• Sonuç bulunamadı

ORTA ASYA’YA GEZİLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ*

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 68-72)

SON MEKTUP*

ORTA ASYA’YA GEZİLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ*

Yıldırım Dağyeli

Ortaokul yıllarımda Özbekistanlı ozanlar Çolpan ve Fitret’in şiirlerini, Azerbaycanlı yazar Müşfık’in yazılarını okuduğumu anımsarım. Onlar okul kitaplarında mı vardı, yoksa adım saygıyla andığım Türkçe öğretmenimiz Sıdıka Hanım onları bize kendi çabalarıyla mı tanıtmıştı, bilemi-yorum. Ancak o zamanlar yaşam öykülerini bile bilmedi-ğim bu yazarlar, bellebilmedi-ğimde bir iz bırakmıştır.

Yıllar sonra Kırımlı yazar Cengiz Dağcı’nın, daha sonra Almanya’da Kırgız romancı Çingiz Aytmatov’un ro-manlarıyla tanışmıştım. Her iki romancı yapıtlarıyla ede-biyat dünyama bir Asya penceresi açmışlardı.

O yıllar emperyalizme karşı hayli ‘hızlı’ mücadele veriyorduk. Avrupalı, Amerikalı, Latin Amerikalı ‘ilerici’

yazarları okuyorduk. Fakat bunları ‘Batı düşüncesi’ çerçe-vesi içinde olumlu değerleri savundukları için, zaman za-man da dünyanın başka köşelerinde yaşayan insanların değerlerine hoşgörü ile baktıkları için ‘ilerici insanlar’ ula-mına sokuyorduk. O zamanlar sanayi devriminin insanlık için göz kamaştırıcı ilerlemelerine, Batı düşüncesinin bir ürünü olan ‘sosyalizm’e bir an gözlerimizi kapayıp, öz-gün bir Orta Asya ve Uzak Asya, bir Hint yarımadası, bir Kara Afrika düşüncesinin boyutları, kökleri ve değerleri üzerine pek düşünemiyorduk. Bunun ortamı ve maddi temelleri yoktu. Bu düşünceyi aktaracak edebiyat yapıt-ları ne yazık ki Türkçe’ye çevrilmiyordu. Oysa o yıllarda en pespaye Avrupa ve Amerika yazarları ‘önemli’

yazar-* - Yazın, Aralık 1991, Sayı: 47.

lar olarak dilimizde yayınlanıyordu. Batı Avrupa’da ise tek tük de olsa ‘Batı’nın ölçüt süzgeci’nden geçerek kitap pazarına girebilmiş bazı Asyalı yazarlara rastladım. Gerçi birçoğu pek yetenekli olmayan parti yazarıydı. Bununla birlikte düşüncede, bakışta yeni boyutlar getiriyorlardı.

70’li yılların sonuna doğru bir gün Abidin Dino’nun evinde Kazak ozanı Olşas Süleymanov’un bir kitabına gözüm takıldı. Adını ilk kez duyduğum bu ozanın kitabı Gallimard’dan çıkmıştı. Abidin Dino, bana Olşas Süley-manov’dan övgüyle söz etti. O zamandan beri Almanca çıkmış tüm Türk dilli halkların yazarlarının kitaplarını topluyorum. Bu yazarlar sayesinde anısı çok gerilerde kalmış bildik bir dünyayı yeniden keşfettim. Bir bölümü-nün içinde doğup büyüdüğüm, konuşup yazdığım bir di-lin zenginlik ve derinlik boyutlarını tanıma olanağı elde ettim. Türkçeyi edebiyat dili olarak anlatım açısından yetkinsiz, sözcük dağarcığı bakımından yetersiz gören ahmaklara şaşıp kalmamak elde değil! Dili arılaştırma ça-balarımızda da zaman zaman bir işgüzarlıkla kısır dön-güler içine düştüğümüzü, yabancı sözlere Türkçe karşılığı ararken ilk önce diğer Türk dillerine bakmak gerektiğini anlamamak olanak dışı.

Ne yazık ki, Türk dilli halkların çağdaş edebiyatını izleyen okuyucular çok az. Türkiye’deki yayıncıların ve okuyucuların herhalde farkında olmadıkları bu edebiyat, onları bir Avrupa, Amerika, Latin Amerika edebiyatından daha az ilgilendirmektedir. Belki de bir Çingiz Aytmatov

ve Avrupa dillerine kazandırılması gerekir. Çingiz Ayt-matov’un Almanca’da çıkan deneme ve politik yazıları, Türk dilli halkların son bir yüzyılda geçirdikleri merha-leleri anlamak için önemlidir. Kazakistan’dan Olşas Sü-leymanov’un şiirlerini, Oralhan Bökeyev, Rollan Seysen-bayev, Kalderbek Haymanbayev’in romanlarını, Murat Avesov’un eleştirilerini, Özbekistan’dan Timur Pulatov ve Muhammed Salih’in şiirlerini, Doğu Türkistan’dan (Sin-ciang/Çin) Zahuriddin Sabir’in romanlarını, Sovyet Azer-baycan’ından Anar, Elçin, Ekrem Aylıslı’nın romanlarını, Vagıf Samedoğlu’nun şiirlerini, Yakutistan’dan İvan Go-golev’in (adının Rusça olduğuna bakmayın, ansiklopedi-lerdeki tarifi gibi bir Saka’dır) -Yakut- romanlarını, Çuva-şistan’dan Gennadi Aygi’nin şiirlerini tanımamış olmanın eksiklik olduğunu düşünüyorum.

Sovyet kültür görevlilerinin saldırılarına karşı Na-zım Hikmet’in koruduğu Gennadi Aygi’nin şiirindeki Şa-man duyarlılığından esinlenen gerçeküstücülük, Vagıf Samedoğlu’nun Orhan Veli’yi anımsatan ironisi, Muham-med Salih’teki bozkır insanının ince duyarlılığı ve sözünü açık söylemesi, sanırım, kültür köklerimize pek yabancı değildir. Bizi çok silik tahayyül ettiğimiz, ancak bütün gerçekliğiyle varolan bir dünyaya götürür. Bir İvan Gogo-lev’de -Avrupa’nın ilkin yitirip, şimdi yeniden keşfetme-ye çalıştığı- doğaya “uygar insan’ dışından, hayvanların, bitkilerin, dağ ve bataklıkların gözünden (son romanında bir ayının gözünden sanayileşme yoluyla doğadaki ekolo-jik yıkıma bakıyor) yaklaşmayı bütün yalınlığıyla görmek mümkün. Avrupa dillerine ve Sovyetler Birliği içinde on-larca dile çevrilen bu yazarlardan Türk dillerinin zengin-liğine ilişkin daha neler öğrenebilirsiniz? Ben Sakaca’da (Yakutlar kendilerine Saka diyorlar) karın yağışına ve yo-ğunluğuna göre kırk kadar adının olduğunu, Kazak ve Kır-gızların rengine göre atları yirmiye yakın adla andıklarını, bir Orta Asya insanının doğa ve evren karşısında soyut düşünebilme temel ve boyutlarını öğrendim. Sufiliğin

çı-kış yeri boşuna Orta Asya değil!

Dil zenginliğine gelince: Dilimizde güzel buluşları-mız var, örneğin ‘bilgisayar’ diyoruz. Ama aynı duyarlılığı bazı başka sözcüklerde gösterememişiz. Örneğin, bizim

‘plaj’ dediğimize, Azerbaycanlılar ‘çimerlik’, bizim ‘teyp’

dediğimize Çin’de Uygurlar ‘ses aydırgaç’ diyorlar. Arap-ça’dan gelen ‘gurur’ yerine kullandığımız ‘kıvanç’ı Kazak-lar ‘kuvanış’ oKazak-larak söylüyorKazak-lar. Dilimizin zayıf, özellikle de fiillerin az oluşundan söz edenlere ithaf olunur: Çuvax-ça ve Sakaca gibi en uzak dil akrabalarımız dışında aynı ve benzer anlama gelen sözlere bakın: ‘söylemek, demek, konuşmak, danışmak, anlatmak, ayıtmak, aydırmak, gep-leşmek, söyleşmek’ ya da ‘anlamak, başa düşmek, düşün-mek (Türkiye Türkçesinde düşündüşün-mek diye söyleniyor)’.

Arapça’nın etkisindeki yıldız ve evren cisimlerinin Kazak-ça’da, Kırgızca’da, Altayca’da nefis şiirsel karşılıkları var!

Kaşgarlı Mahmud’un ya da Radlov’un sözlüklerine bir göz atmak, aslında bu dilin zenginliğini kanıtlar.

Dilin gücü ve derinliği olan bir kültür insanı hemen kendisine cezbediyor. Sarsıyor ve sarhoş ediyor. Göktürk-ler döneminin Otrar kentinin yıkıntılarını, bugün bile bü-tün görkemiyle ayakta duran Ahmed Yesevi külliyesini görüp, hâlâ daha en İslamcı Özbek ya da dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir Kazak tarafından bile kutsal bakılan Altay’ın doruklarında durup dünyaya başka açı-dan bakınca, doğu-batı ölçüleri birdenbire altüst olunca, zamanla yarışma yerine kendinin doğanın bir parçası

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 68-72)