• Sonuç bulunamadı

Devrimci Yılmaz Güney

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 110-115)

Yılmaz, 60’lı yılların özgürlük rüzgarlarını solukla-dı. Devrimci oldu. Başka türlüsü zaten olanaksızsolukla-dı. Yol daha 1950’lerde öyle çizilmişti. Devrimci oldu, ‘devrimin İnsan’ı özünden değiştireceğine/değiştirmesi gerektiğine inanıyordu. Güney için önemli olan İnsan’dı.

Yılmaz Güney Devrim’e inanıyordu. 1978’de “ Ül-kemiz devrimini zamanlayabilir miyiz” sorusuna yanı-tı şudur: “Şoförler arasında bir söz vardır: ‘Yola pazarlık olmaz’ derler. Kaza olur, lastik patlar vb. Buna karşın, örneğin derler ki ‘Bir aksilik olmazsa akşama doğru varı-rız.’ Akşama doğru saat vermezler; ikindi ile akşam ara-sında bir zamandır bu. Devrim için de pazarlık olmaz, şu yılın falan ayında, falan gününde diyemeyiz, ama ‘akşa-ma doğru’sunu söyleyebiliriz. Türkiye devrimi, yirminci yüzyılın son beş yılı ile yirmi birinci yüzyılın ilk beş yılı arasında, devrimci hareketimiz vahim hatalar işlemezse, gerçekleşecektir”.

Yılmaz Güney’in 1960’ların sonu ve 70’lerin başında-ki devrimci arkadaşlarının adı Mahir Çayan’dır. Ulaş

Bar-dakçı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Ertuğrul Kürkçü, Necmettin Büyükkaya, Mehmet Tüysüz, Ali Bu-cak ve diğerleridir.

1970 Umut yıllarıdır. 1964’te Mor Defter ve 1968’de Seyyit Han’la. Yılmaz’a özel ilgi gösteren aydınlar, Umut filmini, laf yerindeyse, ayakta alkışladılar. Eylül 1970’te Sinema- tek’teki gösteriminde İstanbullu bütün aydınlar oradaydı.

Umut’ta arkadaşı Tuncel Kurtiz yanıbaşındadır.

Gençlerden Şerif Gören ikinci yönetmendir. Bu sonuncu ile arkadaşlıkları sürecektir. Yol’u birlikte yaratacaklardır.

Elia Kazan, Umut’u Paris’te görür ve vurulur filme.

Güney uluslararası boyutunu kazanmak üzeredir. Evren-selliğe gidecek yolun kişisellikten geçtiğini sergilemekte-dir. Kendini en iyi anlattığın zaman evrensel düzeye ula-şabilirsin diyor Güney.

Sinemanın en anti-İstanbul tipi olan Güney, İstan-bul’u fethetmek üzeredir. Mayıs 1970’te İstanbul Sinema-tek’in Yılmaz Güney Haftası-Toplu Gösterisi düzenlemesi bunun ispatıdır. Başkaldırı ve yalnızlığın sinema ustası, İstabul ‘dükalığı’nın kendini beğenmiş aydınlarına ken-dince merhaba diyordu...

Güney, döneminin adamıydı. 1968 ve sonrasının öğ-renci ve devrimci hareketinin yakınındadır. Sosyalist ha-reketin işçi sınıfıyla bağ kurduğu, ABD 6. Filosuna karşı

var, belli bir cephenin bölünmesi bence yanlış. Taktik ve stratejide birtakım ayrılıklar oluyor, bunların henüz za-manı olmadığı fikrindeyim. Fikir halindeki devrimci ha-reket kendi tarafımızdan baltalanmamalı. Bunlar karşı taraf için bir silah oluyor. Şimdiden birbirine düşen adam halkın da gözünden düşüyor. Bunun hesabını yapmak zo-rundayız”.

Yılmaz Güney’in en belirgin özelliği bu alıntıda sap-tanıyor: Bölünmeye karşı olması. Grupçuluğu reddetmesi.

Yılmaz Güney hemşerilerini unutmuyordu. 1960’lı yılların başlarında Siverekli Öğrenciler Yardımlaşma Der-neği başkanı ve/veya fahri başkanıdır. DerDer-neğin geceleri-ne katılıyor. Öğrencilere yardımcı oluyor.

1970 Eylül veya Kasım’ında Umut’un DDKO (Devrim-ci Doğu Kültür Ocakları) tarafindan İstanbul’da Kadırga Öğrenci Yurdu’ndaki özel gösterimine katılıyor. Bin kişilik seyirci topluluğuna konuşma yapıyor ve soruları yanıtlı-yor. “Kürt olduğunuz söyleniyor. Kürt müsünüz” sorusu-na yanıtı şudur: “Ben Kürdüm. Babam Zazadır. Adana’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Anam ise Muş Kürderin-dendir, Kırmançtır”. O yıllar insanların Kürt sözcüğünü dile getirmekten kaçındıkları yıllardır.

Güney, DDKO yöneticilerine, örneğin Necmettin Bü-yükkaya’ya yardımını esirgememiştir. 12 Mart darbesinin arama emirleri saldığı günlerde onlara kalabilecekleri yer sağlamıştır.

Aynı dönemde Mustafa Alabora aracılığıyla Deniz Gezmiş, Kazım Özüdoğru, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Ulaş Bardakçı ile arkadaşlık etmiştir.

12 Mart belasının yaşandığı yıllarda Yılmaz Güney, Acı filmiyle pasifizme, kaderciliğe karşı çıktı. Kiminin

‘Türk westerni’ diye değerlendirdiği bu film, aslında, en kötü koşullarda bile mücadele etmenin bir yolu

bulunabi-lir, mesajını yolluyordu.

Aynı dönemde arkadaşları, özellikle Mahmut Tali Öngören, zindanların kasvetini azaltabilmek umuduy-la mahkumumuduy-ları ziyaret ediyor, moral günlerine katılıyor.

Bu yıllarda çevresinde Öngören, Jak Şalom, Ali Özgentürk (çocukluk ve ilkgençlik arkadaşı, yardımcısı, dostu) gibi değerli, sinemayı bilen, tutarlı insanları görüyoruz. Bu çevreye bir süre sonra SBF diplomalı ve hemşerisi Süha Pelitözü de girecektir. Güney Filmcilik şirketinin yeniden düzenlenmesi ve yeni filmlerin tasarımlanması aşama-sındayız. Ancak hapishane izin vermeyecektir...

Yılmaz Güney, 1972 ile 1981 arasında üç buçuk ay özgürdür. Bu kısa süre içinde birçok şey yapacaktır. Ama zindanlar birçok şeyin gerçekleşmesine de engeldirler.

Bu yıllar hem Fatoş’lu yıllardır: Aile, yuva özlemi, çalışma coşkusu dolu yıllar. Hem de polis ve hapishane-li yıllar. Her gittiği yere, Ankara, Kayseri, İzmit, İstanbul, İmralı, İsparta ve Paris, hastalığını, arkadaşlarını, ailesi-ni ve Devrim’i beraberinde götürdü. Arkadaşları Yılmaz’a inandılar, Fatoş eşini sevdi...

1972’de Boynu Bükük Öldüler’in o yıl ilk kez verilen Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görülmesi mahkum Yılmaz Güney’i çok sevindirdi. Çünkü bu ödül, onun ro-mancı arkadaşlarınca tanınması, roro-mancı olarak benim-senmesi demekti.

hard Burton, Melina Mercouri gibi uluslararası yıldızlar yanında Agnes Varda, Costa-Gavras, Lean-Luc Godard, Peter Brook, Tony Richardson, Francesco Rosi, Elio Petri, Marco Ferreri ve Jules Dassin gibi sinema ustaları ve yö-netmenler bulunuyordu.

Bunlardan Costa-Gavras ile 1982’de, Cannes Film şenliği’nde, ‘Altın Palmiye’ ödülünü paylaştı, Yol için.

Costa- Gavras ise Missing (Kayıp) ile Şili’de Allende rejimi karşıtlarının CIA ile ilişkisini anlatıyordu.

Jules Dassin, Güney’e af çağrısını imzalarken, 1940’ların sonunda ABD’yi Maccartizm belası nedeniyle terkedip, Paris’e sığındığı günleri anımsıyordu mutlaka.

Albaylar Cuntası yüzünden Yunanistan’ı terk etmek zorunda kalan Melina Mercouri, Yılmaz Güney’e büyük bir yakınlık duyuyordu. 1981 sonrasında Mercouri’nin Yu-nanistan Kültür Bakanı olarak Güney’e gösterdiği dostluk biliniyor.

İmza atanlardan Jack Lang’a gelince, 1981’den itiba-ren François Mitterand’ın Kültür Bakanı sıfatıyla Güney’i ağırlamak olanağı bulacaktır.

İşte uluslararası dostluk ve dayanışmalar bu tür zor ve acılı günlerde veya film şenliklerinde doğup, yeşerir, gelişir.

Güney hapishanedeyken filmlerinin birçok şenlikte ödül aldığını anımsatmalıyız. Yurtdışına çıkmak zorunda kaldığında, Güney, yıllardan beri uluslararası düzeyde ta-nınan bir sinema ustasıydı.

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 110-115)