• Sonuç bulunamadı

3.BÖLÜM: FATMA BARBAROSOĞLU’NUN ESERLERİNDE GELENEK VE MODERNİZM

3.1. Eserlerdeki Gelenek ve Modernizm Unsurları

3.2.14. Nedenleri ve Sonuçlarıyla Göç

Göç, insan ile mekân arasındaki bağı zedeleyen unsurlardan biridir. Bireyler ve topluluklar çeşitli nedenlerden dolayı bulundukları mekânı terk ederek başka bir mekâna göç etmektedir. Birey ve topluluk açısından göç, mekânsal bir değişikliğe karşılık gelmenin (Özer, 2004, s. 11) yanında, birey ve toplumun anlam ve değer dünyasının da değişim yaşamasına sebep olmaktadır.

Terk edilen ve yerleşilen her yer ile göçenler ve göçülen yerdekilerin nitel ve nicel özelliklerindeki farklılıklar yanında göç nedeni, kapsamı ve işleyiş sürecinde farklılıklar her göçü bir diğerinden farklı kılar. (Yılmaz, 2014, s. 1692)

Ekonomik nedenler ve güvenlik kaygısı gibi nedenlerle pek çok insan bulundukları mekânı terk etmek durumunda kalırlar. İnsanlığın gündeminden çıkmayan göç, 2000’li yıllarda dünyanın önde gelen gündemlerinden biridir. (Ekici, 2015, s.23) ‘Hiçbiryer’ romanında, köyden kaçış ve göç üzerinde durulur. İnsanların köyden kaçarak daha rahat bir hayat yaşama isteği anlatılır. Muhsin Amca’nın ağzından köyden kente göç sorunu aktarılır:

“Köy boşaldı Şahin. Şimdi burada gördüklerin bir zamanlar şehre gidip emekli olduktan sonra tekrar dönenlerdir.” (H., 2013, s. 718)

Köylerin bozulmasının sebebinin televizyondaki “şehir” olduğunun altı çizilir. Şahinlerin köyü diğer köylerden farklıdır. “…kabuğunu yırtan bir köy Şahin’lerinkisi. Yerlisi var, şehirde emekli olup döneni var, köye “villa” evler yaptırıp yazlığa gelen şehirliler var. Şehirlilerle birlikte köylülerin televizyonda imrenerek izledikleri hayatı da girmiş köye.” (Türkeş, 2011, s. 206)

“Köydeki bütün gençler, çocuklar bir an önce şehre gitmek istiyor. Televizyonda gördükleri her hayat, onları şehrin kapılarına biraz daha yaklaştırıyor. Gitmeden gitmiş gibi oluyorlar seyrettikleri her dizide. Erkeklerin köyde kalmasını babaları istemiyor. Ocağım tütsün diyen yok artık. Tütecek ocak ille de şehirde olmalı. Emeklilerin para gören cebi, her babayı oğlunu şehre göndermek için daha azimkâr, daha hırslı, daha öfkeli yapıyor.” (H.,

Televizyonlarda kente özendirme söz konusudur. İnsanlar daha fazla konfor isteği için şehre gitmek isterler. Dizilerin de burada payı büyüktür.

“Kızların şehre gitmesini isteyen, anaları. Kendisine benzeyen hayatı olmasın diye. Kızın sığırın, sıpanın koyunun kuzunun, orağın çapanın bir hayatı olmasın diye her görücüye gelenle pazarlık yapılıyor. “Oğlun şehre gitsin Bir fabrikada işe girsin. Ondan sonra nişanı yaparız.” Evlenmek isteyenler için iki şık var. Ya şehre gidilip sigortalı bir işe girilecek. Ya da öküzden inekten satılıp Azerbaycan’dan ya da Doğu’ya, Güneydoğu’ya gidilip otuz cumhuriyet altını başlık edilip, dili diline uymaz töresi töreni bilmez gelinler getirilecek. (H.,

2013, s. 131)

Türkiye çok hızlı cereyan eden bir iç göç ve kentleşme sürecine sahiptir. Kırla kent arasında cereyan eden bu süreçte itici, iletici ve çekici faktörler rol oynamaktadır. Ulaşımdaki gelişmeler ve hısımlık hemşehrilik bağları iletici faktörlerin başında gelmektedir. Son yıllarda bu faktörlere evlilik de eklenmiştir. (Yılmaz, 2007, s. 221) Evlilik yoluyla kırdan kente göç süreci Türkiye kırlarında bütün hızı ile devam etmektedir. Son yıllarda kırsal kesimde evlenen genç kızların ancak %18 i gelin olarak köye gitmiş, %82 si ise kentleri tercih etmiştir. (Yılmaz, 2007, s. 225)

Köyden kente göçüş beraberinde köydeki çocuk sayısının azalmasına da yol açar. Bunun sonucunda çocuklar yatılı okullarda kalırlar ya da taşımalı eğitimle okula giderler. Çocuklar da uyum sorunundan dolayı psikolojik olarak bu durumlardan etkilenirler. Yatılı okulda okuyan Şahin durumu şu şekilde aktarır.

“Yatılılar en arkada otururdu. Çalışkan olsalar bile en arkada. Çünkü onlar köylüydü. Yıllar sonra İstanbul’a gittiğinde bile, köylü olduğunu Afyonda’ki kadar derin hissetmemişti. 45 kilometrelik uzaklık, şehrin çocukları ile pansiyonda kalan köylü çocuklarının arasındaki mesafeyi geçilemez bir uçuruma çeviriyordu.” (H., 2013, s.87)

Köyden kente göçüşte köy nüfusu azalır, köydeki okullar kapatılır ve taşımacı eğitim başlar bu da yatılı okullar çocukların psikolojilerini olumsuz etkilemektedir. Çünkü kendilerini diğer şehirli çocuklardan daha aşağıda görürler. Bu da göçün olumsuzlukları arasındadır.

Taşımalı eğitimle çocukların kazalara uğrama olasılığının arttığı ve bu nedenle anne ve babaların bu yönde eleştirilerinin yersiz olmadığı konusunda yapılan eleştiriler bulunmaktadır. (Koçak, 2000, s. 16)

İlköğretim 1, 2 ve 3. Sınıf öğrencilerilerinin yaşça çok küçük olmaları sebebiyle ve taşımalı sistemle çok yoruldukları belirtilmektedir. Kent merkezlerinde çocukların servis araçlarıyla gidip gelmeleri varlıklı aile çocukları olarak görülmelerine neden olmaktadır. Gelir düzeyi düşük ailenin çocukları ise servis kullanmadan okula gidip gelmektedir. (Kaya, 2010, s. 46)

Romanda taşralık vurgusu, yabancılaşmanın belirginleşmesi için yapılır. Şahin kendini hiçbiryere ait hissetmedikçe her yere yabancılaşır:

“Sanki pansiyondakiler köylü çocukları oldukları için okulun fiyakasını bozuyorlardı. Savcının, hakimin, doktorun, müdürün gül bahçesinden derlenmiş çocuklarının arasına lüzumsuz yere girivermiş ayrık otlarıydılar. Vazolara yakışmayan. Saksılara yakışmayan. Hiçbir işe yakışmayan ayrık otları.” (H.,

2013, s. 89)

“Türkiye’de kentten kıra göçüş nedenleri kentin iticiliği ve kırın çekiciliği olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. Türkiye’de kırdan kente göçün tersi olan kentten kıra göçün başlamasında hiç kuşkusuz hızlı bir sanayileşmeden kaynak almayan “sahte”, “sağlıksız”, “çarpık” kentleşmenin, köylerdeki gizli işsizliği kentlere taşıması önemli bir etmendir.” (Yavuz, Keleş ve Geray, 1978, s. 38)

Küreselleşme ve teknolojinin gelişmesi ile köylerde kitle iletişim araçlarının kullanımının yaygınlaşması köy-kent farklılığını azaltarak köylerde yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyen etmenlerden biri olmuştur. (Güreşçi, 2010, s.83)

Köyün kimliğinin bozulmasında, şehirde çalışıp sonradan köye geri dönenlerin de payı vardır. Köye yeni evler yapılarak, eski mimarinin değişim geçirmesine sebebiyet verilir. Uydu antenleri kullanan şehirden göçmeler, köy ahalisini etkileyerek onların da bu duruma özenmelerini sağlarlar.

“Emekli maaşından eline geçen para ile evini çanaklattı. Eskiden kara örtüydü. Hatırlarsın çocukluğundan. Çamur sıvalı, kireçten kerpiç evler vardı. Şimdi bütün evler betonarme. Çatıları çanaklı.” (H., 2013, s. 83)

Kentten köye dönenlerin bir bölümü geldikleri yerin düzenini bozarlar. Hayvanların gübresinden, kokusundan rahatsız olup köylüyü şikâyet ederler.

Böylelikle eski köy anlayışı kalmayarak köyde de bir yozlaşma görülerek, köy şehre, şehir köye yaklaşmıştır.

“Her ağacın altında bir sülale eyleşiyor. Hadi elin şehirlisi kalkmış gelmiş ot yok ağaç yok. Ne yapacak binip gelecek arabasına. Sana ne var koca köylü? Senin her yerin ağaç. Yap işini dinlen ağacın altında. Elmasını elma ağacının altında, dalında yemek varken toplayıp geliyor kapana. Neden? Şehirli ne yaparsa bu da onu yapacak. A cahil, şehirli yokluğundan yapıyor. Sana ne var?” (H., 2013, s. 187)

Köyden şehre iş bulmak için göçen insanlar orada binbir sıkıntılar çekerek bunalıma girerler ve şehre tutunamamaları sonucunda tekrar köye dönerler.

“Evet Efendim! Avukat Bey’in de söylediği gibi besihanenin inşaatı tamamlanmak üzere bu projenin yürümesine maddi manevi desteklerini esirgemeyen ülkemizin önde gelen iş adamlarından Asım Bey, köyden kente göçün tersine dönerek, kentten köye doğru bir akımın gerçekleşmesinde kendi köyünün öncü olmasını sağlıyor. Bizim de maksadımız Taşköy’ü Avrupa standartlarında bir köy seviyesine yükseltmek.” (H., 2013, s. 185)

Modernizmle birlikte gelen köyden kente kaçışla birlikte köylerde kullanılan yeni tarım teknikleri, suni gübreler hayvancılık sektörünü olumsuz etkilemektedir. Hayvancılıkla uğraşan ailelerin çocuklarını okutması ya da şehre çalışmaya göndermesi de hayvancılığın uğraşım alanını kısıtlar.

“Ahmet Ağa artık yaylaya gelmiyor. Yaşlandı. Çocuklarını okuttu. Okuyan çocuklar töreyi bırakıyor. Yaz kış Eşme’de kalıyor artık. Hayvancılık öldü. Hele de koyunculuk.” (H., 2013, s. 117)

Nüfusun yaşlanması ve tarım yapılan arazilerin sayısının azalması köyde yaşayan canlı türlerinin de azalıp yok olmasına yol açar:

“Ekin ekilmedikçe hayvan nesli tükeniyor yavaş yavaş. Bıldırcın olurdu eskiden cıscıvıt cıscıvıt diye öten. Şimdi bir tane bile yok keklik. Şimdi bir tane bile yok keklik. Köküne kıran girdi sanki. Güvercin ilaç niyetine yok. Neyse ki güvercinlerin yerine kumrular geldi. Ekin ekilmiyor, hayvanlar aç kalıyor. Bir de eline silah alan geliyor avcı bozuntusu olarak. Dağlarda tavşan kalmadı.

(H., 2013, s. 219)

Tarımda kullanılan suni gübre de hayvan neslinin tükenmesinde sorun teşkil eder:

“Suni gübre kullanılmaya başlandığından beri ne güvercin kaldı köyde, ne saksağan. Ekinlere zarar verir ama, kim bilir yediği bir iki başak yanında

sayısız faydası vardır. Zararlı börtü böceği yiyordur belki. Kuşlar azaldıkça fasulyede, nohutta tuhaf hastalıklar çıktı ortaya. Kâinatın dengesi var kurcalamaya gelmiyor. Her şey bir bütün olmalı. Eksik kalan yeniliyor.” (H.,

2013, s. 234)

“Geleneksel tarım, doğal kaynakları har vurup harman savurmak, doğanın kaynaklarını bozmak, biyolojik çeşitliliği dikkate almadan yetiştiricilik yapmak değildir. Ancak kaynakları optimize etmek, en ekonomik ve uygun pratikleri tatbik ederek yetiştiricilik yapmak demektir. Geleneksel tarımda birim alnadan alınan ürün miktarını, yani verimi artırmak için aşırı ölçüde kullanılan tarımsal kimyasallar, yapay gübreler ve pestisitler su ve toprak kaynaklarının kirlenmesine neden olmuştur. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin gerek üretim esnasında, gerekse daha sonraki daha sonraki depolama ve muhafız esnasında sağlığını korumak için yabancı otlar, hastalık ve zararların kontrolünde kullanılan, genel anlamda pestisistlerin çok büyük bir bölümü uygulanan hedeflerin dışındaki canlıları yok etmiştir.” (URL-8, 2013)

Yazar, tarımda dışa bağımlı olmanın yanlışlığını eserinde aktarır. Bu durum ilerde ülkenin de dışa bağımlı hale gelebileceğinin bir habercisi gibidir:

“Bu gidişle tabii hiçbir şey kalmayacak. Yediğimiz patatesler bile kimyevî kökene sahip. Sana tokum olarak geri dönmeyen hiçbir şeyi bahçene, tarlana sokma. Tarımdaki komplo senaryosu bu. Daha bol ürün diyerek size tohumluk verecekler. Siz onları ekeceksiniz ama bir defalığına ekmiş olacaksınız. Bir yıl önceki mahsul bir yıl sonra tohum olmayacak. Böyle böyle Amerikalıların hazırladığı kimyevî tabletleri öğün yerine tüketmek için gönüllü olacağız.” (H.,

2013, s. 154)

Devletler birbirlerini artık tankla tüfekle öldürmemektedir, gıdalarını zehirleyip insanları kanser yapmaktadırlar. Türkiye’de yoksulların doğal yiyecekleri alması imkânsızdır. Bu durumda çocuklar kansere yakalanmaktadır. Çocuklara ‘tatlı zehirler’ yedirilmektedir. Fast-food özellikle çocuklarda sadece aşırı şişmanlamaya ya da şeker hastalığına neden olmamakta, zeka geriliğine de sebep olmaktadır. Bu yerlerde yemek yiyenlerde kansere yakalanma riski bulunmaktadır.