• Sonuç bulunamadı

Haberin Ta’n Edilmesi

a. Sahabe tarafından yapılan ta’n/eleştiri

Hanefîlere göre hadisle amel etmeme tavrı ravi tarafından gerçekleşebileceği gibi başkası tarafından da gerçekleşebilir. Buna göre amel etmeme tavrı ya sahâbe tarafından ya da hadis imâmları tarafından sergilenmiş olabilir. Đsâ b. Ebân’ın da ifade ettiği gibi sahâbe tarafından sergilenen hadisle amel etmeme tavrı da kendi içinde iki kısma ayrılmaktadır.

a1. Kimi sahabe büyüklerinin, bilmedikleri haberin hilafına hareket etmesi

Sahâbenin önde gelenlerinden bir kısmının hadise muhalif tavır sergilemeleri.

Sahâbe, bir hadisi delil olmaktan çıkartan başka bir hadis hakkında bilgi sahibi olabilir. Buna göre, sahîh hadisi tebliğ etmediği şeklinde bir varsayım bulunmadığında veya Rasûlullâh’tan kendisine ulaşan sahîh hadise muhalif bir tavır sergilediği şeklinde bir düşünceye sahip olunmadığında ister sahâbe isterse başkası o hadisi rivâyet etmiş olacaktır. En iyimser ihtimâlle sahâbe o hadisin hükmünün kaldırıldığını bilmektedir ya da mevcut hükmün kesin olmadığını bilmektedir.230

Serahsî bu kısma şu hadisi örnek vermektedir: “

ﺐﻴﺜﻟاو مﺎﻋ ﺐﻳﺮﻐﺗو ﺔﺋﺎﻣ ﺪﻠﺟ ﺮﻜﺒﻟﺎﺑ ﺮﻜﺒﻟا ﺐﻴﺜﻟﺎﺑ

ﺪﻠﺟ ﺔﺋﺎﻣ ﻢﺟرو

ةرﺎﺠﳊﺎﺑ

”.231 Hadisin meşhûr olduğuna dair bilgi sahibi olduklarını

bildiğimiz halde sahâbe aynı anda hem celde vurulmasını hem de recmedilmesini kabul etmemişler, bundan kaçınmışlardır. Bu durumdan, mevcut hükmün kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Hatta Hz. Ömer’in “bundan sonra hiç kimseyi kesinlikle sürgüne yollamayacağım” dediği, Hz. Ali’nin de “ceza olarak sürgün yeterlidir” dediği bilinmektedir. Hanefî âlimleri de buna dayanarak hem celde vurulması hem de sürgüne gönderme uygulamalarının bir arada yerine getirilmesi hükmünün nesh edildiğini benimsemişlerdir.232 Đmâm Şâfiî ise, bu hadisi esas alarak had cezasının

229 Bkz. Sadru’ş-Şerî’a, a.g.e., c. II, s. 30 230 Serahsî, a.g.e., a.y.

231 Bkz. Müslim, Hudûd, 3. Bab, hd.no: 12-14, c. II, s.ç 806; Ebû Dâvûd, Hudûd, 23. Bab, hd.no:

4415, s. 792; Tirmizî, Hudûd, 8. Bab, hd.no: 1434, s. 339; Đbn Mâce, Hudûd, 7. Bab, hd.no:

2550, s. 434; Dârimî, Hudûd, 19. Bab, hd.no: 2372, c. III, s. 1500; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 76; Beyhakî, Hudûd, 13. Bab, hd.no: 16980, c. VIII, s. 389

232 Serahsî, a.g.e., a.y.; bkz. Sadru’ş-Şerî’a, a.g.e., a.y.

tamam olabilmesi için sürgün yeri ile zina eden kişinin ikamet ettiği yer arasını sefer müddeti olarak belirlemiştir. Hanefîler, amel etmeme gerekçeleri olarak “eğer sürgün, bir had cezası olsaydı Hz. Ömer böyle bir yemin etmezdi. Zira irtidat endişesiyle had cezası terk edilmez. Bundan da anlaşılıyor ki, sürgün cezası politik bir amaç ve maslahat elde etmek için belirlenmiştir” demektedirler.233

Bu hadisi hüküm kaynağı olmaktan çıkartan sebep de, Hanefîlere göre, sahâbe büyüklerinin bir kısmının bu hadise muhalif tavır sergilemeleridir. Zira dinimizi öğrendiğimiz bu kişilere bu hadisin gizli kaldığının düşünülmesi uzak bir ihtimâldir ve Rasûlullâh’tan gelen sahih bir hadise muhalefet ettikleri kesinlikle düşünülemez. Aksine muhalefet edenin, bu hadisin neshedildiğini bildiği ya da bu hadisin taşıdığı hükmün emir bildirmediğini bildiği düşünülebilir.234

Diğer bir örnek de Hz. Ömer’in es-Sevâd arazileriyle ilgili uygulamasıdır.

Aktarıldığına göre Hz. Ömer, es-Sevâd (Irak ülkesinin ekilip biçilen arazileri) bölgesi, halkıyla birlikte fethedildiğinde bu bölgenin ganimetlerini bu savaşa iştirak edenler arasında taksim etmeyi reddetmiştir. Hâlbuki bilindiği üzere Hz. Ömer, Rasûlullâh’ın, Hayber’in fethinden sonra ganimetleri sahâbe arasında taksim ettiğini bilmekteydi. Bu uygulamadan anlaşıldığında göre, Hz. Ömer, ganimetlerin başkalarına dağıtılması caiz olmayacak şekilde Rasûlullâh’tan gelen kesin bir hüküm olmadığını bilmekteydi.235 Hanefîlere göre bir devlet başkanının, bir ülkeyi zor kullanarak fethettiğinde, onun, ülke halkını köle yapıp kazananlar arasında taksim etme ve arazilerini de ganimet sahipleri arasında pay etme hakkı olduğu gibi ülke halkını hür bırakıp onları cizye vermekle sorumlu tutma ve herhangi bir taksimde bulunmaksızın arazilerini onlara bırakma ve bunun karşılığında da haraç vergisi alma hakkına sahiptir. Ancak Đmâm Şâfiî’ye göre devlet başkanının arazilerle ilgili olarak değil kölelerle ilgili olarak bu şekilde hareket etme hakkı vardır.236 Đmâm Şâfiî, Rasûlullâh’ın fethettiği her ülkede yaptığı gibi Hayber fethinde de Hayber arazisini sahâbe arasında taksim etmesini dayanak alırken, Hanefîler bu uygulamanın Hz. Muhammed’in siyasi bir tasarrufu olduğunu esas alarak sonraki yöneticilerin bu uygulamayı aynen gerçekleştirmekle sorumlu olmadığını aksine siyasal alanda içtihatta bulunabileceğini savunmuşlar ve Rasûlullâh’ın ganimetlerle ilgili uygulamasının başkası için caiz olmayacak şekilde nihai bir hukûkî karar

233 Abdülaziz el-Buharî, a.g.e., c. III, s. 103; bkz: Debbûsî, a.g.e., s. 203 234 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 104

235 Serahsî, a.g.e., c. II, s. 8

236 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 104

olmadığını, şâyet böyle olsaydı Hz. Ömer’in böyle bir tavır içine girmeyeceğini savunmaktadırlar. 237

a2. Kimi sahabenin, bilmesi muhtemel olan haberin hilafına hareket etmesi

Sahâbenin, hadise muhalif tavır içinde olması şeklinin ikinci kısmı ise, sahâbenin belli bir hadis hakkında bilgi sahibi olmamasıdır. Bu tavır, sahâbenin muhalif tavır sergilemesine rağmen hadisi hüküm kaynağı olmaktan çıkartmaz.

Bu kısma şu olay örnek verilebilir: Ebû Musa el-Eş’arî’den aktarıldığına göre o, namazda sesli gülmekten ötürü abdestin yenilenmesini gerekli görmemekteydi.

Namazda sesli gülmekten ötürü abdest alınması gerektiğinden bahseden hadis hakkında bilgi sahibi olmaması onun bu hadisle amel etmeyi terk ettiğini anlamına gelmemektedir.238 Eş’arî’nin bilmediği bu olayı Zeyd b. Hâlid el-Cühenî şöyle aktarmaktadır: “Nebî (a.s.) ashâbıyla namaz kılarken âmânın biri öne doğru yöneldiğinde bir çukura düşmüştü veya bir tümseğe çarpmıştı. Bunun üzerine cemaatin bir kısmı bu duruma güldü. Hz. Muhammed (s.a.s.) selam verdiğinde ise:

‘Sizden kim kahkaha ile güldüyse abdestini tazeleyip namazını tekrar kılsın’ dedi.”239 Abdülaziz el-Buhârî, bu olay doğru olsa bile Ebû Musâ ile ilgili olarak aktarılan bu durumun hadisle ilgili yapılmış bir cerh anlamına gelmediğini, çünkü Zeyd’in aktardığı olayın, nadir gerçekleşen bir olay olduğunu ve Ebû Mûsâ’nın da bundan habersiz olmasının doğal olduğunu ve bundan ötürü Ebû Mûsâ’nın bu hadisle amel etmemiş olabileceğini savunmaktadır. Bununla birlikte el-Buhârî devamla şöyle demektedir: “Bize göre onun bu hadisle amel etmediği doğru değildir. ‘el-Esrâr’ adlı eserde de belirtildiği üzere Ebû’l-‘Âliye’nin bu hadisi, Ebû Mûsâ’dan müsned ve mürsel olarak rivâyet ettiği meşhûr bir olaydır. Ayrıca sika ravilerin hiçbirinden, onun bu hadisle amel etmediğine dair bir rivâyet de aktarılmış değildir. Bundan da anlaşılıyor ki, bahsedilen durum doğru değildir.”240

Hanefîlere göre böyle bir tavır, hadisi hüküm kaynağı olmaktan çıkartmaz.

Çünkü sahîh hadisle amel edilmesi vaciptir ve bir kısım sahâbenin muhalefet etmesi nedeniyle sahîh hadisle amel etmekten vazgeçilemez.241

237 Bkz. Abdülaziz el-Buharî, a.g.e., a.y; Debbûsî, a.g.e., s. 204 238 Serahsî, a.g.e., a.y.; bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 106

239 Bkz. Beyhakî, Buyû’, 74. Bab, hd.no: 10804, 10812, 10813, c. V, s. 541, 544 240 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 106

241 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., a.y.

b. Hadis imamlarınca yapılan ta’n/eleştiri

Hanefîler, hadis imâmlarınca yapılan ta’n konusunu müphem ve müfesser olmak üzere iki kısımda değerlendirmektedirler.

Hanefî âlimleri, ta’n etme sebebi zikredilmeksizin, “bu hadis sağlam değildir”,

“bu hadis münkerdir”, “falanca kişi, hadisi metrûk olan kişidir”, “falancanın, mezhebini desteklemek amacıyla rivâyet ettiği hadistir”, “falanca cerhedilmiştir”,

“falanca âdil değildir”… gibi gerekçeler ileri sürülerek yapılan müphem ta’nı makbûl saymamakta ve cerh işlemi olarak görmemektedirler. Çünkü onlara göre adâlet vasfı, dinin dış görünüşü itibariyle her müslümanda mevcut olan bir özelliktir.

Fakîhlerin ve muhaddislerin genelinin benimsediği yaklaşım da budur. Buna karşılık, el-Kâdı Ebû Bekir el-Bâkıllânî ve bir grup âlim ise “mutlâk cerhi” yani sebebi zikredilmeksizin yapılan cerh işleminin geçerli olduğunu, çünkü cerheden kişinin şâyet cerh sebepleri hakkında bilgi sahibi olan biri ise o takdirde cerh sebebini açıklamasının şart koşulmasının önemsiz olduğu kanaatindedirler. Bu konudaki temel yaklaşımlarından biri de ta’dilde bulunan kişinin “bu âdil bir kişidir”, “sikadır”,

“hadisi makbûldür” veya “şahitliği makbûldür” demesine binaen “mutlâk ta’dil”in yani gerekçesi belirtilmeksizin yapılan ta’dil işleminin makbûl sayılması gibi mutlâk ta’nın/cerhin de makbûl sayılması anlayışıdır.242

Hanefî âlimleri, “mutlâk ta’dilin” makbûl sayılmasına kıyasla “mutlâk ta’nın”

da makbûl sayılabileceği şeklindeki kıyaslamayı uygun bulmamaktadırlar. Çünkü onlara göre adâlet vasfı, akıl ve din sahibi olmaları itibariyle her müslüman için var olan bir özelliktir. Özellikle de Hz. Peygamber döneminde yaşamış olanlar ve Nebî (a.s.)’ın şahitlikte bulunduğu ilk üç asırda yaşayanlar için var olan bir özelliktir. Bu belirgin durum, müphem cerh / mutlâk ta’n ile geçersiz kılınamaz. Zira cerheden kişi, cerh sebebi olmaya uygun olmayan bir şeyin cerh sebebi olabileceğine inanmış olabilir. Örneğin, ravinin ısrar etmeksizin küçük günah işlemesi, mubah olduğuna inandığı için nebîz içmesi veya satranç oynaması gibi davranışları cerh sebebi sayabilir. Ayrıca biri(ler)i tarafından kötülenen bir kişi –Allah tarafından korunmuş olan hariç-, dilini tutmaktan aciz olup kötüleyen kişi hakkında müphem bir ta’nda bulunabilir. Daha sonraları, yapmış olduğu ta’nı açıklaması istendiğinde ise bunun aslı esası olmadığı anlaşılabilir. Đşte bundan dolayı cerh sebebini açıklaması

242 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 106; Serahsî, a.g.e., c. II, s. 9

gerekmektedir. Ancak ta’dil işlemi böyle değildir. Çünkü ta’dilin sebepleri ne zapt altına alınabilir ne de sınırlandırılabilir.243

Abdülaziz el-Buhârî, mutlâk cerhin / müphem ta’nın her zaman işlemediğini şöylece örneklendirme yoluna gitmiştir: Ebû Amr ed-Dımaşkî’nin de konuyla ilgili olarak “Ma’rifetu Envâ’i ‘Đlmi’l-Hadis” adlı eserinde belirttiği üzere, örneğin el-Buhârî, kendisinden önce yaşamış ve cerh işlemine marûz kalmış olan Đbn Abbas’ın kölesi Đkrime, Đsmail b. Ebî Üneys, Âsım b. Ali, Amr b. Merzûk ve benzeri kişilerin rivâyetlerini delil almıştır. Aynı şekilde Müslim, Süveyd b. Sa’îd ve aralarında ta’na maruz kalmış olan bir grup insanın rivâyetlerini delil almıştır. Ebû Dâvûd es-Sicistânî de aynı yöntemi izlemiştir.244

Hanefîlere göre müfesser ta’n da müphem ta’n gibi cerhi gerekli kılan bir durum değildir. Müfesser ta’n ise, sebebi zikredilmek suretiyle yapılan bir cerh işlemi olarak anlaşılabilir. Onlara göre cerh olması isabetli olmayan müfesser ta’na Ebû Hanîfe hakkında aşırı derecede inatçılık besleyen hasetçilerin ileri sürdüğü, onun, oğlunu, vefat eden hocası Hammâd’ın kitaplarını alması için gizlice evine soktuğu ve bu kitaplardaki hadislere dayalı olarak rivâyette bulunduğu şeklindeki ta’n örnek verilebilir. Dikkat edilirse burada birileri tarafından bir cerh işlemi yapılmakta ve cerh sebebi olarak da Ebû Hanîfe’nin sanki bir şekilde hırsızlık işlemiş olması gösterilmektedir. Ancak Hanefîler bu iddiayı sağlam görmemektedirler.

Çünkü onlara göre Ebû Hanîfe, mükemmel bir yaşam tarzına ve kendisine nispet edilen mevkîden daha üstününe sahip bir kişidir. Onun hakkında aşırı hasetçilerin ileri sürmüş olduğu pek çok ta’n/iddia vardır ki bunları tasnîf eden kitaplar ve risâleler kaleme alınmıştır. Ancak onun hakkındaki bu iddialar onun şerefini yüceltmekten öteye gidememiştir.245

Cerh olması isabetli olmayan müfesser ta’na bir diğer örnek olarak da Hanefîler, tedlîs yoluyla yapılan ta’nı örnek vermektedirler ki, bu konu da ilgili kısımda ele alınmıştır.

243 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 106-107; bkz. Serahsî, a.g.e., c. II, s. 9 244 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 107

245 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. III, s. 108

II. HABERĐN BĐLGĐ VE UYGULAMA DEĞERĐ

1. Haberin Bilgi Değeri