• Sonuç bulunamadı

İstanbul’da işçi kooperatiflerine örnek olarak 1955’te Eti bank’ın girişimiyle kurulan Etiler Yapı Kooperatifi ve

Mevzuat, Aktörler ve Hâkim Söylem Asuman Türkün Şükrü Aslan Besime Şen

16 İstanbul’da işçi kooperatiflerine örnek olarak 1955’te Eti bank’ın girişimiyle kurulan Etiler Yapı Kooperatifi ve

1957’de kurulan Ulus Şeker Yapı Kooperatifi sayılabilir. Sendikaların öncülüğünde yapılan uygulamalar arasında 1959’da kurulan Petrol İşçileri Sendikası Yapı Kooperati- fi’nin Etiler’de gerçekleştirdiği Petrol Sitesi ve Maden-İş Merter Sitesi bulunmaktadır (Sey, 1994; Özüekren, 1994).

konut kooperatiflerinin hâlâ işçi örgütlenmele- rine bağlı olduğunu göstermektedir. Öte yan- dan, kooperatifçiliğin örgütlenme biçimlerinde de değişimler olmuş, aynı işyerinden kişilerin oluşturduğu işyeri kooperatifleri, aynı sendika- ya üye olanların oluşturduğu işkolu koopera- tifleri ve çeşitli meslek grupları veya arkadaşla- rın kurduğu bağımsız kooperatifler yerini pro- fesyonel kooperatiflere bırakmaya başlamıştır. Bu tür kooperatiflerin yaygınlık kazanmasının en önemli olumsuz etkisi ilk ortakların önemli bir kısmının ödemeleri gerçekleştiremeyip ay- rılmaları olmuştur. İstanbul’daki profesyonel kooperatiflerin % 59’unda ilk ortakların yarı- sından çoğunun binalar bitirilemeden ayrıldığı anlaşılmaktadır; diğer kooperatif türlerinde bu oran % 15-16 civarındadır. Farklı ödeme güç- lerine sahip kişilerin sayıları arttıkça bu koope- ratiflerde ortaklıkların sürdürülmesi de zorlaş- makta ve göreceli olarak daha sınırlı maddi im- kânlara sahip kesimler zaman içinde bu süreç- ten dışlanmaktadır (Özüekren, 1994).

Ekonomik ve siyasal krizler sonucunda 1970’lerin sonlarına doğru azalan kooperatif konut üretimi 1985 yılında Toplu Konut Ka- nunu’nun çıkmasından sonra yeniden artışa geçmiş ve 1985-1990 döneminde ruhsatlı ko- nut üretimi içinde bu tür konutların payı ülke genelinde %30,8’e, İstanbul’da ise %21,4’e ulaşmıştır. Ancak artık hem konut kooperatif- lerinin ölçeğinin büyüdüğü ve hem de büyük inşaat şirketlerinin konut yapım işine giriştikle- ri görülmektedir. Büyük sermaye sahibi şirket- lerin bir kısmı inşaat malzemeleri üretimini de üstlenmekte ve kentin çeperindeki toplu konut alanlarında büyük konut projeleri gerçekleştir- mektedirler. Bu dönemde konutu olanlara da kredi sağlanması ve konut büyüklüğünün üst

sınırının 150m2’ye çıkarılması bir yandan spe-

külatif alımları özendirmiş, bir yandan da gide- rek dar gelirli kesimleri hedefleyen konut üreti- minden uzaklaşılmıştır. İstanbul’da 1.328 koo- peratif konutunu kapsayan bir araştırmaya gö- re, ortakların % 44’ü bu konutlarda oturmak- ta, % 26,1’i kiraya vermekte ve % 18,9’u ise boş tutmaktadır. Kiralık veya mülk gecekon- dudan gelenler bu konutlarda oturan ortakla- rın sadece % 8,9’unu oluşturmaktadır (Özüek- ren, 1994).

Sonuç olarak bu dönemde her ne kadar özellikle dar gelirli kesimlerin konut ihtiyacını karşılamak ve gecekondu sorununu çözmek üzere çeşitli girişimlerde bulunulmuşsa da mev- cut çözümler kısıtlı sayıda kişiyi kapsayabil- miştir. Kooperatif türü girişimler nispeten da- ha yüksek gelirli ve güvenceli işlere sahip ke- simler açısından bir çözüm oluştururken, koo- peratif ortaklarının önemli bir bölümü de öde- meleri gerçekleştiremeyerek ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bunun dışında kalanlar açısından gecekondu dışında bir seçenek söz konusu ol- mamıştır. Bu gecekonduların bir kısmı kimi za- man imar planı yapılarak kimi zaman da ka- çak olarak apartmanlaşmış ve çoğunlukla yük- sek yoğunluklu, altyapı yetersizlikleri olan ka- litesiz konut alanları ortaya çıkmıştır. Bu dö- nemde yaşanan bir başka sorun da ciddi bo- yutlara ulaşan konut ihtiyacının konut yapıla- cak arazilerin üretiminde spekülasyona neden olan bir ortama yol açmasıdır. Bunu engelle- mek üzere oluşturulan kamu politikalarının ise başarılı olamadığı görülmüştür. Sosyal konut olarak düşünülen uygulamaların hedef kitlesi- nin düşük gelirli kesimler olmasına rağmen, so- nuçta bu konutların orta sınıf diyebileceğimiz kesimlerin ödeme gücüne ve tercihlerine hitap

eder nitelikte olması büyük bir nüfus kitlesini bu süreçten dışlamıştır. Benzer bir süreç 1980 sonrasında Toplu Konut Yasası’na dayanıla- rak yapılan uygulamalarda da ortaya çıkmış, zaman içinde dar gelirli kesimler için konut üretme hedefinden uzaklaşılmış, spekülatif ko- nut alımları yaygınlaşmıştır. 2000’ler sonrasın- da ise kooperatif modelinin neredeyse tümüyle terk edildiği anlaşılmaktadır; artık TOKİ ge- nellikle hasılat paylaşımı yöntemiyle elindeki arsalarda kendi projelerini üretmektedir. Arsa Ofisi’nin kapanmasıyla TOKİ’ye aktarılan ar- saların büyük bir bölümünün TOKİ’nin proje- lerine ayrıldığı, kooperatiflere ayrılan arsa pa- yının 2004 yılında % 1,6 düzeyine gerilediği görülür (Geray, 2011).

1930-1980 Döneminde Konut Politikalarında Hâkim Söylem ve Mevzuatta Değişim: Kent Literatürü ve Yazılı Basın Üzerinden Bir Değerlendirme

Türkiye gibi geç sanayileşmiş/kapitalistleşmiş ülkelerde sanayileşme ile birlikte yaşanan kitle- sel göçler, kentlerde barınma sorununu ağırlaş- tırmış ve formel konut piyasaları dışında ciddi bir konut stoku ortaya çıkmıştır. Bütün ülke- lerde bu durum ciddi bir sorun olarak algılan- mıştır; dolayısıyla, enformel yerleşmelerin iyi- leştirilmesini ve konut sorununu çözmeyi amaçlayan konut politikaları tartışmaların odağında yer almaya devam etmiştir. Enformel yerleşmelerin ilk ortaya çıktıkları 1950’ler ve 1960’larda bu yerleşmeler çoğunlukla görmez- den gelinmiş ve zamanla formel alanlarla bü- tünleşecekleri ve ortadan kalkacakları düşü- nülmüştür. Bu yıllarda kamu otoritelerinin te- mel eğilimi sosyal konut inşa ederek bu tür yer- leşmelerin gelişimini önlemeye çalışmaktır

(Abbott, 2002). Ancak sosyal konut inşası bu ülkelerin çoğunda düşük gelir grubunun konut ihtiyacını karşılayabilecek ölçeklere ulaşama- mıştır; ayrıca, bu tür konutlardan daha çok or- ta ve üst sınıflar yararlanmıştır. Dolayısıyla, kentlerin çoğunda yeni enformel yerleşmeler artarken mevcutların yoğunlukları da artmaya devam etmiştir (UN Habitat, 2003; Sietchi- ping, 2005).

1960’ların sonu ve 1970’lerin başında en- formel yerleşmelere ilişkin yaklaşım değişmeye başlamıştır. İngiliz mimar John Turner’ın Pe- ru’daki barriadalara ilişkin çalışmaları bu ko- nudaki yaklaşımların değişmesine yol açmıştır. John Turner başta olmak üzere pek çok akade- misyen 1970’lerde sosyal konut yapımına iliş- kin eleştirel bir tavır alırken, ilerici konut yak- laşımı olarak savundukları, daha sonra kendi evini kendi yapma (self help housing) olarak kavramsallaştırılan konut yapımı ve elde etme sürecine dikkat çekmişlerdir (Turner, 1967, 1977; Abrams, 1966 ve Mangin, 1967, akta- ran Handzic, 2010). Turner gecekondu ya da çöküntü alanlarına ilişkin temel çözümün bu- raların yıkılması değil, iyileştirilmesi olduğunu ileri sürmüştür. Bu bakış açısına göre, çevresel koşulların iyileşmesi ve özellikle barınma gü- venliğinin ve kredilere erişimin sağlanmasıyla, birçok gecekonducunun kendi evlerini ve ya- şam koşullarını iyileştireceği iddia edilmekte- dir. Turner’a göre, kent yoksulları baskıcı ve düzenleyici sistemler engel olmadıkça kendi konutlarını inşa edebildiklerini ispatlamışlar- dır. Bu tarz bir yapılaşma, hane halklarının kendi ihtiyaçlarına, gelir durumlarına ve biri- kim kapasitelerine göre konutlarını ne zaman geliştireceklerine ya da iyileştirebileceklerine karar verebilmelerine imkân sağlamaktadır.

Kent yoksulları için standart bir çözüm olma- dığını ileri süren self-help ekolüne göre, bu sü- recin başarılı olabilmesi için barınma güvence- sinin ya da mülkiyet haklarının verilmesinin te- mel gereklilik olduğu ileri sürülmektedir (Har- ris, 1998, aktaran Handzic, 2010). Bu yakla- şımların Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkede izlenen politikalarda ve yapılan uygula- malarda etkili olduğu görülmektedir.

1970’lerde gelişmekte olan birçok ülke, Dünya Bankası’nın teşvik ettiği altyapısı hazır arsa programları gibi uygulamalar yoluyla merkezdeki gecekondu ya da çöküntü alanları- nı yıkmayı ve buralarda yaşayanlara kentin çe- perinde altyapısı hazır arsa tahsis ederek yeni- den yerleştirmeyi amaçlamıştır. DB kısa bir sü- re içinde Afrika, Latin Amerika ve Asya’da bir- çok altyapısı hazır arsa ve gecekondu ya da çö- küntü alanları iyileştirme projeleri (settlement

upgrading projects) finanse etmiş ancak konut

sorununu çözmede başarı sağlanamamıştır. Başarısızlık nedenleri arasında kentin çeperin- de ucuz arsa elde edilmesine rağmen altyapı sağlamanın çok pahalıya mal olması, kentsel standartların düşük olması ve bu uygulamalar- dan çok az kişinin yararlanabilmesidir (Brede- noord ve Lindert, 2010; Bredenoord ve Verko- ren, 2010; Pugh, 2001). Bu eleştiriler karşısın- da gecekondu ya da çöküntü alanlarını iyileş- tirme projeleri (Settlement Upgrading Proje- cts), altyapısı hazır arsa projelerine alternatif olarak görülmüş ve bu projeler ile temel hiz- metlerin (temiz su, hijyen, kanalizasyon, elek- trik, çöp toplama gibi) ve altyapının (yollar, pazar, sağlık tesisi ve okul inşası gibi) iyileşti- rilmesi hedeflenmiştir (UN Habitat, 2003; Pu- gh, 2001). Altyapılı arsa projesine göre daha az devlet müdahalesi gerektiren bu projeler

1970’lerin sonunda ve 1980’lerin büyük bir kısmında uygulanan yaygın model olmuştur. Bu model gereksiz yıkım öngörmediği, sosyal ve ekonomik ağları koruduğu ve altyapılı arsa modeline göre daha ucuz olduğu için birçok hükümete ve uluslararası kuruma daha cazip gelmiştir.

İlk değerlendirmeler, bu tür iyileştirme pro- jelerinin bazı başarılarına işaret ederken, 1980’lerin ortasından itibaren uygulamalara yönelik eleştiriler artmaya başlamıştır. Bu eleş- tirilerden en önemlisi, yabancı kurumlar ya da aktörler tarafından finanse edilen ve uygula- nan bu projelere finansal desteğin zamanla azalmasıyla birçok projenin durdurulmuş ve öngörülen altyapı ve hizmetlerin gerçekleştiri- lememiş olmasıdır. Ayrıca bu projelerin yok- sulluğun azaltılması, işsizlik ve barınma soru- nunun çözümü gibi sosyo-ekonomik hedefleri gerçekleştirememiş olmalarına ve düşük gelirli kesimin sadece küçük bir kısmına ulaşmış ol- malarına dikkat çekilmektedir. Eleştirilen bir başka gelişme ise altyapı ve hizmetlerin iyileşti- rilmesi sonucunda emlak değerlerinin ve arsa spekülasyonunun artması ve bu alanların önemli bir kısmının orta ve üst sınıfların eline geçmesine yol açmasıdır (Sietchiping, 2005).

Görüldüğü gibi dar gelirli kesimlerin konut sorununun çözülmesi için yapılan bu uygula- malar genellikle konut mülkiyetine odaklan- maktadır. Turner’in arsa mülkiyetinin yasallaş- tırılmasını savunması pek çok açıdan eleştiril- miştir. Bu eleştirilerin en önemlisi düşük gelir grubu içindeki kiracıların tamamen gözardı edilmesidir. Ayrıca çöküntü alanlarında altyapı ve hizmetlerin iyileştirilmesinden önce mülkiye- tin düzenlenmesinin, sosyal eşitsizliğin ortadan kaldırılması için gerekli ortak bilincin yok ol-

masına neden olduğu ifade edilmektedir. Böyle- ce yoksullar bu hizmetleri uygulamakla görevli yardımsever hükümetlerin emrine girmektedir (Handzic, 2010). Harvey (1985) ise genişletil- miş bireysel konut sahipliliğinin sermaye sınıfı için avantajlı olduğunu, işçi sınıfının en azından bir bölümünü özel mülkiyetin prensiplerine bağlı hale getirdiğini, bireysel sahipliliğe ilişkin etik anlayışı yaygınlaştırdığını ve işçi sınıfını ev sahipleri ve kiracılar şeklinde konut sınıfları ha- line getirerek işçi sınıfı içinde parçalanmaya yol açtığını ileri sürmektedir. Ancak tüm bu eleşti- rilere rağmen mülkiyetin yasallaşması 1990’lar- dan itibaren, bu sefer Perulu iktisatçı De So- to’nun öncülüğünde önemli bir politika aracı olarak ortaya atılmış, kısa süre içinde birçok uluslararası kurum ve ülke tarafından benim- senmiştir (De Soto, 1989, 2000).

Türkiye’de de özellikle dar gelirli kesimle- rin yaşadığı konut sorununu çözme girişimle- rinde farklı ülke deneyimlerinin ve dünyada kabul gören uygulamaların etkisi açıkça izlene- bilmektedir. 1930’lardan itibaren hem akade- mik çalışmalarda hem de yöneticilerin ve fark- lı kurumların söylemlerinde bu soruna çözüm bulma arayışı belirginleşmiştir. Bu tartışmalar içinde gecekondu meselesi hem araştırmacıla- rın hem de yöneticilerin en önemli gündem maddesini oluşturmuştur. Soruna yaklaşım bi- çimlerinin farklı politik bakış açılarına göre de- ğiştiği anlaşılmakta; sorunun giderek kalıcılaş- ması ve nitelik değiştirmesiyle birlikte çözüme yönelik fikirler de değişime uğramaktadır. Bu nedenle gecekondu alanlarının ve bu alanlarda yaşayanların medyada ve ilgili kurumların gündeminde nasıl yer aldığını, ne tür çözümler önerildiğini ve mevzuatın ne yönde değiştiğini incelemek bu dönemin bakış açısını anlamak

açısından çok önemlidir. Dolayısıyla, bundan sonraki bölümde hâkim söylemin zaman için- de nasıl değiştiği gazete ve dergi taramaların- dan ele edilen veriler, Türkiye’de yapılan araş- tırmalar ve kent literatüründeki tartışmalarla birlikte irdelenecektir.

1923-1950 Dönemi: Gecekondu Sorununu Anlama ve Çözme Çabaları

1923-1950 dönemindeki tartışmaların daha çok kır/kent ve modern/geleneksel ikilemleri üzerinden yürütülmekte olduğu ve kırsal alan- dan kentlere göçlerin başlaması ve giderek yo- ğunlaşması sonucunda ortaya çıkan gecekon- du olgusunun kavranmaya çalışıldığı görülür. Bu dönemde konut politikalarının ve barınma sorununun literatürde nasıl ele alındığı incelen- diğinde bazı önemli saptamalar yapmak müm- kün olmaktadır. Konut sorunu genelde “gece- kondu” olgusu çerçevesinde tartışılmakta ve araştırmaların çoğunun temel ilgi alanı bu olgu etrafında şekillenmektedir. Literatürde gece- kondunun ortaya çıkış nedenlerinin açıklan- masından çok sonuçlarıyla ilgilenilmekte ve kent planlamasında karşılaşılan sorunlar mo- dern kent ve modern toplum tahayyülleri çer- çevesinde ele alınmaktadır. Bu bağlamda gece- kondular, yaratılması beklenen modern kent imgesine aykırı ve engellenmesi gereken bir ge- lişim olarak değerlendirilmektedir. Gecekondu bölgelerinin yayılmasından duyulan korku ve endişe pek çok araştırmada ifade edilmektedir (Toker, 1949). Bu konuda yapılmış ilk araştır- malarda (Öğretmen, 1957) olumsuz yargılar belirgindir; buraların sağlıksız çevreler oluştur- masının yanı sıra ahlâki sorunlar da içerdiği ifade edilir. Bu araştırmalarda kentlerin biçim- lenmesinde belirleyici olan makro ekonomik ve

politik süreçler kapsam dışı bırakılarak ortaya çıkan sonuçlar eleştiri konusu edilmiştir.

Ancak burada dikkat çekici ayrım şudur; bu konuda fikir üreten çevrelerde bu olumsuz- luğu ifade etme ve yöneticileri suçlama tavrı öne çıkarken, merkezî ve yerel yönetimlerin yaklaşımlarında gecekonduya karşı bu olum- suz tavır belirgin değildir. Bu dönemde Anka- ra’da “amele mahalleleri” olarak resmî söy- lemde yerini almaya başlayan “gecekondu” ciddi bir sorun olarak algılanmış; ancak bu tür enformel yerleşmelerin yarattığı sorunlar ikti- darlar tarafından çözülebilir nitelikte görül- müştür (Şenyapılı, 2006). Bu yıllarda Türkiye gecekondu gerçeğiyle henüz yeni tanışmakta- dır; merkezî ve yerel yöneticilerin bu olguyu anlamaya ve çözüm üretmeye çalıştığı anlaşıl- maktadır. Nitekim öne çıkan söyleme bakıldı- ğında bu olgu zaman içinde çözülecek bir “mesken sorunu” olarak algılanmış ve bu bağ- lamda çok sayıda yasa çıkarılarak sorun çözül- meye çalışılmıştır. Bu yaklaşım, gecekondu bölgelerinde ikamet eden toplumsal kesimleri kapsayıcı politikaların inşa edilmesi için uygun bir zemin yaratmıştır.

Gecekondulaşmanın, bir “mesken sorunu” olarak 1940’lı yılların sonlarında ilk kez hükü- met düzeyinde ele alındığını, “Mecliste mesken buhranı konuşuldu” başlıklı haberde görüyo- ruz. Haberin içeriğinde Ankara özelinde çıkarı- lan 5218 sayılı kanun tasarısının görüşmeleri- nin konu edildiği; dönemin Bayındırlık Bakanı Nihat Erim’in, yasa tasarısının, başta mesken yapımının ucuzlaması olmak üzere çeşitli ya- rarlarından söz ettiği görülür (Vatan, 15.06.1948). Bu dönemde imar hareketleri İs- tanbul’da da yoğunlaşmıştır. “Mecidiyeköy’ün imar planı şehir meclisinde görüşüldü” (Vatan,

16.06.1948); “Bahçelievler Mahallesi de şehir planına alındı” (Vatan, 23.06.1948) gibi ha- berler sıklıkla basında yer almaktadır. “Mes- ken buhranına çare bulmak için tedbirler” baş- lıklı haberde bu sorunu hafifletmek için İstan- bul Belediyesi ile Emlak ve Kredi Bankası’nın birlikte kurdukları İstanbul İmar Limited Şir- keti’nin Mecidiyeköy’den sonra Haseki Hasta- nesi çevresinde Altımermer semtinde yapacağı yeni konutların bilgisine yer verilmektedir (Hürriyet, 15.05.1948). Yine aynı günlerde “Mecidiyeköy’de Yapılacak Evler” başlıklı ha- berde, Türkiye Emlak ve Kredi Bankası’nın Mecidiyeköy’de yapmayı öngördüğü halk tipi konutların planını yaptığı ve bunu İstanbul Va- lisi ve Belediye Başkanı’na sunduğu, buna göre 1.000 konut yapılmasının planlandığı vurgu- lanmaktadır (Hürriyet, 22.05.1948). Bütün bu arayışlarda Cemil Topuzlu’nun İstanbul’un gi- derek büyük bir Anadolu köyüne benzediğini vurgulaması da bir ölçüde etkili olmuştur deni- lebilir (Hürriyet, 04.06.1948).

1940’lı yıllarda yerel ve merkezî düzeyde kamu yöneticilerinin, kamu arazisi üzerinde inşa edilmiş gecekonduları yıkma arzusu he- nüz belirgin bir eğilim olarak gözlenmez. Bunu her düzeyde kamu yöneticisinin demeçlerin- den izlemek mümkündür. Örneğin dönemin İçişleri Bakanı, milletvekillerinden Ali Rıza Arı’nın soru önergesine yanıt olarak, haliha- zırda Bina Teşvik Kanunu adıyla bir tasarı ha- zırladıklarını; buna göre Ankara ve İstan- bul’da hazine arazisinin konuta uygun bölüm- lerinin belediye mülküne geçirileceğini ve ihti- yaç sahiplerine düşük bedelle ve uzun süreli borçlandırılarak verileceğini belirtmektedir. Maliye Bakanı da konuyla ilgili olarak şimdi- lik gecekondu yıkımını, içinde oturanlar mağ-

dur olmasın diye durdurduklarını, ilgili ka- nunla ucuz arsa temin edilinceye kadar böyle hareket edeceklerini ve bu meseleyi çözecekle- rini vurgulamaktadır. Bu görüşlerin ifade edil- mesinden sonra milletvekili Arı da, Türki- ye’nin merkezî bir mesken politikasının henüz oluşmamış olmasını önemli bir eksiklik olarak vurgulamıştır (Hürriyet, 25.05.1948).

Bununla birlikte kişilerin arazi ve arsaları üzerine yapılmış olan gecekondulara müsama- ha gösterilmeyeceği de sıklıkla işlenmektedir. “Gecekondu Evleri Mesele Halini Aldı” başlık- lı haberde, Mecidiyeköy’de başkasının arazisi üzerine yapılmış otuz gecekondunun yıkıldığı, başkalarının arazisi üzerine gecekondu yapımı- na kesinlikle izin verilmeyeceği, bununla birlik- te belediye veya milli emlak (hazine) arazileri üzerine yapılmış gecekonduların, içinde otu- ranlara satılmasının öngörüldüğü bilgisi yer al- maktadır (Hürriyet, 19.08.1948). Bu eğilime uygun bir örnek olarak “Gecekondu Evleri Neden Yıktırılıyor?” başlıklı haberde, İstan- bul’da son zamanlarda başkalarının arazisi üzerine yapılmış 120 gecekondunun yıkıldığı bilgisine yer verilirken, Vali’nin, diğer gece- konduculara yönelik olarak, birkaç ay daha sabretmeleri telkininde bulunduğu; kısa zaman içinde kentteki milli emlak arazilerinden uygun olanların belediyeye devredileceği, belediyenin de bu arsaları ihtiyaç sahiplerine ucuz fiyatlar- la vereceği taahhüdü vurgulanmıştır (Hürriyet, 21.08.1948). Bu yıllarda gazetelerde çıkan ha- berlerde İstanbul Valisi F. K. Gökay’ın gece- kondu mahallelerini gezdiği ve binlerce gece- kondu sakininin kendisini sevgiyle karşılayıp “yoluna çiçekler serptiği” (Hürriyet, 01.11. 1949) ve Kazlıçeşme’deki mahallenin su, elek- trik, okul ve kömür ihtiyaçlarının karşılanması

için gecekondulularla görüşüldüğü ve çalışma- lara başlandığı yazılmıştır (Milliyet, 07.09. 1950).

Sonuç olarak bu yıllarda gazetelerde çıkan yazılar genel olarak incelendiğinde gecekondu konusunda izlenen politikanın affedici bir dile sahip olduğu gözlenir. Kamu yöneticilerinin demeç ve açıklamalarında bu konu “mesken meselesi” olarak tanımlanmakta ve devlet tara- fından çözüm bulunması gereken çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağ- lamda çok sayıda kurumsal ve yasal düzenleme yapılmıştır.

1923-1950 Döneminde Gecekondularla İlgili Mevzuatta Değişim

Bu yıllarda mesken sorununun ve özellikle ge- cekondu yapımının artmasıyla birlikte bir dizi yasanın çıkarıldığı görülmektedir. Nitekim ya- salar giderek daha ayrıntılı hale getirilmiş ve her yasa daha önceki yasaların karşılayamadı- ğı yeni bir ihtiyaca yanıt vermek amacıyla çıka- rılmıştır. Bu dönemde çıkarılan yasalara baktı- ğımızda, genel olarak gecekonduların aflardan yararlandırılması ve kendi evini yapana arsa sağlanarak kredi imkânlarının sunulması en önemli kararlar olarak ortaya çıkmaktadır. 14.06.1948’de kabul edilen 5218 sayılı Anka- ra Belediyesine Arsa ve Arazisinden Belli Bir Kısmını Mesken Yapacaklara, 2490 Sayılı Ka- nun Hükümlerine Bağlı Olmaksızın ve Muay- yen Şartlarla Tahsis ve Temlik Yetkisi Verilme- si Hakkında Kanun, Ankara’da görünürlük kazanan gecekondu sorununa çözüm üretmek üzere çıkarılmıştır. Toplam 14 maddeden olu- şan yasa, Ankara Belediyesi’ne, mülkiyetinde bulunan veya bu yasa ile mülkiyetine geçecek olan arsa ve arazilerin bir kısmını belediye

meclisi kararıyla mesken yapmak isteyenlere tahsis ve bina yapıldıktan sonra temlik edilme- sini öngörür (Madde 1). Bu yasadan yararlan- mak isteyenlerin en az bir yıl ilgili belediye sı-

Outline

Benzer Belgeler