• Sonuç bulunamadı

3.BÖLÜM: FATMA BARBAROSOĞLU’NUN ESERLERİNDE GELENEK VE MODERNİZM

3.1. Eserlerdeki Gelenek ve Modernizm Unsurları

3.2.8. Kültür Çatışması

Genellikle, bilgi, inanç, san’at, ahlâk, hukuk, örf ve âdetler ve insanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği bütün yetenekler şeklinde tanımlanan kültür, bir başka

bakımdan da insanın ve insan topluluklarının hayat tarzını ve sosyal problemlere ürettikleri çözümleri ifade eder.

“Kirli Yağan Karlar” hikâyesinde bir kadın kahramanın ağzından yurtdışına gidenlerin kültürel değerlerinin nasıl kaybolduğu anlatılır.

“İnsan aynı anda iki kişiyi sever mi sevmez mi diye münazaralar yapıyor elektrik mühendisi, makine mühendisi ve şantiye şefi. Şantiye şefi tıpkı bir ERKEK gibi bir KADININ da aynı anda iki kişiyi sevebileceğini söylüyor. Ama bir şartı varmış. Bunu ancak Avrupalı bir kadın yapabilirmiş. Türk kadınına göre değilmiş bu “sevgi zenginliği”” (G.A, 2000, s. 72-73)

“Votkaya alışmış olsalar da domuz eti yemeyerek “kendi öz benliklerine” bağlılıklarını sürdürüyorlar.”(G.A, 2000, s. 76)

Burada yurt dışında yaşamanın bir Türk’e neleri kaybettirdiğinin eleştirisi vardır. Kendilik değerlerine, kültür ve geleneğe sahip çıkma gerekliliği vurgulanır. Yazar, ‘nerede olursan ol kendin ol’u okuyucuya sezdirir.

Eşler arasındaki kültür çatışmaları da “Son On Beş Dakika” romanında yer alır. Bankacı Ece ile Uğur aynı köylüdür fakat Ece’nin ailesi gurbetçidir.

“Kültür çatışması yaşıyorsunuz dedi doktor. Eşiniz bir Avrupalı. Ne Avrupalısı doktor. İkimiz de aynı köydeniz. Bizimkiler Balıkesir’e yerleşmiş. Ece’nin ailesi Belçika’ya. Hepsi bu işte.” (S.O.D, 2014, s. 69)

Eserde, günümüz insanının yaşadığı hayatla içinde bulunduğu durum arasında Araf’ta kalarak bunalımlı bir kültür çatışması yaşaması üzerinde durulur:

“Biz birbirimizi kendimizden yola çıkarak sevmeyi henüz öğrenemedik. Biz derken coğrafyanın kederini yaşayan hepimizi kastediyorum. Kederleri ile Doğulu, reçeteleri ile Batılı, cümleleri ile ne Doğulu ne Batılı olmayan bütün erkekleri kastediyorum biz derken.” (S.O.D, 2014, s. 228)

Kültürel çatışmalar, farklı kültüre sahip insanların davranış normları ve değerlerindeki farklılıklardan kaynaklanır. Her insan kendi kültürünün değerlerine göre davranır. Farklı kültürdeki insanlar onun davranışını kendi dünya görüşlerinin filtreleriyle belki de tümüyle zıt bir bakış açısıyla yorumlayabilirler. Bu durum değerlerin çatışmasına ve güçlü olumsuz duyguların ortaya çıkmasına kadar gidebilir.

Modernleşme tartışmalarına ilk katılanlardan olan Fatma Aliye modernleşmenin yanlış anlaşılmasından muzdariptir. Kültürümüzdeki tüm unsurların atılıp, her şeyin batıdanalınması fikrine karşı çıkar.

“Her şeyi hayatımızdan ata ata. Tüy gibi hafifleyeceğiz, öyle mi efendim! Tüy gibi. Tüy gibi olmak mıdır muradımız? Kavi ve kati olmak var iken. Bizi biz yapan. Mayamız kavilikten kabarmış iken tüy gibi hafif olacağız. Efendim?!” (F.A.U.Ü, 2015, s. 18)

Osmanlı Devleti’nde hayatın her safhasında yaşanan toplumsal gelişmeler sonucunda ortaya çıkan yozlaşmış, taklitçi, kendi özüne, geçmişine ve değerlerine ‘yabancılaşan’ züppe fertler, dönemin yazar ve şairlerine ilham kaynağı olmuştur. Roman türü, bu süreci en iyi biçimde ele alan edebiyat türüdür. Doğu-batı ikilemine en iyi örnek olarak Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Beyle Rakım Efendi romanı örnek gösterilebilir. Romandaki Felatun Bey alafranga hayatı yaşayan züppe bir karakterdir.

‘Fatma Aliye: Uzak Ülke’ romanında, Osmanlı’nın yenileşme anlayışının sosyal hayatla algılandığı yansıtılmaktadır:

“Karanlığı hükmü altına alabilmiş ışıklar ile, gecenin gündüz gibi olduğu şehirler ile muzaffer olunacağını yazdılar ilk önce.” (F.A.U.Ü, 2015, s. 24)

Fatma Aliye Hanım’ın babası olan Cevdet Paşa, Batılı olma yolunda yapılan hareketleri hoş karşılamaz.

“Üstelik bunlar her yeniliği zafer sayıyor. Belanın da yenisi vardır. Yenilik başlı başına bir kıymet olabilir mi?” (F.A.U.Ü, 2015, s. 191)

Görüldüğü üzere Fatma Aliye ve Cevdet Paşa her Batı’dan her yeniliğin alınması taraftarı değildirler. Bu noktada eleştirilerde bulunurlar.

3.2.9. Eşya ve İnsan

Eşya kelimesi Arapça dilinde “şey” kelimesini çoğuludur. Modern dünyanın ürettiği salgın hastalıklardan biri de eşya köleliğidir. İhtiyaçtan fazlasına sahip olma olanağı, insanın çalışma isteğini engellemektedir. Kişiler artık eşyanın amirliğinden ziyade, köleleiğine tutulmaktadır. Eşya ihtiyaç görme görevinden çıkarak yarış ve hırs faktörü haline getirilmektedir.

Günümüzde eşyalar artık bir şey olmak ya da bir şey olunduğunu kanıtlamak için kullanılır olmaktadır. Örneğin; saygın olmak, üstün olmak, farklı olmak, sınıf atlamak, kabul görmek, sevilmek, sayılmak için. Değerli bir eşya edinildiğinde birey kendisinin de değer kazandığını zanneder. Çağımızda eşya, insanın bir parçası olarak kabul edilmektedir.

Artık toplumda insanlar eşyalarına aşırı derecede bağlıdır. Eşyasız eksileceğini düşünen insan kolay kolay hayır yapamamaktadır. Sürekli bir yığıp biriktirme peşinde olan insan, daha değerli olabilmek adına daha çok eşya edinmeye meyletmektedir. Böylece insanın en temel aktivitesi alışveriş olmaktadır.

İnsanlar eşyalara bakılarak değerlendirildikleri için de akıllı görünmek ile akıllı olmak, dindar görünmekle dindar olmak arasındaki fark ortadan kalkmaya başlar. Sembol aslın yerini alır. İnsanlar, çalışarak üstün fikir ve eserler ortaya koyacakları yerde doğru imajı sağlayacak eşyalar satın alırlar.

“Swan Severler Derneği” hikâyesinde kahraman erkektir ve Swan marka otomobil düşkünüdür. Eşyaya tapan, yabancılaşmış insanı temsil eder.

“Bir defa olsun camlarını açmamıştı. Koltukları ilk günkü temizliğindeydi. Ya sonradan görmenin biri talip olursaydı beyaz kuğuya? Bol çocuklu bir aile mesela…” (Barbarosoğlu, 2000, s. 23)

Bu hikâye eşya mı insan içindir, yoksa insan mı eşya içindir? mantığına eleştiridir. Bütün değişimlerin kadın zihniyetinin değişmesiyle olacağı sezdirilir.