• Sonuç bulunamadı

Mütevatir Haberin Bilgi Değeri

En geniş anlamıyla ‘haber’ konusu, hadis ilminin yanı sıra kelam, tarih, fıkıh ve mantık gibi farklı disiplinlerin de konusu olmuş ve hakkında müstakil eserler telif edilmiş bir konudur. Esasen mevzû –Đslâmî literatürün de açıkça ortaya koyduğu gibi-, Đslâm coğrafyasının sınırları genişleyip, müslümanların farklı dinî ve felsefî aidiyetleri olan insanlarla karşılaşmasının ardından; ilk önce mütekellimûn’un özellikle de Đslâm kelâmının ilk temsilcileri olan mu’tezilî kelâmcıların gündemine girmiş ve onlar bir bütün olarak Đslâm dinini, özellikle de peygamberlik müessesesini bu farklı kültürler karşısında müdâfaa etmek için sistematik bir “haber felsefesi” inşâ etmeye girişmişlerdir. Zira söz konusu kadîm dinin ve felsefî mirasın vârisleri olan bu gruplardan bazıları, bütünüyle haberlerin epistemolojik değerini inkâr ediyor, dolayısıyla da peygamberlik müessesesine ihtiyaç olmadığını iddia ediyorlardı. Bu nedenle sözünü ettiğimiz ilk dönem Đslâm kelâmcıları, konuya ciddî bir ehemmiyet atfederek bu hususta karşı tarafın iddiâlarını çürütecek güçlü argümanlarla desteklenmiş bir “haber savunusu” stratejisi geliştirdiler. Onların tesis ettikleri bu stratejide, genel olarak haber’in, özelde ise mütevâtir ve âhâd haberlerin epistemolojik değerleri ortaya kondu ve böylece bu sahada muazzam bir literatür vücut buldu. Đslâmî ilimler müstakil disiplinler halinde tedvîn edildikten sonra da, bu disiplinlerden her biri kendisini ilgilendiren yönü ile haberi konu etmiştir.246

Bir bilgi kaynağı olarak haberin de epistemolojik bir değeri olduğu ortadadır.

Buna karşın, “epistemolojinin kapsamı içinde kalan klasik problemler olarak kabul edilen, bilginin imkânı problemi, bilginin doğruluğu problemi, bilginin kaynağı problemi ve bilginin sınırları probleminin”247 genel olarak haber konusu için söz konusu olduğu da bir gerçektir.

Hanefi usulcüleri, mütevatir haberin epistemolojik değerini ortaya koyabilmek amacıyla; kadîm dinî ve felsefî geleneğin konuya bakışının yanı sıra Đslam mezhepleri ve alimleri arasında mütevatir haberin ortaya koyduğu bilgi çeşidine dair görüşlerini ele almakta ve karşıt görüş olarak kendi yaklaşımlarını

246 Özmen, Ramazan, “ el-Buhârî’nin Haber-i Vâhid Savunusunda Kullandığı Âyetler Üzerine Bir Đnceleme”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 1, s. 218

247 Bkz. Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1997, s. 249

delillendirme yoluna gitmektedirler. Örneğin Hanefi usulcülerinden olan Pezdevî ve Serahsî’ye göre mütevatir haber, gözle görme neticesinde oluşan zarûrî bilgi gibi ilm-i yakîn ortaya koymaktadır.248 Burada dikkat çekici nokta, mütevatir haberle elde edilen bilginin zarûri bilgi kategorisinde değil de yakınî bilgi kategorisinde değerlendirilmesidir. Zira zarûrî bilgi ile yakınî bilgi arasında şu nüans vardır: Zarûrî bilgi müşahedat alanıyla ilgili iken yakınî bilgi tamamen kalben tasdik etme alanına aittir. Binaen aleyh “inançlar ancak bu tür [yakınî] bilgilerle sabit olur.”249

Haber vasıtasıyla bilgi oluşabileceğini kesin olarak kabul etmeyenler arasında bulunan ve haberin, kesinlikle ne hüküm kaynağı ne de ne yakınî ne tuma’nîne olabilecek şekilde bir bilgi ortaya koyduğunu, aksine haberin, bilgi bakımından zann ifade ettiğini kabul edenler arasında olan Sümeniyye ve Berâhime gibi grupların iddialarını Hanefiler, rezil bir iddia olarak değerlendirmekte ve bu düşüncede olanları, ne kendini ne dinini ne dünyasını ne annesini ne de babasını tanıyan, yani gözle görülen şeyleri inkar eden kişiler olarak kabul etmektedirler.250

Hanefî usulcüleri ayrıca, mütevatir haberin ilm-i tuma’nîne ortaya koyduğunu iddia edenleri de şiddetli bir şekilde eleştirmişlerdir. Hanefilere göre bu iddiada bulunanların esas kastettikleri şeyin; mütevatir yolla gelen haberde yalan ve hata olasılığı bulunmakla birlikte doğruluk payının bulunma ihtimali ağır bastığı için o bilginin doğruluğuna dair kalbî bir tatmin durumunun bulunduğudur.

Mütevatir haberin ilm-i tuma’nîne ortaya koyduğunu iddia edenlere göre her bir mütevatir haber aslında âhâd haberler bütünüdür, dolayısıyla âhâd olan her haberde nasıl ki yalan bulunma olasılığı mevcuttur aynen de mütevatir haberde de mevcuttur. Yine bu düşüncede olanlara göre, bir yalan üzerinde ittifak edilme

⇒ Yakınî bilgi kısımlarından biri olan zarûrî bilgiler; tüm parçasından büyüktür ve iki zıt birleşmez örneklerinde olduğu gibi nazara ve tefekküre ihtiyaç duymadan meydana gelen bilgilere denir. (Ebehrî, Esîruddin, Mantık (Đsâgoci Terceme ve Şerhi), trc: Tâlha Alp, Yasin Yayınevi, Đstanbul, ty., s. 109)

Yakınî bilgi; a) yüzde yüz kesin olma, b) gerçeğe uygun olma ve c) kendisinden vazgeçmenin mümkün olmadığı bilgilere denir. Bu üç vasıftan birincisi bulunmayan bilgiye zan, ikincisi bulunmayan bilgiye cehl-i mürekkep, üçüncü vasıf bulunmayan bilgiye de taklîd denir. Yakınî bilgi de kendi içinde; a) zarûrî bilgi ve b) nazarî/iktisâbî bilgi şeklinde iki kısma ayrılır. (bkz.

Ebehrî, a.g.e., s. 107-109)

248 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 524; Serahsî, a.g.e., c. I, s. 283 249 Erdoğan, a.g.e., s. 485

250 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 524

⇒ Tuma’nîne: Kişinin, idrak etmesi neticesinde elde ettiği ilave bir kanaat ve karara denir. Eğer idrak edilen; yakîn ile alakalı bir şeyse, kişinin buna dair elde ettiği itmi’nân durumu, ilave ve eksiksiz bir yakîn durumu demektir. Mekke ve Bağdat şehirlerinin varlığına dair yakınî bilgi sahibi olan birinin, bu şehirleri bizzat gördükten sonra elde ettiği bilgi buna örnek verilebilir.

Eğer idrâk edilen; zan ile ilgili bir durum ise, bunun itmi’nân durumundan maksat, yakîn kapsamına girecek şekilde zan yönünün ağır basması demektir. Bu suretle elde edilen şey, şüphe sebebiyle meydana gelen sıkıntıdan kurtulma durumudur. (Bkz. Tehânevî, a.g.e., c.

II, s. 1140)

ihtimalinin mevcudiyeti, kendisinde yalan bulunma ihtimali dolayısıyla kat’î bilgi sunmasa da mütevatir haberin aktarılmasını engellemez.

Mütevatir haberin ilm-i tuma’nîne ortaya koyduğunu iddia edenler, bu iddialarını şu şekilde delillendirmeye çalışmışlardır: Örneğin, adamın biri hayatta olduğunu bildiği birinin evinin önünden geçerken o evden yükselen feryat figân duysa, ölü yıkama ve defnetme hazırlıkları görse, ona o kişinin öldüğü haberi verilse, karşılıklı birbirlerini teselli etseler, bunlara şahit olan kişideki hakikat barındıran hâdis bilgide değişiklik meydana gelmiş olur. Buna rağmen, herhangi bir amaçla yapılmış bir aldatma veya evdekilerden kaynaklanan bir hile olma ihtimali bulunmakla birlikte o kişinin ölü olduğuna dair, bunlara şahit olanın kalbinde ilm-i tama’nîne hasıl olmuş olur.251

Hanefi usulcülerinden olan Serahsî bu düşüncede olanların iddialarını rezil bir iddiaya benzetirken252, Pezdevî ise bu tür bir iddianın kişiyi küfre götüreceğini ifade etmektedir.253

Serahsî, bu iddianın geçersizliğini ortaya koymak amacıyla; bu iddia sahibinin, gerçekten peygamberleri tanımadığını ve dolayısıyla o kişinin imanının sahih olmadığını, ayrıca bu kişinin yaratıcıyı da tanımamakta olduğunu; bunların yanı sıra akıl sahibi olanların zorunlu olarak bildiklerini, o kişi(ler)in inkar ettiğini çünkü haberlerden mütevatir yolla elde edilen bilginin, beş duyuyla elde edilen bilgi gibi olduğunu ifade etmektedir. Konuya şöyle devam etmektedir: “Biz, haber vasıtasıyla, kendi şehrimizi açıkça bildiğimiz gibi, şüphe bulunmayacak şekilde dünyada Mekke ve Bağdat adlı şehirlerin olduğunu bilmekteyiz. Aynı şekilde evlerimizin bulunduğu yönü kesin olarak bildiğimiz gibi Mekke yönünü de kesin olarak bilmekteyiz.”254

“…Eğer mütevatir haber yakınî bilgi ortaya koymuyorsa peygamberlerin peygamberlikleri ve onların gerçekten var olup olmadıklarıyla ilgili bilgiye günümüzde kimse sahip olamaz ki. Bu ise açık bir küfürdür”255 diyen Pezdevî, ilm-i tuma’nîne ortaya koyduğunu iddia edenlerin aksine “mütevatir haberin, hem vaz’î hem de tahkîki olarak kulakla işitme ve gözle görme gibi zaruri olarak ilm-i yakîn

251 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 284; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 524; Debbûsî, a.g.e., s.

207

252 Serahsî, a.g.e., c. I, s. 285

253 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 526 254 Bkz. Serahsî, a.g.e., c. I, s. 285 255 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 527

gerektirir” demektedir.256 Abdülaziz el-Buhârî, Pezdevî’nin ifade ettiği “hem vaz’î hem de tahkîkî olarak” ifadesini şu şekilde yorumlamaktadır: “Vaz’î olarak”

ifadesinden maksat, istidlâle dayanmadan bizzat kendisi ve vaziyeti itibariyle yakınî bilgi ortaya koyan şey demektir. “Tahkîkî olarak” ifadesinden maksat ise, istidlâle başvurduğunda yakınî bilgi gerektiren aklî delile işaret eden şey demektir.257

Mütevatir haberin yakınî bilgi ortaya koyduğunu iddia edenler de farklı düşünmektedirler. Bunların çoğunluğuna göre mütevatir haber, yakınî bilgi türlerinden biri olan zarurî bilgi ortaya koyar. Ebû’l-Kâsım el-Ka’bî, Mu’tezile’den Ebû’l-Huseyn el-Basrî ve Şafii mezhebinden de Ebû Bekir ed-Dakkâk gibilerine göre ise mütevatir haber yine yakınî bilginin bir diğer kısmı olan istidlâlî bilgi ortaya koyar.258

Mütevatir haberin “zarûrî bilgi” verdiği iddiasına el-Buhârî şöyle cevap vermektedir: “Eğer durum böyle olsaydı, alimler, ‘bütünün, parçalarından daha büyük olması’ ve ‘var olan bir şeyin yok olmayacağı’ konularında ihtilaf etmedikleri gibi bu konuda da ihtilaf etmezlerdi. Eğer mütevatir haberin verdiği bilgi istidlâlî olmuş olsaydı, bu bilgi, sadece istidlâlde bulunan kişilere özgü olurdu. Halbuki sadece onlara özgü bir bilgi değildir. Zira bir kişi, hiçbir şekilde istidlâlde bulunma hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte buluğ çağından sonra anne-babasını tanıdığı gibi çocukluğunda da anne-babası hakkında habere dayalı bilgi sahibi olmuştur.

Aynı şekilde mütevatir haberle elde edilen bilgi istidlâlî bir bilgi olsaydı, akla dayalı olarak o haber hakkında tartışma yapmak da caiz olurdu.259

Hanefilerin aksine Şafiilere göre, mütevatir haberin ortaya koyduğu bilgi, yakınî bir bilgi olmakla birlikte bu bilginin alt kısımlarından olan “iktisâbî” bilgidir.

Şafiiler bu bilgi türünün mucizeler belirdikten sonra peygamberlik vasıtasıyla ortaya çıkan bilgiye benzetmektedir. Ayrıca Şafiilere göre bu bilgi, zarûrî bilgi olmuş olsaydı insanlar arasında ihtilaf meydana gelmezdi. Halbuki insanlar, mütevatir haberle ilm-i yakınîn belirlenmesi konusunda ihtilaf etmektedirler ki, bu da bu bilginin iktisâbî olduğunu göstermektedir. Şafiilerin bu yaklaşımını Hanefiler fasit kabul etmektedirler. Çünkü Hanefilere göre bu bilgiye ulaşma yöntemi sadece

256 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 526-527 257 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 527 258 Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 524

259 Bkz. Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., c. II, s. 532-533

araştırma yöntemi olmuş olsaydı o zaman bu, sadece araştırmacılara özgü bir bilgi olacaktı ki, durum böyle değildir.260