• Sonuç bulunamadı

Eşitlik, eşitsizlik ve hiyerarşi gibi kavramlar neredeyse bütün fikir sistemlerinde en yoğun tartışmaların konusunu teşkil etmektedir. Zira, eşitlik dışındaki bu iki kavram tarih boyunca insan hayatının doğal ve değişmez bir özelliği olarak görülmüş ve öyle kabul edilmiştir. Bu sebeple de, eşitsizlik olgusu, bazı filozofların konuya yönelik zayıf ilgisi dışında, yakın zamanlara kadar sistemli bir eleştirinin konusu olmamıştır. Eşitsizliğin ciddi ve görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir toplumsal ve daha önemlisi insani sorun olduğu ise ancak yakın zamanlarda kabul edilmiştir. Dolaylısıyla, bu sorunun ortadan kaldırılması, başta düşünürler olmak üzere, birçok kişinin en önemli amacı haline gelmiş, bu yönde sayısız çaba harcanmıştır. Eşitlik kavramı, birçok fikir adamının ve ideolojinin son derece önem verdiği ve bu nedenle de dilinden düşürmediği sihirli bir kavram haline gelmiştir258. Hatta, neredeyse bütün fikri çaba ve enerjisini bu sorunun giderilmesine adamış sosyalizm gibi ideolojiler bulunmaktadır. Ancak, eşitsizliklerin giderilmesine yönelik tüm çabalara rağmen insan yaşamının her alanında, önce eşitsizliğin ortadan kaldırılması ve ardından da eşitliğin sağlanması mümkün olamamıştır. Eşitsizlik bazı alanlar dışında varlığını halen, hem de güçlü bir biçimde devam ettirmektedir.

257 Ted Honderich: a.g.e., s.152

258 Eşitsizliğin, insan hayatını ilgilendiren birçok alanda var olduğu söylenebilir. Eşitsizlik, öncelikle ekonomik, sosyal, siyasal, hukuki ve cinsiyete ilişkin konularda yaygın biçimde görülmektedir.

Dolayısıyla, bu alanlardaki eşitsizlikleri ortadan kaldıracak ya da en azından minimum düzeye indirecek sayısız düşünce ve görüş ortaya atılmıştır.

Bu kavramların taşıdığı önem açısından bakıldığında eşitlik, eşitsizlik ve hiyerarşi kavramlarına muhafazakâr felsefe ve ideolojide de rastlanmaktadır. Muhafazakâr eserlerin neredeyse tamamında bu kavramlar geçmektedir. Burke’ten günümüze kadar pek çok muhafazakâr düşünür ve yazar eserlerinde bu kavramlarla ilgili görüşlerini belirtmişlerdir. Eşitlik ve eşitsizlik kavramlarına ilişkin bu fikir ya da görüşlerin ortak noktası, birbirleriyle büyük ölçüde benzerlik taşımalarıdır. Ancak, bu benzerlik eşitlik kavramına olumlu değil olumsuz yaklaşma anlamında bir benzerliktir.

Muhafazakarlıkla ilgili literatür incelendiğinde, bütün muhafazakârlık türlerinde eşitlikten ziyade eşitsizlik vurgusuna rastlanmaktadır259. Bu bağlamda, muhafazakâr felsefenin eşitlik fikriyle yıldızının hiçbir zaman barışmadığı rahatlıkla söylenebilir260. O kadar ki, örneğin Eccleshall muhafazakârların, politikada rasyonalizmin egemenlik kurmasına ilişkin olumsuz tutumlarının sadece rasyonalizmin varlığından beslenmediğini vurgulamıştır. Muhafazakârların karşıtlıklarını rasyonalizm kadar besleyen diğer bir husus da servet ve güç farkını ya da eşitsizliğini eşitlemeyi amaçlayan sosyal mühendislik çabalarıdır261.

Muhafazakârların eşitlik anlayışlarına daha yakından bakıldığında, ilk söylenebilecek şey, muhafazakârlıkta eşitliğin toplumsal boyutuyla, yani toplumsal eşitlik anlamında ele alınmadığıdır. Muhafazakârlara göre eşitlik, toplumsal adaletin gerçekleşmesi için zorunlu bir şart olmadığı gibi, onun

259 Robert Eccleshall: a.g.e., s.57.

260 Tezin üçüncü bölümünde daha ayrıntılı bir biçimde incelenecek olsa da, burada kısaca değinmek gerekir ki, muhafazakârlığın demokrasiye ilişkin teorik düzeydeki olumsuz değerlendirmelerinin temel nedenlerinden biri, demokrasinin eşitliğin mevcudiyetine verdiği olmazsa olmaz önemdir.

Anthony Quinton: a.g.m., s.260. Daha önce de belirtildiği üzere, toplumsal uyum ve istikrara önem veren muhafazakârlarca eşitliğin hoş karşılanması, pek de mümkün değildir.

261 Robert Eccleshall: a.g.m., s. 57. Eccleshall bu görüşüne destek olarak da yeni sağın varlığını göstermektedir. Buna göre, muhafazakârların karşı çıktıkları şey başlı başına rasyonalizm olsaydı, yeni sağ gibi radikal bir sağ düşünce akımının hayat bulması güç olurdu. Ancak, bizce muhafazakârların rasyonalizm karşıtlıkları su götürmez bir gerçektir ve bazı olumsuzluklara sebebiyet verme riski ya da potansiyeli taşıdığı için muhafazakârlarca reddedilmektedir. Nitekim Burke’ten itibaren birçok muhafazakâr, rasyonalizmi, insan aklına sınırsız bir etkinlik alanı tanımasından dolayı mahkûm etmişlerdir. Onlara göre insan bu sınırsız yetkisini kullanarak boyundan büyük işlere kalkışabilir ve telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabilir. Yeni sağın ortaya çıkmasını, muhafazakârların pragmatik duruşlarına olduğu kadar ideolojideki bazı aksaklıklar ya da tıkanmaların farkına varılmış olmasına, yani çıkış arayışlarına da bağlamak mümkündür.

varlığının da bir göstergesi değildir. Bunun doğal sonucu olarak da muhafazakârlıkta, geniş anlamdaki sol düşüncenin savunusunun aksine, toplumsal şartlarda eşitlik gibi bir vurguya hiçbir zaman rastlanmamaktadır.

Eşitliği sosyal adaletle ilgili olarak, toplumsal eşitlik biçiminde görmeyen muhafazakâr felsefede eşitlik, ancak prosedürel (usuli) anlamda kendine yer bulabilmektedir. Buna göre eşitlik, hukukun ya da kanunların tarafsız, adil bir biçimde herkese eşit olarak uygulanması durumunu ifade etmektedir262. Hukuk, ancak hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkese uygulandığı zaman eşitlik gerçekleşmiş olur. Nitekim, Scruton da toplumun belli kesimlerinin ulusal gelirden daha fazla pay almasının, bazılarının diğerlerine oranla daha zengin olmalarının adaletsizlik ya da haksızlık olarak değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. O’na göre adaletsizlik, eğer bu insanların ekonomik üstünlükleri haksız bir biçimde gerçekleşmişse ancak o zaman söz konusu olabilir263. Bunu önlemenin yollarından biri, belki de en başta geleni ise, hukuk kurallarının, diğer işlevleri yanında, kişilerin haksız kazanç sağlamasını da önleyecek biçimde ayrım gözetilmeksizin tüm topluma eşit biçimde uygulanmasıdır. Muhafazakârlar, hukuk kuralları herkese eşit olarak uygulandığı zaman eşitliğin sağlanmış olacağına inanırlar.

Görüldüğü gibi, muhafazakâr felsefede eşitlik özellikle sol siyasal yelpazedeki ideolojilerce anlaşıldığı biçimiyle, ulaşılması/gerçekleştirilmesi gerekli görülen ve bu nedenle de saygı duyulan bir kavram değildir. Eşitsizlik muhafazakâr ideolojide kendine göre bir anlama ve meşrulaştırma biçimine sahiptir. Buna uygun olarak da, muhafazakâr düşünürler eşitsizlik kavramından nefret etmedikleri gibi, onu eleştirmeyi ya da suçlamayı da akıllarının ucundan geçirmemektedirler. Zira, muhafazakârlar bu eşitsizlik halini toplumun doğal bir hiyerarşiye sahip oluşunun sonucu olarak görürler264. İşte, bu doğal hiyerarşik yapı, eşitsizliği de kaçınılmaz kılmaktadır.

Muhafazakârlara göre eşitsizlik, doğal bir durumdur. Dolayısıyla, bu açıdan

262 Anthony Quinton: a.g.m., s. 260

263 Roger Scruton: a.g.e., s. 80

264 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.76

bakıldığında, toplumun başına musallat olan kötülük ve sıkıntıların sorumlusu olarak kesinlikle mevcut toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler görülmemelidir.

Muhafazakârlara göre, toplumda bazı olumsuzluklarla karşılaşılıyorsa, bunun temel nedeni, insanın kötü olan ve hiçbir zaman da düzeltilemeyecek olan doğasıdır. Oysa, örneğin bilindiği üzere sol düşüncede eşitsizlik doğal bir durumun sonucu olmaktan çok toplumsal yapının bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Buna göre, toplumsal yapı değiştirilip düzeltilirse eşitsizlik de giderilmiş olur.

Muhafazakârlar, eşitsizliğin tek bir nedeninin bulunduğuna inanmamaktadırlar. Muhafazakârlara göre, insanlar arasında görülen ve toplumsal kurum ve uygulamalara da nüfuz etmiş olan eşitsizlikler265, bazı etkenlerin sonucu olup çok çeşitli biçimlerde görülebilmektedirler. Bu konuda muhafazakârlar daha çok iki nedenin etkili olduğunu düşünmektedirler. Buna göre, insanlar arasındaki eşitsizliğin biri doğal, diğeri ise toplumsal ya da daha doğru bir deyişle toplumun niteliğinden kaynaklanan iki temel nedeni vardır. Her iki nedenin de insanlar arası eşitsizliğin oluşmasında belirleyici olduğu iddia edilmektedir. Ancak, bu iki farklı eşitsizlik kaynağının yarattığı etkiler farklıdır. Bu farklılık bilhassa doğal ve toplumsal eşitsizliklerden etkilenen yerlerin farklılığı olarak yansımaktadır. Bununla birlikte, bu iki faktör birbirinden tamamen ayrı olmayıp, belirli ölçülerde birbirini etkilemektedir.

Şöyle ki, doğuştan gelen (doğal) özelliklerin sebep olduğu eşitsizlik, yani doğal eşitsizlik, bireye ilişkin bir eşitsizlik iken, toplumun organizmaya benzetilmesinden doğan eşitsizlik hem bireyler hem de kurumlar, sınıflar ve daha geniş insan grupları için geçerlidir. Görüldüğü üzere, muhafazakâr felsefede bireysel eşitsizlik her iki kaynaktan birden beslenmektedir. Bunun temel nedeni, toplumu oluşturan kurum ve uygulamaların bireylerin doğal kabul edilen eşitsizliklerini de yansıtıyor olmalarıdır266. Başka bir deyişle, bireysel eşitsizlik, kurumların yol açtığı eşitsizliklerin de belirli oranda sorumlusudur.

265 Gerald F. Gaus: Political Concepts and Political Theories, Westview Press, 2000, s.177

266 Gerald F. Gaus: a.g.e., s.177

“İnsanlar arasında doğal bir eşitsizlik vardır. Durum böyleyken onları sanki eşitlermiş gibi değerlendirmek faydasızdır“267 biçimindeki ifade, muhafazakârların eşitsizliğin kaynağı olarak gördükleri nedenlerden ilkini, yani doğal eşitsizliği çok açık ve net biçimde özetlemektedir.

Muhafazakârlara göre insanlar, Tanrı tarafından eşit olmayan özellikler bahşedilmiş olarak doğmaktadırlar268. Bu konuda liberal felsefeyle paralel düşünen muhafazakârlara göre, herkesin aynı özelliklere sahip olması mümkün değildir. Örneğin, genellikle doğuştan gelen enerji, fiziki güç, boy, yetenek, hüner, zeka, potansiyel, motivasyon gibi özelliklere diğerlerinden daha fazla sahip olan bireylerle diğer bireyler arasında doğal olarak bir eşitsizlik vardır. Dolayısıyla, eşitsizlik toplumda yaşayan insanların doğalarının bir gereğidir. Doğal şartlar insanların birbirleriyle eşit olmalarını önlemektedir269. Bunun sonucunda da, insanlar doğuştan getirdikleri özelliklerin yoğunluğuna göre diğerlerine karşı ya üstün olurlar ya da onlardan daha aşağıda yer alırlar. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Ancak, Heywood’un da belirttiği gibi, insanların yetenek ve çalışma isteklerinin eşit olmadığını vurgulayan liberal felsefe bu anlayışıyla meritokrasinin yüceltilmesine varırken aynı şeyi muhafazakâr felsefede görmek mümkün değildir. Zira muhafazakârlar, liberal düşüncenin aksine, doğuştan gelen eşitsizliklerin kişisel gayret ve kendini geliştirme yoluyla giderilemeyeceğini vurgulayarak, liyakat sahiplerince yönetim anlamına gelen meritokrasiye değil, doğal aristokrasi olarak nitelenebilecek bir fikre bağlanmış olmaktadırlar270. Böylelikle de, eşitsizlik meşrulaştırılmaktadır.

Belirli noktalardaki eşitsizliğin doğal kaynaklı olduğunu bildirerek liberal felsefeye yaklaşan muhafazakârlar, toplumun sahip olduğuna inandıkları

267 Gerald F. Gaus: a.g.e., s.174

268 Peter Viereck: Conservatism - From John Adams to Churchill, D.Van Nostrand Company, 1956, s. 19

269 Stephen Davies: “Equality”, A Dictionary of Conservative and Liberatrian Thought, Ed.By, Nigel ASHFORD and Stephen DAVİES, Routledge, 1991, s.89; Charles Funderburk and Robert G.Thobaben: a.g.e., s. 129; Robert Eccleshall: a.g.m., s.58; Gerald F. Gaus: a.g.e., s.174

270 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.77

temel bir özelliği vurguladıkları zaman da onlardan ayrılırlar. Bu iki ideoloji arasındaki farklılaşmaya, muhafazakârların toplumların organik bir yapıda oldukları şeklindeki inançları yol açmaktadır. Buna göre eşitsizlik, toplumun organik yapıda olmasının kaçınılmaz bir sonucudur. Organik toplum, niteliği itibariyle eşitliği imkânsız kılan ya da başka bir deyişle, eşitsizliği yaratan önemli bir etkendir271. Bu eşitsizlik hem tek tek kurumlar, toplumsal sınıf ve gruplar arası eşitsizlik hem de bu kurum ve grupların bireyler arasında yol açtığı eşitsizliktir. İlk duruma bakıldığında, tıpkı bir vücutta kalp, beyin, göz, kulak ve diğer organların birbirlerinden farklı işlevler yerine getirmeleri gibi, toplumsal sınıf ve gruplar ile kurumların da toplum içinde kendilerine özgü işlevleri vardır. Bunların her biri diğerinden farklı işlevler görür. Ancak, ne vücuttaki organların ne de toplumsal öğelerin işlevleri aynı değer ve önemdedir. Bazı organlar diğerlerine oranla daha hayati işlevler yerine getirirler. Bazılarının işlevi ise diğerlerine oranla daha önemsizdir.

Muhafazakârlar, aynı durumun, toplumsal kurum ve unsurlar için de geçerli olduğunu düşünürler. Buna göre, örneğin, aile kurumu, dini nitelikli kurumlar, eğitim kurumları, spor amaçlı kulüp ve dernekler, çeşitli amaçlara sahip diğer dernekler vb. gibi kurumlar işlevleri ve dolayısıyla da önemleri birbirlerinden farklı olan kurumlardır. Dolayısıyla da bunlar birbirleriyle eşit değillerdir. Yani bir eşitsizlik durumu söz konusudur.

Yine her toplumda, işlevleri açısından farklılıklar gösteren işverenler ve işçiler ile yönetenler ve yönetilenler gibi sınıf ve gruplarla ilgili eşitsizliklere rastlanmaktadır. Bütün bu kesimler arasında taşıdıkları önem açısından farklılıklar, dolayısıyla da eşitsizlikler olmasına rağmen, muhafazakârlara göre bunların hepsi gerekli ve yararlı unsurlardır. Örneğin, yönetenler sahip oldukları güç açısından yönetilenlerden daha üstün olsalar da taşıdıkları sorumluluk yönünden yönetilenlerin rahatlığına sahip değillerdir. Ayrıca, yönetilenler de seçimle belirlenen kurumlarda yer alan yönetenleri oylarıyla seçme güç ve ayrıcalığına sahiptirler. Benzer biçimde, işverenler sahip

271 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.81; Gerald F. Gaus: a.g.e., s. 174

oldukları sermaye ve bunun sağlayacağı olası siyasal, toplumsal ve ekonomik faydalar nedeniyle işçilere göre daha şanslı ve üstün görünseler de, bir başarısızlık durumunda ödemek zorunda kalkacakları maddi ve manevi fatura düşünüldüğünde işçilerin daha az avantajlı olduğu varsayımının pek de doğru olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla, her kesimin farklı işlevlere sahip oluşundan dolayı vazgeçilmez olması, aynı zamanda eşitsizliğin varlığını da kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bireysel ve sınıfsal açıdan bakıldığında, eşitsizlik daha da belirgin biçimde görülebilir. Pek çok kurum bazı insanlara, diğerlerine sağladığından daha fazla imkânlar sağlayarak eşitsizliğe yol açabilmektedir. Gerçekten de, örneğin aile kurumu açısından olaya bakıldığında, ekonomik ve sosyal açıdan daha üst düzeyde olan ailelerin çocuklarının, daha zayıf olan ailelerin çocuklarından eşitsizlik anlamında farklılaştıkları görülmektedir. Aynı şekilde, ekonomik durum da eşitsizliğin kaynağı olarak değerlendirilebilir. Örneğin, her toplumda gelir ve servet açısından diğerlerine oranla çok daha iyi durumda olan insanlar vardır. Eğitim kurumlarının da eşitsizlik yaratma konusunda etkili oldukları söylenebilir272. Bunlar hem genelde üniversite eğitimi alma anlamında hem de daha özelde üniversite eğitimi alacaklar arasında eşitsizliklere yol açarlar. Yükseköğretimden yararlanma, yani herkesin üniversitede öğrenim görmesi mümkün değildir.

Muhafazakârlığın eşitliğe bakışını toparlamak gerekirse, muhafazakârlar bir soyutlama(yani teori) ve bir “-izm”, yani eşitlikçilik(egalitarianism) anlamında eşitliği hiçbir zaman onaylamamışlardır273. Onlara göre eşitlik ulaşılması mümkün olmayan bir idealdir. Bu bakımdan, sosyal ve ekonomik eşitliği gerçekleştirmeye yönelik her arzu, her çaba ütopya olmaktan öteye gidemez. Üstelik o ideali gerçekleştirme girişim ve çabaları beraberinde birçok tehlike getirir. Örneğin, eşitlikçi program ve projeler eşitsizlik kaynaklarını kurutmak amacıyla otoriter

272 Gerald F. Gaus: a.g.e., s.175

273 Peter Viereck: Conservatism-From…, s. 19

nitelikli tedbirler gerektirebilir. Ancak, bu tedbirler bireysel özgürlükler alanına müdahale edilerek bunlara zarar verilmesine ve hatta ortadan kalkmalarına yol açabilir274. Dolayısıyla, bu eşitsizlikleri gerçek ve değişmez olarak kabul etmek, onların doğal yapılar olduklarına inanmak yapılabilecek en mantıklı ve doğru iştir. Başka türlü düşünmek, toplumun mevcut dengesini tersine çevirmekten başka bir işe yaramaz.

İnsanların doğuştan gelen bazı özelliklerini eşitsizliğin nedeni kabul edip, sonra da eşitliği sağlamak uğruna bu özellikleri perdelemek ya da daha alt düzeyde özelliklere sahip olanların bu yönlerini bazı imkânlarla desteklemek yoluna gidildiği takdirde, bizzat bu yollar eşitsizliğin sebebi olurlar. Daha da kötüsü, bu işi yapacak güç olarak devletten başkası söz konusu olmayacağı için bu durumda işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alır. Bunun sonunda, devlet, sahip olduğu üstün güce ve kuvvet kullanma tekeline dayanarak yeni düzenlemeler yapmak için kendisinde her alana müdahale etme hakkı bulacaktır. Muhafazakârlara göre, bu son derece yanlış bir yoldur. Devlet kesinlikle eşitliği kurucu bir rol üstlenmemelidir275. Devletin doğal düzeni değiştirmesi gibi bir şey de söz konusu olamaz276. İnsanların doğuştan getirdikleri özellikleri düzeltilebilir ya da değiştirilebilir değildir. Zira, son derece karmaşık bir yapıda olan insan, toplum ve onun unsurları, bu karmaşıklığı çözme yeterliliğine sahip olmayan bireysel akıl temelli beşeri planlarla hiçbir biçimde ve hiçbir zaman yönetilip yönlendirilemez.

Muhafazakârlara göre, eşitsizliği giderip eşitliği hâkim kılma çabaları sonunda bundan zarar görüp olumsuz şekilde etkilenecek değer, hiç şüphesiz geleneklerdir. Eşitsizliğin nedeni olarak görülen her şey, özellikle de gelenekler ya ortadan kaldırılma ya da özünü kaybedecek biçimde değişikliğe uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu da, insanların, geçmiş nesillerin

274 Robert Eccleshall: a.g.e., s. 58. Burada kastedilen özgürlük liberal ya da sosyalist değil muhafazakâr anlamdadır.

275 Charles Funderburk and Robert G. Thobaben: a.g.e., s. 129

276 Gerald F. Gaus: a.g.e., s.177; Charles Funderburk and Robert G.Thobaben: a.g.e.,s. 129

bilgeliğini taşıyan geleneklerden, dolayısıyla onların rehberliğinden yoksun kalmalarına yol açar.

O halde, toplum, muhafazakârlarca, bir organizma biçiminde anlaşılıp onunla özdeşleştirildiği sürece, muhafazakâr felsefede, eşitsizliğin ortadan kaldırılabileceği yönünde bir yaklaşımın olması pek mümkün değildir.

Toplumun organizmayla özdeşleştirilerek ele alınması halinde, eşitsizlik her zaman olağan bir durum olarak görülecektir. Aynı şekilde, muhafazakâr düşüncede eşitsizliğin varlığı anlamına gelen hiyerarşi, güçlü bir şekilde savunulmakta ve bunun devam etmesi arzu edilmektedir277. Ancak, muhafazakârların eşitsizliğe yönelik bu vazgeçilmez vurgularına rağmen, tezin üçüncü bölümünde değinileceği üzere, zaman ve şartlar gerektirdiğinde, eşitliği sağlayıcı politikaların desteklendiğine de şahit olunmaktadır278.