• Sonuç bulunamadı

B) Demokrasinin Tarihçesi

II) Modern Demokrasi: Liberal Demokrasi Anlayışının Gelişimi

Yeni bir demokrasi anlayışı geç şekillenmeye başlamıştır. Yeni bir demokrasi modeli ya da anlayışı antik Yunan demokrasisinin çökmesinden uzun bir süre sonra ortaya çıkabilmiştir. Çok uzun bir dönem egemen olan klasik demokrasi anlayışı ancak 19. Yüzyıldan itibaren yerini yeni bir anlayışa bırakmıştır. Bu yeni anlayış eski anlayışın aynısı olarak değil, yeni bir çehreyle ortaya çıkmıştır. Yeni bir demokrasi modelinin ortaya çıkmasının temel nedeni ise, mevcut demokrasi anlayışının zamanın şartlarında uygulanmasının artık neredeyse imkânsız hale gelmiş olmasıdır. Bu şekilde, yeni kriterlere, yani eski demokrasinin ilke ve değerlerinden farklı ilke ve değerlere dayanarak gelişen yeni demokrasi, “modern demokrasi” olarak anılmaktadır. Gerçekten de, modern demokrasi anlayışı gözle görülür önemli değişikliklerle birlikte ortaya çıkmıştır. Ancak, yeni ilke ve değerlere dayanan modern demokrasinin kendiliğinden ve kolayca ortaya çıktığı söylenemez.

Lipson’un tezi de bunun normal karşılanmasına hizmet edecek niteliktedir.

Buna göre, bir fikir veya kurumun ilk uygulanmasından sonra onun tekrar yaygın olarak yeniden uygulanması veya genel olarak benimsenmesine ilişkin şartların oluşması çok uzun zaman alabilmektedir. Bu durum demokrasinin yeniden ortaya çıkmasında da etkili olmuştur430. Yeni demokrasi bir takım önemli ve sağlam temeller üzerinde yükselmiştir. Bu temeller, demokrasinin uzun süren sessizlik döneminde ortaya atılan fikir ve görüşlerden oluşmaktadır. Ancak, bu arada söz konusu fikir ve görüşlerin büyük bir kısmının demokrasi idealine hizmet etmek amacıyla ortaya atılmadıklarını

429 Robert Dahl: Demokrasi Üstüne, s. 16; Leslie Lipson: a.g.e., s. 37

430 Leslie Lipson: a.g.e., s.32

belirtmek gerekir431. Gerçekten de, bu fikir ve görüşler, onları ortaya atanlarca yeni demokrasiye hayat versin diye geliştirilmemişlerse de, modern demokrasinin şekillenmesinde doğrudan etkili olmuşlardır.

Bu değişiklikler başlıca birkaç noktada gerçekleşmiştir: Bunlar; kısaca ifade etmek gerekirse, halkın yönetime katılma biçimi, halkın hangi toplumsal kesimlerden meydana geleceği ile halk egemenliğinin sınırlandırılması ilkeleridir. Bu açıdan bakıldığında, modern demokrasi anlayışı, artık demokrasinin sadece etimolojik anlamda anlaşılıp tanımlanmadığını göstermektedir. Başka bir deyişle, demokrasinin klasik anlamı, günümüz demokrasisinin yegâne anlamı olma vasfını yitirmiştir. Dolayısıyla da, klasik yaklaşım, gerçek demokrasiyi bize anlatmakta yetersiz kalmaktadır432. Halen günümüzde demokrasiyi sadece etimolojisine dayanarak anlama çabaları

varsa da bunların savunulan ve rağbet gören yaklaşımlar olduğu söylenemez.

Yukarıda da belirtildiği gibi, değişikliğin görüldüğü alanlardan ilki, halkla ilgilidir. Ancak, yaşanan bu değişiklikten, halk tarafından yönetim ya da egemenliğin halka dayanması ilkesinin, demokrasi açısından artık bir anlam taşımadığı sonucu çıkartılmamalıdır. Bilakis, egemenliğin halka dayanması ilkesi demokrasinin hala zorunlu bir şartı olup onun monarşik ya da oligarşik rejimlerden ayrılmasını sağlayan temel kriterdir. Zira, demokrasi için halktan başka başvurulacak bir kaynak yoktur433. Bununla birlikte, yeni demokrasi modelinde, halkın rolünde bir değişiklik yaşanmıştır. Bu da, halkın ülke yönetimine katılmadaki “doğrudan rolünün”, “dolaylı rol”e dönüşmesinden ibarettir. Daha açık bir ifadeyle, halkın yönetime katılma biçimi değişmiş, klasik modelde görülen eski katılım biçimi yerine yeni bir katılım biçimi gelişmiştir. Bu yeni katılım biçimi, halkın yönetime dolaylı şekilde katılmasıdır.

Demokrasi artık günümüzde halkın yönetime doğrudan katılımı şeklinde anlaşılmamaktadır. Bunun yerine halk, yeni modelde ülke yönetimine

431 Leslie Lipson: a.g.e., s.49

432 Mustafa Erdoğan: Demokrasi, Laiklik…, s.8

433 Ömer Çaha: Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, 1999, s. 27

kendilerinin seçtikleri temsilciler aracılığıyla katılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında modern demokrasi anlayışı, teknik bir deyişle, temsili katılımı esas alan bir modeldir434.

Politikada temsil kavramı, bir kişi ya da grubun daha fazla sayıda kişi ad ve hesabına siyasal sürece katılmasını ifade eder. Böylece halk, artık karar alma sürecine, yani yönetime kendisi katılmamakta, bu sürece onun yerine onun oylarıyla seçmiş olduğu başka kimseler, profesyonel siyasetçiler (temsilciler) katılmaktadır. Bu şekilde, halkın çeşitli görüş ve çıkarları, birer profesyonel siyasetçi olan temsilcileri kanalıyla korunup dile getirilmektedir435. Bu olmadan halkın iradesinin siyasî sürece yansıması mümkün değildir. Bu suretle demokrasi, temsil ve seçim, yani oy verme üzerinden pratiğe yansımış olmaktadır.

Ancak, burada önemli bir noktanın altını tekrar çizmek gerekir. Bu nokta, seçimlerde oy vermenin, bazı kesimlerce, demokrasinin var olduğunun söylenmesi için yeterli bir gösterge olarak kabul edilmesidir. Oysa, sandık, yani oy verme işlemi, demokrasi için tek başına yeterli bir unsur değildir. Oy verme işlemi, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru ise de, bir ülkede demokrasinin var olduğunu söyleyebilmek için sadece seçimlerde oy vermenin mümkün olup olmadığına bakılamaz. Bu, yeterli bir unsur değildir436. Bunun en önemli nedeni, temsil olgusuna/kurumuna, demokratik olsun olmasın, bütün rejimlerde rastlanmasıdır. Nitekim, otoriter ve totaliter rejimlerde de seçim ve onun sonucunda ortaya çıkan temsil olgusu mevcuttur. Hatta siyasal seçimler, bu rejimlerin kendi meşruiyetlerini sağlamlaştırma hususunda bulunmaz bir fırsattır437. O halde, bu rejimler de dâhil olmak üzere bütün rejimlerde siyasal irade, belli aralıklarla göstermelik de olsa, halkın önüne konan sandıktan, yani seçimden çıkmaktadır.

434 Andrew Heywood: a.g.m., s.73

435 Andrew Heywood: Political Theory, s.233

436 Atilla Yayla: “Sandık Demokrasisi”, Demokrasiyi Koruma Kılavuzu, Liberte Yayınları, 2001, s. 38

437Gerçekten de örneğin Hitler Rejimi, meşruiyetini halkı temsil ettiği iddiasına dayandırmıştır. Bkz.

Roland Pennock: a.g.e., s. 309

Dolayısıyla da, sadece demokrasiler değil bütün rejimler temsili bir nitelik taşımaktadır.

Halkın siyasal sürece ilişkin rolünde yaşanan bu değişimin altında yatan nedenlerin başında, devletin ölçek bazında çok büyümesi gelmektedir.

Artık, siyaset sahnesinde en büyük siyasal örgütlenmeler olarak ulus devletler yer almaktadır. Ulus devletlerin nüfus büyüklüğü, siyasal katılımın eski biçimiyle devam ettirilmesini zorlaştırmış, hatta imkânsız kılmıştır438. Zira ulus devletlerin nüfusu, site ya da orta çağ İtalyan kent (şehir) devletlerine oranla çok daha büyük boyuttadır. Bunlar, yalnız barındırdıkları nüfus yönünden değil, sahip oldukları topraklar yönünden de çok büyüktürler. İşte bu nedenler, halkın siyasal katılım imkânını etkilemiş ve onların iradesinin yönetime doğrudan yansımasına engel olmuştur. Dolayısıyla da, yeni yöntemlere ihtiyaç duyulmuş ve sonuçta da yeni duruma uygun bir katılım biçimi, temsil yöntemi ortaya çıkmıştır. Böylece, antik Yunan demokrasisini inceleyen dönemin felsefeci ve siyasetçilerinin doğrudan katılım olgusuna yaptıkları ilâvelerle, yönetim faaliyetinde temsilcilerin başrol oynaması dönemi başlamıştır439. Doğrudan demokrasinin büyük nüfuslara uygulanma zorluk ve imkânsızlığı, temsil fikriyle aşılmaya çalışılmış440 ve sonuçta da temsil kurumu, demokrasinin ulus devlet ölçeğinde hayat bulmasını sağlayan en temel faktör olmuştur441. Gerçekten de, halkın devasa boyutlara ulaşan bu örgütlenmelerde iradesini siyasal yaşama yansıtabilmesinin, en azından günümüzde, daha rasyonel bir başka yolu bulunmamaktadır.

Ancak, temsili demokrasinin ciddi bir takım kusurları bulunduğu ve bu yüzden de eleştirildiği unutulmamalıdır. Bu konuda en ciddi ve yaygın eleştiri, halkın yeni rolünün onu pasifleştirdiği şeklindedir. Bunda da çok büyük oranda doğruluk payı bulunduğu söylenebilir. Nitekim, bunu doğrular biçimde öğretide, temsili demokrasi, dolaylı bir biçimde işlediği için “sınırlı demokrasi”

438 Oktay Uygun: a.g.e., s. 114

439 Leslie Lipson: a.g.e., s. 48-49

440 Barry Holden: a.g.e., s. 58

441 Oktay Uygun: a.g.e., s. 116

olarak da adlandırılmaktadır. Bu nitelemeye yol açan temel faktör, halkın siyasal sürece katılımının hem çok seyrek hem de kısa olmasıdır. Zira, bu sistemde halk yalnız birkaç yılda bir gerçekleştirilen seçimlerde oy verme imkânına sahip bulunmaktadır442. Bunun dışında kalan zamanlarda ise halkın yönetim sürecinde genellikle hiçbir rolü bulunmamakta ya da, daha iyimser bir deyişle, çok sınırlı biçimde etkileme imkânı bulunmaktadır. Bu sınırlı etki, halkın pasif bir role itildiğinin en açık göstergesidir. Zaten, temsili demokrasinin en fazla eleştirilen yönü de burasıdır443. Bu duruma çözüm olarak da, halkın siyasal sürece daha çok katılımını öngören alternatif demokrasi türlerinin geliştirilmesi yoluna gidilmektedir. Bu bağlamda, ortaya atılan yeni modellere örnek olarak “katılımcı demokrasi”, “müzakereci demokrasi”, “diyalojik demokrasi” gibi demokrasi türleri gösterilebilir. Bu türlerin ortak amacı, vatandaşların seçim dönemleri dışında daha aktif olmalarını sağlayarak onları siyasal sürecin içinde daha çok tutabilmektir.

Klasik demokrasi anlayışının siyasal katılım biçiminde meydana gelen değişiklik yanında bir diğer değişiklik de halkla ilgili olarak yaşanmıştır. Zira, demokrasi, her şeyden önce, “halk tarafından yönetim ilkesi”ne dayandığı için halkın niteliği konusu çok önemlidir. Halk ya da daha açık bir deyişle, halkın kimlerden meydana gelmesi gerektiği hususu, demokrasinin en önemli ve öncelikli konularının başında gelmelidir. Geçmişten ders almış olan modern demokrasi, bu konuda son derece duyarlıdır. Bu nedenle de, klasik demokrasi modelinin halk anlayışı, yeni demokrasi modelinde, çok büyük değişimler geçirerek yeni içeriğiyle yerini almıştır. Bu suretle, modern demokrasi anlayışıyla birlikte halk anlayışı da değişmiştir. Bu değişimin, bazı sorulara verilen cevaplara paralel olarak gerçekleştiği söylenebilir. Modern demokrasi anlayışının üzerinde en fazla durduğu sorular “Acaba yönetme yetkisine sahip olan halk kimlerden oluşmalıdır?”, “Toplumun bütün kesimleri

442 Atilla Yayla: Siyasi Düşünce Sözlüğü, Liberte yayınları, 2003, s. 47; Andrew Heywood:

Political Theory, s.224-225

443 Temsili ya da dolaylı demokrasinin sahip olduğu bu olumsuz yönlerine rağmen, yine de siyasal tarihte önemli başarıların mimarı olduğu inkâr edilemez. Örneğin, kralların ve aristokrasinin mutlak iradelerinin kırılmasında temsilin inkâr edilemez rolü vardır. Bu modelin, hala günümüzde yönetime katılımda uygulanabilecek tek yöntem olduğu da bir gerçektir.

buraya (demos’a) dâhil edilmeli mi, yoksa bu konuda bazı ayırt edici nitelikler aranmalı mıdır?”, “Yönetime katılma hakkı kısıtlanabilir mi?” gibi sorulardır.

Bu sorulara verilen cevapların niteliği, demokrasinin modern versiyonunun oluşumunda son derece etkili olmuştur.

Modern demokrasinin bu sorulara verdiği cevap, mümkün olduğu kadar geniş toplum kesimlerinin siyasal katılım hakkının önündeki engellerin kaldırılarak katılımın sağlanması yönündedir. Bu değişimi sağlayan en temel unsurlardan biri, hiç kuşkusuz, yönetime katılacak halkın sahip olması istenen niteliklerin büyük kısmının bir tarafa atılmasıdır. Daha önceki çağlarla modern demokrasinin erken evrelerinde halkın, siyasal sürece aktif olarak katılabilmesi için genellikle bazı toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel nitelikler taşıması gerekmekteydi. Aslında tam da burada bu niteliklerin katılımın önündeki en büyük engeller olduğunu söylemek doğru olur. Zira, belirli toplumsal, ekonomik ya da kültürel özelliklere sahip olmayanlar kesinlikle vatandaş kategorisinde değerlendirilmiyor, dolayısıyla da siyasal katılım sürecinin dışında kalıyorlardı. İşte değişim, halkın bu alanlarla ilgili belirli nitelikleri taşıma şartında gerçekleşmiş, siyasal katılımı sınırlayan ya da engelleyen nitelikler gözden geçirilerek en aza indirilmiştir. Bu yeni yaklaşımın altında yatan en temel düşünce, toplumu oluşturan hemen herkesin vatandaşlık statüsü içine alınması düşüncesidir. Gerçekten de, bu yeni demokrasi anlayışında, halkı oluşturan her kesimdeki kişilerin siyasal katılım hakkına sahip olduğu/olması gerektiği düşünülmektedir. Bunun için de, bu hakkı kısıtlayan niteliklerin en aza indirilmesi yoluna gidilmiştir, sonuçta da bu yönde ciddi mesafeler kat edilerek kısıtlamalar en aza indirilmiştir.

Bunun, eski demokrasi anlayışında hayal dahi edilemeyecek bir durum olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Örneğin, daha önce de belirtildiği gibi, eski Yunan demokrasisinde siyasal katılma hakkına sahip olacak kişiler çok kısıtlayıcı kriterlere göre belirlenmekteydi. Bunun sonunda da toplumun bu kriterlere sahip çok küçük bir kesimi bu hakka sahip olabilmekteydi. Geri

kalan kesim bu hakka sahip olmadığından, siyasal sürece katılıp kendini ifade etme imkânı bulamamaktaydı. Oysa, yeni demokrasi anlayışında bu hakkın kısıtlanması çok daha az sayıda ve daha objektif kriterlere dayanmaktadır. Yani, modern demokrasi de siyasal katılıma ilişkin bazı sınırlamaların varlığını kabul etmektedir. Dolayısıyla, bu yeni demokrasi anlayışında da toplumun tamamı siyasal sürece katılma hakkına sahip değildir. Modern toplumda da bazı kısıtlamalar bulunmaktadır444. Bu açıdan bakıldığında, toplumu oluşturan herkese katılım hakkı verilmemektedir.

Gerçekten de, demokrasi üzerine kaleme alınmış modern eserlerin hiçbirinde, katılım hakkı toplumu oluşturan bütün bireylere tanınmamıştır.

Örneğin, çocuklara siyasal katılma hakkı tanınmaması gerektiği noktasında tam bir görüş birliği mevcuttur. Ayrıca, bir ülkede bulunan yabancıların o ülkede siyasal katılma haklarına sahip olmaları hususunda da çeşitli kısıtlamalar bulunmaktadır. Kısacası, modern demokrasilerde de toplumu oluşturan tüm insanlar, hatta tüm yurttaşlar demokrasinin öznesi olarak kabul edilmemektedir445.

Sonuç olarak, “halkı kimlerin oluşturacağı” şeklindeki sorunun ve ona verilen cevapların çok önemli olduğu söylenebilir. Zira, yaşanan değişimle birlikte, “halk tarafından yönetim ilkesi”, olması gerektiği noktaya daha da yaklaşmıştır. Şöyle ki, sonuçta siyasal katılım hakkı elde edenlerin veya yurttaşların sayısı artmış, böylece daha çok kişi demokrasinin öznesi haline gelmiştir. Başka bir deyişle, yeni modelde toplumu oluşturan kesimlerin yalnızca bir kısmı değil, toplumun bütünü temsil etme ve edilme hakkını kazanmıştır. Eskiden küçük bir toplulukla sınırlanmış olan demokrasi, yeni

444 Ancak, bu noktada siyasal katılımla ilgili bir hususun ifade edilmesi gerekmektedir. Genelde, siyasal katılım çok çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir. Bu çerçevede, seçimlerde oy vermekten bir partinin mitingine gitmeye varıncaya kadar siyasal katılım olarak nitelenebilecek birçok faaliyet bulunmaktadır. Burada siyasal katılımla kastedilen aslında oy verme, bir siyasal partiye üye olma vb.

aktif siyasal katılım kanallarıdır. Kısıtlamalara genellikle bu alanlarda rastlanmaktadır. Yoksa, her hangi bir partinin toplantı ya da mitinglerine katılma, bir takım sivil toplum kuruluşları kanalıyla siyaseti etkileme, ya da hatta radyo, televizyon ya da internetten siyasi gündemi takip etme gibi faaliyetlerin kısıtlanması mümkün değildir. Reşit olmayan bir kimse de, bir hükümlü ya da vatandaş olmayan her hangi bir yabancı da bu yollarla siyasal sürecin içinde yer alabilir.

445 Andrew Heywood: a.g.m., s.71.

anlayışla birlikte daha geniş topluluklara yayılma imkânı bulmuştur. Bu suretle de, demokrasinin ulusla birleştirilip bütünleştirilmesi mümkün hale gelmiştir446.

Yeni demokrasi anlayışında daha önceki anlayışta bulunmayan diğer bir yenilik de siyasi iktidarın, dolayısıyla halkın egemenliğinin sınırlandırılması fikridir. Bu sayede, özellikle yönetimin(devletin) ve aynı zamanda da diğer kişi ve grupların da kişi hak ve özgürlüklerine yönelik saldırıları engellenebilmiş ya da en aza indirilebilmiştir. Bunu mümkün kılan husus, tüm bireylerin hak ve özgürlüklerinin yasal güvence altına alınmasıdır. Zaten Brick de bu noktadan hareketle modern demokrasiyi, halkın iktidarı fikriyle birlikte kişi hak ve özgürlüklerinin de yasal güvence altına alındığı bir yönetim biçimi olarak tarif etmektedir447.

Ayrıca, katılımın gerçekleşme biçiminde ve halkın oluşumunda söz konusu ilkesel değişikliklere paralel olarak, bazı değerler daha fazla önem kazanarak daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır. Bu sayede bazı ilke ve değerler çok daha önce gerçek anlamda sahip olmaları gereken önemi kazanarak ön plana çok daha fazla çıkmışlardır. Bu değerler, kısaca ifade etmek gerekirse, özgürlük ve eşitliktir. Bu süreçle birlikte özgürlük ve eşitlikten çok daha fazla söz edilmeye başlanmıştır. Zira, bunlar demokrasi için son derece önemli ve vazgeçilmez unsurlardır. O kadar ki, Lipson’un benzetmesiyle, fizikçiler için uzay ve zaman ne ise, demokrasi teorisyenleri için de özgürlük ve eşitlik odur448. Bunların bulunmadığı ya da eksik olduğu bir ortamda demokrasinin sağlıklı işlemesini beklememek gerekir. Hatta duruma göre orada demokrasinin varlığı bile tehlikeye düşebilir. Eşitlik ve özgürlüğün sahip olduğu bu önemden dolayı demokrasinin bu değerler üzerine oturmakta olduğu savunulmaktadır449. Dolayısıyla da, demokrasinin diğer sistemlerden, özellikle otoriter ve totaliter sistemlerden ayrılmasında bu değerlerin varlığı

446 Leslie Lipson: a.g.e., s.

447 Bernard Crick: Democracy, s.13

448 Leslie Lipson: a.g.e., s.18

449 Albert Weale: a.g.e., s.54

önemli rol oynamaktadır. Nitekim, herhangi bir ülkedeki yönetimin ne ölçüde demokratik olduğu değerlendirilirken, onun özgürlük ve eşitlik idealleriyle/değerleriyle ilişkisi ön planda tutulmaktadır. Bu bağlamda, bu değerlere önem veren, politikalarını bunlara uygun düzenleyen rejimlerin daha demokratik oldukları söylenebilir. Bu değerlerden hangisinin diğerinden önce geldiği ise, tartışmalı bir konudur. Bu konuda farklı görüşler mevcuttur.

Eşitlik ve özgürlük kavramları tezin ilerleyen sayfalarında daha ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.

Modern demokrasinin yeni kazanımlarına tekrar dönülecek olursa bir noktanın belirtilmeden geçilmemesi gerekir. O nokta da şudur ki, temsil kurumu uygulanmaya başlandıktan sonra bile modern demokrasinin getirdiği ve zamanla çok daha iyi bir biçimde yerleşmiş olan diğer ilkelerin hayata geçirilmeleri kolay ve kısa sürede olmamıştır. Örneğin, vatandaş sayılacaklarda aranan ekonomik, sosyal ve kültürel nitelik ve kriterlerin hafifletilmesi ve hatta birçoğunun artık aranmaması için ciddi mücadelelerin yapılması gerekmiştir. Yine benzer biçimde eşitlik ve özgürlük ilkelerinin herkesi kapsaması için de birçok mücadeleler yapılmıştır. Özgürlüğün, herkes için olduğu fikri kabul edilinceye kadar, bu, sadece sınırlı sayıda insanın ayrıcalığı olarak görülmüştür. Özgürlüğe sahip olmak, çeşitli kriterlere sahip olma şartına bağlanmıştır. Özgürlüğün sınırlı olmasıyla bağlantılı olarak modern demokrasi içinde eşitlik de uzun bir süre sınırlı kalmıştır. Bu bağlamda, eşitlikten ancak çok ayrıcalıklı sınırlı bir grup yararlanabilmiştir. Bu dönemde, eşitlik sadece özgür insanlar için geçerli sayılmıştır. Özgür olmak için de erkek olmak gerektiğinden, eşitlik de yalnız erkekler için söz konusu olmuştur. Bütün bunların sonunda da yönetime katılma, dolayısıyla halkın bir üyesi olabilme hakkı sadece erkeklere, o da belirli niteliklere sahip olanlarına tanınmıştır. Bu suretle de yetişkin nüfusun büyük bir kısmı siyasal hayatın dışında kalmıştır450. Günümüzün birçok sanayileşmiş liberal demokrasisinde

450 Bu duruma İngiltere’den bir örnek veren Dahl bu ülkede 1832’de bile yirmi yaşından büyük olan nüfusun ancak %5’inin oy kullanma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Bkz. Robert Dahl:

Demokrasi Üstüne, s. 23

oy hakkının yaygınlaştırılması, ancak 20. Yüzyılın içinde mümkün olabilmiştir.

Hatta bazı demokratik ülkelerde kadınlar oy hakkına kavuşmak için 1970’lere kadar beklemek zorunda kalmışlardır.

Tezin bu bölümünde, antik Yunan demokrasisinde somutlaşan klasik demokrasi modelinden sonra hayat bulan modern bir demokrasi modeli olan liberal demokrasi ele alınacaktır. Önce liberal demokrasiyle ilgili genel bazı bilgiler verilecek, ardından da kavramın tanımına geçilecektir. Daha sonra da, bir siyasal sistemin liberal demokrasi olarak nitelenebilmesi için bulunması gerekli kriterler belirtilecektir.