• Sonuç bulunamadı

Bu yaklaşımda muhafazakârlık bir ideoloji olarak değil, bir mizaç olarak ele alınmaktadır. Muhafazakârlığı bir ideoloji olarak ele almak yerine her insanda bulunan bir özellik, bir mizaç, daha doğrusu mizacın bir özelliği109 olarak görüp kabul etmek az rastlanılan bir durum değildir. Gerçekten de, uzunca bir zaman önce yazılmış eserler de dâhil olmak üzere110,

109 İnsan mizacının, yani yaradılışının muhafaza etmeye eğilimli olduğu kadar değişimlere de eğilimli olduğuna şüphe yoktur. Dolayısıyla da bütün insanların mizacının sadece muhafazakâr nitelikli olduğunu varsaymak doğru bir yaklaşım olmaz. Bununla birlikte bazı kimselerin mizacı diğerlerine oranla daha fazla korumacı olabilir. Hatta, o kişi ya da kişilerin mizaçları bütünüyle muhafaza etmeye eğilimli de olabilir.

110 Örneğin 1912 yılında basılan “Muhafazakârlık” isimli eserinde Lord Hugh Cecil muhafazakârlığın mizaçla olan ilişkisine değinmiştir. Aktaran Andrew Vincent: a.g.e., s. 57

muhafazakârlığa ilişkin eserlerin neredeyse tamamında muhafazakârlığın mizaçla olan ilişkisine, az ya da çok değinilmektedir. Hatta muhafazakârlık üzerine yapılmış olan birçok analiz ve değerlendirmede muhafazakârlık sadece bir mizaç olarak görülmektedir. Böyle bir anlayışa, muhafazakârlığın bir başka kavramla eş anlamlı olarak kullanılması yol açmaktadır. Bu kavram, gelenekçilik kavramıdır. Muhafazakârlık ile gelenekçilik arasında herhangi bir fark olmadığı düşüncesinden hareketle bu iki kavram birbirinin yerine kullanılmaktadır. Muhafazakârlığın genel anlamda hem mizaç hem de tutum boyutuna indirgenmesine gelenekçilik kavramı neden olmaktadır. Kısa bir literatür taraması bile, muhafazakârlığın açık bir biçimde gelenekçilik olarak anlaşılıp o şekilde tarif edildiğini göstermektedir. Oysa, bu iki kavram eş anlamlı değildir. Birbirlerinden bütünüyle farklı olmamakla birlikte, aralarında bazı temel farklılıklar vardır.

Her şeyden önce, gelenekçilik, tarih üstü ya da tarih dışıdır; belli bir tarihsellik içermez. Tarihin her döneminde gelenekçiliğe rastlanabilir.

Gelenekçilik, insanlık tarihinin başından beri insanın en temel özelliklerinden biridir. Bu nedenle, her insanda değişen oranda da olsa mevcut olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. İnsanların her çeşit alışkanlıklarından bazılarını muhafaza ederek sürdürmelerine insanlığın erken dönemlerinden beri herkeste rastlanabilmektedir. Kısacası, tarihin her döneminde bütün insanlarda gelenekçi bir mizaca rastlanabilir. Oysa, muhafazakârlık kavramı, geleneksel toplum yapısına meydan okuyan yeni ilke ve kurumlara, felsefi temeli olan bazı ilkelerle karşı konulmasını anlatmaktadır. Dolayısıyla, muhafazakârlık açık bir biçimde tarihseldir. Muhafazakârlık hem sözcük hem de belli nitelikte bir ideoloji olarak tarihin nispeten yakın bir döneminde ortaya çıkmıştır. Gerçekten, muhafazakârlık kavramı, ilk kez 19.YY’da Fransız Chateaubriand tarafından sosyal ve siyasal içerikli bir kavram olarak kullanılmıştır. Bu bakımdan, bazı şeyleri muhafaza eden herkes muhafazakâr olarak kabul edilirse, dünyada şimdiye kadar yaşamış, şu an yaşayan ve gelecekte de yaşayacak olan insanların tamamının muhafazakâr olarak nitelendirilmesi gerekir. Oysa bu tutum, kavramın anlam ve kapsamının

gereksiz ve hatalı biçimde genişletilmesinden başka bir şeye yaramaz.

Muhafazakârlık ile gelenekçiliğin farklı kavramlar olduklarını destekler biçimde Mannheim, ünlü eserinde bu iki kavram arasında bir ayrıma gitmiş ve özetle, muhafazakârlığın değil de gelenekçiliğin, her insanda olan ya da olabilen bir özellik olduğuna işaret etmiştir111. Dolayısıyla, muhafazakârlığı mizaç boyutuna indirgemek ve onu sadece mizaç olarak görmek yerine gelenekçiliğin muhafazakârlığın bir bileşeni olduğundan112 hareketle muhafazakârlığın bir gelenekçilik boyutunun bulunduğunu söylemek daha doğru olur.

Muhafazakârlık ve gelenekçilik ayrı tarihselliklere sahip olup, bununla bağlantılı olarak aralarında önemli bir fark daha ortaya çıkmaktadır. Yine Mannheim’ı takiben, gelenekçilik ruhsal (psişik) bir durum ya da özellikken, muhafazakârlık genel psikolojik bir tavır ya da tutum olarak nitelenemez113. Bu nedenle, niteliği itibariyle psikolojik temele dayanan gelenekçiliğin aksine muhafazakâr bir davranışın, ne tür kurum ya da değerlerin korunacağı anlamında, nasıl olacağı önceden bilinemez. Muhafazakâr davranış, gerekli olmadıkça değişimden uzak durarak, mevcut bir yapıya ya da duruma uygun, onunla uyum içinde davranmayı içerdiğinden, siyasal muhafazakâr davranış zamana ve yere göre farklılıklar taşıyabilir. Dolayısıyla, belli bir yer ve zamanda görülen muhafazakârlık ile başka bir yer ve zamanda görülen muhafazakârlık birbirinden farklı olabilir. Oysa Mannheim’a göre, her hangi

111 Gelenekçilik muhafazakârlığa göre daha geniş bir kategoridir. Nitekim, Beneton da “Her muhafazakârın gelenekçi olduğunu, ancak her gelenekçinin muhafazakâr olmadığını” belirterek muhafazakârlığın daha dar bir kategori olduğunu belirtmektedir. Philippe Beneton: Muhafazakarlık, s. Ayrıca, Beneton, her gelenekçinin muhafazakar olmadığını belirterek birbirinden taban tabana zıt siyasi rejimlerin temel felsefe ve kurumlarını korumaya çalışmanın, muhafazakarlıkla etiketlenmesi yanlışlığını da önlemektedir.

112 Philippe Beneton: “Gelenek / Gelenekçilik”, Sosyolojik Düşünce Sözlüğü, Haz. Massimo BORLANDI ve diğer., İletişim Yayınları, 2011, s.290

113 Karl Mannheim: a.g.e. s. 73. Mannheim, gelenekçiliğin temelinde olduğunu varsaydığı psikolojik faktöre dayanarak yaptığı muhafazakârlık-gelenekçilik ayrımını desteklemek için bir de örnek vermektedir. Buna göre, politik fikirleri açısından ilerici olan bir kimsenin özel ya da iş hayatında gelenekçi ya da tam tersi biçimde siyaseten gelenekçi olan bir kimsenin özel yaşantısında ilerici olması mümkündür. Mannheim’a göre bu örnek gelenekçilikle muhafazakârlığın birbirlerinden ayrılmaları bakımından önemlidir. Örneğin, muhafazakârlık da psişik bir boyutla açıklanırsa, o zaman ikisi arasındaki fark ortadan kalkar ve bu iki kavram aynı anlama gelir.

bir durumda bir gelenekçinin nasıl davranacağı önceden kestirilebilir114. Bunu sağlayan, gelenekçiliğin psikolojik temelli bir tavır ya da tutum olmasıdır.

Görülüyor ki, gelenekçiliğin temelinde psikolojik etkenler yer almaktadır.

Muhafazakârlık ve gelenekçiliğin birbirinin yerine kullanılmasını sağlayan en temel faktör, her iki kavramda da muhafaza etmenin önemli bir yer tutmasıdır. Gelenekçilikte bu tavır/tercih, psikolojik bir temele dayanırken, muhafazakârlıkta psikolojik temelin yerini siyasal ve toplumsal kaygı ve düşünceler almaktadır. Gelenekçi mizaç ve onun insanda yarattığı düşünme ve davranma eğilimlerinin en temel özelliği denenmiş, bilinen ve tanınanı;

denenmemiş, bilinmeyen ve tanınmayana, yani yabancı olana tercih etmesidir115. Görüldüğü üzere, bu tavrın temel amacı mevcudu muhafaza edip devam ettirmektir. Zaten, gelenekçi mizaç çoğunlukla bu yönüyle ele alınmaktadır. Bu, çok doğal bir durum olup hayatın bir gerçeğidir. Nitekim, zaman zaman da olsa, her insanda alışılmış olana, bildik/tanıdık olana yönelik eğilimin, yeniye yönelik eğilimden daha fazla olduğu görülebilmektedir. Dolayısıyla, bir mizaç ve ondan beslenen tavır ve davranış olarak gelenekçilik hayatın bir gerçeğidir ve herkeste gelenekçi bir yön mutlaka mevcuttur. Bunun en temel nedeni de, insanların risk alma hususundaki çekingenlikleridir. Gerçekten, insan hayatının her alanında olmasa da hiç değilse bazı alanlarında daha önce yapılmamışın, denenmemişin, yani yeninin sonuçları itibariyle belirsizlikler taşıdığı, dolayısıyla da riskli olduğu birçok insanın ortak düşüncesidir. Dolayısıyla, sürekli risk almak, yeni olan her şeye açık olmak yerine ihtiyatlı davranarak, denenmiş, gelenek halini almış olanda karar kılmak muhafazakâr olsun olmasın her insanın temel özelliklerinden biridir. Bu açıdan bakıldığında, insanlar isteseler de istemeseler de mizaçlarında gelenekçi bir yön mutlaka

114 Karl Mannheim: a.g.e., s. 73

115 Lord Hugh Cecil’e göre, muhafazakâr mizacın kaynağında, büyük ölçüde, bilinmeyene ve teorik akıl yürütmeye karşı güvensizlik, buna mukabil tecrübeye karşı da güven yatmaktadır. Aktaran Andrew Vincent: a.g.e., s.57. Görüldüğü üzere, Cecil muhafazakârlık kavramını çok geniş alarak bazı şeyleri muhafaza etme durumlarını tümüyle muhafazakârlık kavramıyla ifade etmiştir. Ancak, bu yaklaşımın muhafazakârlık kavramının daha da karmaşıklaşması pahasına gerçekleştiği söylenmelidir.

Dolayısıyla, muhafazakâr mizaç yerine gelenekçi mizaç demenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.

mevcuttur. Muhafazakârlığı (sosyal ya da siyasal boyutuyla) kendine hiçbir biçimde yakıştırmayan insanlarda bile mizacın yansıması olan gelenekçi tutum ve davranışlar mutlaka vardır ve olmaya da devam edecektir. Hatta muhafazakârlığın siyasete bakışının da bu mizaçla çakıştığı ya da örtüştüğü ortadadır116.

Gelenekçi mizacı “doğal muhafazakârlık” olarak adlandıran Cecil’e göre, bu mizaç, değişimden hoşlanmaz ve bu yüzden de ona karşıdır117. Konuya benzer bir açıdan yaklaşan Ergil’e göre de muhafazakâr mizaca sahip bir kişinin bazı özellikleri bulunmaktadır. Buna göre muhafazakâr mizaçlı kişiler, gelenek ve göreneklerine bağlı, durağanlıktan hoşlanan, istikrar arayan, beklenmedik, olağandışı ve düzensiz olandan korkan ve ait olduğu sosyal kümenin diğer üyelerinden ayrı düşmemek için onlara benzemeye çalışan kişilerdir118.

Quinton’a göre ise, muhafazakârlığın bir ideoloji yerine bir mizaç olarak görülmesinin temel nedenlerinden biri, onun klasikleşmiş eserlerinin sayısının az olmasıdır119. İnsanların düşünce ve davranışlarına referans olacak fikir ve düşünceleri barındıran muhafazakâr eser sayısı fazla olmayınca, insanların kişisel tutum ve davranışları; yaradılışa, yani mizaca

116 Muhafazakârlığın siyasete bakışında, ayrıca, insanın sınırlı, eksik ve kusurlu, dolayısıyla da kendisine bütünüyle dayanılıp güvenilemez bir varlık olarak görülmesinin yattığı da söylenmelidir. Bu konuya tezin ilerleyen sayfalarında değinilecektir.

117 Lord Hugh Cecil’dan aktaran Andrew Vincent: a.g.e., s. 57

118 Doğu Ergil: İdeoloji: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, Halkçılık, “S” Yayınları, 1986, s.112. Ergil bu özellikleri muhafazakâr mizaçlı oluşa bağlamakla birlikte, kanaatimizce bu özellikler gelenekçiliğe ya da gelenekçi mizaca sahip olanlara daha fazla uymaktadır. Başka bir deyişle, bu özelliklerin sadece muhafazakârlara özgü oldukları iddia edilemez. Bununla birlikte, bu söylenenlerden muhafazakâr mizaç kavramının hiçbir biçimde kullanılabilir olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Elbette muhafazakâr mizaç kavramı da geçerli bir kavramdır. Ancak onun daha dikkatli kullanılması gerekmektedir. Şöyle ki, muhafazakâr mizaca sahip olduğu ileri sürülen kişinin sadece değişim ya da muhafaza etme kaygısı taşımaması, bunların yanında, hatta onlardan daha önemli olacak şekilde, bazı başka nitelikleri de haiz olması gerekmektedir. Örneğin söz konusu kişinin aynı zamanda aile, din, toplumsal gruplar, cemaatler, diğer otorite kaynakları gibi temel muhafazakâr değerlere de belli ölçüde bağlı olması beklenir.

119 Liberalizmin Locke’un “Treatises of Government” ve Mill’in “on liberty”; sosyalizmin “Komünist Manifesto”; elitizmin Platon’un “Devlet”i gibi klasik metinlerinin olduğunu belirten Quinton’a göre muhafazakârlığın klasik olmaya en fazla yaklaşan metni Burke’ün kapsayıcı olmaktan ziyade belirli, somut tek bir olaya değinen polemik ve retorik yüklü “Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler” isimli eseridir. Anthony Quinton: a.g.m., s.247-248.

bağlanmakta ya da dayandırılmaktadır. Oysa, kaynak niteliği taşıyan muhafazakâr eser sayısı liberal ve sosyalist eser sayısı kadar fazla olsa, muhafazakârlığın ideolojik yönünün mizaç yönünden daha fazla ön plana çıkacağı söylenebilir. Gerçekten de, liberalizm ve sosyalizmin savunucuları arasında da bunların ideoloji olmadığını ileri sürenler bulunsa da, yine de bunların birer ideoloji oldukları noktasında tam bir mutabakat vardır. Bunun nedenlerinden biri, bu fikir sistemleriyle ilgili çok sayıda eserin mevcut olmasıdır. Yoksa liberalizm, sosyalizm ya da milliyetçiliğin de mizaç boyutunun olmadığı söylenemez. Şöyle ki, her insanın ruhunda, özünde, derecesi kişiden kişiye değişse de özgürlüğe; sosyal ve ekonomik açıdan daha az şanslı olanlara ve kendisiyle aynı tarihe, kültüre, dile vb. sahip olanlara karşı bir duyarlılık vardır.

B) Belirli Bir Sosyal Sınıf, Zümre veya Cinsiyet Egemenliğinin