• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN İDARİ ÖZELLİKLERİ VE

3.4. Fâtih Sultan Mehmet Han (1451 1481) dönemi Teşrifat

Fatih Sultan Mehmet Yedinci Osmanlı padişahıdır. Devrin en büyük alimlerinden ilim (matematik, geometri, hadis, tefsir, fıkıh, kelam, tarih ve coğrafya) öğrendi. Birçok dil (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) biliyordu. Fetihler yapmış ve bir yandan da devletin zenginleşmesini sağlamıştır. İstanbul’u fethetmiştir.

Fatih’in tahta çıkışını duyan birçok devlet ve beylikler birbirleriyle yarış edercesine Edirne’ye elçiler göndermişlerdir. (Tansel, 1971, s. 33) Ordu ve donanması çok gelişmişti ve silahları sıkça yeniletirdi. Kendisi birçok top ve silah icat etmiştir. İlk mahalle mektebi onun zamanında kurulmuştur. İlme, sanata ve ilim adamlarına çok fazla değer verirdi. Daha sonraki dönemlerde gerileme ve tanzimat dönemlerinde başarısızlığın sebebi askeri yönde geri kalmışlık ile bilim ve teknolojide geri kalma ve Avrupayı takip edememek yer almaktadır.

Fatih Sultan Mehmet ilmi ve alimleri seven bir hükümdar idi. Fatih merkezi güçlendirmenin eğitim kurumunu güçlendirmekten geçtiğini biliyordu. (Özyüksel, 2007, s. 163-164) Bu sebeple Osmanlı topraklarının her bir köşesinde ilmin ilerlemesi için mektep ve medrese oluşturarak bu konuda kendinden öncekileri geride bırakmıştır. Eğitim ve öğretimde çeşitli ıslahatlar yapmış büyük küçük tüm şehirlerde hatta köylerde bile mektep ve medreselerin yaygınlaştırılmasına gayret etmiş ve vakıflar kurmuştur. Medreseleri başlangıç, orta ve yüksek gibi sınıflara ayırmış ve her sınıf içinde ayrı programlar hazırlatmıştır. Medreselerdeki bu verilen eğitim parasızdı. Medreselerde verilen eğitim: tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, belagat, filoloji gibi derslerdi. (Sallabi, 2008 , s. 191-192)

Osmanlı’da ilk fikir, sanat ve edebiyat hareketleri 1451’de padişah olan Fatih Sultan Mehmet zamanında başlamıştır. Fakat bu güzel gelişme maalesef idame ettirilememiştir. (Kuran, 2012, s. 10)

Fatih Sultan Mehmet özellikle devletle ilgili alanlarda yenilikler yapmıştır. Bir çok konuda kanunlar yapmıştır.

Fatih’in ilk Osmanlı kanunnamesini hazırlatması bu dönemdeki önemli gelişmelerden bir diğeridir. Farklı özellikler taşıyan toplumlar Osmanlı sistemine entegre edilirken, bu derece karmaşık bir yapı oluşturan bir toplumu, şeriat yasalarının dışına çıkmadan yönetmek imkanı artık imkansız hale gelmiştir. Fatih kendisinden önce parça parça yayınlanan ve sistemli bir bütün oluşturmayan örfi hükümleri, fethettiği ülkelerin

yasalarıyla sentezleyerek ilk Osmanlı kanunnamesini oluşturmuştur. (Özyüksel, 2007, s. 164)

Hazırladığı kanunnameler önemli alimlerin denetiminde hazırlanarak devlet idaresinde kullanılmıştır. Kanunnameler devlet memurlarının makamlarını, bazı idari gelenekleri, protokol kurallarını ve devlet merasimlerini içermekteydi. Bu kurallar dışında ceza ve bazı ekonomik yaptırımlar da yer alıyordu.

Nüfusun tekrardan artması için Orta Asya ve Avrupa’nın her yerinden ve her milletten ama en çok da Hıristiyanların taşınmasını sağladı. Bu çok kısa süre içerisinde gerçekleşmiştir. II. Mehmed yani Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un yeniden kalabalık ve eski günlerine gelmesini istiyordu.

Şehre damgasını vuracak birçok şey yaptı. Hedeflediği nokta hem Osmanlıları hem yabancıları ihtişamıyla etkileyecek ve imparatorluğun gücüyle gözleri kamaştırabilecek bir başkent oluşturmaktı. Sonraki 470 yıl boyunca da başkent İstanbul oldu ve Topkapı Sarayı’ndan yönetildi. (Boyar & Fleet, 2014, s. 28-30)

Osmanlı devlet yönetiminde Fatih döneminden itibaren protokole büyük önem verilmiştir. Örneğin, Fatih döneminde yabancı elçilerin Padişahın elini öpmesi elçilere izinli tanınan bir ayrıcalık olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman döneminde de, sarayda düzenlenen kabul törenlerinde yabancı elçilerin getirdikleri armağanları sunmadan önce Sadrazam İbrahim Paşa'nın kaftanının eteğini öpmeleri protokol bakımından zorunlu tutulmuştur.

Osmanlı Devleti’nin tarih içinde sınırlarını genişletmesiyle birçok yabancı devletlerle ilişkiler içerisinde olmak durumunda kalmıştır. Bu ülkeler Osmanlı İmparatorluğu’na zaman zaman elçiler göndermişler ve yakın ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Elçilerin kabul edilmesinde teşrifata dikkat edildiği ve itina gösterildiği o güne ışık tutan kaynaklarda da görülmektedir. Devletin gücünü ve ihtişamını gösterme imkanı sağlayan bu kurallar çok önemliydi ve dikkatle uygulanmaktaydı. Arap dünyasına baktığımızda iktidarın kudretinin sadece savaş meydanlarında askeri güçle değil,

saraydaki göz dolduran ihtişam ve törenler ile de ölçüldüğü muhakkaktır. Fatih Sultan Mehmet bayram usullerini ilk defa kanunlar ile teşrifata sokmuştur. Fatih’in kanunnamesinde bayram törenlerinin ne şekilde nerede nasıl yapılacağı hakkında bilgi verildiği görülür.

Fatih döneminde Osmanlıdaki devlet yönetimi ve protokolünü öğrenmek amacıyla diplomatik temsilcilik kurmuşlardır. Osmanlı Devleti büyükelçilik teşkilatını ilk defa lll.Selim zamanında 1793 de Londra’da, sonra 1794’de Paris ve Berlin’de, 1797’de Viyana’da kurmuştur. (Aytürk, 2011, s. 6)

Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren bey, gazi, sultan denen Osmanlı padişahlarına han, hakan, şah, padişah, şeninşah ve hünkâr gibi unvanlar da kullanılmış olmakla beraber, en çok kullanılan unvan Padişah olmuştur.

Osmanlıda ilk başlarda hükümdarlar Bey ve Han gibi ünvanlar taşımışlardır. İlk üç hükümdar birer mutlak monark sayılmakla beraber henüz askerî bir geleneğin etkisi devam ettiğinden, sade bir protokole, örf, âdet ve istişareye dayanan bir idare (yönetim) göze çarpar. “Yıldırım Bayezid’den (1389-02) itibaren Osmanlı Padişahı şaşaalı bir protokolü ve mutlak bir hükümdar kişiliğini benimsedi.” Osmanlı’da Osmanlı Padişahı tipini asıl inşaa eden hükümdar, Fatih Sultan Mehmed’dir. (1451-81) Birçok araştırmacı ve yazar Osmanlı padişahı tipini incelerken ve irdelerken onun kanunları, koyduğu protokol esasları ve kişiliği çerçevesinde inceler. (Ortaylı, 2007, s. 169-170)

Fatih Sultan Mehmet döneminde özel kanunlar hazırlamış, usul ve teşkilat konularını yazılı bir şekilde düzenlemiştir. Aslında yazılı şekle dönüşmesi ve usüllerin net bir şekilde belirlenmesi devlet yönetiminde bir düzen ve birlik getirmiştir. Bugünkü protokol kurallarının ve öndegelim listelerinin belirlenmesi ile yaşanan istikrarlı ve düzenli yönetim Fatih zamanında da mümkün olmuştur.

Osmanlı Devleti’nde ilk defa Kanunname-i Âl-i Osman’da protokol (teşrifat) kuralları da Fatih Sultan Mehmed döneminde belirlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde “Teşrifat Nizamnamesi” ile ayrıntılı bir şekilde devlet

büyüklerinin unvanları, padişahın huzuruna çıkış ile ilgili esaslar, Harem’deki unvanlar ve Saray’daki törenlerde uygulanacak kurallar ve esaslar belirlenmiştir. Bazı esaslar bazı dönemlerde değişiklik göstermiştir. Örneğin Osmanlı Devlet Protokolünde yabancı elçilerin Padişahın elini öpmesi Fatih döneminde elçilere izinle tanınan bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Yine Kanuni Sultan Süleyman döneminde sarayda düzenlenen bir kabul töreninde (1563) yabancı elçilerin getirdikleri hediyeleri padişaha sunmadan evvel, Sadrazam İbrahim Paşa’nın kaftanının eteğini öpmeleri protokol bakımından zorunluluk haline getirilmiştir. (Aytürk, 2011, s. 5)

Her ne kadar Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul fethedilince bazı Bizans bilgin ve alimleri İtalya’ya hicret etmiş ve Rönesans’ı geliştirmeye başlamışlarsa da Sultan Mehmed de İstanbul hükümdar saraylarında bulunan tüm kitapları toplattırmış, sonrasında bu eserleri 12 kütüphaneye yerleştirerek ulusun faydanlanmasını sağlamıştır. Hatta 1480 tarihinde İtalyan Ressam Bellini’yi İstanbul’a davet etmiş ve bu şekilde batı kültür ve sanatına verdiği önemi ispat etmişti. Fakat, 1440’da matbaaya gerekli ilgi alaka gösterilememişti. Bu da ilerleyen süreçte ne kadar olumsuz tesir yaratabileceğini gösterecekti. (Kuran, 2012, s. 10)

Fatih Kanunnamesi’nde padişahın yemeğini yalnız yiyeceği kaydedilmiştir. Sonraki yüzyıllarda mülki erkan veya ulema tarafından yapılan bazı davetlerde veya ani olarak yaptığı ziyafetlerde hane sahibi ile aynı sofrada yemek yediği görülmektedir. XIX, yüzyılda başlayan ve XX. Yüzyılda devam eden saraydaki ziyafetlerde padişah sadece şehzade ve sadrazam ile birlikte değil, Ayan ve Mebusan Meclisleri üyeleriyle, hatta yabancı devlet elçileriyle aynı sofrada oturmuştur. Ziyafetlerde uzun bir masa kullanılmaktadır. Masanın tam ortasına padişah, karşısına eğer yemeğe katıldıysa şehzade, o yoksa Sadrazam oturmaktadır. Elçilere verilen yemeklerde en kıdemli elçi sağında, ikinci gelen ise solunda oturmaktadır. Devamında oturanlar da mevkilerine göre oturmaktadır. (Kütükoğlu, 2018, s. 195-196)

Görsel 18. Osmanlıda sofra

Kaynak: (https://www.tgrthaber.com.tr/fotogaleri/osmanlidan-diyet-ve-saglik- tavsiyeleri-22508?pg=3,21.08.2019)

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan ve Topkapı Sarayı’na yerleştikten sonra yemek protokolünü ve yemek adabını da belirlemiştir. Bu sebeple mutfak, saray yaşamında çok önemli bir yer tutmaktadır. Topkapı Sarayı’nda her gün hizmetçiler, yeniçeri muhafızları, divan üyeleri ve memurlar, padişah ve ailesi için ortalama 1500– 2000 kişiye, bayramlarda ve bazı özel günlerde bunun iki hatta üç katına çıkan yemek verilmektedir. Yabancı ülke elçilerine saraylarda kabul törenlerinde ya da divanda verilen ziyafetlerde aynı protokol izlenerek, gümüş siniler içinde gelen yemekler, alçak masalar üzerinde konarak, küçük gruplar halinde yere oturularak yenilmektedir.

cuisine.org/food-and-social-life-2/ceremonial-and-celebratory-meals-21.html, 24.08.2019)

Amerikan altını, ve gümüşü mali bir bunalıma sürüklemişti. Batıdan gelen bu ani, ucuz ve bol gümüşün Türkiye üzerindeki etkisi kötü oldu. Osmanlı idarecileri bu bolluk bunalımını anlayamadılar. (Lewis, 1991 , s. 29) Tam bu bunalımlı günlerde devlet harcamalarını arttırmıştı. Fatih Sultan Mehmet bunalıma bir çözüm olarak, ücretli askerlerin sayısını düşürdü. Onun yerine toprak sahiplerinin yetiştirdiği ücret ödemek zorunda olmadığı tımarlı sipahileri arttırmayı çare olarak gördü. Ancak, 16 ve 17.yüzyılın değişen dünyasında bu yeterli olmadı. Gelişen teknik ve silahlar karşısında geçici ordular değil, devamlı ve donanımlı güçlü ordular bulundurmak şarttı. Osmanlı ise devamlı bir bütçe sorunu yaşıyordu. Çok güvenilen tımarlı sipahi fikri de beklenildiği gibi bir sonuç vermedi. Osmanlı tarım sistemi kötüye gidiyordu ve gelen az bir tarım gelirinin de tımarlı sipahiye gitmesi gerekirken saraya gitmesi bu fikri boş bir çaba haline dönüştürmüştü. Ayrıca, askeri düzen ile yönetimdeki gevşeklikler de tımarlı sipahiyi yok eden unsurlardan biridir. Bir kısım kişiler bu esnada toprak zengini haline gelmişti. Adaletin ve hukukun olmadığı bir ortamda yapılacak iyileştirmeler de hiçbir sonuç veremiyordu. Toplanamayan vergiler devletin gittikçe düşen gelirleri neticesinde artık içinden çıkılamaz bir hal almaya başlamıştı.

Görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu icatlar konusunda uzaktan bakarken, mevcut olanı bile alamayacak bir basiretsizlik içerisindeydi. Daha önceki Tanzimat bölümünde de ifade ettiğimiz gibi Batı ile aradaki fark sanayi, tarım, ulaşım gibi birçok konuda hızla açılmıştı. Asla tek bir alanda yüzeysel değişiklik ve yeniliklerin çözüm olması mümkün değildi. Osmanlıyı ancak köklü değişiklikler kurtarabilirdi.