• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN İDARİ ÖZELLİKLERİ VE

3.2. Osmanlıda Kültür ve Sosyal Yapı

Orta Asya’da 1069 yılında Türk Karahanlı hükümdarı için yazılmış bulunan bir siyasetname türü eserde, yani Kutadgu Bilig’de Eski İran ve Türk devlet anlayışı bir arada incelenmiştir. Eserin yazarı Yusuf Hâs Hâcib, hükümdar ve toplum kavramlarını şu şekilde özetlemektedir: “Ülkeyi elde tutmak için, çok asker ve ordu lâzımdır, askerini beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır, bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmâl edilirse dördü de kalır. Dördü birden ihmâl edilirse beylik çözülmeye yüz tutar.” Ve yine başka yerlerde de bu düşüncesi ile ilgili görüşlerine devam eder. “Halk zenginleşti ve memleket nizâma girdi; halk hükümdara dualar etti. Halk kurtuldu ve zahmet denilen şey ortadan kalktı. Kuzu ile kurt birlikte yaşamaya başladı… Bir müddet böyle huzur ve âsâyiş içinde geçti, halkın ve memleketin her işi yoluna girdi. Memlekette yeni şehir ve kasabalar çoğaldı. Hükümdarın hazinesi altın ve gümüş ile doldu. Hükümdar rahat etti ve huzura kavuştu; şöhreti ve nüfuzu dünyaya yayıldı.” Beyit 1039- 1044. “Ey hâkim! Memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın. Kanun ile ülke genişler ve dünya düzene girer, zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur. Zalim, zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür.” Beyit 2033-2035. Bu esasında ideal devletin dayandığı kilit kavram adalettir. Kutadgu Bilig’de devlet anlayışının, siyaset ve ahlâk kurallarının geniş ölçüde Hint-İran kaynaklarına dayandığı kuşkusuzdur. Bu kavramlar tüm Müslüman milletlerin ortak kültür mirası olmuştur. (İnancık, 2011, s. 37-38)

Bizans civarındaki şehirlerin Osmanlılar tarafından Türkleştirilmesi ve Türk- İslam kültürünün yerleştirilmesi ile Anadolu tamamen Türk kültürünün etkisi altına girmiştir. Medrese, cami, türbe, tekke, medrese, imaret, kervansaray gibi Türk kültürüne ait yapılar inşaa edilmiştir. Kültürün yayılmasına en güzel imkan sağlayan mimari ve ibadet yerlerinin yapılması elbette oldukça etkili olmuştur. Türklerde aldıkları yerlere öncelikle bu yapıları inşa etmişlerdir. Kazandığı savaşlar sonrasında Osmanlı oradaki halkın dinini değiştirmemiştir. Buralarda az olan müslüman Türkler Osmanlı devletini temsil eden yönetici bir sınıftır. Bunun yanı sıra kendi isteğiyle müslümanlığı kabul eden topluluklarda ise dilleri ve geleneklerinde serbest bırakılmıştır.

Müslüman halka dini vazifelerinin yerine getirilmesinde de devletin sık sık müdahale ettiğini görmek mümkündür. İslamiyet bu vazifelerin yapılmasında herhangi bir baskıya cevaz vermediği halde, padişah halife sıfatıyla müminlere beş vakit namazlarını cemaatle kılmalarını, ramazan geldiğinde oruçlarını tutmalarını, sadrazam ve şeyhülislâm aracılığıyla emretmektedir. Bu hususlara uymayanlar cezaya çarptırılmıştır. (Karal, 1983, s. 198)

Önemli olaylardan bir diğeri Osmanlı’da eğitim veren kurumlardan medresenin ilkinin İznik’te Orhan Gazi tarafından kurulmasıdır. Medrese eğitiminin zaman içerisinde nasıl bir yetersizlikle karşı karşıya kaldığı, ilim ve bilimden uzaklaşıp Osmanlının Tanzimat Döneminde farkederek eğitim ile ilgili yaptığı çalışmalar iyileştirmeler tanzimat dönemi içinde anlatılmıştır.

Osmanlılar ilk medreseyi İzmit’te ve ikincisini Bursa’da yaptırmıştır. Bu medreselerde tahsil Arapça verilmiştir. Bu sebeple Arap ve İran kültüründen istifade eden Osmanlılar, bir dereceye kadar Doğunun tesirinde kalmıştır. Bunda tabiiki İslamiyetin de büyük rolü olmuştur. (Kuran, 2012, s. 10)

Osmanlıda önemli kurumlardan biri olan vakıf kurumu, şeriat ile birlikte Müslüman topraklarda ileri derecede bir sosyokültürel tekbiçimlilik sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Osmanlı Devleti halka eğitim, sağlık, refah ve benzeri alanlarda doğrudan hizmet sağlamamaktadır. Bu tür hizmetlerin verilmesi ve gerekli gelirin sağlanmasını vakıflar yürütmektedir. Büyük imaretlerin desteklenmesinden kuşların beslenmesine kadar ve hatta gelin olacak kızlara ödünç kıyafet verilmesine kadar çok farklı hizmetler hep bu vakıflar tarafından görülmektedir. Vakıflar cami, zaviye ve medreseleri destekledikçe dini bir kurum haline gelmiştir. Vakıflar vergiden muaf tutulmuştur. (Karpat, 2014, s. 29-30)

Müslüman halk, sosyal yaşamında dilediği gibi, hareket etmek özgürlüğüne sahip değildi. Memurların halkın kıyafetleri hakkında, sık sık iradeler çıkmakta, hatta evlerin şekilleri için bile usul ve kurallar bulunmaktadır. İstanbul’da padişahlar, vilayetlerde valiler ve kadılar bu konularda sıkı bir şekilde teftişler yapmıştır. Selim III., paşaların

kısa kavuk taşımalarını ve büyük sarık sarmalarını, kadınların uzun hotoz ve uzun yakalı kıyafetle gezmelerini, erkândan olmayan kimselerin, erkâna mahsus samur kürk giymelerini, esnaftan olan halkın Dergâhı âli ocakluya mahsus pırpırı kıyafet taşımasını yasak etmiş ve yasağa riayet etmeyenlerin şiddetle cezalandırılmalarını emretmiştir. Bundan başka, Müslüman evlerinin siyah ve lâciverte boyanmasını da yasak etmiştir. II. Mahmut da bu hususlarda titiz davranmış ve kadınların açık renk ferace giymesini, erkeklerin de başlarına şal sarmalarını yasaklamıştır. (Karal, 1983, s. 199)

Şeriat hukuku, Müslüman olmayan devletlerin hukuk yapısını benimsemesine engel olmuştur. Fransa ihtilaline kadar Avrupa devletlerinin hukuk yapısı da genel olarak dini bir esasa dayanmaktadır. XVIII. Yüzyılda Avrupa düşünürlerinin dini bir vicdan işi saymaları Laik devlet hukuku konusunu işlemeleri ve Fransa İhtilalinin de böyle bir devlet örneği ortaya koyması üzerine Osmanlı’da devlet adamlarından bazıları Avrupa ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. Jean Jacques Rousseau’nun eserlerini Rumlara tercüme ettirerek okunmuştur. (Karal, 1983, s. 200)

Osmanlı padişahlarının erkek evlatlarına, kızlarına, validelerine ve ailelerine kadar hitaplar da; Padişahların erkek evlatlarında Sultan Selim gibi ismin başına, kız çocuklarında ise Safiye Sultan gibi ismin sonuna getirilmesi adet olan kelime, valilik yapan şehzâdeler hakkında da Çelebi Sultan olarak kullanılmıştır. Padişahların valideleri için Valide Sultan, kadınları için ise Haseki Sultan- Hürrem Sultan, padişahların kızlarının kızları için de hanım sultan kullanılmıştır. Padişahların erkek çocuklarına I. Mehmed (1413-1421) zamanına kadar çelebi denmiş, şehzâde tabiri bundan sonra kullanılmaya başlamıştır. (Acar, 2015, s. 187)

Osmanlı’da sosyal konulardan bir tanesi de Selamlaşma olmuştur. Yolda karşılaşan iki kişi selamlaşmak için Selâmün aleyküm ve karşılığında da Ve aleyküm selâm demektedir. Selam verenler akran yani aynı yaşlarda ve önceden bir tanışıklık varsa selam vermede bir öncelik aranmamaktadır. Daha önceden bir tanıma sözkonusu değil ise selamlaşma mevkiye göre yapılmıştır. At üzerinde olan yolda yaya olarak yürümekte olana, yoldan geçmekte olan yol kenarında oturmakta olanlara, küçük olanlar büyük olanlara selam vermektedir. Hatta yürüyorsa büyük geçene kadar durur, oturuyorsa

oturduğu yerden kalkardı. Türk toplumunda saygı göstermek çok önemli bir yere sahiptir. Türklerde amca, dayı gibi akrabanın ya da hoca imam gibi büyüklerin eli öpülmektedir. Bugün de protokol kuralları gereği ast üste selam vermekte, resmi araçta giden üst yayaları selamlamaktadır.

Osmanlıların tarihe karışmış selamlaşma şekli olan “temennâ” kelimesi Arapça dilemek, arzu etmek, edilmek anlamlarına gelen temenni’den gelmektedir. Temennâ elleri göğüs, fakat daha fazla önem verilmek istendiğinde diz kapakları hizasından başa kadar götürülerek yapılmaktadır. Temennâ esnasında her iki taraf ya hiç ses çıkarmaz, ya da temennâ edenlerden yaşça, mevkice küçük olan “Allah ömürler versin.” Diyerek dua ederdi. Mertebece büyük olanların temennâsı iltifat kabul edilmektedir. Padişah ve sadrazam başta gelmek üzere, devlet ricâlinin de teşrifat gereği olarak etekleri öpülür buna ise “damenbûsi” denilmektedir. Padişahın eteğini öpmek ise belirli törenlerde ve belirli kurallar ile mümkün olmaktadır. Ayrıca buna nâil olmak büyük şeref telâkki edilmektedir. Eğer, Yeniçeri ağası vezir rütbesinde de bulunuyorsa, hem ağa hem de vezir olarak iki kere padişahın huzuruna çıkarak etek öpmektedir. Etek öpmek aslında padişahın en yakınında olabilmek imkanı sağladığı için çok önemlidir. (Özbilgen, 2003, s. 476-477)