• Sonuç bulunamadı

Mahmut Gündoğdu

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 95-100)

Bu yıl 42.si yapılan ve ağırlıklı olarak Amerikan ve Fransız filmleri ‘düellosu’ şeklinde geçen Berlin Film Fes-tivali’nde; başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa ülke-lerinden gelen filmler de önemli bir yer tutuyordu. Doğu Avrupa’da sarsıcı bir toplumsal dönüşümün yaşandığı bu dönemde, Doğu Avrupa filmlerinin ağırlık konusu; artık aşılan/aşılmaya çalışılan eski toplumsal sistemin (sos-yalizmin) ürettiği sorunların beyaz perdeye yansıtılması oluyordu genelde. Soğuk savaş olgusunun yarattığı nes-nellikle içe kapanmanın birçok ciddi sorunu gizlediği, bu-nun bir yansıması olarak sanatsal-kültürel alanda devlet sansürü ve otosansürün egemen olduğu bir ortamdan;

her şeyin yeniden tartışılmaya, eleştirilmeye ve yadsın-maya başlandığı yeni bir sürece geçişte, özellikle de si-nemanın projektörlerini geçmişin karanlıkta kalan kimi noktalarına yöneltmesi doğaldır.

minde yokuş aşağı yuvarlanmasıyla başlıyor. Bu, genç Rusça öğretmeni Emma’nın (Johanna ter Steege) gördüğü bir rüyadır. Emma, öğretmen yurdundaki odasını meslek-taşı ve arkadaşı Böbe (Eniko Bresök) ile paylaşıyor. Film, iki genç kadın öğretmenin yeni bir süreçte aşağıya yuvar-lanışının öyküsüdür.

İnsanların 40 yıldır içinde yaşadıkları toplumsal dü-zendeki dönüşüm doğal olarak eğitim alanında da yaşa-nır. Şimdiye kadar okullarda zorunlu ders olan, sistemin önde gelen ülkesi Sovyetler Birliği’nin resmi dili Rusça, yönelinen kapitalistleşme sürecinde artık gereksizleşir.

Yerini yeni yönelişe koşut olarak İngilizce alır. Emma ve Böbe, diğer meslektaşlarıyla birlikte okuldaki yerlerini ko-ruyabilmek için, akşam kurslarında İngilizce öğrenmeye başlarlar ve öğrendiklerini de ertesi gün öğrencilere öğ-retmeye çalışırlar. Bu durum, öğretmen- öğrenci ilişkisin-de gerilimlere yol açar.

Bütün eksikliklerine karşın sosyalizmin insanlara sunduğu güvence artık geride kalmıştır. İnsanlar, sadece iyi şeyler bekledikleri yeni sistemin beraberinde getirdiği yeni değer yargıları, rekabet, güvensizlik olgularıyla kar-şı karkar-şıyadırlar. Filmin -iletmek istediği mesaj açısından önemli- bir sahnesinde Emma ile Böbe arasında şu ko-nuşma geçer:

Emma, “Eski toplumu, insanlar arasındaki dayanış-mayı özlüyorum”.

Böbe farklı düşünmektedir:

“Toplum... Dayanışma... Bunlar geçmişte kaldı. Şim-di sadece sahip olmak önemliŞim-dir”.

Emma, eski sistemin değerlerini, o sistemi bilinç-li olarak içselleştirmemiş olsa da, benimsemiştir ve yeni sistemin yarattığı kaostan rahatsızdır; yeterince uyum sağlayamaz. Geçimini sağlayabilmek için ek olarak bir

evin temizliğini yapmaya başlar. Böbe ise yeni sürece ba-kış açısına uygun olarak, zengin Batı Avrupalı turistlere vücudunu pazarlayarak fahişe olur.

Burada, kapitalizmde fahişeliğin sistemin doğal ka-rakterinin ayrılmaz bir parçası olduğu gösterilmektedir.

Bu süreç, yalnızca kadın vücudunun pazarlanabilir bir metaya dönüşmesiyle sınırlı kalmaz; ona yoğun bir biçim-de pornografi ve şidbiçim-deti içeren seks eşlik ebiçim-der. Filmbiçim-de bu konuyu işleyen başka bir örnek, kadınların bir gazetede okudukları ilanla ilgilidir. ‘Türk Hamamı’ adlı pornografik bir film çevrilecektir, kadın oyuncu aranmaktadır.

Birçok kadın başvurur, kamera karşısında çıplak poz verir, isim ve mesleklerini söylerler. Hepsi de öğretmen, hemşire ve diğer branşlarda meslek sahibidir. Kapitalist-leşme sürecinin çalışan kadınlara sunduğu gelecek açıkça ortaya çıkmaktadır.

Filmin ilerleyen dakikalarında, Böbe’nin yalnızca vü-cudunu turistlere pazarlamadığını, aynı zamanda uyuş-turucu ticaretinin de piyonu olduğu, polislerin öğretmen yurduna gelerek Böbe’yi aramalarıyla anlaşılır. Durumu aydınlatmak ve Böbe’yi yakalamak için Emma’nın ifade-sini alırlar. Burada Emma, ile komiser arasında geçen ko-nuşma filmin en çarpıcı bölümlerinden birisini oluştur-maktadır.

Emma ifadesinde, arkadaşı Böbe ile ilgili bildikle-rini söyledikten sonra, komiserin soruları üzerine kendi

sergilemektedir. Egemen olan kapitalizmle birlikte insan;

kendine, işine ve çevresine yabancılaşıyor.

Filmde yeni dönemin ürettiği sorunlar işlenirken, sosyalizmde yapılan kimi hatalara da eleştirel bir yak-laşım getiriliyor. Bu konuda iki örnek bir fikir verebilir sanırım: İlki, sosyalizmde kadrolarla halk arasındaki ay-rımla, kadroların ayrıcalıklarıyla ilgilidir. Sınıflı topluma son vermek, süreç içinde ayrılacakları ortadan kaldırmak sosyalizmin en önemli hedeflerindendi. Yaşanılan sosya-lizm sürecinde, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kaldırılmış, sınıfsal farklılıklar önemli oranda giderilmiş ancak kadroların ve bürokrasinin ayrıcalıklarla donatıl-ması geliştirilmiştir. Eski sistemin kadrosu olan ve yeni sisteme hızla uyum sağlamaya çalışan okul müdürünün yazlık villası vardır.

İkinci örnek, sosyalist yeni tip insan yetiştirilmesin-de eğitim alanındaki görevin savsaklanmasıyla ilgilidir.

Emma ve Böbe, bir kitapçı dükkanının vitrininde, sosya-lizmin önemli önderlerinden Rosa Luxemburg ile ilgili bir kitap görürler. Ancak ikisi de Rosa Luxemburg’un kim ol-duğunu bilmemektedir. Kuşkusuz burada somut bir ger-çeklikten çok, bir olgunun abartılarak sembolize edilmesi vardır. Böyle de olsa, sosyalizm koşullarında yetişmiş iki eğitim emekçisinin Rosa Luxemburg’u tanımamaları ol-dukça düşündürücüdür.

Filmde başka neler var? Emma’nın umutsuzca, tek yanlı aşık olduğu okul müdürünün, yeni sistemde yerini koruyabilmek için, kendi deyimiyle ‘esnek davranması’, geçmişini inkar etmesi; yeni dönemde ortaya çıkan dilen-cilik, Batı taklitçiliğinin ürünü Punkçuluk yeni döneme uygun yaşam tarzından birkaç kesittir.

Filmin sonunda Böbe, öğretmen yurduna geri döner.

İçinde düştüğü pis yaşamdan kurtulmak istercesine duş almaya yönelir. Kararını değiştirir sonra, üzerindeki

giysi-leri çıkartıp Emma’dan aldıklarını giyer ve pencereden at-layarak intihar eder. Böylece Böbe, artık en önemli şeydir dediği ‘sahip olmanın’ bedelini acı bir biçimde kişiliğini yitirerek ödemiştir. Emma, öğretmenlik ve temizlikçiliğin yanına bir de garda gazete satıcılığını ekleyerek, kapita-lizm koşullarında yaşama mücadelesini umutsuzca sür-dürmeye çalışır. Film böylece sona erer.

Istran Szabo’nun. ‘Tatlı Emma. Sevgili Böbe’si, olay ve olguları işlerken bazen yapay zorlamalara girerek es-tetiği zayıflatmasına karşın, özellikle de iletmek istediği mesaj açısından oldukça önemli bir film. Bu filmin Ma-car yapımı olması ve kendi alanında önemli bir başlangıç oluşturması da rastlantı olmasa gerek. IMF’ye yakasını en önce kaptıran, kapitalistleşme sürecinin yukarıdan aşağı-ya devlet eliyle yürütüldüğü Macaristan’da sistemin çirkin yüzü, aynı yolun yolcusu diğer Doğu Avrupa ülkelerinden daha erken ortaya çıkıyor. Süreç, işini kaybetmekten fuh-şa kadar en başta kadınları etkiliyor.

Doğu Avrupa ülkelerindeki halkların, bütün yönle-riyle tanımadan benimsediği kapitalistleşmeden umduğu daha yüksek bir yaşam düzeyiydi. Bunun yerine bulduğu ise işsizlik, ekonomik yıkım ve fuhuş oluyor. Yeni siste-min yarattığı durumun sanatın çeşitli alanlarında yansı-masını bulması ve eleştirel bir değerlendirmeye tabi tu-tulması kaçınılmazdır.

Belgede Yazından Seçmeler - I (sayfa 95-100)