, muhaddislerin hadis rivâyeti yöntemi olarak kabul ettikleri “vicâde”126 yöntemini dolaylı olarak makbûl saymadıkları görülmektedir.

122 Bkz: Đbnu’s-Salâh, a.g.e., s. 174; Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 33; Şâkir, a.g.e., c. I, s. 361 123 Bkz: Serahsî, a.g.e., a.y.

124 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 63 125 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 377

126 Vicâde: Bir kişinin, ister çağdaşı olmasın ister çağdaşı olsun ancak ondan bizzat hadis işitmemiş olsun veya işitmiş olsun ama ondan rivâyet aktarmamış olsun; herhangi bir ravi tarafından yazılmış hadislerin bulunduğu bir eserin bulması ve ona vakıf olması demektir. Örneğin Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, oğlu tarafından vicâde yoluyla aktardığı pek çok rivâyet mevcuttur. (Bkz. Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 35)

Rivâyette bulunması için icâzet verilen kişinin, rivâyette bulunurken “

ﻲﻟ زﺎﺟأ نﻼﻓ

” ifadesini kullanması daha uygun bir davranıştır. Eğer “

ﻲﻧﺮﺒﺧأ

” ifadesini kullanmışsa Hanefîlere göre bu da caizdir. Ancak “

ﻲﻨﺛﺪﺣ

127 lafzını kullanarak kesinlikle rivâyette bulunamaz. Çünkü bu tabir, sadece hadisi duyurma işlemine (ismâ’) özgü kullanılır.128

نﻼﻓ ﻲﻟ زﺎﺟا

” ifadesinin kullanılması azimet kabilindendir.

Ruhsat yollu olarak da –ki ne müşâfehe ne de hitap yoluyla hadisi/haberi öğrenmediği için ruhsat yollu olmaktadır- “haddesenî” veya “ahberenî” lafızlarını kullanarak rivâyette bulunabilir.129 Usulcülerin ve hadisçilerin çoğunluğuna göre açıkça şeyhin nutukta bulunduğu hissini uyandıracağı gerekçesiyle “haddesenî” ve

“ahberenî” lafızlarının kullanımından kaçınılması gerekir. Şeyhine istinâden bizzat konuşma olmaksızın bu iki lafzın kullanılmasının kendisi bir yalandır. Ancak

“haddesenî” ve “ahberenî” lafızlarını “icâzeten (icâzet yoluyla)” lafzıyla kayıt altına almışsa o zaman durum değişir.130

Hanefîlere göre münâvele yöntemi icâzet yöntemini pekiştirme amaçlıdır.

Tek başına muteber bir yöntem olarak kabul edilmemektedir. Münâvele yönteminin geçerliliği icâzet yönteminin bulunmasına bağlıdır. Buna göre icâzets.iz münâvele131 muteber değildir. Çünkü münâvele, icâzetin bir parçasıdır ve icâzetin bir parçası olduğu için de icâzet esastır. Đcâzet olmadan münâvelenin, yani icâzets.iz münâvelenin hiçbir hükmü kalmamaktadır.132 Đcâzetli münâvele133 ya da münâvelesiz icâzet yöntemlerine dayalı olarak rivâyette bulunulması Hanefîlere göre makbûldür.134

127 Ancak el-Buhâri, Serahsî’nin aksine bu tabirin kullanılabileceğine işaret etmektedir. Bkz.

Abdülaziz El-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 65

128 Serahsî, a.g.e., a.y.; Hanefîlerin aksine Ebû Na’îm el-Đsbehânî ve Abdullah el-Merzibânî gibileri ise salt icâzet yoluyla rivâyette bulunulurken “haddesenâ” ve “ahberenâ” lafızlarının kullanımını caiz görmüşlerdir. (bkz: Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 29-30; Đbnu’s-Salâh, a.g.e., s.

169-170)

129 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 65 130 Abdülaziz El-Buhârî, a.g.e., a.y.

131 Münâvele unsuru bulunmakla birlikte “bunlar, bizzat işittiklerimdir” veya “bunlar benim hadislerim” denmesine rağmen “benden rivâyette bulunman için sana icazet veriyorum”

denmemesi şeklinde gerçekleşen münâvele yöntemidir. Fıkıhçılar ve usulcüler bu rivâyette bulunulmasını caiz görmemekle birlikte caiz gören hadisçileri de eleştirmişlerdir. (bkz.

Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 29; Đbnu’s-Salâh, a.g.e., s. 169; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s.

69).

132 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 63

133 Şeyhin, talebesine bizzat işittiklerinin ve benzerlerinin orijinalini sunması ve ardından da “bunlar, benim falanca kişiden rivâyet ettiklerimdir/bizzat işittiğim hadislerdir. Dolayısıyla adıma rivâyette bulunabilirsin” vb demesi şeklinde gerçekleşen rivâyet yöntemidir. Bu yöntem, aralarında Alkame ve Đbrâhîm en-Neha’î gibi Hanefî bilginlerinin de bulunduğu bir topluluğa göre kuvvet ve derece bakımından bizzat işitme ile eşdeğerdedir. (bkz: Suyûtî, a.g.e., c. II, s. 27; Đbnu’s-Salâh, a.g.e., s. 166-167; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 67-68)

134 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 377

Đcâzet veren kişinin, kitapta geçen hadisler hakkında bilgi sahibi olmamasının rivâyette bulunmaya etki edip etmeyeceği konusunda bazı Hanefîler ihtilaf etmişlerdir. Örneğin Ebû Hanîfe ve Đmâm Muhammed’e göre böyle bir icâzet sahîh değilken Ebû Yûsuf’a göre sahîhtir. Bu görüşlerini, belli bir kadı’nın başka bir kadı’ya yazılı metin göndermesi ve şahitliğin yazılı olarak ortaya konması meselelerindeki farklı görüşlerine kıyas etmek suretiyle ortaya koymuşlardır. Ebû Hanîfe ve Đmâm Muhammed’e göre yazılı metinde neler yazdığını şahidin bilmesi şart iken Ebû Yûsuf’a göre sağlıklı bir şekilde şahitliğin gerçekleşebilmesi için şart değildir.135 Serahsî, Ebû Yûsuf’un zaruret dolayısıyla bu konuda istihsanda bulunduğunu belirttikten sonra şöyle devam etmektedir: “Yazılı metinler, metni yazanın da metnin yazıldığı kişinin de kastetmediği ve yazan ile yazılan dışındaki kişilerin de vakıf olamayacağı bir takım sırlar barındırmaktadır. Ancak bu tür sırlar haberlerin yazılı olduğu metinlerde mevcut değildir.”136

Đcâzetin makbûl bir yöntem olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin Đbrâhîm b. Đshâk el-Harbî, Ebû Muhammed el-Đsbehânî, Ebû Nasr el-Vâilî es-Secezî, er-Rebî’in bir rivâyetine göre eş-Şâfii, Hanefîlerden Ebû Tâhir ed-Debbâs vb. göre icâzet yöntemi geçersiz bir yöntemdir. Çünkü bu yöntemden açıkça anlaşıldığına göre şeyhinden hadis ve haber öğrenmediği/almadığı halde şeyhinden hadis ya da haber işitmesini bu yöntem mubah kılmaktadır. Bu ise yalanı mubah görmek demektir. Fukaha ve hadisçilerin çoğunluğuna göre icâzet yönteminin kullanılması caizdir. Çünkü caiz olmasını gerektirecek bir zorunluluk söz konusudur. Şöyle ki her muhaddis kendisine göre sahîh olan bir rivâyeti başkasına ulaştıracak kişi bulamamaktadır. Hatta şeyhine göre sahîh olan rivâyetlerin tümünü işitmeye hiçbir talebe rağbet etmemektedir.

Đşte bundan dolayı icâzet yöntemi caiz kabul edilmeseydi sened kopukluğuna, sünnetlerin kesintiye uğrayıp kaybolmasına neden olunurdu. Azimet kabilinden değil de ruhsat kabilinden icâzet yöntemi caiz görülmektedir.137

Hadis meclisinde iken, dinleyen kişinin hadis işitmesini engelleyecek bir durum içinde olması halinde ona icazet verilip verilmeyeceği konusunda Hanefîler şöyle düşünmektedirler: “Muhaddis, bir kişiye hadis okusa o kişi de duymasa ve anlamasa o kişinin rivâyette bulunabilmesi için icazet verilemez. O kişinin, kitaptakiler hakkında bilgi sahibi olmadan rivâyette bulunmasına nasıl icazet

135 Serahsî, a.g.e., a.y.; bkz. Debbûsî, a.g.e., s. 191-192 136 Serahsî, a.g.e., a.y.

137 Bkz: Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 64

verilebilir ki? Örneğin hadis meclisinde bulunan kişi, okuyanın okumadığı başka bir kitapla ilgileniyorsa veya başka bir şey yazmakla meşgulse veya konuşmakla, boş konuşmakla, oyunla meşgulse ya da dalgın olduğu veya uyuduğu için duymuyorsa onun işitmesi, kesin olarak rivâyette bulunabilmesi için uygun değildir. Ancak sakınılamayacak ölçüde bir dalgınlık ve dikkatsizlik sözkonusu ise zarurete binaen bu eksikliğe göz yumulur. Ancak bu dalgınlık ve dikkatsizlik hadisteki maksadın açıklandığı esnada olmuşsa bu eksikliğe göz yumulamaz. Çünkü eksik dinleme sebebiyle, hadisin ne ölçüde haram kıldığından kimse emin olamaz. Böyle bir durumda muhaddis o kişiye ‘benden işitmiş olduğun hadisleri rivâyet etmen için sana icazet verdim’ dese bile bi’l-ittifak böyle bir icazet sahîh değildir.”138 Ayrıca icazet verilen kişi, kitaptakiler hakkında bilgi sahibi değilse, kitapta eksiklik ve fazlalık bulunma ihtimâli olmasından ötürü değişiklik yapılıp yapılmadığından emin değilse veya eksiklik veya fazlalık ihtimâli bulunmaksızın değişiklik yapıldığından emin ise o kitaptan rivâyette bulunması helal değildir. Ebû Hanîfe ve Đmâm Muhammed’e göre böyle bir kitap hakkında icazet verilmesi sahîh olmazken Ebû Yûsuf’a göre hem icazet verilmesi sahîhtir hem de bu kitaptan rivâyette bulunması helaldir. Bu tartışmanın temeli şudur: Ebû Hanîfe ve Đmâm Muhammed’e göre şahitlerin kitap veya risalede yazanlar hakkında bilgi sahibi olması şahitlikte bulunabilmeleri için şarttır. Bu, Ebû Yûsuf’un da ilk görüşüdür. Daha sonra bu görüşünden vazgeçmiş ve içinde ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmasalar bile kadı’nın kitabı ve mührü olduğu hakkında şahitlikte bulundukları takdirde bu şahitlikleri kabul edilir. Bu, aynı zamanda Đbn Ebî Leylâ’nın da benimsediği görüştür.

Çünkü bir kadı’nın başka bir kadı’ya yazıp gönderdiği şeyde onların vakıf olabileceği ve hayretle karşılamayacakları mühür gibi bir takım işaretler bulunabilmektedir.139 Doğru olan yaklaşım; bazı âlimlerin de tercih ettiği üzere bütün dini hükümlerin dayanağı olan sünnetin, dinin temel unsurlarından biri olması dolayısıyla hadislerin yazılı olduğu kitabın içeriği hakkında bilgi sahibi olunmadan icâzet yöntemiyle rivâyette bulunulmamasıdır.140

Serahsî, tabiin imâmlarından bazılarının kendilerinden, bu tür bir icazet istendiğinde şaşırdıklarını ve arkadaşlarına “bu adam benden, benim aleyhimde yalan konuşmaları için icazet vermemi istiyorlar” dediklerini; müteahhirin ulemasından bazılarının ise bir konu hakkında hüküm ve kara verebilmek açısından acele karar verilebilmesi zaruretine binaen ruhsata dayanarak böyle bir icazeti caiz

138 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 378; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 69 139 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 66

140 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 69

gördüklerini belirttikten sonra böyle bir ruhsatın doğru olmayacağını; çünkü böyle bir icazetin din konusundaki gayret kapısını kapatacağını ve tembellik kapısını aralayacağını belirtmektedir.141

Talebenin, şeyhinde bir kitap veya cüz getirerek “bu, senin rivâyetlerindir.

Dolayısıyla bana bunu teslim et (münâvele et) ve bunları rivâyet etmem için bana icazet ver” demesi bunun üzerine de şeyhin, içindekilere göz atmaksızın ona olur vermesi ve talebenin de kitapta ya da cüzde yazılı olanları rivâyet etmesi şeklinde gerçekleşen icâzetli münâvele yöntemi ne caizdir ne de sahîhtir. Ancak eğer talebe haber rivâyet etme konusunda güvenilir ve tanınmış biri ise o zaman ona bu noktada güvenmek caizdir. Bu yöntem ise “icâzeten câizeten” olmuş olur.142

Đlk dönemlerde, özellikle Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Đmâm Muhammed dönemlerinde hadisler, müteahhirin Hanefîler dönemindeki şekliyle tedvin edilmediği ve insanlar arasında yaygınlık kazanmadığı için icâzet ve münâvele

Đlk dönemlerde, özellikle Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Đmâm Muhammed dönemlerinde hadisler, müteahhirin Hanefîler dönemindeki şekliyle tedvin edilmediği ve insanlar arasında yaygınlık kazanmadığı için icâzet ve münâvele