• Sonuç bulunamadı

Mehmet Ali Aybar’ın ‘Zincirli Hürriyet’i

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 155-162)

İşte bu sıralarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa-kültesi’nde Devletler Hukuku Doçenti olan Mehmet Ali

- Biz memlekette bir hürriyet ve demokrasi savaşı yaptık. Üniversite bu davanın yanında yer alacağına, öğ-rencilerini üzerime saldırttı. Matbaaların yıkılması karşı-sında bir tek profesör, doçent sesini çıkarmadı, dedim..

Halet:

Öyle değil, dedi. Üniversite profesörleri arasında si-zin davanızı destekleyenler var.

Mehmet Ali Aybar (şimdiki İşçi Partisi Başkanı) sınıf-ta öğrencilerine matbaaların yıkılması üzerine çok cesu-rane bir konuşma yaptı. Hükümeti tenkit etti dedi.

Bu üniversitede çıkan tek sesti. Halet:

- İsterseniz sizi onunla tanışarayım, dedi.

Memnuniyetle kabul ettik. Mehmet Ali Aybar’ın ‘Va-tan’ gazetesinde demokrasi lehine yazdığı kuvvetli yazı-ları okuyorduk. Fakat kendisini tanımamıştık. Onunla ta-nışmamız böyle oldu.

Mehmet Ali, Fransa’da hukuk tahsil etmiş, ilerici bir gençti. Marksizm’i iyi okumuş, memleketin kalkınması, sosyal hareketlerin gelişmesi hakkında çok enteresan fi-kirleri vardı. Tanıştıktan sonra yapağımız konuşmalarda hepimiz hareketsiz kalmaktan şikayet ediyorduk. Meh-met Ali çalışmasına devam ediyordu. Bir arkadaşıyla be-raber ‘Nuh’un Gemisi’ adlı bir dergi yayınladı. Bu dergide memleket olayları inceleniyor, daha ziyade Amerika’ya verilen imtiyazlara karşı memleketin bağımsızlığı savu-nuluyordu. Amerikan boyunduruğuna karşı tepkiler bu dergide ve bundan bir müddet sonra Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı ‘Zincirli Hürriyet’ dergisinde yapılmıştır, diyebi-liriz. ‘Nuh’un Gemisi’ birkaç nüsha yayınlandıktan sonra kapandı. Mehmet Ali Aybar, bundan sonra ‘Zincirli Hürri-yet’ adlı bir dergi çıkarmaya teşebbüs etti. Fakat İstanbul sıkıyönetim mıntıkası olduğu için, derginin İstanbul’da

yayınlanmasına izin vermediler. Mehmet Ali dergi çıkar-mak üzere İzmir’e gitti. 1947de dergisini İzmir’de yayın-ladı. Bu dergi de halk arasında büyük bir sevgi ile karşı-landı”.

Şimdi de 1947 yılı Aralık ayında, Cumhuriyet gazete-sinde yer alan bir haberi okuyalım. Mehmet Ali Aybar’ın

‘Zincirli Hürriyet’inin başına neler gelmiş:

“Hep bir ağızdan ‘Savulun kızıllar, gençler geliyor’ şi-irini söyleyen talebeler, ‘Zincirli Hürriyetin basıldığı mat-baanın önüne geldiler. Birkaç talebe matmat-baanın merdive-nine çıkmışlar ve cumartesi münasebetiyle kilidi bulunan matbaaya girmişler, orada gördükleri ‘Zincirli Hürriyet’

gazetesinin paketlerini alıp bunları pencereden gençlik gruplarına atmışlar. Gazeteler parçalanmış ve bu esna-da ‘esna-dağ başını duman almış’ marşı söylenmiştir... Vilayet makamı, gençlerin yaptıkları tezahürlerde kanunsuzluk tespit edilmediğini bir gazetecinin sualine cevaben ver-mişti?’.

Tam o sırada ABD Başkanı Truman; ABD’yi komü-nizm tehlikesinden kurtarma gerekçesiyle geliştirilen, Marschall Yardımı Planı’nı 1947 Aralık’ı ortalarında Kong-re’ye sundu.

17 Aralık 1947 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de Nadir Nadi’nin ‘Komünizmle Savaşırken’ adlı şu başya-zısı vardı:

İlk bakışta gençliğin teşebbüsünü belki lüzumsuz göstermek isteyenler çıkacaktır. Türkiye’de komünizm propagandası yasak edildiği ileri sürülerek, tek taraflı bir savaşın uygunsuzluğu üzerinde belki gizlice durulacaktır.

Fakat düşmanımızın pek yakınımızda bulunduğu ve açık emellerini yürütmek için her çareye başvurduğunu hatır-layanlar bu sinsi iddialara kulak asmayacaklar, gençliği mücadelesinde desteklemekten geri kalmayacaklardık’.

Bundan sonra ne mi olur? ‘Zincirli Hürriyet’teki ya-zılarından birinde ‘Milli Şef’ İsmet İnönü’ye hakaret et-tiği iddiasıyla Mehmet Ali Aybar hakkında dava açılır ve mahkum edilir. 1950’ye gelindiğinde Aybar, Üsküdar Pa-şakapısı Cezaevinde mahkumdur. Onun o sıralarda Bur-sa’dan tedavi için Paşakapısı Cezaevine getirilen akrabası Nazım Hikmet’le birlikte çekilen bir fotoğrafını görmüş-sünüzdür.

Sabiha Sertel de o günleri şöyle anımsıyor:

“Mehmet Ali, İstanbul’a döndükten sonra savcı-lık aleyhine bir dava açtı. Davası tutuklu olarak görüldü.

Mehmet Ali’yi Üsküdar Hapishanesine götürdüler. Üskü-dar, Moda’ya yakın olduğu için kendisini sık sık ziyaret ediyorduk. Fakat Mehmet Ali, tunç bir heykel gibi sağlam-dı. Başladığı davayı sonuna kadar götürmeye azmetmiş bir idealist gibi, hücumlar karşısında dimdik duruyordu.

Bu tevkif olayından sonra yine hükümetin emriyle ve üni-versite senatosunun kararıyla Mehmet Ali üniüni-versitedeki kürsüsünden uzaklaştırıldı”.

Türkiye İşçi Partisi Lideri Aybar...

Demokrat Parti saflarından 1950 seçimlerinde ba-ğımsız milletvekili adayı olduğunu bildiğimiz Mehmet Ali Aybar’ın 1950-60 yılları arasında DP’nin parlamenter

dik-tatörlüğü altında geçen dönemde ne yapıp ne ettiğinden ayrıntılı bir şey bilmiyoruz. Yalnız bildiğimiz bir şey var ki, 27 Mayıs’tan sonra 1961 Anayasasının getirdiği nispi özgürlükler ortamının hemen başında Türkiye İşçi Parti-si’nin kurulduğudur. Türkiye İşçi PartiParti-si’nin nasıl kurul-duğunun gerçek tarihi ise bugüne kadar objektif olarak hiç kimse tarafından anlatılıp yazılamamıştır. TİP kurucusu sendikacılar tarafından hemen ertesi yıl, 1962’de partinin liderliğine davet edilen, bir süre düşündükten sonra ka-bul eden Mehmet Ali Aybar rahmetlinin anılarında, yine rahmetli Behice Boran’ın TİP tarihi ile ilgili yazılarında ve halen hayatta olan Sadun Aren’in ‘TİP Olayı’ kitabında, adeta ezberlenmiş bir cümle tekrarlanır: “Türkiye İşçi Par-tisi 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kuruldu. Arala-rında hiçbir aydın yoktu”. Buradaki eksi olay, bizim Tür-kiye Marksist aydınının geleneksel bir huyu olarak ortaya çıkıyor. Kendisi bir oluşumun ilk saatinde bulunmadıysa, onu kabul etmiyor. Oysa bir tarihi gerçek var ki, Türkiye İşçi Partisi’ni kurmaya kalkışan 12 sendikacının arasında;

harekete 1940’lı yılların başında atılmış, o yılların legal sosyalist önderlerinden Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun ye-ğeni Marksçı sosyalist Orhan Müstecaplıoğlu bulunuyor.

12 TİP kurucusunun arasında tek işçi ve sendikacı olma-yan bir kimse (Bu konuda bakınız Mihri Belli’nin anıları

‘İnsanlar Tanıdım’ın 2. cildi, Abidin Nesimi’nin ‘Yılların İçinden’, Ömer Nida’nın ‘Yarın Biz Konuşacağız’ (Türkiye İşçi Partisi Tarihinden Anılar) kitapları).

Neyse şöyle ya da böyle kurulu olan TİP’in başına

tasındaki siyasi tavrının karşılaştırılması için, kısa süre önce bir başka yazı konusu için kendisiyle konuştuğum eski devrimcilerimizden Mihri Belli şunları anlatıyor:

“Özellikle 1950’de, 1951 yılı yazında zaman zaman kendisiyle buluştuk. Aşağı yukarı her konuda hemfikir-dik kendisiyle. Kendi görüş ve tezlerini takviye etmek için, konuşmalarında sık sık Lenin’in Ne yapmalı?’ kita-bından alıntılar yapardı. TİP’in lideriyken ve sonraki yıl-larda savunduğu; Ekim Devrimi’ni tümüyle inkar eden, anti-Leninizm, anti-Stalinizm içeren görüşleri Aybar’ın yeni görüşleriydi. 50’lerdeki görüşleri, sonraki yıllarda da aynı olsaydı, Aybar, 60’lı ve sonraki yıllardaki etkinliğini sağlayamazdı. Nihayet Mehmet Ali Aybar arkadaşımız il-legal harekede dirsek temasını kaybetmemiş, olumlu bir mücadele vermiş, Nazım’ın yakını olan bir kimseydi. TİP’i kuran sendikacıların lider arayışı sırasında buldukları çok yerinde bir kimseydi”.

Her sosyalistin ve her sosyalist hareketin hata ya-pabileceği gibi, 1965 seçimlerinde TİP’in 15 milletvekiliy-le TBMM çatısı altında yer almış olması da rahmetli Ay-bar’ın başını döndürdü. Hemen verdiği ilk beyanatlardan biri “1969 seçimlerinde başa güreşeceğiz” demek oldu.

Ancak 1969 seçimleri yaşandığında ‘ayağa’ bile güreşile-mediği ortaya çıktı.

Elbette Marksçı sosyalizm Türkiye’ye yeni gelme-mişti. Önceki birikim aşamaları bir yana, 1919 yılından beri örgütsel olarak vardı. Başarısızdı, kendisini ifade ede-miyordu ayrı konu, ama Türkiye’de sosyalizm vardı. 1961 Anayasası’nın getirdiği nispi özgürlükler ortamı daha bir serpilip geliştirildi. Yalan yanlış çevirileriyle Marksçı-Le-ninci klasikler daha yeni yeni okunup özümsenmeye ça-lışılıyordu. Bu konumda Aybar’ın TİP’liIere her şeyi ya-saklayarak, partiyi bir ‘burjuva yasallık’ içine sokması TİP esprisinin de sonunu getirdi. Benim de içinde bulunduğu

devrimci kuşak TİP’in dışına savruldu. O dönemin dün-yasında başat olan anti-emperyalist mücadele ağırlıklı kimi ülkelerdeki önderlere ve akımlara öykünerek, aldı başını kırlara gitti gerilla harbi için. Aybar, önce 1968 Çe-koslovakya işgalinde iyice kristalize olan ‘güleryüzlü sos-yalizm, Türkiye’ye özgü sosyalizm’ görüşleriyle yerli ve ulusal bir sosyalist olma yolundaki ilk işaretlerini verdi.

Mehmet Ali Aybar’ın tavrı, o tarihten sonra yerli ve ulusal; yani Türkiye’ye özgü sosyalizm doğrultusunda ile-ri sürdüğü görüş ve tezler kabul görsün ya da görmesin sahici ve dürüst bir tavırdı.

Bu kıran kırana süren Türkiye’deki sosyalizm kav-gasında nereden bilinir, tarih belki de Mehmet Ali Aybar’ı haklı çıkaracaktır.

Sonuç olarak, Mehmet Ali Aybar benim için Türkiye sosyalizmine çıkış yolu arayan bir adamdı.

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 155-162)