• Sonuç bulunamadı

Ertuğrul Kürkçü

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 80-87)

1990’dan bakıldığında 1968’in eylemci öznesini ku-ran etkenlerin, bu tarihi yapan insanların ortak özellikleri olduğu ve bu özelliklerin bugünkü toplumda da belirgin bir değerinin yaşar kaldığı söylenebilir mi? Öncelikle mad-di süreçte bir ortak temel bulunabilir görünür. 1968’i var eden maddi koşullar, daha DP iktidarında biçimlenmeye başlayan dinamiklerin 1960’larda dizginlerinden boşan-dığı bir toplumsal ritim içinde toplumun büyük burjuva-zisinin hegemonyası altında kırsal hayat biçimlerinden tersinmez bir tarzda koparak sanayileşme yönünde bir atılım yaptığı ve dünya pazarına eklemlenmek üzere ka-rarlı adımlar attığı dönemde olgunlaştı. Ancak, 1968’in ta-rihsel önemi kapitalizmin gelişmesinde değil, Türkiye’de kentsel hayat süreçlerinin bütün toplum; toplumsal di-namiklerin de devlet üzerindeki etkilerinin belirleyici ol-duğu bir zemin üzerinde kapitalizme karşı bir ‘devrim’in öznelerinin ortaya çıkışında; burjuvazinin toplumsal he-gemonyasının inkarı için tarihsel bir imkanın uç vermiş olmasındadır. Türkiye’nin özgül ‘devrimci’, ‘ihtilalci’ ya da ‘inkılapçı’ tipolojisinin 1960’lara kadar değişmeksizin gelen birkaç özelliğinden biri devlete özgülülüğü, ‘yukar-dan’hğı idiyse, İkincisi de ‘yerelliği’ ya da ‘milli’liği olmuş-tu. Bu dönemin devrimci özneleri ise, önceki ‘devrimci’

dönemlerden farklı olarak, ilk kez, aynı zamanda kendi, uluslararası, aşağıdan ve sivil idiler. Bu karakteristikler, kendi tarihleri, somut belirlenimleri içinde bu sözcüklerin ifade edebilecekleri evrensel anlamlarından kaçınılmaz

* - Avrupa ve Türkiye’de Yazın, Nisan 1992, Sayı: 49.

sapmalar gösteriyorlardı, ama gene de Türkiye’nin özgül tarihi içinde ilk kez bu anlamlarına göreli olarak bu ölçü-de yaklaşabilmişlerdi.

Kapitalizmin içerde toplumsal kutuplaşmaları hız-landırdığı kadar emperyalizme bağımlılık biçiminde de olsa Türkiye’yi de dünya ilişkileri ağının içine doğru sok-ması ilk kez 1960’larda eski toplumla birlikte eski devrim-ci tipini de inkar edebilen bir ‘dünya-tarihsel’ devrimdevrim-ci öznenin ortaya çıkışının maddi zeminini kurdu. Ancak bu zemin üzerinde yeni bir devrimci tipinin doğup geliş-mesi bir anda oluvermedi. ‘Ölüler yaşayanları izlediler’

her zaman, İttihat ve Terakki’nin ‘halaskar zabitan’ının yerini ‘marksist devrimci’nin alması için 1968’in büyük toplumsal hareket dalgası da kendi başına yeterli olma-yacak, 1971’in ‘öğretici’ devlet teröründen geçmek, ‘dev-rimcilik’in resmi toplum nezdinde hâlâ sahip olabilece-ği meşruiyetin tüketilmesi gerekecekti. Bugün burjuva toplumunun siyasal, idari ve iktisadi mekanizmalarım çekip çeviren orta yaş kuşağının ’68’liliğinde olumlu öge olarak örtük bir biçimde durmaksızın öne çıkartılan sı-nıf-aşırı ‘devrimcilik’, gerçekte 1968’de henüz tüketilmiş olmayıp yalnızca dönüşmüş bir biçimde süre giden eski

‘sınıf-u devlet’e özgü devrimciliğin artık yitirilmiş ‘saygı-değerliğine duyulmakta olan özlemin ifadesinden başka bir şey olamaz. Bugün şaşırtıcı ya da inanılmaz gelse de, 1980’lerde hem devrimci, hem de burjuva toplumunun değerler sistemi içinde ‘saygıdeğer’ olmak imkânsızken, 1968’de bu mümkün olabiliyordu.

savaşçılığının öne çıktığı bir başka uluslararası örnekle manevi düzlemde tehdit edildi. Hiçbiri müesses nizamın hegemonya aygıtları tarafından doğrudan doğruya tüketi-lemeyecek ve onun içinde bir alternatife dönüştürüleme-yecek olan bu yeni moral kültürel/politik esin kaynakları, Türkiye devrimciliği üzerinde başka hiçbir teorik ve po-litik unsurun yaratamayacağı ölçüde büyük etki yarattı.

Bu yeni devrimcilik biçimlerinin her biri yeni kuşak dev-rimcilerinin imgeleminde toplumsal mücadelenin muh-temel bir uğrağına tekabül edebilen nitelikleriyle kitlesel olarak hem, operasyonel hem de manevi yeni standartlar oluşturdular. Emperyalizm, yerel olan her şeyi parçalar ve kendi doğasına eklemlerken kendi karşıtını da ulusla-rarası bir ölçek üzerinde yeniden üretti. Türkiye’nin yarı otarşik iktisadi yapısı ile birlikte devletin örgütlenmesi de

‘geleneksel aydınlar’ın zaptedilmez öfkesini doğurarak emperyalizm tarafından parçalandığı sırada, bu öfkenin açığa vurulmayan kaynaklarından biri, belki de kapitaliz-min devrimi de uluslar-arasılaştırıyor olmasıydı. Resmi ideolojinin kurucularından Şevket Süreyya Aydemir’in, 1973’te Milliyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir söy-leşide, Demirel’i, sanayileşme siyasetinin nüfusu büyük kentlere toplayarak bir ‘proletarya ihtilali’ni hazırlamakta oluşundan ötürü eleştirmesi, 1960’ların ‘milli sosyalizm’

teorisyenlerinin AP’nin kapitalizmine karşı çıkışlarının bir nedenine olduğu kadar, ‘devrimciliğin’ resmi sözlük-teki içeriğine de ışık tutabilir. 1968’in bu kavramın içeriği-ne ilişkin olarak ilk bakışta etimolojik ve linguistik olduğu izlenimini veren, ama gerisinde gerçekte büyük stratejiler barındıran tartışmalara sıkça tanık olması boşuna değildi.

Örnek alınan bu dünya-tarihsel biçimlerin her birinin ve ortaklaşa hepsinin gereksindiği bir insani modele erişme kaygısı, eski yerel ve milli örneklerin silik birer anı haline gelmesine yol açarken, yeni değerler ve yeni yaşama ve dayanışma biçimleri doğurmaya başladı. Kendi sunduk-ları düzen içi seçeneklerin önemsizleşmesine bir tepki

olarak pek çok muhalif eğilim tarafından kolayca ‘özenti’

addedilmiş olmalarına karşın başka bir şeyin değil de, bu örneklerin bir ‘özenti’ doğurmuş olmasının bir nedensel-liğe sahip bulunduğu 1968 eleştiricilerince pek az düşü-nülmüştür. Ancak, ‘özenilen’ ideale erişebilmenin tarih-sel koşulları olmadığında ya da ‘özenenler1, aynı şeyin başka bir ifadesi olarak, ‘özendikleri’ni gerçekleştirecek güçten yoksun olduklarında, ‘özenilen’ örneklerden hiç-birine uymayan ama yapılması zorunlu olan eylemlerin, modelden devralınmış biçimlerle örtüldüğü bir ‘melezleş-me’ evresinden geçilmesi de kaçınılmazdı.

1968’de yeni olan bu esin kaynaklan genç insanları, ruhen egemen toplumsal değerlerden koparsa da, gerçek toplumsal güçlerin örgütlü ve sürekli bir devrimci eylemi olmaksızın, bir anda yeni bir dünyanın içine sokamazdı kuşkusuz. Bu imkânsızlık anında devrimciliğe gözlerini yeni yeni açmakta olan az çok şaşkın genç insanlar, yönel-dikleri modellerin biçimsel değerleriyle kendilerini ister istemez yeni bir toplumda değil, eski toplumun kıyısında bir altkültiir oluştururken buldular: Fransa ve ABD örne-ğinden esinlenerek giydikleri dik yakalı kazakları ve kadi-fe pantolonları ile kravat ve takım elbisenin dışa vurduğu kurulu düzenin totaliter eşbiçimciliğine karşı bir tavır ge-liştirmiş oluyorlardı. Kış aylarında ‘Che’nin parkasını ve eskicilerden satın alınan askeri botları üstlerine geçirme-leri, onları gerçek bir savaşa değilse de ‘savaşçı’ kılığına sokuyordu. Bu ‘uluslararası’ simgeleri, popüler kültürden devralınan tıraşlanmamış Alevi bıyıkları tamamladı.

Öğ-daha çok sözü gereksizleştirir.

1968’in boykotları ve işgalleri, bu devrimciler kit-lesinin, öğrencilerin büyük kitlesini kendi yanlarına çe-kerek, Avrupa’dan edindikleri esini gerçeğe dönüştürme mücadelesinin ürünüydü. Bu kitlesel mücadeleden doğan özyönetim organı olarak forumlar, bir öğrenci demokra-sisi zemini yaratarak devrimcilerin değerlerinin kitlesel bir ölçek üzerinde yeniden üretildiği, ‘yukarıdan’ ve ‘bü-rokratik’ devrimciliğin mezarları oldular. Bu, kıyafetle ta-nımlanmış devrimcilik, gerçek bir hareket halini aldığın-da bütün yapaylığınaldığın-dan kurtuldu ve öğrencilerin kitlesel mücadelesi içinde erimeyi becerdi. Devrimcilik ve Mark-sizm ise moral/politik düzlemde 1968’in kitlesel mücadele içinde öğrenci hareketine taşımış olduğu en güzel şeydi.

Ancak gerçek hayat ve mücadele süreçleri çok geçmeden kendilerini dayattı. Hiç kimse sonsuza kadar öğrenci ola-rak kalamaz, hiçbir boykot sonsuza kadar süremez, hiç-bir işgal devlet güçleri karşısında yeteri kadar dayanıklı olamaz, düzen kendisini ortadan kaldırmayı amaçlayan hiçbir harekete sürekli bir hoşgörü ile bakamazdı. İlk tu-tuklamalar, kurşunlanan ilk öğrenci, yenilen ilk dayak ve boykodar ve işgallerle biten 1968 yılı, uluslararası alandan tercüme edilen kavramların içlerinin doldurulmasının ve hayattaki temel tercihlerin yapılmasının gerekliliğini her-kese dayattı. Yalnızca öğrencilere değil, gerçek sınıflara, gerçek toplumsal güçlere bağlanmak ve hayatını bu ha-reketin ritmine bağlayarak yaşamak gerekliliğini idrak et-miş ilk Marksist profesyonel devrimciler grubu, ‘Che’nin çağrısının son sözlerini hayatlarının ilkesi kılarak dev-rimci öğrencilerin kitlesinden ayrıştı. 1968’le gelen büyük toplumsal hareketlilik dalgası bağrına aldığı herkesi bir biçimde değiştirirken asıl kalıcı olan ve 1968 olmasa orta-ya çıkmaorta-yacak olan değişim, öğrencilerin kitlesinin için-den fırlayan doğal önderlerin oluşturduğu bu profesyonel devrimci çekirdekleriydi. Bu çekirdeklerin varoluşunun anlamı, bütün tecrübesizlikleri içindeki genç insanların

artık geleneksel öğrenci yoldaşlığından farklı, son derece özgül bir dayanışma mekanizması içinde yeni insan iliş-kilerinin, bir ölüm kalım kavgasına bağlanmış bir ahla-kın belirlediği ilişkilerin alanına adım atmalarıydı. Daha sonraki yıllarda kurulmuş bütün ‘gizli örgütlerin, ‘dev-rimci hareketlerin yaslanabilecekleri bir başlangıç nokta-sı 1968’de toplumsal tohumları atılan bu ilişkiler içinde oluştu. 1971’de kurulan ve sonraki dönemin tüm devrimci

‘siyasetlerinin döl yatağı olan THKP-C, THKO ve TİKKO bu

‘çekirdekler’den doğdular. TKP, TİİKP bu çekirdeklerden elde edilen ‘meyveleri devşirerek geliştiler. Bu grupların evrim çizgileri izlendiğinde, önderliklerinde 1968’in bu ilk

‘profesyonel devrimci’ çekirdeklerinden gelmemiş bir tek kişinin bile bulunmaması bir rastlantı sayılamaz.

Bu ‘profesyonel devrimciler’ çevreleri, elbette İttihat ve Terakki konspirasyoncularının, Kuvayı Milliye komita-cılarının tecrübeleri ile karşılaştırıldığında ‘masum birer çocuk’, ‘gerilla özentisi’nden başka bir şey olamazlardı;

ama artık 1968’in büyük eleştiri dalgası içinde ‘devleti kurtarmak’ için ‘gizli örgüt’ kurma geleneğinin de sonuna gelinmişti. Besbelli Yön ve MDD çevrelerinin Marksizm’e kattığı yorum hâlâ bu geleneği yeniden üretiyordu, ancak artık hiç kimse devrimcilik adına ‘devlet’ için ölmeyi ta-sarlıyor değildi. ‘Kurtarıcılık’ ideolojisi, bu ‘geçiş halinde-ki’ devrimcilik içinde bir ölçüde yaşamaya devam etse de, gücünü geçmişin anılarından değil geleceğin imkânların-dan alan, tarih yaptığı bilinciyle yaşayan bir elit, mücade-lenin özgül şartları içinde 1968’in kitlesel hareketlerinden

zen dışı bir savaşçı olarak çeşitli biçimlerde hayatlarına son verildiğinde, ne ayaklarında postalları ne sırtlarında parkaları vardı. Türkiye’de herhangi biri gibi olmaksızın düzendışı mücadeleye önderlik edemeyecekleri bir süreç-ten geçerlerken geriye sadece uçları biraz sarkık bıyıkları kalmıştı.

1990’lar başlarken 1968’in bu düzen dışı devrimci tipi, rejimin sert darbeleri altında geçen yirmi yıl içinde kendini çoktandır aşmış bulunuyor. 1968’in öncüleri, orta ve yeni kuşak devrimcilerinin eleştirel bakış açısından gerçek ve somut kimlikleriyle görüldüklerinde, başla-rı üzerindeki haleler kaldıbaşla-rılıp hakikaten nasılsalar öyle tasvir edilip yeniden kurulduklarında, belki de kendi ku-şaklarından olanların öznel hafızalarında onları kendi olamadıkları gibi kurarak yücelttikleri imgelerinden çok daha mütevazı, koşulların ötesine geçemeyen kişilikler olarak görüleceklerdir. Ancak ‘insanların tarihi diledik-leri gibi değil hazır buldukları koşullara göre’ yaptıkları Marksist maddeci tarih anlayışının öncüllerinden biriyse, 1968’de ‘hakikatin lafı aştığını’ 1990’dan bakan bir Mark-sist, çok daha iyi görebilecek bir zamanda ve mekanda yaşamaktadır ve kendi öncüllerine karşı nesnel olabile-cek bir Marksist hareket, herhalde öncelikle 1968’in ken-di hakkındaki kenken-di lafını değil, onun nesnel hakikatini araştıracaktır. Orada bulacağı ilk nesnellik, 1968’in dev-rimcilerinin dünyayı açıklayarak olmasa da değiştirmeyi hakikaten isteyerek, 1990’larda kendisini Marksist kılan bilginin ve tecrübenin yeni kuşaklara doğru kitlesel bir ölçekte aktarılmasında ve düzendışı bir eylemci kimliğin oluşturulmasında kayda değer bir pratik işlev yapmış, Marksizm’in bir praksis felsefesi olarak kavranmasına hizmet etmiş olduğudur.

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 80-87)