• Sonuç bulunamadı

a. Duyu organlarından kaynaklanan unsurlar

Rivâyetin taşıyıcısı ve aktarıcısı konumunda olan ravi, neticede bir insandır.

Đnsana ait fizyolojik ve anatomik artılar ve eksilere sahip bir varlık olması dolayısıyla ravinin de bu açıdan değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Yazılı kültürden ziyade sözlü/şifahi kültürün egemen olduğu bir toplumda ve dönemde bilgi alış-verişi kaynaklarından biri olan sözlü iletişimin karşılığı olan duyu organlarının da sağlam ve sağlıklı olması bilginin alınması ve iletilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Đlk dönemlerden itibaren ravinin, bilgiyi/haberi doğru işitip işitmediği, anlayıp anlamadığı, olayı görüp görmediği dikkate alınmış ve rivâyetin makbûl olması açısından bu özellikler ehemmiyet arz etmiştir.

Duyu organlarından kaynaklanan hatalar, hem görmeye hem de işitmeye dayalı hataları ihtiva etmektedir. Bu anlamda, ravilerin yapabilecekleri hatalar, hadislerin şifahî olarak naklinde işitmeye, yazılı olarak veya nüshadan rivâyetle görmeye dayalı olabilir. Duyu organlarındaki kusurlarından dolayı, bu türden hatalar ravilerin irâdesi dâhilinde olmayıp, tamamıyla irade dışıdır. Râvinin şâhit olduğu veya işittiği şeyleri doğru bir şekilde nakledebilmesi, sağlam duyulara ve akl-ı selîme sahip olmayı gerektirir. Raviler arasında görme engelli olan, görme yeteneğini kaybedip kitabına güvenen, bundan dolayı zabt kuvvetinden yoksun kalıp, rivâyet etmiş olduğu hadislerde vehme kapılan birçok kişinin bulunduğu belirtilmektedir.110

Görmeye dayalı kusurları iki şekilde ele almak mümkündür. Bunlardan ilki, yazılı hadis metninden nüsha çıkarılması esnasında ya da hadis meclisinde şeyh tarafından imlâ ettirilirken oluşan dalgınlık sebebiyle kelimenin/cümlenin yanlış işitilmesi ve yazılması sebebiyle ortaya çıkan kusurdur. Đkincisi ise, hadislerin bir kısmında peygamber efendimizin görsel etkenlere yer vermesi suretiyle görme engelli olan kişinin bunları algılayamaması sebebiyle ortaya çıkan eksikliktir. Sonuç olarak her iki durumda da metnin aslının korunamaması gibi bir durum söz konusudur ki, bu da o metnin sıhhatine gölge düşüren bir özelliktir.

110 Doğanay, Süleyman, “Hadis Rivâyetinde Ravi Tasarrufları ve Doğurduğu Problemler”, E.Ü.S.B.E., Kayseri, 2006, (Basılmamış Doktora Tezi), s. 17

Hanefî bilginlerine göre ister anadan doğma olsun ister sonradan olsun görme engelli olan kişinin rivâyeti makbûl sayılmaktadır. Onlara göre körlüğün, haberin rivâyet edilmesine engel bir yanı yoktur. Çünkü körlük, adâlet vasfının değerini düşürmez. Şâyet düşürmüş olsaydı, birer peygamber olan Şuayb ve Yakup peygamberlerdeki adâlet vasfının ortadan kalkmasına neden olurdu. Sahâbe arasında Đbn Ümmü Mektûm, ‘Atabân b. Mâlik gibi anadan doğma âmâların yanı sıra sonradan görme yetisini kaybeden Đbn Abbas, Đbn Ömer, Câbir ve Vâsıle b. el-Eska’

gibi sahâbeler de mevcuttu. Bunlar tarafından aktarılan rivâyetler müslümanlar tarafından makbûl sayılmıştır. Hiç kimse bu rivâyetleri, gözleri görürken mi yoksa kör olduktan sonra mı yaptıklarının tarihini araştırmakla meşgul olmamıştır.111

Đşitme duyusu da rivâyetin kabule şayan olması açısından önemli bir etkiye sahiptir. Bir insan işitme yetisini doğuştan kaybetmiş olabileceği gibi sonradan da kaybetmiş olabilir. Raviler arasında da işitme duyusunu kaybetmiş olanlar vardır.112 Hanefîler özellikle işitme duyusunu, raviye özgü olan şartlardan biri olan zabt özelliğiyle doğrudan bağlantılı görmektedirler. Çünkü bilginin hafızaya sağlam bir şekilde yerleştirilmesi olarak kabul edilen zabt özelliğinin, sağlam bir işitme duyusuyla doğrudan bağlantılı olduğu bir vakıadır. Bu gerçeği dikkate alan Hanefîler, işitme eyleminin gözlem ve denetim/kontrol altında tutulmasını şart görmektedirler. Onlara göre işitme eylemi hakkıyla gerçekleştiği takdirde ravinin zabtı da mükemmel olur ve rivâyette gelişigüzel davranmadığı sürece sağlıklı bir şekilde rivâyette bulunmuş olur.113

Bir haberin değişime uğramadan sağlıklı olarak aktarılması için, sadece sağlam duyularla işitilmesi ve müşahede edilmesi yetmez. Ravi hadisi gerçekten işitmiş veya yazılı malzemeden okumuş olsa bile, bazen zihnin arka planındaki kültürel kazanımlar, saplantılar, kuruntu ve vehimler, hadisin doğru bir şekilde algılanmasına engel olabilir. Burada hem duyu organlarından kaynaklanan kusur ve zaaflar, hem de zihnî saplantıların duyu organlarının sağlıklı işleyişine olumsuz etkileri söz konusudur.114

Hanefîler; haber (metnin)in doğru bir şekilde algılanabilmesi ve hıfzedilebilmesi için ravinin, duyusal uyarıları etkin biçimde alabilmesini kaçınılmaz olarak görmektedirler. Dalgınlık, gevşeklik, uykusuzluk vb. etkenlerin, kişinin

111 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 354; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 590 112 Bkz. Doğanay, a.g.e., s. 18-19

113 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 582 114 Doğanay, a.g.e., s. 19

haberi/hadisi doğru ve eksiksiz bir şekilde işitmesi ve anlayabilmesini olumsuz şekilde etkileyeceği bir vakıadır. Bu açıdan Hanefî âlimleri, ister yaradılışı, tabiatı itibariyle olsun ister gevşeklik ve gelişigüzel davranmak sebebiyle olsun aşırı dalgınlık gösteren birinin rivâyet ettiği bir haberi tek başına hüküm kaynağı olarak kabul etmemektedirler. Çünkü zaptın ilk aşaması olan işitme aşaması, dalgınlık vb.

esnasında mevcut olmamaktadır. Đşte bundan dolayı Hanefî âlimleri, fakîh olmakla maruf olmamış ravinin rivâyeti, fakîh olmakla maruf olanın rivâyetiyle çeliştiği zaman fakîh olmayan ravinin rivâyetini ihmal etmektedirler.115 Hanefîlere göre işitme eylemi tam olarak gerçekleşmeden haberin içeriğini anlamak düşünülemez.

Đşitme gerçekleştikten sonra haberin mefhumunu kavrayamamak da hakiki bir işitme değildir. Aksine bu durum, bir takım sesler işitmek gibi olur. Mana anlaşıldıktan sonra haberin ezberlenme safhası tamamlanmış olur. Böylece ravi, rivâyeti aktarmaya ehil hale gelmiş olur.116 Hanefî usulcülerinden olan Serahsî şöyle demektedir: “Hadis okunan bir mecliste bulunan bir kişi, şeyhin okumadığı başka bir kitapla ilgileniyorsa veya başka bir şey yazmakla meşgulse veya konuşmakla, boş konuşmakla, oyunla meşgulse veya dalgın olduğu ya da uyuduğu için duymuyorsa onun işitmesi kesin olarak rivâyette bulunabilmesi için uygun değildir. Ancak sakınılamayacak ölçüde bir dalgınlık ve dikkats.izlik söz konusu ise zarurete binaen bu eksiklik affedilir. Ancak bu dalgınlık ve dikkats.izlik maksat açıklandığı esnada gerçekleşmiş ise o zaman bu eksiklik affedilmez. Çünkü bu eksiklik sebebiyle ne ölçüde haram kılındığından kimse emin olamaz.”117

Bazen ravi, dalgınlık vb. sebebiyle hadisi yanlış işitmiş olabilmektedir. Yanlış işitmeye örnek, Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir: “Ben Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘(Öyle bir zaman gelecek ki insanlar) üzerinde bulundukları hayır ve berekete rağmen Medine’yi terk edecekler. Orada pençeli hayvanlar ve kuşlardan başka hiçbir yaratık olmayacaktır.”118 Bu hadis Đbn Ömer’e ulaşınca, Ebû Hureyre’nin “

ﺖﻧﺎﻛ ﺎﻣ ﺮﻴﺧ ﻲﻠﻋ

” tabirini reddetmiştir. Doğrusunun “

ﺖﻧﺎﻛ ﺎﻣ ﺮﻤﻋأ

”, yani

“üzerinde bulundukları en ma’mur yer olmasına rağmen” olduğunu söylemiştir.

Bunun üzerine Ebû Hureyre, Đbn Ömer’e gelip, ona: “Benim rivâyetimi niçin reddediyorsun? Allah’a yemin olsun ki, Hz. Peygamber: ‘Üzerinde bulundukları hayır ve berekete rağmen Medine Ehli Medine’den çıkar’ dediği zaman ben ve sen aynı evde bulunuyorduk.” demiştir. Đbn Ömer: ‘Doğru, fakat Hz. Peygamber: “

ﺎﻣ ﺮﻴﺧ ﻲﻠﻋ

115 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 580 116 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 348

117 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 378

118 Buhârî, Fedâilü’l-Medine, 5. Bab, hd.no: 1874, s. 451-452

ﺖﻧﺎﻛ

” demedi, “

ﺖﻧﺎﻛ ﺎﻣ ﺮﻤﻋأ

” demişti. Eğer “

ﺖﻧﺎﻛ ﺎﻣ ﺮﻴﺧ ﻲﻠﻋ

” demiş olsaydı, bu Hz.

Peygamber ve ashâbının yaşadığı dönem olurdu.” Ebû Hureyre: ‘Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sen doğru söylüyorsun.” demiştir.119

Ravinin duyu organları ne kadar sağlam olursa olsun, rivâyet esnasında hem görsel hem de işitsel olarak hata yapması her zaman mümkündür. Tashîf ve tahrîf, güvenilir ravilerin bile yapabileceği hatalardır. Burada, ravi hem görsel hem de işitsel anlamda yanılgıya maruz kalmaktadır. Ses ve şekil benzerliğinden dolayı kelimeyi yanlış işitebildiği gibi, yanlış yazıp hatalı okuyabilmektedir. Nitekim tashif hem göze hem de işitmeye dayalı olarak iki kısımda mütalaa edilmektedir.120

b. Hafıza kusurları

Hadislerde meydana gelen ravi tasarrufları, her zaman adâlet bakımından kusurlu olan şahıslardan kaynaklanmamıştır. Ravilerin nötr bir şuurla, kayıt cihazı veya manyetik bir bant gibi, hadisleri aktardıkları şeklinde değerlendirmeler mevcut olsa da, sika ravilerin bile hâfıza kusurlarından dolayı tenkide maruz kaldığı bir gerçektir.121

Çünkü “insan hafızasının standardı yoktur. Kabul etmek gerekir ki, her insanın hâfıza gücü aynı değildir. Ayrıca insan hafızasının bir şeyi ezberlemesi ve onu uzun süre koruyabilmesi, kendi değerlerine göre, ona ihtiyacı ve verdiği önem ile doğru orantılıdır.”122

Sû-i hıfz, râvinin rivâyet yanlışlarının doğrularından fazla veya doğrusu ile yanlışının eşit olması anlamına gelir. Bazılarında bu durum âdetâ yerleşik bir hal alır ve ne zaman rivâyete girişse bu gibilerin yanılma ihtimâli söz konusudur. Bazen de sû-i hıfz geçici olur ki, mesela yaşlanınca görülen hafıza zayıflığı, yazılı malzemeye dayanarak hadis rivâyet edenlerin bu malzemelerinin kaybolma, yanma, çalınma vb sebeplerle elden çıkması gibi veya böyle bir râvinin bilahare âmâ olup, ezberden rivâyete devam etmesi durumlarında böyledir. Arızî olarak sû-i hıfza maruz kalan raviye “muhtelit” denir.123 Ravinin maruz kalacağı “birtakım harici etkenler de hafızada birtakım kusurlara yol açabilir. Beyin travmaları, beyinde ve sinir sisteminde zedelenmeler, amnezi (geçici ya da sürekli hafıza kaybı), deja vu (bir

119 Doğanay, a.g.e., s. 19-20

120 Bkz. Doğanay, a.g.e., s. 21 121 Doğanay, a.g.e., s. 21

122 Karacabey, Salih, Hadis Tenkidi –Hadislerin Hz. Peygamber’e Aidiyetini Belirleme Yolları-, Sır yayıncılık, Đstanbul, 2001, s. 162-163

123 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 225

insanın bir şeyi daha önce yaşamış, duymuş ya da görmüş hissine kapılması), paramnezi (gerçekte olmayan bir ânın gerçek gibi sanılması) her insanın maruz kalabileceği birtakım durumlardır. Kuşkusuz ravilerin ve aynı zamanda kendileri de birer ravi olan meşhûr muhaddislerin bu ve benzeri durumlardan tamamen uzak olduklarını iddia etmek mümkün değildir.”124

Rivâyet işleminin safhaları, genel olarak tahammül, zabt ve edâdır. Bu üç safha birbirine özdeş olduğu takdirde rivâyet sahîhtir… Ancak böyle bir durumda tasarrufun meydana gelmesi mümkün değildir. Fakat hadis konusunda başta sahâbe olmak üzere, ravilerin bilgilerinin birbirinden farklı olduğu bir gerçektir. Bu bilgi farklılığının nedenlerinden biri ravilerin hafıza durumudur. Sahâbe’den bazıları işitmiş oldukları hadisleri unutmuşlardır. Nitekim hadiste hataya düşme ve tasarrufta bulunma endişesi sahâbenin rivâyette kaçınmasına neden olmuştur. Hz.

Osman, Talha, Zübeyr ve Sa’d gibi sahâbenin ileri gelenleri, hata ve yanlış yapma korkusundan dolayı, çok hadis rivâyet etmekten kaçınmışlardır. Enes b. Mâlik (93/712)’in, Rasûlullâh’tan hadis rivâyet ettiği zaman hadisin bitiminde “veya Rasûlullâh böyle buyurdu” demesi, hafıza kusurunu hesaba katmış olmasının göstergesidir. Zeyd b. Erkâm’ın, hadis rivâyetinden kaçınıp “biz yaşlandık ve unuttuk, Rasûlullâh’tan hadis rivâyeti zor bir şeydir” ifadesi,125 aynı hususa açıkça işaret etmektedir. Sahâbe büyükleri zabt endişesinden dolayı hadislere hata ve vehim girmesinden veya hadiste olmayan bir şeyin hadise dahil olmasından kaygı duymuşlardır.126 Bu hususta en çarpıcı ifade Đmrân b. Husayn’a aittir. Şöyle demektedir: “Vallahi! Đstesem Rasûlullâh’tan iki gün peş peşe hadis rivâyet edebilirim. Fakat beni bundan alıkoyan sebep şudur: Rasûlullâh’ın ashâbından bazıları benim işittiğim gibi hadisleri işittiler, ama aslında bunlar onların aktardığı gibi değildir. Ben de onların karıştırdıkları gibi karıştırmaktan korkuyorum.”127

Zabt kusuruna maruz kalan ravi, vehme kapılıp hadisi lafız ve mana bakımından hatalı ifade edebilir. Hatta tam olarak hatırlayamadığından dolayı, tereddüde kapılıp aynı hadisi birbirinden farklı şekillerde rivâyet edebilir.128

Zabt özelliği, rivâyetin kabul şartlarından biri olarak görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere bu özelliğin en üst seviyede gerçekleşmiş olması arzu edilen bir durumdur. En üst seviyede gerçekleşebilmesi ise ancak ravinin, hafıza

124 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 227; bkz. Karacabey, a.g.e., s. 163 125 Doğanay, a.g.e., s. 22 ; bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 350 126 Doğanay, a.g.e., a.y.

127 Doğanay, a.g.e., a.y.

128 Doğanay, a.g.e., s. 23

gücü ile doğru orantılıdır. Şâyet ravide hafıza kusurları mevcuts.a bu durum, rivâyetin kabulüne olumsuz etkide bulunur. Bu gerçekten hareketle Hanefîler de, zabt özelliğini olumsuz etkileyecek tavır ve davranışlardan uzak durulmasının gereği üzerinde durmakta ve örneğin zabt özelliğini engelleyecek tavır ve davranışlar arasında, hadis dinlenirken gevşeklik göstermeyi (tesâhül) ve gelişigüzel davranmayı zikretmektedirler. Çünkü onlara göre bu durumlar algılamayı etkilediği gibi hıfzetmeyi de olumsuz etkilemektedir. Hanefîlere göre işitme eyleminin gözlem ve denetim altında tutulması şarttır. Çünkü işitme eylemi hakkıyla gerçekleştiği zaman ravinin zaptı da mükemmel olur ve rivâyette bulunurken gelişigüzel davranmadığı sürece o kişi rivâyette bulunabilir ve rivâyeti makbûldür.129

B. Haberin Yazı Đle Tespitinden ve Rivâyetinden Kaynaklanan Unsurlar

Bilindiği gibi hadisler başlangıçta birkaç sayfayı geçmeyen birtakım küçük çaplı metinler (sahife/suhuf) veya yine bir kitap hacmine ulaşmayan kitapçıklar (cuz’/eczâ) halinde kaydediliyordu. Daha sonra bu sahifeler ve cüzler bir araya getirilerek müsned ve musannef tarzında eserler oluşturulmaya başlandı. Bu süreç o kadar hızlıydı ki, daha II.-III. asırda neredeyse hadislerin çok büyük bir kısmı kitaplara geçmiş bulunuyordu…

Hadislerin yazılı olarak naklinin çok erken bir dönemde ve yaygın olarak görülen bir uygulama olması, bu tür yazılı rivâyet yönteminin karşı karşıya kalabileceği muhtemel risklerin üzerinde durulmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir…

Zapt kusurlarının sadece sözlü rivâyete münhasır olmayıp, yazılı hadis malzemesinin de birtakım zapt kusurları ile karşı karşıya olduğunu gösteren pek çok nakil kaynaklarımızda yer almaktadır.130

Bir ravinin zaptının tam olabilmesi için, onun ezberindeki hadisler kadar, yazdığı hadisleri de titiz bir biçimde koruması gerekir. Bu yüzden muhaddislerin bazıları yazdıkları eserleri – bu bir hadis kitabı da olabilir, rical vs. dair bir eser de olabilir- başkalarına vermekte sakınca görmüşlerdir. Onların böyle davranmalarında, ödünç verdiği takdirde eserlerinde tahrifat yapılabileceği endişesi etkili olmuştur.131

129 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 582 130 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 246

131 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 246-247

Şifahi kültürün yaygın olduğu dönemde sözlü iletişimin sağlıklı olabilmesi açısından muhatabın sözlerinin doğru ve eksiksiz anlaşılması esas alınırken yazılı kültürün yaygınlaştığı ve özellikle de hadisin tedvin edilmeye başlandığı dönem(ler)de ise okur-metin ilişki(ler)inin belirgin olduğu görülmektedir.

Unutulmamalıdır ki, “okur-metin ilişkisinde okuru bağımsız özgür bir özne, metni ise öznenin üzerine eğildiği durgun bir nesne olarak değil, her ikisini de etkileşim süreci içinde oluşan bir bütün olarak görmek gerekir.”132

Hadislerin yazılmaya başlandığı dönemlerde, dönemin teknik imkanları, sosyo-kültürel, entelektüel ve bilimsel yapısı gereği hadislerin eksiksiz bir şekilde yazıya geçirilmeye başlandığı söylenemez. Hadis edebiyatında özellikle üzerinde durulan tashif ve tahrif kavramları da bu gerçeği ortaya sermektedir. “Bir kelimenin yazılış şekli aynı kalmak kaydıyla, sadece nokta ve harekelerdeki değişiklikten dolayı başka bir kelimeye dönüşmesi tashif; kelimenin yazılışındaki değişikliklere de tahrif adı verilir.”133

Tashif ve tahrif daha ziyade hadislerin yazılı malzemeden nakledildiği durumlarda, bazen de şifahi nakillerde görülebilir ve genelde yazıda nokta ve harekenin çok yaygın olmadığı dönemlerde, dikkatsizlik, bilgisizlik ve okuma-yazmayı iyi bilememek gibi sebeplerle ortaya çıkmış olmalıdır.134

En iyi hadis bilginlerinin bile tashif ve tahrif yaptıklarını ima eden şu söz konuyla ilgili önemli bir örnektir. Ebû Abdullah, Ahmed b. Hanbel’in “hata yapmaktan ve tashifte bulunmaktan kim kurtulabilir ki!”135 dediğini aktarmıştır.

Tashif, isnadda olabileceği gibi metinde de olabilmektedir.136

Hanefîlere göre hadis(ler)in yazıya geçirilmesi zapt konusuyla bağlantılıdır.

Zapt ise bazen ezberleme ile bazen de yazı ile gerçekleşir. Yazma eylemi neticesinde ortaya çıkan yazılı metin de kendi içinde iki kısma ayrılır. Bunlardan ilki müzekkir (hatırlatıcı) olarak adlandırılır ki, ister bizzat şeyhten/muhaddisten işitilmiş olsun ister olmasın, içine bakılarak hatırlatıcı olan metne denir. Hanefîlere göre esas kastedilen durum hatırlamanın kendisidir, hatırlamanın, kitaba bakmak ve üzerinde düşünülmek suretiyle gerçekleşmesinden başka bir önemi yoktur. Hatırlamadan önce gerçekleşen unutma, mazur görülmüştür. Çünkü onlara göre, rivâyetin caiz

132 Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, 2.

Baskı, T.D.V.Y., Ankara, 2000, s. 31 133 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 213

134 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 214 135 Şehrezûrî,, a.g.e., s. 279 136 Bkz.Şehrezûrî, a.g.e., s. 279 vd.

olmaması gerçeği ile ilgili olarak unutmaya önem verilseydi, bu durum haberlerin ve hadislerin âtıl hale gelmesine neden olurdu. Unutma, insanda mürekkep halde var olan bir özelliktir ve belirgin bir sıkıntı olmadıkça unutmaktan sakınmak imkansızdır… Unutma gerçekleştikten sonra kitaba bakmak bir hatırlama yöntemidir ve hafızada var olana dönmektir. Hafızaya müracaat ettiğinde hafızadakiyle örtüşüyorsa o zaman rivâyet, eksiksiz bir hatırlama durumu gerçekleştikten sonra gerçekleşmiş olur.137

Prensip olarak Hanefîler, ezberlenmiş olmaksızın kitaba bakılarak yapılan rivâyeti pek de sağlıklı bulmamaktadırlar. Örneğin Ebû Hanîfe’ye göre kendisinin, babasının veya tanınmış bir kişinin el yazısıyla yazılmış ve bizzat işitmeye dayalı olan hadis/haberin bulunması vasıtasıyla “imâm” olarak adlandırılan yazı tarzına bakarak ravinin yazıyı hatırlayıp da işitip işitmediğini hatırlamadan rivâyette bulunmak caiz değildir. Çünkü burada kitaptan kastedilen husus, bakıldığında bir şeyleri hatırlatmasıdır. Yazıya/yazılı materyale imâm denmesinin anlamı ise bir ravinin, rivâyeti hatırlayamadığı takdirde başka bir şeye değil de yazıya itimat etmesi, cemaatin imâma itimat etmesine benzer ki, böylece yazı, ravinin imâmı/rehberi olmuş demektir.138

Hanefîler ravinin, kitapta yazılı olanı işitip işitmediğini ya da kıraat edip etmediğini hatırlamaması ancak yazıya baktığında işittiği veya kıraat ettiği yönünde kuvvetli bir kanaatinin bulunması durumunu tartışmalı olarak görmektedirler. Ebû Hanîfe’ye göre böyle bir durumda ne o ravinin rivâyette bulunması ne de o rivâyete dayanarak amel edilmesi caizdir. Ebû Yûsuf, Đmâm Muhammed ve Şâfiî’ye göre ise böyle bir durumda o kişinin hem rivâyette bulunması hem de o rivâyetle amel edilmesi gerekir. Çünkü sahâbe Nebî (a.s.)’ın, insanlara gönderdiği yazılı metinleri esas alarak uygulamada bulunmuşlardı.139 Abdülaziz el-Buhârî, bu konuda azimet olan görüşün, Ebû Hanîfe’ye ait olan görüş olduğunu ifade etmektedir. Çünkü hatırlama olmaksızın yazının kendisine güvenilemez. Herhangi bir bilgi olmaksızın ne rivâyet ne şahitlik ne de hukûkî bir hüküm uygulamaya konulabilir. Zira yazılar arasında herhangi bir ayrım yapılamayacak ölçüde benzerlikler vardır. Buna göre hatırlama bulunmadığı takdirde bizzat yazının kendisi bilgi kaynağı olamaz. Her ne kadar Ebû Hanîfe’nin görüşü azimet ise de Ebû Yûsuf ve Đmâm Muhammed’in görüşleri de hatalı değildir. Aksine bir ruhsat olma özelliği taşımaktadır. Bu konuda

137 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 76 138 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 77 139 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.

ruhsata yer vardır. Zira işittiği andan tebliğ ettiği ana kadar bir şeyin hafızada muhafaza edilmesinin şart görülmesinin hükmü kalmamıştır… Kitaba, risaleye, icazet ve münavele yöntemlerine dayalı olarak rivâyette bulunmak da ruhsat kabilindendir. Buna göre bu konuda ruhsata yer varsa o zaman ruhsatla amel etmek gereklidir.140 Bu konuda ruhsata yer vardır, yaklaşımının gerekçesi olarak el-Buhârî, rivâyetin sahîh olması için yazının yanı sıra hatırlamanın şart koşulmasının hadislerin kesintiye uğramasına neden olmasını göstermektedir.141

Diğer tartışmalı bir konu da; bir kişinin, kendisinden yıllarca ya da yüzyıllarca önce kaleme alınmış bir esere bakarak rivâyette bulunmasının hükmü konusudur.

Hanefîler meseleyi şöyle değerlendirmektedirler: Âdil bir kişi çıkıp da örneğin “bu nüsha, Sahîh-i Buhârî nüshasından elde edilmiş sağlam bir nüshadır/kopyadır” dese bir kişi de o son nüshada Buhârî’den rivâyet edilmeyen bir hadis görse bu takdirde o hadisle amel etmek gerekir mi? Eğer gören kişi mukallit ise bir müçtehide sormalıdır. Eğer müçtehit ise bir topluluğa göre daha önce o hadisi işitmemişse o hadisle amel etmemelidir. Başka bir topluluğa göre ise, nüshayı gören müçtehit eğer âdil bir kişinin sözüne dayanarak son nüshanın sağlam olduğuna kanaat

Hanefîler meseleyi şöyle değerlendirmektedirler: Âdil bir kişi çıkıp da örneğin “bu nüsha, Sahîh-i Buhârî nüshasından elde edilmiş sağlam bir nüshadır/kopyadır” dese bir kişi de o son nüshada Buhârî’den rivâyet edilmeyen bir hadis görse bu takdirde o hadisle amel etmek gerekir mi? Eğer gören kişi mukallit ise bir müçtehide sormalıdır. Eğer müçtehit ise bir topluluğa göre daha önce o hadisi işitmemişse o hadisle amel etmemelidir. Başka bir topluluğa göre ise, nüshayı gören müçtehit eğer âdil bir kişinin sözüne dayanarak son nüshanın sağlam olduğuna kanaat