• Sonuç bulunamadı

1.2. Modernite, Modernleşme, Modernizm

1.2.8. Osmanlı ve Türk Modernleşmes

Türkiye’deki garplılaşma hareketi yakın zamanlara kadar hep tanzimatla başlatılırdı. Gerçi bu hususta kesin bir tarih tayin etmek güç olmakla beraber garplılaşmaya verilecek manaya göre takribî zaman tespit etmek mümkündür. Münferit kültür unsurlarının Osmanlı camiası içinde Türkler tarafından şuurlu bir şekilde iktibasını, 18. Yüzyılla başlatmak gerekir. (Turan, 2017, s.100-101)

“XV. yüzyıldan itibaren Rönesans ve Reform hareketleriyle Ortaçağ karanlığından kurtulan Batı toplumları, pozitivist bir anlayış geliştirerek, hızlı bir biçimde ilerlemiş ve doğu toplumlarına karşı –özellikle teknolojik anlamda- üstünlük sağlamışlardır. Batı ile teması yüzyıllar boyunca genelde savaş meydanlarında olan Osmanlı İmparatorluğu, XVII. yüzyıl sonlarından itibaren Batı karşısında ağır yenilgiler almaya başlayınca, savaşlardaki bu üstünlüğün sebeplerini öğrenmek için Batıya elçiler göndermeye başlar. Gönderdikleri elçilerin, ülkeye dönüşlerinde kendilerine sundukları raporları değerlendiren hükümdarlar, askeri alanda yapılacak yeniliklerin Batı’yı yakalayabilmek için yeterli olacağı yanılgısına düştüklerinden, yenilgileri asgari alanda sınırlandırırlar. Bu sebeple, Osmanlı reformları toplumun kalan kısımlarına ulaşamaz.” (Hasdedeoğlu, 2013, s.8)

İslâm dünyasının bugün çözmesi gereken temel sorun, Batılılaşma sorunudur. Bu yönde verilen uğraş, Müslüman toplumların zihniyetleriyle modern dünyaya ayak uyduramayacaklarını ve artık değişmek zorunda olduklarını anladıklarını gösterir. Modernleşme veya çağdaşlaşma denildiği vakit, hep Batılılaşma anlaşılmıştır. Bu, sadece Cumhuriyetle oluşan bir anlayış değildir. Modernite Batı’da ortaya çıktığı için, Osmanlı’da elit kesim, hep Batı tarzı yenileşmeyi anlamıştır. Ama daha önce III.Selim (1761-1808) zamanında görülen (1789-1807) dönemi yenileşme hareketine Nizam-ı Cedit (1793) adı verilmesi, ilginç ve düşündürücüdür. Arapça “garp” (batı) kökünden yapılmış tegarrüb (batılılaşma) değil, nizam-ı cedit (yeni düzen) terimi kullanılmıştır. (Pultar, 2007, s. 43)

Batı emperyalizmi modernleşme adıyla sinsice bir tarzda empoze edilmeye başlanır. Bu durumda son dönem Müslüman dünyasında modernliğe verilen en sert tepkilerden birinin “batılılaştırma” gayreti olduğu söylenilebilir. İlk sosyologların ve bazı oryantalistlerin doğuyu durağan batıyı ise dinamik olarak tanımlama çabaları bazı Müslüman aydınların “batılaşmanın sistematik olarak dayatıldığı” şeklinde tepkisini çeker. Bu tepki koşulsuz batılaşma eğilimine yeni bir hedef belirler. Bu hedefin yönünü belirleyense “öyleyse batılılaşmadan nasıl modernleşebiliriz” aşamasıdır. (Kılıç, 2013, s. 240)

Osmanlı İmparatorluğu’nda ıslahat hareketlerinin geçmişi III. Selim dönemine (1789-1807) dek uzanır. Bu dönemde, ordunun askeri teknoloji ve eğitim bakımından Batılılaştırılmasının hedeflenmeyen bir sonucu, Batı’yla kültürel etkileşimin başlamasıdır. 18.yüzyılda imparatorluğun uğradığı büyük toprak kayıpları, Osmanlı devlet adamlarından önce, Batı’daki askeri teknolojinin artan üstünlüğüne ilişkin bir bilinç uyandırır.

Yeniçeri Ocağı’na alternatif olarak kurulan Nizam-ı Cedid’in subaylarını eğitmek üzere Avrupa’dan uzmanlar getirilir. Nizam-ı Cedid’e mensup birkaç asker Avrupa dillerini öğrenir ve bazıları da öğrenim görmek üzere Avrupa’ya gönderilir. Avrupa devletleriyle yeni diplomatik ilişkiler kurulunca, Osmanlı elçileri Avrupa başkentlerinde yaşadıklarına ve gördüklerine ilişkin eserler kaleme alır, Avrupalı diplomatlar da Osmanlı başkenti hakkında eserler yazar. Pek çok Avrupalı, bu arada pek çok kadın İstanbul’a gelip yerleşir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda reform ideolojileri, temel olarak ‘sultanik bir devlet’in ihtiyaçlarına ve çıkarlarına göre belirlenmiş ortak bir nitelik taşırlar. Osmanlı’da genellikle devleti kurtarmaya yönelik bir formül için birbiriyle çelişen ideolojik inanç ve yönelimler bir araya getirilir. Reformlar, politik-bürokratik elit tarafından veya devletin bürokratik aygıtında etkili olan entelektüel gruplar tarafından gerçekleştirilir.

Yeni Osmanlıların sosyal tabanı bu açıdan önem taşır. Yeni Osmanlılar aydınlanmış, ıslahatçı padişahlar (III. Selim, II. Mahmut) ve bürokratik bir kadro olarak öne çıkan, giderek bürokratik aristokrasiye dönüşen Tanzimat eliti gibi eski reformculardan farklıdır. Yeni Osmanlılar, küçük bürokrat entelektüellerden ve edebiyatçılardan oluşmuş ideolojisi Tanzimat elitine karşı popüler muhalefetle şekillenmiş bir gruptur. Yeni Osmanlıların politik düşüncesi aslında bir paradoks içerir. Tanzimat paşalarını eleştirirek, Avrupa’nın, büyük devletlerin giderek artan nüfusundan dolayı Müslümanların gücünü azaltan modernleşme reformlarına karşı çıkılırdı. Batılı anlamda meşrutiyetten yanadırlar ve Osmanlı idaresinin ilkelerini kapsayacak bir modernleşmeyi savunurlar.

Osmanlı modernleşmesinde devletin topraklarını korumak ve Osmanlı’nın her alanda eski gücüne tekrar kavuşmasını sağlama amacı belirlenir. Modernleşme çabalarıyla mevcut sorunlar çözülmeye çalışılırken, sorunlar artarak büyür. Bu durumda ise modernleşmenin uygulama alanları genişletilip artırılır.

“Türk modernleşmesi veya litaratürde zaman zaman kullanılan başka bir adıyla Cumhuriyet modernleşmesi, Osmanlı’nın kısmi modernleşmesini yeterli görmeyip modernleşmeyi Batılılaşma problemi olarak kavrayan ve kaçınılmaz olarak modernleşmenin sınırını ve amacını belirlemeye yönelik olarak girişilen kültür ve uygarlık ayrımlarını kabul etmeyen, bütüncül kapsamda, yeni insan, yeni toplum ve yeni devlet aramaya yönelen, ilham kaynağını Fransız

aydınlanmasından alan, toplumsal sınıf gibi işlev gören, yönetici elit tarafından yürütülen, pozitivist ve toplumsal mühendisçi özellikleriyle toplumu tüm alanlarıyla çok yönlü olarak dönüştürme hareketidir.” (Aygener, 2011, s. 50)

“Batı uygarlığından neler alınacağını kestirebilmek için, önce, şeriata sokulan ve din olarak İslâmlık’la bir tutulan yanları temizlemek gerekir. Şeriata giren bu yanlar gerçekte dinden değil, çağdaş uygarlıkla uyuşamaz olan Yakın Doğu Ortaçağ uygarlığından gelmedir. Bir toplum iki kocalı karı gibi, aynı zamanda iki uygarlıklı olamaz. Çağdaş uygarlık, bir uluslar uygarlığıdır. Ortak bir uygarlık üçündeki ulusların kendilerine özgü olan ülküleri “hars”, yani kültürdür. Almanlar, İngilizler, Fransızlar Batı uygarlığının unsurlarıdır: fakat ulus olarak kendilerine özgü, birbirlerinden farklı kültürleri vardır. İslâmcıların Batı uygarlığının iyi buldukları yanlar kayıtsız alınacaktır: çağdaşlaşma zorunluluğu bundadır. Fakat Batı uygarlığı uluslarının kültürünü alamaz: onlar ancak o uluslara özgüdür. Türk, Türkçe konuşur, çağdaşlaşayım diye Fransızca ya da Almanca, İngilizce konuşmaz. Dil, kültürün en önemli hazinesidir. Demek ki, Türk ulusal kültürünün geliştirilmesi olmaksızın, çağdaşlaşma da olmaz.” (Berkes, 2018, s.423-424)

Aydınlanma’nın, karşısına bir “öteki” koymaya olan ihtiyaç, 1930’larda Cumhuriyetin resmi söyleminde bolca örneklenir. Anakronizm-ilerleme, gelenek- modernlik, cehalet-aydınlanma gibi ikili karşıtlıkların hepsi, eski ile yeni arasındaki zıtlıkta cisimleşir. Yeniye sadece kendi içinde, bir ilerleme simgesi olarak değil, gözden düşen zıt eski imgesiyle karşılaştırılarak değer verilir ve çokça övülür. CHP’nin, Kemalist reformların reklamını yapmak üzere tasarlanan propaganda posterlerinde, eski ile yeni arasındaki ikili karşıtlığın işlevi açıkça görülür. Bu posterler, örneğin, hem modern, Batı tarzı elbiseler giymiş çekirdek ailenin medeniliğini, hem de onunla yan yana, cübbe giymiş, peçeli kadınlarının arkasından yürüdüğü, geleneksel, çokeşli Müslüman erkeğin anakronizmini anlatıyorlardı. Ya da ulusal okuma-yazma kampanyasının bir parçası olarak, yeni alfabenin pratikliğini ve basitliğini övüyor, bu alfabeyi, “zorluğu” yüzünden bir cehalet simgesi haline geldiğini savundukları eski Osmanlı alfabesiyle karşı karşıya koyuyorlardı. (Bozdoğan, 2015, s. 77)

Cumhuriyetin resmi propaganda yayını, (Dahiliye Vekaleti tarafından, öncelikle yabancılar için Fransızca, İngilizce ve Almanca yayımlanan) La Turquie Kemaliste, yeni ulusun “şarklılıktan kurtulmak”taki başarısını kanıtlamaya yönelik retorik bir strateji olarak bu tür birçok eski-yeni karşılaştırması içerir. Okul üniformaları giymiş sağlıklı çocuklarla dolu temiz, modern okul binalarının fotoğraflarının yanında, yasaklanan medreseler harap binalar içinde tasvir edilir. Cumhuriyetin yeni tekstil

fabrikaları, enerji santralleri, barajlar ve zirai makineleri, eski imparatorluğunun perişan çiftçi ve zanaatkârlarının tasvirlerinin karşısında, gururla sergilenir. 1938 tarihli bir Dahiliye Vekaleti yayınında, dış basında Türkiye’deki yeni rejimin başarıları hakkında çıkan övücü haberlerden alıntılar çevrilmiş ve bir dizi “önce ve sonra” fotoğrafıyla resimlenir. Ankara yakınlarında inşa edilmiş yeni örnek köyler, çatıları sazdan kerpiç kulübelerinin, altlarında “imparatorluğun eski köyleri” yazan fotoğraflarının yanına yerleştirilmiş. Ankara’daki yeni üç şeritli bulvarlar, fotoğraflarının altında “Eski imparatorlukta yollar ve nakliyat” yazan toprak yollarıyla öküz arabalarıyla karşılaştırılır. (Bozdoğan, 2015, s. 77-78)

Osmanlı’nın son yüzyılında başlayan ve Cumhuriyet Döneminde de devam eden modernleşme süreci çok sert gerilimleri beraberinde getirir. Modernleşmenin devlet politikası olarak benimsenmesi ve toplumun vereceği tepkinin niteliğinin kestirilememesi de bu gerilimleri arttırır. Tanzimat reformları ile başlayıp Cumhuriyet inkılapları ile devam eden modernleşme sürecinde ortaya çıkan devlet ile birey/toplum arasındaki çatışmanın temel nedeni siyasal ve sosyal anlamda iktidar aygıtının kullanılmasında “sınırların” belli olmaması ile ilgilidir. (Aslan-Alkış, 2015, s. 31)

1.2.9. Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde Modern Kadın Kimliğinin