• Sonuç bulunamadı

Oyun, çocukların en doğal “yaşamsal” hakkıdır. Çocukluktan gençliğe, oradan da erinliğe geçen bireyler farklı tür ve düzeyde de olsa oyunlar oynamaktadır. Oyunla rahatlayan, gülen, eğlenen, mutlu olan, öğrenen çocuklar sağlıklı bir ruhsal yapı için gerekli olan temele sahip olurlar. Oyunun çokyönlü ve çokboyutlu işlevleri, uluslararası bir şekilde tanınmış ve çocuklara hak olarak verilmesine neden olmuştur.

Müftü’ye (2001)52 göre, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989’da oybirliği ile onaylanan, Türkiye’nin 14 Eylül 1990’da imzaladığı “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin 31. maddesinin iki fıkrası, çocuğun oyun, kültür, sanat hakkına ilişkindir:

1. “Taraf Devletler, çocuğun dinlenme ve boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence etkinliklerinde bulunma ve kültürel, sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.”

2. “Taraf Devletler, çocuğun kültürel ve sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve özendirirler ve çocuklar için, boş zaman değerlendirmeye, dinlenmeye, sanat ve kültüre ilişkin (etkinlikler) konusunda uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik ederler.”53

Bu haktan tüm çocukların eşit oranda yararlandığı, hatta bu maddenin dünyadaki çocuk nüfusunun geneline uygulandığını söylemek olanaksızdır. Oysa oyun salt, bir eğlence ve boş zaman doldurma aracından öte, çocuğun, bireysel ve toplumsal yaşamdaki en önemli eğitim aracıdır.

Moor ve Moore’a (2008: 17) göre, oyun ve sosyal gelişim “el ele” gider, hatta biri diğerinin aracıdır. Oyunu ortaya koyan en içgüdüsel jestler, bebekler ve onlara

52

http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/151/muftu.htm 53

99

bakan yetişkinler arasında gerçekleşir. Bu etkileşimler, okul yıllarında daha da karmaşıklaşarak hayali oyunlara dönüşür. Oynadığı oyunlar yoluyla, kim olduğunu (kendi kimliğini) bulan çocuğun sosyal bilinci geliştikçe, kendi dışındaki bakış açılarının varlığını anlamaya başlar. Bu sayede, işbirliği, saygı ve empati gibi sosyal becerileri öğrenir. Yörükoğlu bu görüşü desteklemektedir:

…evde kazanılan olumlu-olumsuz kişilik nitelikleri oyunda sınanır. Oyun, kazanılan olumlu özelliklerin pekiştirildiği bir ortamdır aynı zamanda. Olumsuz niteliklerin de değişmeye uğradığı bir deneme alanıdır. Bu nedenle oyunun çocuk için eğitici, düzeltici bir işlevi vardır. Kendi hakkını korumak, başkalarının hakkını gözetmek, işbirliği ve paylaşma evde değil, ancak oyun ilişkilerinde kazanılan toplumsal özelliklerdir (Yörükoğlu, 2008: 71).

Oyun ile öğrenme arasında çok yakın bir ilişki vardır. Samur’a (1983: 12-13) göre, öğrenmek için, ilgi duyulan konuya güdülenmek, o konuya ilişkin sabırlı, özenli ve düzenli bir çalışma sergileyerek öğrenme basamağını aşana kadar tekrarlar yapmak gerekmektedir. Bu nedenle oyun “amaca ulaşmak için bir araç olarak” kullanılabilir:

“Oyunla eğitilen çocuklar, dikkatlerini belli bir konu üzerinde daha çabuk toplayabilmekte, tanımadığı bir topluluğa kolayca uyum sağlayabilmekte, belli bir konuyu arkadaşlarına oranla daha kolay ve çabuk kavrayabilmekte, bunların bir uzantısı olarak sınavlarda daha başarılı olmaktadırlar” (Samur, 1983: 10-11).

Oyunun, çocuğun en doğal, özgür öğrenme ve yaratma ortamı olduğunu belirten Yörükoğlu (2008: 67-69) da bu görüşe katılmaktadır. Oyun oynadıkça, duyuları keskinleşen, yetenekleri serpilen ve becerisi artan çocuk adeta bir “deney odasında”dır. Oyunlarla, duyduğunu, gördüğünü sınar, öğrendiklerini pekiştirir.

Çok daha öz ve keskin bir anlatımla, oyunu, “öğrenme”nin kendisi (oyun=öğrenme) olarak niteleyen araştırmacılar (Moyles, 2010: 15; Singer, Hirsh-Pasek ve Golinkoff, 2006: 3) vardır. Eğitimde oyunun kullanılması, oyundan yararlanılması, öğretimin başarısıyla sonuçlanmaktadır.

“Boynton ve Ford (1933), Liebermann, Wallach ve Kogan (1965), Smilansky (1968) ve Sutton-Smith (1971) gibi birçok bilim insanı oyun oynayarak yetişen çocukların, oynamadan yetişen çocuklardan, sosyal yönden daha aktif, yaratma güçlerinin daha

100

fazla, konuşmalarının daha düzgün; kelime hazinelerinin daha zengin olduğunu bilimsel olarak kanıtlamıştır.” (Samur, 1983:10)

Son yıllarda oyun kullanımının etkililiği üzerine çeşitli çalışmalar (Akgün, 2008; Altunay, 2004; Azarmi, 2010; Cimcim, 2008; Demiral, 2010; Dervişoğulları, 2008; Dinçer, 2008; Kaya, 2007; Musa, 2006; Özağı, 2002; Şenol, 2007; Tural, 2005; Uyan, 2006; Yurt, 2007) yapılmıştır. Alanyazında ulaşılabilen araştırmaların büyük çoğunluğu, eğitimde oyun kullanımının etkililiği konusunda birbirini destekler niteliktedir. Ancak, oyun kullanımının, öğrenme, başarı, kalıcılık ya da erişi üzerinde başka yöntemlerden daha etkili olmadığına ilişkin yakın tarihli çalışmaların (Ataöver, 2005; Malta, 2010; Yağız, 2007; Ural, 2009) da olması anlamlıdır.

Evden okula, yaşamları giderek programlanan çocukların, oyun için çok az zamanları kaldığını belirten Singer, Hirsh-Pasek ve Golinkoff’a (2006: 3) göre oyun, zamanın boşa harcanması gibi görülmekte ve okullarda “gerçeğin” ezberletilmesine odaklanılmaktadır. Bu görüşe katılan Samur’a (1983: 10) göre, eğitici işlevinin ve değerinin bilinmesine karşın, oyun denildiğinde eğitim kurumlarında çalışanlar arasında durup düşünenler vardır. Zira pek çok anne-baba ve öğretmen, “oyuna yer verilirse eğitim programında yer alan konuları öğrenmeye zaman kalmayacağını sanmaktadır.”

Yukarıdaki görüşlerden dolayı öğretim etkinliklerinde oyunun kullanılmadığını belirten Karaman’a (2007: 1) göre kimi eğitimciler ise, oyunlardan bir çeşit zaman doldurma aracı olarak yararlanmaktadır. Oysa, oyunlar, eğlence yoluyla öğrencileri “tutmak” için bir yoldan öte, eğitbilimsel değeri yüksek eylemlerdir.

Yang (2009: 64), web tabanlı görsel sanatlar eğitimi alan ilköğretim öğrencilerinin, oyun oynadıkları ortamda bulunan dış etkenlerden (farklı insanlar ve etkinliklerden) rahatsız olmadıklarını görmüş, bu durumun öğrencilerin dikkatlerini “oyun”a daha fazla yöneltmesinden kaynaklanabileceğini belirtmiştir. Oyunun, sağaltım amaçlı olarak, engellilerin eğitiminde bile kullanıldığı, görme engelinin yarattığı olumsuz etkileri en az düzeye indirmede önemli olduğu belirtilmektedir (Ataman, 1983: 346).

Özellikle okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde “oyun” kullanımının önemi, gerekliliği ve eğitsel değeri sürekli vurgulanmaktadır. 2006 yılında yürürlüğe giren

101

İlköğretim Programı “yapılandırmacı yaklaşım”a vurgu yapmakta, yaparak-yaşayarak, öğrencinin etkin olduğu öğrenme ortamlarının oluşturulması görevini öğretmenlere vermektedir. On ikinci sınıflara beden eğitimi ağırlıklı “Eğitsel Oyunlar” adlı bir ders konulmuştur. Müzik Dersi Öğretim Programı birinci ve ikinci kademe müzik derslerinin genelinin oyun-dans-devinim eksenli işlenmesini öngörmektedir. Öğretmen yetiştirme eğitiminde ise oyunla ilgili derslerin programda yer almasına ilişkin tablo aşağıdadır.

Tablo 14. Okulöncesi-Sınıf-Müzik Öğretmenliği Programlarında Oyun54

Oyunla ilgili ders Okulöncesi Öğretmenliği Sınıf Öğretmenliği Müzik Öğretmenliği

3. Yarıyıl Çocukta Oyun Gelişimi - -

4. Yarıyıl Drama Beden Eğitimi ve Oyun Öğretimi -

5. Yarıyıl Beden Eğitimi ve Oyun Öğretimi Drama -

6. Yarıyıl - -

7. Yarıyıl - Oyun-Dans-Müzik

Seçmeli* Eğitimde Yaratıcı Drama* -

Ayrıca, 2011-2012 öğretim yılında, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okulöncesi Öğretmenliği Lisans Programı’nın 3. Yarıyılında “Bedenle Müzik Oyunları”, 6. yarıyılında ise “Beden Eğitimi ve Oyun Öğretimi” adlı seçmeli dersler konulmuştur55.

Yukarıdaki bilgilerden hareketle, oyundan en çok yararlanması beklenen müzik öğretmenlerinin (koro eğitimcilerinin) eğitiminde, oyun kullanımına ilişkin bir eksiklik olduğu görülmektedir.