• Sonuç bulunamadı

3.BÖLÜM: FATMA BARBAROSOĞLU’NUN ESERLERİNDE GELENEK VE MODERNİZM

3.1. Eserlerdeki Gelenek ve Modernizm Unsurları

3.2.1. Deyimler, Atasözleri ve Masallar

Atasözleri ve deyimler dilimizin kültürümüzün zenginlikleridir. Geçmişten günümüze bize miras kalan, duygu ve düşüncelerimizi ifade etmemize yardımcı olan geleneksel hazinemizdir. Toplum tarafından benimsenen deyim ve atasözleri bizim vazgeçilmez parçamız olan geleneksel kültür unsurlarımızdır.

Fatma Barbarosoğlu’nun eserlerinde geleneğin bir yansıması olarak deyim ve atasözlerinin sıklıkla kullanıldığı tespit edilir. Acı Deniz’de tespit ettiğimiz deyim ve atasözleri şu şekildedir:

“Ne söz gümüş ne sükût altın.” (A.D, 2016, s. 37)

“Oynamasını bilmeyen gelin eteğim kısa, yerim dar dermiş.” (A.D, 2016, s. 60)

Yazarın, gelenekten beslendiğini: “Ninem

‘Allah bahtınızdan güldürsün’ derdi” (…) “analar kızlarının tahtını kurar da bahtını kuramaz.’ diye.” (A.D, 2016, s. 19) halk deyişlerinden de anlıyoruz.

“Sevilmek İçin Randevu Alan Çocuk” hikâyesinde, anneanne, gelenekseli imgeler. Modern toplumun hayatın dışına ittiği yaşlıyı temsil eder. Masal anlatır, anlayışlıdır, dua eder.

“Benim anneannem beni çok sever. Masal anlatır bana. Yaramazlık yapınca ‘dayın da böyleydi’ der gülerek…” (G.A, 2000, s. 19)

Anneanne gibi üst kuşaktan fertler kültürel bellek aktarıcısıdır. Burada masal önemli bir geleneksel unsurudur.

“…Hiç susturmaz beni. Ben konuştukça güler. Hay çocuk der. Sen beni güldürdün. Allah da seni güldürsün, der.” (G.A, 2000, s. 19)

Gelenekten yana olan yazar, çocuğun gözünden büyükleri eleştirir.

3.2.2.Tasavvuf

Tasavvuf; lügat manası itibariyle; ‘Gönlünü Allah sevgisine bağlama’; ıstılahî manada ise; ‘Zühd ve takva ile ruhu temizleyip Hakk’ın ahlakı ile ahlaklanmak; kendi varlığını Hakk sevgisinde eriterek mâsivâdan ilgiyi kesmek ve bu hal içinde onun emir ve yasaklarına tam bir uyuşla sonsuz mutluluğa ermek’tir. (Güzel, 2009, s. 147)

Geleneği besleyen bir unsur olarak tasavvuf, Allah’ın birliğini ve evrenin oluşunu vahdet-i vücut anlayışıyla açıklayan dini-felsefi bir akımdır. Tasavvuf, ayrıca Allah, evren ve insanı bir bütün içinde görme ve insanın Allah ile insanın başka insanlarla ve kendisiyle olan ilişkilerini arama yoludur. Tasavvuf felsefesinde ise, evren tek bir varlıktır. Ezelî ve ebedî olan Tanrı hep vardır ve varolacaktır.

Tasavvuf ilmi, İslam âlimleri içerisinde müstesna bir yer işgal eder. İslâmiyet’le birlikte ortaya çıkan her dini ilim gibi, tasavvuf ilmi de İslamiyet’le birlikte “İslam Tasavvufu” olarak ortaya çıkar, zamanla dal budak halinde genişleyerek yayılır ve hepsi öze bağlı kollara ve yollara ayrılır. Maddi ilimlerin insandaki merkezi beyin olduğu halde, tasavvuf ilminin merkezi de kalptir.

Türklerin İslamiyet’e girişleri tasavvuf hareketlerinin İslam’da kurumsallaştığı, tarikatların oluştuğu üçüncü döneme tekabül eder. İslamiyet’le birlikte tasavvufun da Türkler arasında yaygınlaşması, doğal olarak Semerkand, Buhara, Fergana gibi Türk- İslam çevrelerinde oluşmaya başlamış ve buralarda da tasavvufun temsilcilerinden şeyhlere tesadüf edilmeye başlanır.

Acı Deniz’ de tasavvuf teması üzerine yoğunlaşılır.

“Söz Darmadağan” hikâyesinde Sühendan derviş olmak ister fakat bir türlü kendini diğerleri gibi hissedemez.

“Ölmeden önce ölemiyordum bir türlü. Ölümü düşündükçe daha çok yaşama isteği sarıyor benliğimi. Uzun yaşamak için dua eder buluyorum içimdeki sesi. Ama onlar hocaannenin evindeki kadınlar ölmeden önce ölüyorlar ya da ölüyormuş gibi yapıyorlar. O kadınlar birbirleriyle konuşurken “biz” diyorlar hep. Ben aralarından “sen” olarak halkaya girmeye çalışıyorum. “Biz” olamıyorum hiç.” (A.D, 2016, s. 17)

3.2.3. Yalnızlık, Yabancılaşma, Ötekileşme

İletişim; duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her yolla başkalarına aktarılmasıdır. Bu sürecin amacı, anlamak ve anlaşılmaktır.

İnsanların beraber yaşamalarının temelinde iletişim kurabilmeleri yatar. İnsan doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu toplumun dilini, davranışını taklit ederek diğerleriyle iletişime geçmeyi öğrenir. İnsan uyanık olduğu saatlerin büyük kısmını iletişim içerisinde geçirir. Bir insanı başarılı ya da başarısız kılan, el üstünde tutulmasını sağlayan ya da itici bulunmasına sebep olan bireyin iletişim becerisi ya da beceriksizliğidir.

İnsanoğlu, insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar gerçekleştirdiği gelişmesini iletişime borçludur. İnsanlar birbirleri ile iletişim kurmasını başaramasaydı, birlikte üretim yapamaz, ürettiklerini paylaşamaz, diğerlerinin bilgi birikiminden yararlanamazdı.

Acı Deniz’de toplumsal değişimin insan algısı üzerindeki etkisi üzerinde durulur:

“Aşklar günübirlik; gençlik, sevgilisi için bile eline kalem almaya üşeniyor. Postacılar beyannameler, çekler, protestolar ve üç kelimelik bayram kartları taşır. Mektup mu? Unutulmuş… Yazılacak ne kaldı ki! Memur kafalı daktilo tuşlarından ukala bilgisayarlara uzanan bir hükümranlıkta…” (A.D, 2016, s.

138)

Her şeyi söz aracılığıyla gerçek kılarız. Hangi dilde konuşursak konuşalım, düşüncelerimizi, niyetimizi sözlerle ifade ederiz. Sözle kendimizi ifade eder ve iletişim kurarız. Söz iletişimin temel unsurudur. Kelimeler değişirse anlamlar ve anlaşmalar da bozulur. Burada yazar, gelenek unsuru olarak mektubun kültürümüzdeki yerinden ve modernizmle yerini başka teknolojik aletlere bıraktığından söz etmiştir. Mektubun unutulmasından muzdariptir.

Kitapta işlenen ana temalardan biri de yalnızlıktır. Birey olarak var olmaya çalışan modern dünyadaki insanın iletişimsizlikler sonucu yaşadığı sorunlar aktarılmaktadır: “İletişim toplumunda kelama yer yok. Seyretme telaşı içine düşmüş insanların durup düşünmeye düşündüğünü ifade etmeye dair tüm kabiliyetleri ellerinden alınmış sanki. Önce söz vardı. Şimdi seyretme var bol bol.” (Barbarosoğlu, 2016, s. 39)

Burada modern hayatın bir sonucu olarak ‘seyretme’ üzerinde durulmuştur. Bilindiği üzere çağımızda artık görünür olmak da ön plândadır.

Bireylerin geleneksel iletişim biçimlerini terk ederek; sosyal ağlar üzerinden iletişim kurmaya başlaması, toplumsal yabancılaşma ve yalnızlaşmayı beraberinde getirmektedir. Sosyal iletişimin yaygın hale gelmesiyle, modern insanları yüz yüze iletişim kurmak için yeterli zamanı bulamamaktadır. İletişim teknolojileri ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle küreselleşmenin önündeki engellerin ortadan kalktığını belirten David Harvey’e göre; zaman ve mekan kavramlarının önemini yitirmesiyle, iletişim ve dünyayla kurdukları iletişim, teknolojiyle aracılanmış bir iletişim biçimine dönüşmektedir. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte; alışkanlıklar, düşünceler ve duygular da değişerek; sanal yaşam sanal yaşantıda meydana gelen değişimler, bireyleri yalnızlığa sürükleyerek; yabancılaşma ve yalnızlaşma sürecine götürmektedir. (Karagülle-Çaycı, 2014, s. 1)

Şiirli Yalnızlık, Karanfilli Kavga hikâyelerinde, iletişimsizlik sonucu yaşadığı yalnızlık teması işlenir. Ruhlarıyla var olmaya çalışan insanlar çevrelerinde iletişim kurabilecekleri kimseleri bulamazlar. Kadınlar iç dünyalarının kalabalıklığına rağmen dışarıda yalnızdırlar. Karanfilli Kavga hikâyesinde içindekileri iç monolog, iç diyaloglarla dışa vuran kadın normalde eşiyle tek kelime konuşmaz.

Sözün Bittiği Yer, Ölümün Adı Şiir, Söz Darmadağan hikâyelerinde yaşadığı toplum ile kendi iç dünyasındaki benliğin çatışması sonucu oluşan kimlik bunalımı işlenir. Bunalım sonucu kişi, kendine ve çevresine yabancılaşır, yalnızlaşır.

“Her gittiğim yerde bir şey bırakıyorum kendimden. Eksik kalan bir şeyler oluyordu bende daima. Gidip gidip gittiği yerden geri dönemeyen bir sürü Sühendan oluyordu. (…) Sühendan dertleşecek kimse bulamıyor, bıraktığı Sühendan’lara ağlıyor, öteki Sühendanlar gözyaşlarını topluyordu.” (A.D,

“Kelam Bitti” hikâyesinde, yeni neslin teknolojik gelişmelerine, konuşma üslûbuna uyum sağlayamayan annelerin kızlarına olan yabancılaşması görülür. Kızıyla iletişim kurmakta zorlanan anlatıcı, kızının kullandığı kelimeleri anlamlandırmakta zorlanmaktadır.

“Çok kafa kadın.”, “elimde çok kıyak notlar var”, “bana bi kıyak çek be abi” (A.D, 2016, s. 38)

Anlatıcı, müziğin sesini sonuna kadar açan kızına müziği dinlememeye de hakkı olduğunu anlatamaz.

Barbarosoğlu, “Kelam bitti” hikâyesinde, modernleşen toplumlardaki kapitalist düzenin, modern kadınları tüketim çılgınlığına sürüklediğini gösterir. Anlatıcı, efendimle başlatıp efendimle biten saygı sözlerinin önemini yitirerek yerini kalıplaşmış sözlere bırakmasından rahatsızlık duyar. Aynı kelimelerle konuşan insanların iletişimsizliğinden, düşündüklerini ifade edemeyişlerinden yakınır. Bu hikâyede anne, yeni neslin teknolojik gelişmelerine, farklı kültürüne ve konuşma üslûbuna ayak uyduramadığı için kızıyla aynı evin içinde yabancı iki insan olur.

“İmajötörün evi” hikâyesinde geleneklerine bağlı erkek kahraman, ailesinin baskısıyla değişmeye karar verir. Fakat geleneksel değerlerle yetişen hikâye kişisi değişmeyi içine sindiremez, yabancılık duygusuyla huzursuz olur. Eşinin ve çocuklarının ısrarına dayanamayıp, falcılığa başlar. Yazar, modernizm eleştirisini bu kahraman üzerinden yapar.

“Sefer” hikâyesinde hayata yabancılaşmış kadın karakter söz konusudur:

“Nebilemi bile anlatacak kimse yoksa konuşulacak ne var ki?!. Tarih yalan söylesin bana ne? Gazeteler yalan yazsın bana ne? Baskısı olmayan kitabı bulmuş ol bana ne? Ben hayatın bitmiş olduğu yerde duruyorum.” (S.H, 2017, s. 107)

“Yabancılaşma içinde yaşadığımız uygarlık sürecinde bireysel ve toplumsal yaşamın birlikte ortaya çıkardığı yaygın bir ruhsal bozukluktur. Yabancılaşmaya yol açan nesnel koşullar bizzat içinde yaşadığımız uygarlık içerisinde mevcuttur.” (Akyıldız, 1998, s. 13)

Modernizmle birlikte yabancılaşma kavramı ortaya çıkar. Birey bir yere ait olamayarak içinde bulunduğu durumda bocalama yaşar.

“Tamir Görmemiş Aşk” da iletişimsizlik yaşanır.

“Sen beni dünyana almıyorsun! Benim kurduğum dünyaya da gelmiyorsun. Sen nerdesin Nurgül? Ben nerdeyim.” (G.A, 2000, s. 86)

Hikâyede karı-kocanın birbirine yabancı oluşları ve iletişimsizlik vardır. Eşinin dünyasına kadın uzaktır. Kadının dünyasına ise eşi uzaktır. Ayrı dünyalarda yaşıyor gibidirler. Kadının sıkıntılarını, hissettiklerini sadece yine kendisi bilmektedir. Bu iletişimsizlik böyle sürüp gider. Kadın hayata karşı bocalama yaşar ve kendi bu durumu atlatmaya çalışmaktadır.

“Mazi Rüyaları” hikâyesinde kadın kahraman insanlara yabancılaşmıştır:

“Bir zamanlar beğenmediğim, kişiliksiz ve kimliksiz bulduğum, bir selamı çok gördüğüm insanların her biri bir makam koltuğunda. Şimdi beğenmemek ne haddime! Onlar benim yaptığım ev kurabiyelerini beğenirler mi acaba?”

(S.H, 2017, s. 27)

“Yaşayamadığımız Dünya” hikâyesinde Radyo DJ’inin telefon ile insanlarla olan muhabbeti söz konusudur. Telefonla kurulan sohbetteki samimiyetle, yüz yüze olan sohbet çok farklıdır. Bu modern hayatın getirdiği sosyal bir anlayıştır:

“Modernizm perspektif ile başladı. Postmodernizm, perspektifin yok olduğu yerde. Uzaktakiler yakın, yakındakiler uzak.” (S.H, 2015, s. 99)

“Yaşadığımız dijital çağda, zaman, mekan ve insan ilişkilerinin dönüşüme uğradığı görülmektedir. Dijital dünya ile kastedilen, sosyal ağlar, taşınabilir iletişim araçları ile birlikte insanların hayatını tamamen kuşatmıştır. Bu noktadan hareketle, sosyal ağların, bireylerin sosyal ve kültürel yaşamlarında yarattığı dönüşüme dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü sosyal ağların toplumsal hayata kattıkları ve toplumsal hayattan götürdükleri çerçevesinde, sosyal medya araçlarının sosyalleşmenin aksine, yalnızlaşma ve yabancılaşma gibi olumsuzluklara sebep olduğu söylenebilmektedir. Günümüzdeki teknolojik gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, bireylerin teknoloji karşısında edilginleşen bir insan modeli ortaya koyduğu görülmektedir.” (Karagülle- Çaycı, 2014, s. 4)

“Şehirde Bir Adam” hikâyesinde şehre yabancı olan yaşlı bir erkeğin bakış açısıyla şehir hayatı değerlendirilir:

“Neden şehir kör bir kuyu gibi? Seher vakti. Bir ışık yansaydı evlerden. Biri çıksaydı balkonuna. Kulakları ezan sesinde, aynı manzaraya bakıyor olsalardı.” (S.H, 2017, s. 64)

“Hayatınız Sizin İçin Yorumlanır” hikâyesindeki kişiler iletişimsizlik sonrası bunalıma girerler. Herkes uzağındaki için kendini yıpratır, fakat yakınındakini görmez. Aynı zamanda ve mekânda yaşayanlar yalnızlık çekerler.

“Evde Raks” hikâyesinde hikâye kişileri kendileri gibi düşünmeyen, iletişim sorunu olan her yerde yabancılık yaşar, iletişimsizlik çekerler. Kahramanlar karşılarındaki bireylerin bakış açılarını eleştirirler:

“Başörtüm çok yakışmış ha! Ne diyorsun sen imparatoriçem, bin yıldır başımda bu örtü var. Sen ne zamandan beri benim başımdaki örtüyü, ayağımdaki ayakkabıyı, yüzümdeki acıyı gördün! Gördün ve hissettin!!” (İ.K.R, 2015, s. 68)

“Seninle Hesabımız Bitmedi Julya” hikâyesinde düzene itirazı olanları sistemin dışladığını, yalnızlaştırdığı Füsun kişisi üzerinden gösterir. Düzene ayak uydurmaya çalışanlar ise başkaları tarafından kandırılırlar. Kişiler yalnız ve mutsuzdurlar.

“Yok, ama kurumlar insanların önüne geçtiği için kişisel bireysel kimliklerin hiç önemi yok. Boşuna her gün kafa patlatıyorlar birey, bireysel, bireyci… Hoş bütün bireysellikler banka reklamlarıyla ilgili.” (R.A, 2015, s. 56)

Modernizm bireysel olanı desteklemektedir. Bireycilik aydınlanma felsefesinin bir ürünüdür ve en yüksek değer olarak bireyi ele alır. Bireyin üstünde, dışında, ötesinde hiçbir belirleyici evrensel otorite yoktur. (URL-2, 2014)

‘Hiçbiryer’ romanı, modernizme uyum sürecinde şehre ayak uyduramayan insanları, şehirden dönenlerin köye tutunamayışını, insanlar arasındaki iletişimsizliği, köyün kimliğini kaybedişini, devletle halk arasındaki kopukluğu, siyaset düşkünü bilim adamlarını ele alır.

Roman, Şahin’in iletişimsizliği, yabancılığı ve yalnızlığı üzerine kurgulanır. Şahin çok iyi anlaştığı İhsan Hocasını kaybeder. Deney sonrası nişanlısının da yüzü yanınca onunla iletişimi de sonlanır. Yeni danışman hocasıyla da anlaşamayınca, şehre tutunamayıp köyüne geri döner. Yalnızlık ve yabancılaşma hali köyünde de devam eder.

Kahramanlar birbirleriyle iletişimsizdirler. Şahin’in babası Halil Ağa, Şahin, sağır çoban Şaban, amcası Muhsin yalnız kimselerdir. Halil Ağa oğluyla konuşmaz, çoban da kimseyle konuşmamak için topluma tepki olarak sağır ve dilsiz taklidi yapmaktadır. Halil Ağa’nın ve çobanın iletişimsizlikleri kendi tercihleridir. Şahin’in yalnızlığı ise çevresinde iletişim kuracak kimsenin olmayışındandır.

Muhsin İstanbul’da eğitim görüp orda işe girer sonrasında köye döndüğünde köylü tarafından kabullenilmeyerek köylü içinde yalnız kalır. Müjgan da hastanede yalnızdır. Yalnızlığını yazdığı mektupta şu şekilde aktarır :

“Seni hiçbir yerde bulamayacak mıyım? Müjgan’ı hiçbir yerde bulamadığım gibi. Biz neredeyiz Şahin ?! Tek tek ve birlikte sığabildiğimiz bir mekan var mı ? Beni düşündüğünü hissediyorum. Bir an, sadece. O zaman işte oradayım diyorum. Şahin’in kalbinde. Bir kuşun kanat çırpması kadar çabuk geçiyor o an. Sonra ben yine hiçbir yerdeyim. Hiçbir yer: Annemin acı bakışları.” (H., 2013, s. 38)

Modernizmin eseri olan yalnızlık, iletişimsizlik evvelinde şehirlerde var olurken, teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık köylerde de baş göstermiştir.

Şahin yalnızdır. Ne şehirde ne de köyde bir yuvası yoktur.

“Olmadığı, bilincinde yaşattığı, özlemini çektiği yerdi vatan. Bulunduğu yer daima gurbet.” (H.,2013, s. 60)

“Ama şehirde bir köylüydü o. En köylü olamadığı yer kendi köyüydü.” (H., 2013, s. 203)

Köy, kent yaşamı arasındaki farklardan bahsedersek; şehirlerde çok bina olur, sürekli bina üretilir. Alış veriş merkezleri gibi sürekli beton binalar inşa edilir. Ormanlık araziler yok edilir. Köyler, akrabalık, komşuluk gibi sosyal ilişkilerin yoğun olduğu yerlerdir. Çünkü az sayıda insan olması köylerde ilişkilerin daha kuvvetli olmasını

sağlamaktadır. Şehirlerde ise sosyal faaliyetler daha çeşitlidir. Eğlence, spor, sanat ve daha birçok alanda şehirlerde imkânlar daha fazladır.

Günümüzde kentler, küreselleşme ile birlikte önemli değişimler yaşamaktadır. Kent toplumsal ve siyasal aşamaları şekillendiren bir faktördür. Sanayileşmenin etkisiyle kentte nüfus artışının neden olduğu ciddi sorunlar da meydana gelmiştir. Artan sorunlar kentleri şekillendirmekte ve çözümler de yetersiz kalmaktadır. Küreselleşme olgusunun kent üzerindeki etkileri ise bütünleşme, standardize olma konusunda kentin mevcut kültürünü ve kültürel mirasını koruyamaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Küresel kültürün dünya üzerindeki kentleri tekdüze hale getirdiği öne sürülmektedir. (Hayta, 2016, s. 165)

Romanda hiçbir yere ait olamayan insanın her yere yabancı oluşu anlatılır. Klasik modern insanın içine düşmüş olduğu iletişimsizlik, kendini değersiz hissetme, boşluğa düşme ve arayış söz konusudur. Bu durum Şahin’in gözüyle şöyle aktarılır: “Ben hayatımın bir parçasını kendi dışımda tutmak, ondan kurtulmak için çalışırken, birilerinin, her kimse onlar, bana üniversiteli çoban deyip demeyeceklerinin derdine düşeceğim ha!” (H., 2013, s. 99)

Roman, gurbete gidip orada tutunamayanların durumunu sosyolojik ve psikolojik olarak ele alır. Hastalandığı dönemde Şahin’le amcası Muhsin ilgilenir. Doktor Muhsin’e, Şahin’e sürekli bir şeyler anlatmasını ister. Muhsin anlatımlarında şehirden dönüşünü ve hiçbir yere ait olamayışını şu şekilde aktarır:

“Ben gurbetin gurbetini tattım. Hiçbir yere ait değilsindir. Hiçbir zaman buralı olamazsın. Hep oralı olarak kalırsın. Oraya ait olan orası diye bir yer yoktur hâlbuki. Sen orayı kalbinde taşırsın. Köyden çıkmamın bir hikâyesi vardı. Okuyup adam olacaktım. Şehirde bir köylüydüm. Sonra dönüp geldim köye. Okuyup adam olamadan. Artık köylü bile değildim köylülerimin gözünde. Her iklimden kovulmuş bir rüzgar gibi hissettim kendimi Şahin’im.” (H., 2013, s.

223)

Bu açıklamayla şehirde köylü, köyde de şehirli sıfatıyla “hiçbir yer” e ait olamayanlardan Muhsin her zaman kendini ezilmiş hissetmektedir:

“Hafızasındakileri, içinde birikmiş olan insanlara anlatıyor Muhsin. Muhsin’in uzuvlarında koca bir köy saklıdır sanki. Her olaya gözünü değdiren. Burnunu sokan. Her işini, içindeki köy halkı ile beraber yapmıştır. Hiç yalnız kalmamıştır. “Ben yaptıysam oldu” diyememiştir hiç. İkna olmayı bekleyen

ellik, ağırlaştıkça ağırlaşmaktadır. O elliğe karşı konumlandırmıştır kendini yeryüzünde.” (H., 2013, s. 114)

Muhsin, romanda Şahin için gereklidir. Şahin, Muhsin’in anlattıkları üzerinden yolunu bulmaya ve bir aidiyet duygusu oluşturmaya çalışır.

Halil Ağa, Şahin’in babasıdır ve sürekli etrafına negatif elektrik yayar. Hayata tepkisini susarak gösterir.

Eserde, bireyin kendini gerçekleştirememişliğini de Halil Ağa’nın hikâyesinden anlarız. Şahin doğmadan evvel hayata küskünlüğünü, “Babanın eline bavul alıp istasyonlarda durmasına, kendisini davet etmeyen trenlere küsmesine, daha on yıl var.” (H, 2013, s. 71) bilgisinden anlarız.

“Derler ki; babana bu imtihan çok ağır gelmiş. O günden sonra güvenini kaybetmiş. Ne meclise girmiş, ne bir meclis kurmuş.” (H., 2013, s. 85)

Modern hayatla birlikte insanlar arası iletişim, etkileşim giderek zayıfladığı için komşuluk, akrabalık ilişkileri azalmaktadır. Zenginlerle fakirler arasındaki uçurum da giderek artar ve gelenekselde olduğu gibi zengin fakir kolay kolay bir araya gelmez:

“Şimdi zenginler fakirlerin geçtiği yerden bile geçmiyor. Bu köylü çocuğunu Asım Bey’in hanımı, şehirli hanımı, hiç yüksünmeden günlerce evinde misafir etti. O zaman zenginler zenginliklerinin sürmesi için fakir kalbi onarmak gerektiğine inanıyorlardı.” (H., 2013, s. 145)

‘Medyasenfoni' romanında, modern insanın dertlerini paylaşamamasının vermiş olduğu sıkıntı ve depresyon hali üzerinde durulur. Kişiler arasında iletişimsizlik ve önyargı vardır. Neşe medya ortamındaki yalnızlığından ötürü depresyona girdiği zamanlarda akrabalarını ziyaret etmektedir.

Modern dünyada yalnız olan insanın artık yanında dertleşecek dost bulamayışı onun psikiyatriste gitmesi sonucunu doğurur:

“Benim bunlardan bir an önce kurtulmam lazım. Niye? Aslında hiç fena değiller ana oğul. Psikiyatristime gitsem o beni dinleyecekti. Anlat bakalım diyecekti. Anlatılacaktı dereden tepeden. Hey ana oğul yaralarıma iyi geliyor

ne! Konuşun konuşun. Sonsuza kadar konuşun hatta. Doktorum beni para ile dinliyor. Ben sizi beleşe dinlerim. Kulaklarım zaten ne işe yarıyordu.!” (M.,

2014, s. 44)

Zeynep yaşadığı yalnızlığı Neşe’ye anlatır:

“-Seninle bir alakası yok. İçimde büyüyen bir boşluk var. O boşluk ile başa çıkamıyorum. Annemden sonra deliler gibi çalıştım. Dizi yazılar yazdım. Köşemde uzun araştırma gerektiren konular yazdım. Birkaç kanala birden proje yaptım.” (M., 2014, s. 137)

Bireyleşme yalnızlığı da beraberinde getirir. Yalnız insan depresyona girer. Depresyondan çıkmak için alışverişe gider. İnsanlar tüketerek mutlu olacağını sanır. Romanda gelişen teknolojiyle beraber, insanların iletişimlerinin kopması, yalnızlık bunalım gibi haller anlatılmıştır.

Son On Beş Dakika romanında, kişiler arası iletişimsizlik sebebiyle iç monolog tekniği sıkça kullanılır. Modern dünyadaki insanın yalnızlaşması sonucu doğan iletişimsizlikle insanlar daha da bireyselleşerek toplumdan koparlar.

Önceki aile yapısı büyük aile iken yani evde büyükanne ve büyükbaba da bulunurken modern yaşam çekirdek aileyi öne çıkarır. Televizyon ve internetin de etkisiyle bireyselleşme daha da artar ve aile içindeki iletişimde de kopmalar yaşanır.

Son On Beş Dakika’da, ailevi ilişkileri zedelenmiş, aile içi iletişimin olmadığı insanlar bulunur:

“Dokuz ameliyattan sonra o artık profesyonel bir hasta idi. Önceleri hastaneye