• Sonuç bulunamadı

Bu politikaya ilişkin uluslar arası tartışma 1960’larda John Turner’ın çalışmaları ile başlamıştır (Turner, 1967,

Kentsel Alanlarda Sınıfsal Tahliye, Yoksullaşma ve Mülksüzleşme

16 Bu politikaya ilişkin uluslar arası tartışma 1960’larda John Turner’ın çalışmaları ile başlamıştır (Turner, 1967,

1977). Gelişmekte olan ülkelerde enformel yerleşmelerde mülkiyetin resmîleşmesi ya da tapu verilmesine ilişkin eği- lim 1980’lerde neoliberal politikalar çerçevesinde tekrar gündeme gelmiştir.

DB uzmanları de Soto’nun görüşlerine ben- zer biçimde, mülkiyetin yasallaşmasının, doğal kaynakların sürdürülebilirliğinden, hanenin gı- da güvenliğine ve politik istikrara kadar uza- nan faydaları olacağını, mülkiyet transferinin mümkün hale geleceğini, böylece de yoksulla- rın kredi ve finansman piyasalarına katılabile- ceğini ileri sürmektedirler (Deiniger ve Bin- swanger, 1999, akt. Roy, 2005; Handzic, 2010). Davis (2006) Gecekondu Gezegeni ki- tabında de Soto’nun argümanlarının farklı mo- tiflerden kaynaklanmakla beraber, ironik ola- rak Brezilyalı solcu politikacılara ve yoksullara da cazip geldiğini çünkü her iki grubun ortak amaçlarının toprak mülkiyetinin yasallaştırıl- ması (land tenure regularization) olduğunu söylemektedir. Amaç, bir taraftan gecekondu alanlarını düzenli yerleşmelerle birleştirmek, diğer taraftan emlak değerlerini yeniden dü- zenlemektir. De Soto (2010) varlıkların yasal- laştırılması yoluyla ekonomilerin gelişeceğini iddia ederken, yoksullar için bu durum, barın- ma güvencesi ve mülkiyet haklarını kazanmak anlamına gelmektedir. Brezilya’nın favelaların- da yaşayanların ya da Türkiye’de gecekondu alanlarında yaşayanların birçoğunun da nihai amacı, arazi ya da konut tapusu almak ve yaşa- dıkları alanların yasallaşmasıdır.

Mülkiyetin yasallaşma sürecinin maliyetli oluşu, emlak vergisi gibi beklenmedik maliyetle- rin ortaya çıkması, resmî olarak evli olmayan çiftler arasında ya da ikinci eşin olduğu durum- larda problemler doğurması tapuların dağıtıl- ması sırasında sıkça karşılaşılan problemlerdir. Ayrıca, formel piyasa içinde satılabilir hale ge- len mülklerin üst gelir grupları için yeni fırsatlar yaratması ve el değiştirmesi de önemli bir prob-

lem olarak ortaya çıkmaktadır.17 Gilbert (2002),

de Soto’nun mülkiyetin yasallaşması üzerine tezlerinin, politikacıları tapu dağıtarak sorunla- rı çözeceklerine, kentsel hizmetlerin ve altyapı- nın piyasa tarafından gerçekleştirileceğine, yok- sulların bu süreçte hem ev hem de sermaye sahi- bi olacaklarına inandırarak bir mit yarattığını ileri sürmektedir. Davis (2006) ise bu modelin neoliberal politikaları uygulayan hükümetler için kârlı bir durum yarattığını, Üçüncü Dünya kentli yoksullarını yatıştırmak için acısız ağrısız bir yol olduğunu ileri sürmektedir.

De Soto’nun fikirleri gelişmekte olan birçok ülkede kabul görmüş, örneğin Latin Ameri- ka’da birçok otoriter ya da demokratik hükü- met önemli tapu dağıtma programları gerçek- leştirmiştir. Peru’da Ağustos 2000’e kadar Kentsel Mülkiyet Hakları Programı (The Ur-

ban Property Rights Programme) ile 1 milyon

800 bin Peruluya tapu dağıtılmıştır. Şili’de as- kerî hükümet 1979 ile 1989 arasında 500.000 tapu dağıtırken, 1998’e dek yönetime gelen iki demokratik parti hükümeti 150.000 tapu da- ğıtmıştır (Rugiero Peârez, 1998, akt. Gilbert, 2004). Mülkiyetin yasallaştırılması gelişmekte olan ülkelerin büyük kentlerinde düşük gelirli kesimin enformel yerleşim alanlarına yönelik “kentsel yenileme/dönüşüm” stratejilerinde önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle 1990’lar- da dünya ekonomisinde finans ve emlak piya- salarındaki bir dizi gelişme hem gelişmiş Batı ülkelerinde hem de gelişmekte olan ülkelerde kentsel rantları sermaye birikim stratejilerinde en kârlı alanı haline getirirken, kentsel yenileme

17 Bkz. Benjaminsen, 2002; Mathieu, 2002; Benda-Beck- mann, 2003; Benjaminsen ve Sjaastad, 2003; Cousins vd., 2005; Ward, 1989; Durand-Lasserve, 1986; Varley, 2000, akt. Gilbert, 2002; Roy, 2005.

uygulamalarının ölçeği, coğrafyası, aktörleri ve finansman modelleri de değişmiştir. Bu bağlam- da kentlerde mülkiyet durumu sorunlu ve sos- yoekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerin ya- şadığı alanlar genellikle lüks alışveriş merkezi, otel, iş merkezi, lüks konut alanları gibi orta ve orta üst sınıfa hitap eden kullanımları içeren kentsel dönüşüm projeleri ya da uluslararası or- ganizasyonlara yönelik kullanımları içeren pro- jelerle dönüştürülmektedir. Kentin saçaklana- rak büyümesi sonucunda merkezî konumda ka- lan ve rant potansiyeli artan enformel yerleşme- ler, yıpranmış konut stokuna sahip tarihî bölge- ler ve sosyal konut alanları kentsel dönüşüm projelerinin hedefine yerleşmiştir. Öte yandan, dar gelirli kesimlerin yaşam alanlarını hedefle- yen bu projeler konut sorununu çözmek, planlı ve düzenli yaşam alanları yaratarak yaşam kali- tesini arttırmak gerekçeleriyle meşrulaştırılma- ya çalışılmaktadır. Ancak mülkiyet odaklı bu kentsel dönüşüm projeleri daralan istihdam pi- yasaları ve güvencesiz çalışma koşullarında var olmaya çalışan kent yoksulları için yerinden edilme ve yıllar boyunca oluşturdukları ekono- mik ve sosyal ağları kaybetme ve bu alanların hızla soylulaşması anlamına gelmektedir. Daha sonraki bölümlerde İstanbul örneğinde de gö- rüleceği üzere, çıkarılan yasalar ve uygulama- daki hukuksuzluklar nedeniyle dar gelirli ke- simlerin büyük bir bölümü bu alanlardan tahli- ye edilmektedir.

Devlet Öncülüğünde Soylulaşma ya da Konut Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması

Hackworth ve Smith (2001) kentsel yeniden yapılanmanın bu “üçüncü dalga”sına devlet tarafından yönlendirilen soylulaşma (state-led

gentrification) ismini vermektedir. Soylulaşma,

genel olarak işçi sınıfının yaşadığı mahallelere orta sınıfın yerleşmesi ile birlikte mülkiyetin, emlak değerlerinin ve dolayısıyla yaşayan pro- filinin değişmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu süreç geleneksel olarak bireysel soylulaştırıcıla- rın işçi sınıfının yaşadığı mahallelerdeki eski binaları restore ederek yerleşmesiyle bölgenin çekiciliğinin ve emlak değerlerinin artması; so- nuç olarak da işçi sınıfının yerinden edilmesi şeklinde yaşanmaktadır. “Öncüler” olarak ta- nımlanabilecek “ilk dalga soylulaştırıcılar”, kentin diğer bölgelerinde kabul görmeyen eş- cinseller, sanatçılar ve farklı kültürel özellikle- re sahip kişileri barındıran bu kozmopolit or- tamda yaşamaktan çekinmeyen kesimlerdir. Düşük kira ya da mülk değerleri buraya yerleş- menin en önemli nedenlerinden birini oluştur- maktadır. Ancak, özellikle sanatçıların bölgeye yerleşmesi ile atölyelerin ve sanat galerilerinin açılması, bölgenin farklı kesimler açısından çe- kiciliğini artırmakta ve yatırımcıların da ilgisi- ni çekmektedir. Bu aşamada el değiştirmeler yoğunlaşmakta ve binalar yenilenerek çok da- ha yüksek fiyatlarla satılmakta ya da kiralan- maktadır. Sonuç olarak, “ikinci dalga soylulaş- tırıcılar” olarak tarif edilen kesim, artık ilk yer- leşenlerden çok daha yüksek gelirlidir ve genel- likle “yeni orta sınıf” olarak tanımlanabilecek ve küresel kültürün taşıyıcısı olma iddiasına sa- hip kesimleri içermektedir. Bu kesimler, sadece sahip oldukları ekonomik sermaye ile değil, kültürel sermayeleri ile de diğer kesimlerden ayrılmakta ve seçkin tüketim tercihleri ile yaşa- dıkları konut alanlarının “biricikliğine” özel önem atfetmektedirler (Bourdieu, 1984). Bu ikinci dalganın içine, nispeten daha yüksek ge- lirli ve iyi eğitimli sanatçı, mimar, reklamcı gi-

bi kişiler dışında, çeşitli özel kuruluşların yük- sek gelirli çalışanları da dahil olabilmektedir.

Hackworth ve Smith (2001) 1990’lardan itibaren birçok kentte gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinde, 1970’lerde ve 1980’ler- de yaşanan “ikinci dalga” soylulaşma sürecin- de yaşanandan çok daha fazla devlet liderliği- nin söz konusu olduğunu ileri sürmektedir.18

Soylulaşmanın bu üçüncü aşamasında yerel yönetimler dar gelirli kesimlerin yaşadığı ma- hallelerde kentsel yeniden yapılanmayı başlat- mada ve gerçekleştirmede artık çok daha aktif rol almaktadır. Smith’e (2002) göre bunun ne- denlerinden en önemlisi Amerikan liberaliz- minden ya da bazılarının ifade ettiği üzere Key- nesçilikten vazgeçilmesidir. Lees (2003) “üçün- cü dalga” soylulaşmanın artık birçok farklı ye- relde ve mekânda, farklı ölçeklerde ve aynı za- manda birçok farklı formda gerçekleştiğini söylemektedir. Lees (2008), soylulaşmanın sı- nıfsal boyutunu ve ortaya çıkan olumsuz so- nuçlarını örtebilmek için soylulaşma kavramı yerine kentsel rönesans, kentsel yenileme, kent- sel dönüşüm ve kentsel sürdürülebilirlik kav- ramlarının kullanıldığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda soylulaşma kavramı politik söylem- de özellikle kullanılmamakta, böylece de eleşti- riler ve karşı duruşların üstesinden gelinebil- mektedir. Ayrıca, politik söylemde kentsel yoksulluk sorununu çözme, fakirlere yardım, farklı sosyal sınıfların bir aradalığı gibi mis- yonların yüklendiği “sosyal karma” (social

mix) kavramı kullanılarak sürece gelebilecek

eleştiriler engellenmeye çalışılmaktadır.19

18 Bkz. Lees, 2003; Atkinson, 2002; Smith, 2002; Hackworth, 2007; Hackworth ve Smith, 2001; Lees, Sla- ter ve Wyly, 2007; Smith, 2002; Wyly ve Hammel, 1999. 19 Bkz. Blomley, 2004; Slater, 2005, 2006, akt. Lees, 2008.

Smith’e (2002) göre kentsel dönüşüm soylulaş- manın şekere bulanmış halidir.

Soylulaşmanın bu üçüncü dalgasında, dar gelirli kesimlerin yaşam alanlarına yönelik bü- yük projelerin, soylulaştırma ve özelleştirme politikalarının arkasında, emlak sektörünün yarışan kent ekonomileri için vazgeçilmez bir sermaye birikim aracı olarak görülmesi yat- maktadır. Kentin üretici ekonomisinin temel unsuru olarak kabul edilen emlak sektörüne ilişkin politikalar ve uygulamalar, turizm gelir- leri, yaratılan istihdam imkânları ve artan ver- gilere vurgu yapılarak meşrulaştırılmaktadır. Kent merkezlerinde emlak sektörü için yaratı- lan fırsatlar hem özel hem de kamu sektörünün dikkatlerinin sosyal konut alanlarına çekilme- sine yol açmaktadır.20 ABD’nin yoksul mahal-

lelerinde gerçekleştirilen dönüşüm uygulama- ları bu mahallelerde oluşan “rant farkı” ve ye- rel yönetimlerin konut ya da emlak sektörünün gelişimini temel ekonomik gelişme stratejisi olarak görmesi ile açıklanmaktadır (Smith, 2002). Bu bağlamda, sosyal konut alanlarının yıkılması ve bu alanlarla birlikte yakın çevrele- rindeki emlak piyasasının canlandırılması yerel yönetimler tarafından önemli bir araç olarak görülmektedir. ABD’nin kent politikası dar ge- lirli kesimlerin yaşam alanlarının yeniden yapı- lanmasında mülk sahipliliğini ve piyasa güçle- rinin yaratıcı biçimde kullanılmasını öngör- mektedir (Newman, 2004; Wyly ve Hammel, 1999 ve 2004). Bu süreçte yaşanan soylulaş- manın “yoksulluğunun mekânsal olarak dağı- tılması” şeklinde pazarlandığı, bu sürecin ABD’nin kent merkezlerinde yoksulluğun yo- ğunlaşması ve düşük vergi gelirlerine karşı bir

20 Bkz. Wyly ve Hammel, 1999; Bennet ve Reed, 1999; Go-

Outline

Benzer Belgeler