• Sonuç bulunamadı

3.BÖLÜM: FATMA BARBAROSOĞLU’NUN ESERLERİNDE GELENEK VE MODERNİZM

3.1. Eserlerdeki Gelenek ve Modernizm Unsurları

3.2.18. İmaj ve Moda

İmaj kavramı Latince “imago” (resim) kökünden olup, epistemolojik açıdan insanın zihninde bir kişi, kurum, ürün olay vb. hakkında geliştirdiği bilişsel ve psikolojik bir resmi ifade etmektedir. Dinçer (1998, s. 7) İmaj, bireyin zihninde bazı ögelerin etkileşimi sonucu yavaş yavaş oluşan bir imgedir.

Bugün birçok alanda yüzlerce yeni imaj ve kahramanlarıyla karşılaşılmaktadır. Her geçen gün de imaj yolcularının sayısı çoğalmaktadır. Sanat, sosyete, siyaset dünyasının birçoğu imajla ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Endüstrileşme sürecini gerçekleştirememiş pek çok ülkede kitle iletişim araçları yoluyla seçkinler kümesinin zevkleri, hayat biçimleri ve ütopyalarından müteşekkil bir dünya oluşturulmaktadır. Böylece bir yanda hayatın nimetlerinden yararlanan seçkinlerin yanında açlık, sefalet ve çaresizlik içinde yaşayan seçkinler kümesinin hayatının empoze edildiği geniş kitlelerin varlığına tanık olunmaktadır. (Türkkahraman, 2004, s.3)

Modern zamanda birey, ayakta kalabilmek, kariyer yapmak için kendinden başka biri gibi olmak zorunda kalır.

“Telefonu kapattım. Gazeteci olacaksın bir de. Bizim buraya haftada iki gün

uçak seferi var artık. Geldin geldin. O kadar. Gelmez isen senin hakkında S 49 Haber sitesine röportaj veririz. Çok tembel olduğunu, hepimizden kopya çektiğini anlatırız. Yalan doğru ne önemi var. Biz çoğunluğuz. Sen tek kişi. Kime inanacaklar sana mı bize mi? (R.A, 2013, s. 39)

“İmajın benim ofisime girdiğinin on üçüncü dakikasında yerlerdeydi. Masken yoktu. O çok kuuul tavırlar filan. Biz insan sarrafıyız güzelim.

Yemedim. Yemedim ama pek leziz olmuş elinize sağlık demekten beni ne alıkoyabilir! Niye mi bu kıza kancayı taktım? Karşımda altın madeni var. Ama madenler kendilerinin altın olduğunu bilmezler.” (R.A, 2013, s. 32)

“Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz” yazısında modern dünyadaki bireye dikte edilen “kendisi olmak” düsturu verilirken olduğundan başka türlü görünmenin taktikleri verilmesini eleştirir.

“Giysi/Giyinme biçimleri toplumsal etkileşimde, iletişim bağlamında bir sembol olarak kullanılmaktadır. Bu semboller, bireyin içinde bulunduğu toplumsal,

kültürel siyasal ve ekonomik yapıda anlam üretirler ve kimliklerin toplumsal, ekonomik, siyasal içerim ve ifadelerinde önemli rol oynarlar. Kendini ifade etmek, sözsüz bir iletişime dayanarak, giysiler aracılığıyla anlamları paylaşmak ve farklı kimlikler oluşturmaktır. Moda, bireyin yaşam tarafına uygun olarak alabileceği görünümlerin bir ifadesidir.” (Gençtürk-Hızal, 2003, s. 67)

Modernizmle birlikte modaya uyum sağlayan tesettürlü genç kız örneği, “Çay Bahçesi” hikâyesindeki kırmızı pardesülü kızda görülür. Genç kız pantolon giymektedir. Ayak bileğine taktığı halhalla ve topuklu ayakkabısıyla çevresindekilerin dikkatini çekerek kendinden “Kırmızı gençlere çok yakışıyor” şeklinde söz ettirir.

Barbarosoğlu “Hikâye Avcıları” hikâyesinde, güzellik yarışmaları gibi eğlence programlarını; kadının fiziksel görünümüyle kimlik kazanma çabalarının yanlışlığını, Selma şahsında eleştirir:

Selma en güzel hikâyenin belirlenmesi için güzellik yarışmasının yapılması şartını getirir. Ev sahibesi, kızların televizyondaki güzellik programlarına katılmalarını önerir.

“Yalan Makinesi” hikâyesinde, Adnan Beyin eşi, kolejli gibi giyinmeyi seven bir kadındır. Lakin kocasının konumuna göre şık ve dikkat çekici giyinmesi gerektiğinden olduğu kişilikle, olması gereken kişilik arasında sıkışır kalır. Bu da Barbarosoğlu’na göre modanın kadın bedenini metalaştırdığının göstergesidir.

“Güzelliğini ön plana çıkarmaktan başka çaresi olmayan kadın, kendini ispatlamak için kapitalist sistemin çıkarlarına hizmet etmek zorunda bırakılmıştır. Bu zorunlulukta da kadın bedenini esir almış olan moda ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden moda, özellikle kadınlar açısından ihtiyacı olmayan ürünleri sürekli olarak tüketmeye yöneltmektedir. Bunu yapmadığı sürece, tüketime özendirme hastalığı olmadan kapitalizm kısa sürede çöker.” (Wilson,

2003, s. 49)

Modernleşmeyle birlikte kimlik edinebilmenin yolu bireysel özelliklerin ön plana çıkarılmasıyla güzellik unsurundan geçmeye başlar.

“Çay Bahçesi” hikâyesinde, çay bahçesinde oturan hamile kadın etrafına bakarken, çıkık alınlı, kıvırcık kirpikli, çenesinde gamzesi olan kızın güzelliğini görünce hayallere dalarak ilerde çocuğunun da onun kadar güzel olmasını ister.

Modern hayatla birlikte toplum dışına itilen yaşlı kişiler “Çay Bahçesi” hikâyesindeki iki yaşlı kadında görüldüğü üzere modaya uyum sağlamak için makyaj yapmaya, şık olmaya çalışırlar.

“Moda ve Zihniyet’ kitabında, sanayi devrimiyle başlayıp, Fransız ihtilaliyle gelişen modern hayat anlayışı aktarılır:

“Kitle iletişim araçlarıyla şehirli orta sınıf kadınlara verilen rol kendinin ve evinin güzelliği ile meşgul olmaktır. Böylece kadın, güzelliğin ve yeni’nin idealize edildiği bir tüketim süreci içine taşınmış olmaktadır.” (M.Z, 2017, s. 83)

‘Moda ve Zihniyet’de Eserde, Osmanlı Devleti dönemindeki giyim-kuşam anlayışının toplumsal statüye göre belirlenmiş olduğu aktarılır:

“Geleneksel toplumlarda kıyafet sosyal rol ve statüye göre ayarlanmıştır. Geleneksel kıyafetin en önemli özelliği coğrafya şartlarına uygunluk ile beraber kullanımdaki pratikliktir.” (M.Z, 2017, s. 99)

Yenileşme başlayana kadar, her meslek grupları giyim tarzlarını aynı şekilde devam ettirirler.

Yeni giyim tarzları, değişen zihniyetle birlikte tüm hayatı etkiler nitelikte olmuştur. İslam’da ‘faydalı olan güzeldir’ anlayışı yerine modaya uyan her şey güzeldir anlayışı yerleşmiştir.

‘Moda ve Zihniyet’te modanın insan psikolojisi üzerindeki etkisi aktarılır:

“Modacıların getirdiği yenilikler, giyim ve tekstil firmaları, tarafından sahiplenilir. Sahiplenilen bu yenilik ile birlikte, kitlelerde o yeninin elde edilmesi konusunda suni

bir ihtiyaç yaratılabilmesi için bir dizi organizasyon düzenlenir. Yapılan defilelerin televizyon ve basın yoluyla sürekli tekrarı, sunulan yeniliğin bir ihtiyaç olarak algılanmasını kolaylaştırmaktadır. (…)

“Her gün yeni moda kıyafetleri gören kişi kendi kıyafetleriyle çoğunluktan ayrı düştüğünü sanmakta ve bir an önce kitleden biri olabilmek için kendisine sunulmuş olan kıyafetleri elde etmeyi hedeflemektedir. (…) Kişide bu hedefi uyandıran en güçlü etken yeniliğin kitlelere sunuluşu sırasında kullanılan imajdır.” (M.Z, 2017, s. 54)

Kadınlar kapitalist ideolojinin ürettiği dışlanmaktan korktukları için modaya uyum sağlamaktadırlar. Korkuya karşı en genel savunma mekanizması, uyum sağlamaktır. Yani, toplumun gücüne boyun eğmektir. Böylece, korku mükemmel egemenlik aracı olur.

Modaya uymanın diğer bir nedeni de kapitalist sistem tarafından kendini beğenmeye, kendinden hoşlanmaya özendirilmesidir. Kadın, kendini beğenerek, başkalarınca beğenilme şansına ulaşacağına inanır. Modaya uyarak bedenini sergileyen kadın, bakışları üzerine çekmek ve izlenmek istemektedir. Başkasının yargısı onun için çok önemlidir. (Özlem, 2014, s. 248)

Geleneksel toplumlardaki kadınlar evini mahrem olarak kabul ederken, modernleşmeyle birlikte ev içi de görünür olmaya başlar.“Karanfilli Kavga” hikâyesinde, subay eşi olan anlatıcı Ankara’ya taşındıklarında yorgunluktan sadece yatak odasını yerleştirir ve diğer işleri de eşinin askerlerine bırakır. Önceden bir sürü askerin evinde dolaşarak ortalığı yerleştirmelerini mahremiyetinin elinden alınması olarak görürken artık bu durumu normal karşılar.

Modern dünya aile mahremiyetini ortadan kaldırmıştır. Sosyal medyayla birlikte geçmişte mahrem olan haller artık gözler önüne serilmektedir. Göz önünde bulunmak, görsel sunum yapmak, evin içini göstermek artık teknolojiyle birlikte normalleştirilmiştir.

“Reklam” hikâyesinde modern zamana ait olan “görünür olmak” üzerinde durulur. Eski zanaatkarlar ile yeni dükkân sahipleri arasındaki ayrım aktarılır. Geleneksel ile modernin bariz belirtildiği hikâyedir. Mahalle ve esnaf gelenekselin temsilidir. Zamanla değişen insan zihniyetinin vurgusu yapılır. Hikâyede modernleşmenin kadına özgürlük getirmesinin yanında, onu köleleştirdiği mesajını da verir.

“O Yaz” adlı hikâyede modernleşen toplumda kadının giyim tarzının görünür olmasının adeta kimliğinin görünür hale gelmesinin kanıtıdır:

“Devlet gibi kadın denilenlerdendi Sabahat Hanımın güzelliği. Siyah rugan, Kraliçe Elizabetvari yılan derili çantasını bileğine takıp, yakası kaplan kürklü

astragan mantosunu giyip Bakırköy’üne giderken, dükkânın kapısından şöyle bir baktığında, içerideki herkesin eli ayağı birbirine dolaşırdı.” (İ.K.R, 2015, s.

17)

“Haset” “hikâyesinde müslüman genç kızlardaki değişim ve buna olan tepki söz konusudur.

“Puantiyelinin işi bitiyor. Dolarını yatırdık hesabına. Doleer… Nasıl da inceltiyor elin Amerikalının parasını. Doleer. Dolmezzz. Size doleer. Bize dolmeeezzz.

Keçi kız elindeki moda dergisini gösterdi. Gece kulübünden çıkmayan kuzeni Ben de bunlardan istiyorum diyormuş. Türbanlı bir sevgili yapacağım kendime diyormuş.” (R.A, 2013, s. 68)

Modernizmle birlikte gelen görünür olma ve seyredilir olmayı “Şov ve Mahrem” yazısında değinir.

“Herkes kendi hayatına bir tanık aramanın derdine düşmüştür artık. Günlük hayattaki tepkiler şaka kamera ve reality şov tepkisine dönüşür. Kurgulanmış bir heyecan, kurgulanmış bir öfke ve kurgulanmış bir üzüntüyü yaşamaya itiraz etmez olur insanlar. İtiraz hüzünedir.” (S.S.R, 2017, s. 55)

“Dünya ile aramıza giren mesafe: Teknoloji” yazısında, modern vizyon teknikleriyle her şeyin görünür hale gelmesini, eleştirir.

“Pilav yapmak/Özgür olmak” yazısında, şöyle açıklamada bulunur:

“Pilav yiyen Türk imajı, batılılaşma macerâsı ile birlikte ilk darbeyi alır. Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır’a, şarapsız sofraya oturmayan kayın pederi Celal Paşa pilav yediği için takılmaktadır: “Sen tam bir pilavcısın, gerçek Türk. Tavuk ve et ye beyim, pilav da neymiş?” (O.V, 2015, s. 123)

“Geleneksel dönem ile modern dönemin üst sınıfı arasındaki en önemli fark, birinciler doyurabildikleri insan sayısınca şereflenip ululanırken, ikinciler sadece kendileri için tüketerek ve kendi bedenlerini vitrinleştirerek var oluyor.” (O.V, 2015, s. 124)

‘Şov ve Mahrem’kitabının ilk bölümünde görme, görünme kavramı incelenir. İkinci bölümde ise gelenekselle, bugün arasında kurulan bağı anlatır:

“1990’lardan itibaren şehirden kopan yeni zenginler, hayat tarzı olarak “uyum içinde” olunacağı hesap edilen “satın alınan komşularla” uydu kentlere taşınma modasını başlattı. “Kendin ol” sloganı “kendin gibi olanlarla ol” anlayışını doğurdu. Kendin gibi olanlar, yani aynı hayat standardına, aynı tüketim kalıplarına sahip insanlar arasında ol.” (Ş.M, 2016, s. 87)

Üçüncü bölümde ise, günümüz Türkiye’sinin fotoğrafları yorumlanır. Görünme çabaları, markalar, mekânlar, kadın erkek ilişkileri gibi konularının üzerinde durulur. Modern kültürün etkisiyle değişen davranışları fotoğraf şeklinde okuyucuya gösterir.

“Kadınlar, “kadınlar” üzerine yazıyor. Hayat üzerine yazıyor. Ama erkekler, “erkekler” üzerine yazmıyor. Hayat üzerine yazmıyor. Modern hayatın erkekleri ne kadar silikleştirdiğini, enflasyonist baskıların erkeğin evdeki hiyerarşisini değiştirdiğini, bu hiyerarşi değişikliğinin, erkekleri gittikçe mesuliyetlerinden arınmış bir noktaya ittiğini kendilerine “mesele” edinen erkeklere ihtiyaç var. (…) “Kadınlar ve erkekler, birbirlerinin velileridir.” İlkesini yaşanır kılmak için “muhafazakâr erkeklerin” ve “postmodern türbanlı kadınların” hayatın içinde buluşması gerekiyor.” (Ş.M, 2016, s. 175)

Modernizmin etkisiyle görünür olma artar. Erkek modern hayatta daha az sorumluluğa sahip olduğu için kadın ve erkek bireyler arasında çatışma yaşanır.

‘Kamusal Alanda Başörtülüler’ kitabında, Müslüman örtülü kadının, modernizmle birlikte görünme, fark edilme gibi algı değişikliği yaşamasından bahseder. Bu algı değişikliğiyle yeniden bir kimlik oluşturmaya çalışır. Fakat bu kimlikle manevi olandan koparak değerlerin içi boşaltılıp, hem modern olmak isteyip hem de geleneğe bağlı kalınarak manevinin öneminin yiteceğini okuyucuyla paylaşır.

“Mutluluk Onay Belgesi” hikâyesinde, Kadriye’ye pijama almak için alışverişe gelen Şükran Hanım’ın yani, lakabıyla İmdat Hanım’ın House’da ki yaşadıkları anlatılır.

“…Kırmızı ojeli kadın… Niye ojesine taktın diyecekiniz. Takan ben değilim, kendisi. Kendisini ojesi üzerinden ifade ediyor. Algısına giren her ürünün üzerine sağ elini itina ile yerleştirip, “Tam bu renk ojem var, bir de bu renk yüzük taktım mı…” diyerek kendince bir “sunum” gerçekleştiriyor.” (M.O.B,

Modern dünya da sunum artık çok önemli bir yerdedir. İnsanlar kıyafetleriyle, saçıyla, tırnağıyla modaya uysun, görsel bir nitelik kazansın diye sunuma günlük hayatlarında yer verirler. Yazar da bunu eleştirel bir bakışla eserinde işlemiştir.

SONUÇ

Çalışmamızın ilk bölümünde geleneğin ne olduğuna değindik. Daha sonrasında gelenek ve toplum, gelenek ve kural, gelenek ve din, gelenek ve yenilik ve gelenek ve edebiyat hakkında açıklamalarda bulunarak, sonucunda bölüm değerlendirmesi yaptık. Modernizmin ne olduğuna değindik. Modernizm ve rasyonalizm, modernizm ve din, modernizm ve öteki, modernizm ve sanat, modernizm ve kapitalizm, moda kavramının modernizmdeki yeri ve önemi, geleneksel ve modern toplumların özellikleri, Osmanlı ve Türk modernleşmesi, Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde modern kadın kimliğinin oluşumu konularında açıklamalar yapılarak sonucunda da bölüm değerlendirmesi yaptık. İkinci bölümünde ise Fatma Barbarosoğlu’nun hayatı, sanat anlayışı ve eserleri anlatılmıştır. Üçüncü bölümde Fatma Barbarosoğlu’nun eserlerinde gelenek ve modernizm unsurlarından, deyimler, atasözleri ve masallar, tasavvuf, yalnızlık, yabancılaşma, ötekileşme, sorgulama, yaşlılık, geleneksel/modern kadın, pedagoji ve kadın, kadının eğitimi ve feminizm, evlilik, başörtüsü sorunu, statü farkı, kültür çatışması, eşya ve insan, ahlaki yozlaşma, tüketim kültürü ve kapitalizm, bireycilik, medya/sosyal medya, nedenleri ve sonuçlarıyla göç, unutulmaya yüz tutan el sanatları, geleneksel/modern mimari, harf inkılâbı, imaj ve moda konuları üzeride durduk. Gelenek ve modernizm çatışmasına eserlerinden örnekler göstererek bu konuları aydınlatmaya çalıştık.

Geleneksel İslâmi düşünce ilk olarak modernizme karşı direnme çabasına girer. Zamanla her şeyin çözümünün sadece geleneksel değerlere sarılmakla çözülmeyeceği anlaşılır ve hem eski değerleri dışlamayan hem de yeni değerleri içselleştirebilen yeni formül arayışı başlar. Bu formülle, gelenekten fikir anlamında yararlanarak modern çağa ayak uydurulabilirken öbür taraftan İslâm’ın öz kaynakları korunarak referans alınabilir. Aydınlanma 18. yüzyılda batıda ortaya çıkan bir kavramdır. İnsanın geleneksel görüşlerden, inanç ve önyargılardan akıl yönüyle

kurtulması, aydınlanmaya yüklenen anlamdır. İdari, ekonomik, kültürel alanlardaki değişimler modernleşmeyi ortaya çıkarır. Modernleşme, özgürleşme olarak ifade edilir. Modern yaşamın ortaya çıkardığı yalnızlık, bunalım ve tüketim kültürünün yaygınlaşmasıyla insan, daha çok yalnızlığa itilir. Modernite, tarihi ‘eski ve yeni’; toplumu, ‘geleneksel ve modern’, düşünme tarzını, ‘rasyonel ve irrasyonel’, insanı ‘zihin ve beden’, ‘kalp ve akıl’ diyerek ikiye böler. ‘Yeni’ bir dünyada, kapitalist bir ilerleme ve fethetme ülküsüyle ‘ulus’ adı altında yeni bir düzen kurar, bu düzene hizmet etmeyecek olan ‘kültürel, etnik, dinsel’ olanı ötekileştirir. Kısacası, modernite ilerleme vaadini tutmak için insanı kendine yabancılaştırır. Modernite birçok bakımdan, kendini törpüleyemediği için toplumsal travmaların önüne geçemez.

Türk toplumunda modernleşmeyle birlikte siyasi, hukuki, askeri, ekonomik, eğitim gibi alanlarda değişim meydana gelir. Modernleşmeye ilk adım, Osmanlı döneminde atılır. Batılılaşma süreci tümüyle başarılı olmaz. Çağdaşlaşma ile toplumun refaha ulaşacağını düşünenler Batılılaşmanın getirmesi gereken mutluluğu göremezler. Tanzimat’tan beri çeşitli kurumlar Batı’ya göre düzenlenir. Doğu, bütün kültür mirasıyla birlikte arka planda kalır. Gökalp’ten bu yana Batılılaşma, modernleşmeyle eş anlamda kullanılır. Bugün ise tüm üçüncü dünya ülkelerinde modernleşme, Batılaşma ile eş değer görülür. Hızlı sanayileşme ve teknolojik değişme süreci sonucunda modernleşme, bir hayat tarzı ve bir dünya görüşü haline gelir. Gelenekselliği aşamayan toplumlar, sınırlı bir şekilde modernleşmekte, teknolojiden etkilenseler de değerlerini korumaktadırlar. Bu bakımdan Osmanlı ve Türkiye modernleşmesi sınırlı bir modernleşmedir.

Birey ve toplumların kendi iradesiyle var olabilmesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi esasen kendi kültürüyle beslenip, gelişerek ve taklitlerden sakınarak, benliğimizle bütünleşmiş milli değerlerin korunmasıyla mümkün olur. İnsanoğlunun, modern dönemde, geleneğe özlemi ve geleneksel inançların sağlamış olduğu huzurlu ortama yönelimi artmaktadır ve bunun sebebi de maddeleşmiş modern dünyanın bireyi tatmin edemeyişidir.

Fatma Barbarosoğlu’nun eserlerinde gelenek ve modernizm adlı çalışmamızda yazarın eserlerinde gelenek ve modernizm adına değinilmiş konular üzerinde durduk. Yapmış olduğumuz incelemelerde bireylerin modernleşme karşısındaki tavırlarının

toplumsal çevrelerine ve kimliklerine göre değişim gösterdikleri sonucuna vardık. Bu değişimin nedenlerini ortaya koymaya çalıştık.

Eserlerinde toplumun içinde bulunduğu psikolojik durumu göstermeye çalışan Barbarosoğlu, sade bir dille yazar. Görmek ve görünmek teması üzerine kurulan eserlerinde gerçek hayattan izler bulunmaktadır. Yazarın gerçekleri ele alması tarihsel belgecilik bakımından önemlidir. Ânı anlattığı için o dönemi her yönüyle tahlil eder. Yazarın kullandığı tekniklerden biri metinlerarasılıktır. Böylece yazar beslendiği kaynakları eserlerine yansıtarak anlatıma canlılık ve zenginlik kazandırır. Eserlerinde birçok alıntı, şarkı sözleri, şiirler yer alır. Masal, halk hikâyesi, meddah, gibi geleneksel anlatım tekniklerinden yararlanarak metni modern tekniklerle geliştirerek yansıtır. Atasözleri ve deyimler eserlerinde yer alırken gelenekten yana olduğunu anlarız. Geleneksel insan ile modern insanın karışımı olan depresif insan modelini konu alarak, kültürümüzde var olan ve toplumsal değerleriyle beslenen insan tipini modern hikâyenin teknikleriyle birleştirir.

Fatma Barbarosoğlu’nun eserlerinde dikkat çeken birinci husus kadınların eğitimi konusudur. Kadınların edindikleri eğitim seviyeleriyle geleneksel şekilde yaşayan ailelerden farklılaştığını görürüz. Eğitimli kadınlar genellikle üniversite öğrencileri ve öğretmenlerdir. Bu kadınlar, geleneksel ve modernizm geçiş sürecinde toplumsal rolleri daha iyi özümserler. Ancak eğitimlerini yarıda bırakıp evlenenler genellikle zaman içeridinde kendi değerlerini yitirirler. Muhafazakâr kadınların, estetik kaygılar nedeniyle modaya uyum sağlama sürecine eserlerde sıkça rastlanır. Bu kadınlar fiziğiyle ve giyiniş biçimleriyle sosyal çevrelerinde kabul görmek isterler. Modern kadın imajına sadece güzel giyindiklerinde ulaşabileceklerini zannederler. Medya güzellik kriterlerinin belirlenmesinde yol gösterici unsurlardan biri olur. Medyanın magazin programlarıyla cazip hale getirdiği yaşam biçimleri özentiye yol açar. Böylelikle egemen anlayış sonucu kadınları ekranlarda cinsel obje olarak görürüz. Eserlerdeki çalışan kadınlar, iş ve aile hayatlarında çatışma yaşayan kimselerdir. Aile içi sorumluluklarla iş sorumlulukları birbirine karışınca kimlik çatışması yaşayarak bunalıma girerler. Bunun nedeni iş hayatının arta kalanından eve geldiklerinde çocuğuyla ilgilenememeleri ve eşinden beklediği ilgiyi görememeleridir. Modern dünyada anne kimliği kadınlar tarafından ihmal edilir. Böylece cocuklar kreşlere

verilerek anne sevgisinden ve ilgisinden mahrum kalırlar. Evli kadınlar, genelde mutsuz ve yalnızdırlar. Erken yaşta görücü usulüyle evlendirilenler bunların başında gelir. Aileleriden izinsiz evlilik yapanlar da genelde durumlarından şikâyetçidirler. Bireysel isteklerle evlenenler de zamanla yalnızlaşır ve mutsuzlaşırlar.

Yazar kendilik bilincinin farkındadır. Kültürel bellek aktarımıyla Türk toplumunun sahip olduklarını aileden yola çıkarak gözlemler ve gelenek unsurlarını tespit eder. Modernizmin getiri ve götürülerini irdeleyerek okuyucuya aktarır. Günümüzde teknoloji yüzünden her geçen gün daha da yalnızlaşılmaktadır. Eserlerinde teknolojinin bireye ve topluma vermiş olduğu zararları da bulabiliriz. Teknoloji nedeniyle gelen aile içi iletişimsizlik gibi sorunlar eserlerinde yer alır. Fatma Barbaraosoğlu Fatma Aliye: Uzak Ülke kitabında, Fatma Aliye üzerinden ideal kadın tipini oluşturur. Onun ideal kadından bekledikleri, hem geleneklerine bağlı hem de yeri gelince sorgulayan, kafası çalışan kadındır.

KAYNAKÇA

Aksakal, H. (2015). Politik Romantizm ve Modernite Eleştirileri. İstanbul: Alfa Yayınları

Akgül, M. (1999). Türk Modernleşmesi ve Din. Konya: Çizgi Yayınları

Akpınar, S. & Şahin, B. (2017). Orhan Pamuk Romanlarında Öteki. Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi. Cilt:5. Sayı:11

Akyıldız, H. (1998). Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla Yabancılaşma, Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. S. 3(Güz), s.163-176

Al-Azmeh, A. (2014). İslâmlar ve Moderniteler. (Çev. Elçin Gen). İstanbul: İletişim Yayınları

Armağan, M. (2012). Gelenek ve Modernlik Arasında. İstanbul: Timaş Yayınları Aslan, K. (2002). Değişen Toplumda Aile ve Çocuk Eğitiminde Sorunlar, Ege Eğitim

Dergisi, 2:25-33

Aslan, K. (2001). Modern Ailede İletişim Sorunları. Ege Eğitim Dergisi. Cilt:1. Sayı: 1. 102-1091

Aslan, S. & Alkış, M. (2015). Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Türkiye’nin Modernleşme Süreci: Laikleşme ve Ulusal Kimlik İnşası. Akademik Yaklaşımlar Dergisi. Cilt:6. Sayı:1