• Sonuç bulunamadı

Muhafazakâr düşüncenin bir diğer duyarlılık noktasını toplum oluşturmaktadır. Hem klasik ve çağdaş muhafazakâr düşünürlerin hem de muhafazakârlığı eleştiren yazarların eserlerinde toplum ve toplumsalın muhafazakâr felsefe açısından büyük önem taşıdığı vurgulanmaktadır235. Burada, toplum bireye, toplumsal bireysele, kolektivizm ise bireyciliğe tercih edilmektedir236. Muhafazakâr düşüncede, Aydınlanmanın daha da fazla ön plana çıkarttığı ve Fransız Devrimiyle de hayat bulma yönünde büyük mesafe kat etmiş olan bireyciliğe karşı toplum ve onun öğeleri merkezi bir yer işgal etmektedir237. Toplumsal öğelerle kastedilen, aracı topluluklar ya da aracı toplumsal kurumlar diye anılan oluşumlardır. Fransız Devrimini takiben birçok yazar ve filozofun toplumun öğelerine yönelik yoğun saldırı ve karalamaları, muhafazakârları bu kurumları korumaya itmiştir. Filozoflar, bu aracı toplumsal kurumların, özellikle özgürlük açısından tehlikeli olduklarını vurgulamışlardır.

Onlara göre, bu topluluklar hem bireysel özgürlüğü kısıtlama hem de eşitliği bozma potansiyeli taşımaktadırlar. Ayrıca, bu toplulukların, devletin rasyonel temele dayalı siyasal otoritesini etkisizleştireceği de düşünülmüştür. İşte bu yüzden, devrim Fransa’da, ilk işlerinden biri olarak bu aracı toplulukları ortadan kaldırma ya da en azından dönüştürme çabası içine girmiş ve bu amaçla farklı yasalar çıkartmıştır238.

234 Michael Oakeshott: “ On Being Conservative…”, s. 412

235 Bunun yanında, felsefesi, toplumun öncelenmesi ve savunulmasına dayanmayan, hatta onun çeşitli açılardan eleştirildiği ideolojiler de mevcuttur. Bu ideolojilere verilecek en iyi örnek liberalizmdir.

Hatta, liberalizm bu hususta neredeyse tek örnektir. Bu bağlamda liberalizm, felsefesini hiç kuşkusuz toplum değil, birey üzerine inşa etmiştir. Muhafazakâr düşüncenin aksine liberal düşünce, toplum ve toplumsala karşı önceliği bireye ve ondan hareketle de bireyciliğe tanımıştır.

236 Ancak, muhafazakârlığın önem verdiği kolektivizmin otoriter ya da totaliter ideolojilerin, örneğin marksizmin kolektivizminden farklı olduğu belirtilmelidir.

237 Robert Nisbet: a.g.m. s.104. Birey yerine toplumun öncelikli ve asıl olduğu vurgusu hem Anglo Amerikan hem de Kıt’a Avrupası muhafazakârlıklarında merkezi bir yer işgal etmektedir. Bununla birlikte, Anglo Amerikan muhafazakârlığının, aynı zamanda, liberal temelli bir muhafazakârlık oluşu, toplum-birey tercihinde ibrenin birey lehine kaymasını kolaylaştırmaktadır.

238 Robert Nisbet: a.g.m., s.114

Birey ve bireycilik yerine toplumun tercih edilmesinin temel gerekçesi bireyciliğin taşıdığına inanılan olumsuz özelliklerdir. Muhafazakâr felsefede, bireyciliğin doğasından kaynaklandığı varsayılan bazı özelliklerin toplum açısından son derece zararlı ve tehlikeli olduğu, bunun gelişmesine izin verildiği takdirde toplumun bundan olumsuz etkileneceği ve bu yüzden de ondan olabildiğince sakınılması gerektiği düşünülmektedir. Bu temel görüş ayrılığı, muhafazakârların insanı ele alışlarının diğer ideolojilerden farklı oluşundan kaynaklanmaktadır. Muhafazakarlar, örneğin liberallerin kafasındaki insan portresinin kabulü halinde toplumun atomlaşmasının kaçınılmaz olacağını düşünmektedirler. Ayrıca, bireyler bazı liberallerin iddia ettikleri gibi salt kendi menfaatlerinin gerçekleşmesine çalışan ve sadece kendilerine güvenip dayanan özelliklere sahiplerse, bu takdirde toplumun bütünlüğünden bahsetmek güçleşir.

Oysa, muhafazakârlar, bireyi salt kendine güvenip dayanan, her zaman kendi menfaatini ön planda tutan değil, aksine bağımlı, diğerkâm ve güven arayışı içinde olan varlıklar olarak görürler. Kişinin mutluluğu, refahı tek başına hareket etmekle sağlanamaz. Kişinin mutluluğunu, güvenliğini ve refahını sağlayabilecek tek ortam ise toplumdur. Birey ancak kendini topluma ait hisseder, geçmişinin toplumda somutlaştığına inanır ise, yukarda anılan beklentilerini karşılayabilir. Bunun yolu da toplumda yaşayan insanların işbirliği yapmalarından geçer. Bireyler geçmişleriyle özdeşlik kurmak ve yaşamlarını anlamlı kılmak istiyorlar ise, mutlaka toplumun üyeleri olarak, bir organın öğeleri gibi, birbirleriyle işbirliği yapmalıdırlar239 Yok, eğer bireyler kendilerini toplumun dışında tutmaya çalışır, toplumla sosyal gruplar ya da aracı topluluklar kanalıyla bütünleşmeye çalışmazlar ise, hayatlarının pek bir anlamı kalmaz. Çünkü, bireyi hem destekleyen, hem de ona güven duygusu

239 Ted Honderich: a.g.e., s.160

verip hayatını anlamlı kılan sosyal gruplardır240. Görüldüğü gibi, muhafazakâr düşünce, bu yöndeki görüşüyle liberalizmin tam karşısında yer almaktadır.

Birey yerine toplumun muhafazakâr felsefedeki önemini vurguladıktan sonra, muhafazakâr toplum anlayışına ilişkin söylenebilecek en önemli şey, muhafazakârların topluma atfettikleri nitelikle ilgilidir. Muhafazakâr toplum görüşünün en önemli özelliği toplumun bir organizmaya benzetilmesidir. Bu bağlamda muhafazakâr toplum görüşüne, organizmacı toplum görüşü de denmektedir241. Bu görüşün en önemli özelliği, toplumun canlı, yaşayan bir organizmaya benzetilmesidir. Buna göre, toplumla canlı organizma arasında bir paralellik kurulmakta ve toplum sanki canlı bir organizmaymış gibi ele alınıp değerlendirilmektedir. Toplum, organizma fikrinden hareketle açıklandığı için de organizmanın özellikleri aynen topluma uyarlanmakta ve toplumun ele alınışı bu tercih doğrultusunda şekillenmektedir. Organizmacı görüşte, özellikle muhafazakâr felsefe ile birlikteliği söz konusu olduğunda, organizma olarak kendisinden esinlenilen varlık insan vücududur242. Toplumun nasıl olması gerektiği, zımnen de olsa, insan vücudundan hareketle açıklanmaktadır. Buna göre, toplum tıpkı bir insan vücudu (organizması) gibi farklı parçalardan meydana gelmektedir. Nasıl ki, her vücut kalp, beyin, böbrek, damar vb. gibi bir arada çalışan farklı organlardan oluşmaktaysa, toplum da farklı ve çeşitli organ, kurum ve parçaların bir araya gelmesiyle oluşan canlı bir bütündür. Ancak, burada önemli olan nokta, bu farklı ve çeşitli öğelerin kendi kendilerine diledikleri biçimde, yani başlarına buyruk bir şekilde hareket edemeyecek olmalarıdır. Aksine, öğeler, parçalar arasında etkileşim anlamında çok duyarlı ve kırılgan bir ilişki vardır. Yani, organik toplum, aynı zamanda, bileşenleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisi olan bir toplumdur. Buna göre, toplumun parçaları olan bireyler, gruplar,

240 Ted Honderich: a.g.e., s, 160; Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.78

241 Bu konuda Robert Nisbet farklı bir görüş ileri sürerek, bütün muhafazakârların organizmacı toplum görüşünü savunduğunu düşünmenin yanlış olmasa bile, aşırı olduğunu bildirmektedir. Bkz.

Robert Nisbet: a.g.m., s.112

242 Anthony Quinton: a.g.m., s.257

sınıflar ve kurumlar arasında işlevsel bir ilişki bulunmaktadır243. Ancak, bu ilişki o kadar duyarlıdır ki, oluşabilecek önemli ve ani bir kopukluk bütünün ölümüne bile yol açabilmekte, telafisi mümkün olmayan zararlara neden olabilmektedir244. Toplumsal öğeler arasındaki ilişkinin devamlılığına atfedilen büyük önem, bu öğelerin her birine ayrı bir işlev ve amaç yüklendiğinin de bir kanıtıdır245. Nasıl ki, vücudun her bir parçası diğerlerinden farklı işlevler yerine getirmekte ise, aynı şekilde toplumu oluşturan parçalar da farklı işlev ve amaçla yüklüdürler. Daha da önemlisi, toplumsal öğelerin bu amaç ve istekleri birbirlerine bağlı ve bağımlıdır. Başka bir deyişle, belirli bir işlevin görülebilmesi için belirli bir ögeye ihtiyaç vardır. Eğer o öge herhangi bir şekilde zarar görürse, o işlev büyük ölçüde görülemez hale gelir.

Muhafazakârların toplumu bir organizma olarak tahayyül edip teorilerini onun üzerine inşa etmeleri tesadüf değildir. Zira karşılarında geleneksel toplumun cemaat ve topluluk öncelikli yapısını bireycilik temelinde yeniden şekillendirerek değiştirmeye çalışan bir felsefe bulunmaktadır246. Bu nedenle muhafazakârlar, bilinçli olarak toplumu canlı bir organizmaya benzetmişler, ani ve radikal değişime karşı duydukları hoşnutsuzluğu meşrulaştırırken ya da temellendirirken organizma metaforuna ve ondan türetilen organik toplum247 ve insan görüşüne başvurmuşlardır248. Organik toplumun temel nitelikleri, muhafazakârların radikal değişimleri eleştirirken kullandıkları başlıca dayanak noktalarıdır. Bu sayede muhafazakârlar toplumun nasıl oluştuğu, ne gibi özelliklere sahip olması gerektiği ve nelerin onu bozacağı gibi hususlarda sistemli ve tutarlı fikirler ileri sürebilmişlerdir.

Diğer ideolojilerin topluma ilişkin fikir ve iddialarına karşı ayakları yere daha sağlam basan cevaplar getirebilmişlerdir. Bu bağlamda, örneğin liberallerin

243 Charles Funderburk and Robert G. Thobaben: Political Ideologies: Left, Center, Right, Second Ed., Harper Collins, 1994, s.126

244 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s. 78-79

245 Nispet’e göre her ne kadar bu işlev ve amaçların her birinin ayrı ayrı farkına varılması sıradan gözlemle zor olsa da yine de, her bir öğe, kendine biçilen işlevi yerine getirmeye çalışır, Robert Nisbet: a.g.m., s.112

246 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s. 26-27

247 Barbara Goodwin: a.g.e., s. 151

248 Ahmet Çiğdem: “Muhafazakârlık Üzerine”, Toplum ve Bilim, sayı 74, Güz 1997, s.33

toplumu bir sözleşmeyle başlatmalarına, onu birey öncelikli ve özgürlük temelinde yorumlamalarına ve daimi değişim ve ilerlemenin konusu yapmalarına karşı muhafazakârların organizmacı toplum anlayışı karşımıza çıkmaktadır.

İlk olarak, toplumun nasıl oluştuğunun açıklanmasında, organizmanın meydana gelişinden/oluşumundan esinlenilmiş ve oradan hareketle de toplum bu sürece uyarlanmaya çalışılmıştır. Buna göre, toplum doğal bir oluşumdur. İnsanların doğal ihtiyaçlarının bir sonucu olarak oluşmuştur. Tıpkı bir organizmanın parçalarının doğal bir ihtiyacı karşılaması gibi, toplum da bireylerin doğal ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Nasıl ki, bir organizma doğal yollardan meydana gelmekte, bu süreç üzerinde yaratıcılık anlamında beşeri herhangi bir müdahale bulunmamaktaysa, toplum da tıpkı bir organizma gibi doğal bir oluşumla meydana gelmektedir249. O, tarihsel süreç içinde evrimleşme yoluyla içinde bulunduğu hale gelmiştir. Dolayısıyla, toplumun ortaya çıkışında bireysel rızaya dayanan toplum sözleşmesi gibi bir faktörün hiçbir belirleyici ve kurucu rolü bulunmamaktadır250. İnsanların toplumsal hayattan önce doğal halde yaşadıkları inancı, boş inançtan başka bir şey değildir. Gerçekte, toplumla insan aynı anda eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır251. İnsan ne zaman ortaya çıkmışsa topum da o zaman ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, insanın toplumsuz bir hayatı hiçbir zaman olmamıştır.

Ayrıca, birey toplumu değil toplum bireyi var etmektedir. Bu fikri de Bonald çok açık bir biçimde formüle etmiştir: “Bir tek bireyin toplumu oluşturduğu sadece yanlış olmakla kalmaz; ayrıca eksik de olur. Zira, bireyi toplumsallaştıran, onu toplumsallaşma yoluyla oluşturan, bizzat toplumdur”252. Dolayısıyla, toplum bireye değil birey topluma borçludur253.

249 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.78-79.

250 Toplumun bir sözleşmenin ürünü olmadığını düşünen muhafazakârlara göre, devlet de bir sözleşmeden doğmamıştır. Dolayısıyla, muhafazakârlara göre, devletin otoritesinin bir sözleşmeden kaynaklanığını söylemek hem saçmadır hem de tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz. Robert Nisbet: a.g.m., s.103

251 Robert Nisbet: a.g.m., s.112

252 Robert Nisbet: a.g.m., s.104

253 Bonald, bireyin toplum ya da kollektivite karşısında ezilmesini en uç noktasına kadar götürerek onu adeta hiçleştirmektedir. Onun, “Birey kendi başına çaresizdir, hiçbir katkıda bulunamaz. Birey

Kısaca, muhafazakârlar toplumu bireye öncelemektedirler. Bunu, bireysel çıkarlar yerine toplumsal ya da kollektif çıkarların ön plana çıkarılması gerekliliğinin vurgulanması tamamlamaktadır. Gerçekten de, kollektif menfaatlerin gözetilmesi gerekliliği muhafazakâr felsefede sık rastlanan bir vurgudur. Bu, toplumsal birlik ve düzenin korunması vurgusuyla meşrulaştırılmaktadır. Buna göre, toplumsal bağın sağlam kalması ve düzen ve istikrarın sürdürülmesi için ortak menfaatin önemi vurgulanmalıdır.

Muhafazakâr felsefede toplumun ve toplulukların bireye önceliği çok net olsa da, bu, toplum ya da topluluklardan hiçbir beklenti olmadığı anlamına gelmemelidir. Nasıl ki, bireysel çıkarların toplumsal çıkar ya da çıkarlara feda edilmesi beklenmektedir, aynı şekilde, belli bir sınıf ya da grubun çıkarının da bir bütün olarak toplum çıkarına üstün gelmesinin sakıncaları dile getirilmelidir.

Organik toplum ve onun kurumlarının, insanların doğal ihtiyaçlarının zorlamasıyla doğal bir süreçte geliştiği, yani bilinçli bir sözleşmenin ürünü olmadığı yolundaki muhafazakâr görüşe bir örnek olarak aile kurumu gösterilebilir. Aile kurumu, belirli işlevleri olan ve bu işlevleri yoluyla da insanların doğal bazı ihtiyaçlarını karşılayan bir kurumdur. Aile üyeleri aileye doğumla katılır ve ondan sonra da o ortam içinde gelişmeye, beslenmeye, onun rehberliğinde yaşamaya devam ederler. Ancak, bütün bunlar bilinçli bir tercihten doğmamıştır. Hiçbir aile bir anlaşma ya da sözleşmeyle meydana gelmemiştir. O tamamen doğal toplumsal dürtülerin (üreme, beslenme, güvenlik, ilgi vb. gibi) bir ürünüdür. Örneğin, çocuğun doğarak aileye katılması ve hayatını orada devam ettirmesi için ailenin diğer fertleriyle bir

hiçbir şey yaratamaz, hiçbir çözüm bulamaz” şeklindeki düşüncesi yukarıdaki yargının en açık destekçisidir. Bkz. Robert Nisbet: a.g.m., s.104. Ancak, bireyin bu ölçüde küçültülmesi muhafazakârlığın genel bir özelliği olarak değil, Fransız muhafazakârlarının bir kısmının fikri olarak değerlendirilmelidir. Yoksa, muhafazakârlık topluma büyük önem vermekle birlikte, Alman Romantik geleneğinin tercihi bir tarafa bırakılacak olursa, bireyi de tamamen etkisizleştirip silikleştirmemiştir.

Zira, muhafazakâr filozoflar böyle bir yaklaşımın totaliter devlete daha uygun düşeceğini bilmektedirler. Bununla birlikte, bu durum, bireyin toplumdan sonra gelmesinin muhafazakârlığın genel bir özelliği olduğu gerçeğini, yine de değiştirmemektedir.

anlaşma yapmasına ihtiyaç yoktur. Ailenin oluşum ve yaşamasında hiçbir düşünür ya da teorisyenin kurucu etkisi bulunmamaktadır254. Bu gelişim bir ağacın gelişimine benzetilebilir. Bir ağacın uzun yıllar alan ve doğal bir seyir izleyen büyüyüp gelişimi gibi toplumun gelişimi de zaman almaktadır.

Görüldüğü üzere, bu süreçte beşeri müdahalenin olmamasının vurgulanması, özellikle liberalizmin ana temalarından biri olan toplumsal sözleşme teorisinin liberal anlamıyla muhafazakâr felsefede yer almasını önlemektedir. Bununla birlikte, bu durum muhafazakârlıkta toplum sözleşmesi anlayışının bulunmadığı anlamına gelmemelidir. Pekâlâ, muhafazakârlıkta da toplum sözleşmesi olgusuna rastlanmaktadır. Ancak, muhafazakârlar toplum sözleşmesini liberallerle aynı anlamda yorumlamamaktadırlar.

Muhafazakârların toplum sözleşmesi anlayışı liberallerden daha farklıdır. Bu iki ideolojinin toplum sözleşmesi anlayışlarına bakıldığında, liberallerin aksine muhafazakârların, toplumun, doğal durumda, yani tabiat halinde yaşayan insanların kendi iradeleriyle bir araya gelerek yaptıkları bir sözleşmeden meydana geldiğini kabul etmedikleri görülmektedir. Bu tarz bir teori, onlara göre, hem mantıken saçmadır hem de tarihsel gerçekler tarafından yalanlanır255. Bu nedenle muhafazakârlar, farklı bir yol izleyerek genel felsefeleriyle uyumlu olacak biçimde hem rasyonalizmin mutlak egemenliğini reddederek hem de süreklilik ya da devamlılığın önemini belirterek, toplumu;

ölmüşlerin, yaşayanların ve ileride doğacakların oluşturduğunu varsaydıkları bir sözleşmeye oturturlar.

Muhafazakârların organizmacı toplum görüşüyle anlatmak istedikleri bir diğer husus da, toplumun ne gibi özelliklere sahip olması gerektiğine ilişkindir. Muhafazakârlığın bir felsefe ve ideoloji olarak ortaya çıkması, tekrar belirtmek gerekirse, aydınlanmanın, özellikle insan ve topluma ilişkin yerleşik anlayış ve yapılara olan radikal bakışına karşı koyma amacına

254 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s. 78-79. Modern toplumlarda genellikle görülen aile fertlerinin belirli bir süre sonra aileden ayrılarak kendi başlarına yaşamalarının muhafazakârlarca eleştirilmesi, işte bu birlikteliğin bozulması ve onun sonunda da artık rehberlikten bahsedilemeyecek olmasındandır.

255 Robert Nisbet: a.g.m., s. 103

dayanmaktadır. Zira, aydınlanmanın fikri alt yapısını hazırladığı ve daha sonra Fransız Devrimiyle hayata geçirilen büyük ve ani değişiklikler istikrarlı, düzenli, hiyerarşik ve köklü vb. özelliklerle anılan geleneksel toplumun altını oymaktaydı. Bu toplum modelinin yerine de, birey (bireycilik), halk egemenliği ve rasyonalite temelinde kurgulanan yapay bir toplum kurulmaktaydı. İşte muhafazakârlar bu özellikteki toplumun karşısına, birey değil, toplum öncelikli, hiyerarşik, istikrarlı, düzen içinde işleyen ve toplumsal otoritelerin etkin olduğu geleneksel toplum modelini koymuş ve savunmuşlardır. Bu toplum, tıpkı bir organizmanın sağlıklı işlemesi için organları arasında bulunması gerekli uyum gibi, unsurları arasında uyum ve ahenk gerektirir.

Bunun için gerekli olan, bireysel özgürlük ve eşitlik değil, toplumsal otoritelerle uyum içinde geçen bir hayattır. Dolayısıyla, bu toplumda önemli olan, bireysel özgürlüklerin sağlanıp korunması değil, toplumsal otoriteler ve bireylerin bu otoritelere karşı yüklendikleri sorumluluklardır. Görüldüğü gibi, muhafazakâr felsefede bireysel özgürlükler yerine bireylerin aile, cemaat ve diğer toplumsal gruplara karşı ödevleri ön plana çıkartılmaktadır256.

Bu anlayışa göre, organik toplumu meydana getiren farklı kurum ve yapılar arasında son derece önemli bir etkileşim bulunmaktadır. Daha da önemlisi, bu etkileşimin sağlıklı bir biçimde devamı halinde toplumsal birlik, bütünlük ve düzenden bahsedilebilir. Eğer bu sisteme belli büyüklükte bir müdahale gerçekleşirse, sistemin uyum içinde işleyişi bozulur ve bu da toplumsal düzene olumsuz bir biçimde yansır. Sözü edilen müdahale ise, hızlı, yaygın, ani ve büyük sosyal ve siyasal değişimlerdir. Görüldüğü gibi muhafazakârlar, her biri birbirinden ayrı bir işlev ve görev üstlenmiş olan ve aynı zamanda da aralarında etkileşim olan parçalardan müteşekkil organik toplum modeli anlayışıyla modernizmin değişim dalgalarına karşı sağlam bir savunma kurmaya çalışmaktadırlar.

256 Robert Nisbet: a.g.m., s.103

Toplumun bir organizmaya benzetilmesiyle ortaya çıkan bu görüş, muhafazakâr felsefenin en önemli, hatta olmazsa olmaz unsurlarından biridir.

O kadar ki, Anthony Quinton muhafazakârlığın gelenekçilikten sonraki ikinci önemli özelliğinin organizmacı bakış açısı olduğunu ileri sürmektedir257. Çünkü, bu şekilde toplumla organizma arasında kurulan benzerlik/paralellik, onun toplumun oluşumu ve temel aktörleri eşitlik, özgürlük ve otorite gibi konulardaki görüşlerini şekillendirmektedir.