• Sonuç bulunamadı

Fakir Baykurt

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 61-66)

Üç gün önce aramızdan ansızın ayrılan sevgili dos-tum Fethi Savaşçı üstüne birkaç söz söylemeye çalışırken ağzım kuruyor, dilim dolaşıyor. Arada sürçmeler olacak.

Hepinizden anlayış rica ederim.

Sizler kadar yakınında yaşamadım onun. Buna ola-nak bulamadım. Adım kırk yıl öncelerden, İzmir’de çıkan

‘Gayret’ten, İsparta’da çıkan ‘Demet’ten bilirim. Nice der-gilerde yazılarımız birlikte yayımlandı. Yüz yüze tanış-mamız ancak 1979 Mayıs’ının sonunda, burada Münih’te olabildi. O yılın baharı, yurttan yüklenip getirdiğim acı-lara karşın, benim için burada hemen bayrama dönüştü.

Alman, Türk arkadaşlar arasında, anlatılmaz güzellikte günler geçirdim. O günler içinde Fethi Savaşçı’ya telefon ettim. Kaldığım otele geldi. Kırk yıllık dost gibi kucaklaş-tık. Yüz yüze tanışmamız böyle oldu.

Köyde doğmuş, yapı sanat enstitüsünde okumuş, önce şiire, sonra yapıcılığa başlamış, Ödemiş’te şiirle uğ-raştığı, yoksul halktan yana duygular, düşünceler taşıdığı için izlenmiş, büyük insanlığın mutluluğu yolundaki sa-vaşıma erkenden katılmış, tam çeyrek yüzyıl önce de

kal-fabrikasında, sabah saat 4.00’te, dışarıda kurt kuş uyan-madan kahvesini içip yazıya başlıyordu. İki saat sonra ar-kadaşlarıyla kart basıp işbaşı yapıyordu. Hafta sonlarında çağrıldığı şehirlere gidip yapıtlarını okuyor, biriken yazı-larını yaz tatillerinde temize çekiyordu. İnanılmaz dere-cede düzenliydi. Böyle erkenden, daha 60 bile olmadan çekip gideceğini biliyor gibi, yaşamda en büyük varsıllığın

‘zaman’ olduğunu her zaman aklında tutarak çalışıyordu.

Evi, odası, kitapları, notları, kendisine gelen mektuplar, kendisinin yazdığı mektuplar dosyalarda, inanılmaz de-recede düzen örneğiydi. Avrupa’dan ilk kazanacağımız uygar alışkanlığın ‘disiplin’ olduğunu söylemişti bir gün.

Kaç kez evinde konuk oldum, onun yaşamında bunları gözümle gördüm.

Temiz bir insandı. Giyimi düzgündü. Bir kezinde Berlin’de bir yazar dostumuzu gözü tutmamıştı herhal, kulağıma eğilip ‘Giyim kültürü yok’ demişti.

Onunla çeşitli okuma günlerinde, akşamlarında bir-likte bulunduk. Konuşmalarını, dostlarla tartışmalarını dinledim. Seminerlerde dinledim kendisini. Bilim alanın-da sivrilen değerli insanlar yanınalanın-da bile hafif çekmiyor, sığ kalmıyordu. Köklerini derine salan ağaçlar gibi yapıt-larının, güzel çiçeklerinin özsuyunu derinlerden çekiyor-du. En yeni yazarları, en eski klasikleri, folklor ürünlerini aynı özenle okuyor, özümlüyordu. Bundan dolayı da, bir öyle, bir böyle esen yeller önünde dimdik durabiliyordu.

Sanırım aramızda en çok o, sarılmamız gereken de-ğerlerin sadece Türkiye ya da Avrupa’da değil, her yerde olduğunu kavrıyordu. Dünya uygarlığının sadece Avrupa merkezli değil, çok merkezli olduğunu seziyordu. Alman-larla Almanya üstüne görüşleri zıtlıklar içeriyor gibi ge-lirdi insana. Hayır! Dikkatii olmalıydı onu dinlerken. Bu ulusun dün de, bugün de insanlığa büyük bilginler, büyük sanatçılar armağan ettiğini de, yarım yüzyıldan az sürede

iki dünya savaşı çıkardığını da birlikte düşünüyordu. Te-mizliğin, pek çok güzelliklerin, disiplinin, düzenin sahibi bu halkın, ikisi de birbirinden çirkin savaşların çıkarıl-masına karşı koyamayışını, başkaldıramayışını bir arada görüyor, üzülüyordu. Almanlar arasında uç veren yaban-cı düşmanlığını yererken, Türk dostu Almanları da sıcak sevgiyle, saygıyla kucaklıyordu. Zaman zaman Türkler arasında belirir gibi olan Alman düşmanlığını asla atla-madan eleştiriyordu.

Onun ‘Doğu Mezarlığında’ adlı öyküsünü sık sık dü-şünürüm. Şu an oradayız, gene düşünüyorum. Fabrikada-ki Alman postabaşı Robert Roser ansızın ölünce, sadece Almanlar, İtalyanlar değil, çoğu Müslüman olan Türkler de koşup gelirler. Hıristiyan Robert’in ölüsü başında son görevlerini yaparlar. İki dinden insanların Haçlı Seferle-ri’ne çıkarak ya da Viyana kapılarına değin sefer eyleye-rek yüzlerce yıl savaştırıldığını düşünürsek, Fethi Savaş-çı’nın bu öyküye yerleştirdiği insanlık mesajını kafamızla birlikte yüreğimizde de duyabiliriz. Bu bakışın son derece önemli olduğunu kavrarız hemen.

Ona göre bir aydın işte böyle tutarlı olmalıydı. Bu yüzden de Fethi Savaşçı, bence, özellikle bizim toplum-da, özellikle yaşadığımız dönemde örnek aydındı. Ona göre aydın olmak, ağız dil kahramanlığı değil, okuyup öğ-rendiklerini halkına iletmek, halkını aydınlatmaktı. Yok-sullardan, ezilenlerden yana yer almaktı; savaşmaktı bu yolda! Tutarlılık da asıl işte bu noktada görülmeliydi.

Sov-taşıma tutarlılığı içindeydi.

Bu tutumuyla kendi kendini pekiyi yetiştirip olgun-laşmıştı. Tam anlamıyla olgunolgun-laşmıştı. Ermişler derece-sinde güzel sözler söyleyebilecekken, daha güzel kitaplar yazabilecekken, ne yazık henüz 60’ını doldurmadan bu-gün yurt toprağına yolcu ediyoruz onu.

Ona ‘Öldü!’ demek zor geliyor şimdi bana. Biliyorum sizlere de zor geliyor. Bu erken ölümü içimize sindiremi-yoruz. Daha erken yaşlarda, daha haksız ölümlere bile ses çıkaramayan, başkaldırısız bir toplumun bireyleriyiz biz.

Bu özelliğimizle Fethi Savaşçı’nın erken ölümüne başkal-dırsak ne anlamı olur bunun?

Bir de şöyle düşünelim: Ölen onun bedenidir. Adı öl-meyecektir. İçine canını koyduğu 21 kitap yazmıştır. Ya-pıtları ölmeyecektir. Yazar ya da okur dostlarına yazdığı mektupların birer eşini düzenli saklıyordu sanıyorum.

Yazar dostlarından gelen mektupları da titizlikle koru-yordu. Belge, yani arşiv bilincine varabilmiş az kişilerden-di aramızda. Nazım Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin, Enver Gökçe’nin arşivlerini, müzelerini kuramamış bir toplum, hani şu günlerde yöneticilerinin dileği yerini bulsa, ünlü Avrupa Topluluğu’na girse kaç yazar? Fethi Savaşçı, 300 yıl önce Viyana kapılarında tutsak edilen soydaşlarımızın Münih mezarlığındaki taşlarını korumaya çalışan işçileri-mizin öncülüğünü yaptığı gibi, gelip geçmiş değerli sanat-çılarımız için müzeler kurulması gerektiğini düşünürdü sık sık. Biz de yarın onun arşivini, müzesini kurmakla kal-mayacak, adını okullara, enstitülere vereceğiz. Yapıtları-nın değeri yarın bugün olduğundan daha iyi kavranacak-tır. Fethi Savaşçı unutulmayacakkavranacak-tır.

Onun temiz insanlığı, tutarlı aydınlığı, çevresi gibi aile yaşamına da mutluluk getirmiştir. Eşiyle gerçekten eş, eşit görmüştüm onu. Bir gün kim bilir hangi neden yü-zünden biraz sertelen değerli Müyesser Savaşçı’nın

önün-de sabırla susmuştu. Bu anım çok canlıdır kafamda. Gene kulağıma eğilip: “İşte böyle Fakir Hoca; erkek adamın eşi de erkek olur dostum” demiş, beni güldürmüştü.

Yapıtlarıyla olduğu gibi, çocuklarıyla da yaşayacak-tır o! Üç oğlunun üçüne de, Almanya gibi yerde yüksek öğrenim yaptırabilen ender yurttaşlarımızdandır Fethi Savaşçı. Şimdi onların her biri Türkiyemiz için birer de-ğerdir. Torunu Gökçen’i de kucağına alarak sevebilmiş, onun kulağına, gönlüne erken yaşta güzellikleri fısıldaya-bilmiştir.

Sormak istiyorum usulca: Bu insan ölür mü? Biz şimdi birbirimize başsağlığı dilerken, asıl ona dileyelim başsağlığını. Adı yaşayacaktır, ama bedeni ölmüştür çün-kü. ‘Başın sağolsun Fethi Savaşçı’ diyelim ona. Başın sa-ğolsun Fethi Savaşçı!

Onunla üç yıl konuşmadan anlaşmıştık. Ben ondan önce gidecektim. Yanımdan yer açacaktım, sonra o gele-cekti. Bir sözlükte komşu sözcükler gibi yan yana yata-caktık Türkiye’nin gökleri altında. Demek olmayacak bir istekte bulunmuşum.

Başka ne diyeyim? Toprağın bol olsun Fethi Savaşçı!

Münih, Doğu Mezarlığı Pazartesi, 30.10.1989, Saat 17.00

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 61-66)