• Sonuç bulunamadı

Kişinin, sadece haklar değil, aynı zamanda yükümlülük ve görevlerle de çevrili olduğu düşüncesi muhafazakârlıktaki bir diğer kilit kavramı gündeme getirmektedir. Bu kavram “otorite” dir. Ancak, otoriteden maksat sadece devlet otoritesi değildir. Muhafazakârlar açısından, en az devlet otoritesi kadar önemli görülen, hatta bu otoritenin zayıflaması durumunda toplum düzeninin devamı açısından en fazla sorumluluk yüklenen başka

309 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.78

310 Giddens’ın da isabetle ifade ettiği gibi, haklar tek başlarına var olamaz; onlara mutlaka bazı ödev ve yükümlülüklerin eşlik etmesi gerekir. Toplum, yalnız yaşayanlar arasındaki değil, ölüler ve doğacaklar arasındaki ortaklığı da içerdiği için haklar ve söz konusu ödev ve yükümlülükler uzun nesillerin izlerini taşırlar. Bkz.Anthony Giddens: a.g.e., s. 26

311 Russell Kirk: a.g.m.

312 Russell Kirk: a.g.m.

otoriteler de mevcuttur. Aşağıda otorite olgusu çeşitli yönleriyle ele alınacaktır.

Muhafazakârların “otorite” kavramına yaptıkları vurgu, bu düşüncenin en önemli ve güçlü temellerinden birini oluşturmaktadır. Muhafazakârlığın bütün türleri otoritenin vazgeçilmezliğini iddia eden fikirlerle doludur313. Zaten muhafazakârların rasyonalizme karşı çıkma gerekçelerinden biri de onun kurulu otoriteleri sarsma ya da yıkma tehdidi içermesidir314. Oysa, otorite gerekli ve faydalı olup mutlaka korunup devam ettirilmelidir315. Zira, bireysel mutluluk, toplumsal düzen ve istikrar için bu olmazsa olmaz bir şarttır. Aksi takdirde, özgürlüklerin olabildiğince genişlemesi ve sonuçta da kişinin toplumundan yabancılaşması kaçınılmaz bir hal alır. Böyle bir durum ise birey için mutsuzluğa açılan bir kapı demektir.

Muhafazakârların otoriteye duydukları sarsılmaz güven ve ona verdikleri vazgeçilmez önemin, kişinin mensubu olduğu toplumdan yabancılaşmasını ve onun ahlâki ve kültürel anlamda kaybolmasını önleme kaygısından doğduğu söylenebilir. Bu anlamda otorite, muhafazakâr düşünürlerce kişiye yol gösteren bir rehber olarak görülmektedir. Kişi bu sayede, duracağı yeri, hak ve yükümlülüklerini daha net biçimde anlayabilecek, davranışlarını ona göre düzenleyebilecektir. Dahası, kişiyi son derece ihtiyaç duyduğu güvenlik duygusuyla donatarak316, ona yalnız olmadığını hissettirecek, karşılaştığı sorunların çözümünde ona destek

313 Otoriteye verilen bu önem ve anlam, muhafazakârlığı, diğer ideolojilerden farklı kılan temel noktalardan biridir. Bu farklılık, özellikle liberalizm söz konusu olduğu zaman daha açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Zira, liberalizmin en temel unsurlarından olan özgürlüğün otoriteyle sorunsuz olarak bir arada bulunması neredeyse imkânsızdır. İsmi bile özgürlük kavramıyla doğrudan bağlantılı olan liberalizmin otorite kavramıyla uyuşabileceği şüphelidir. Ancak, belirtmek gerekir ki, liberalizm de homojen, yani tek türü olan bir ideoloji değildir. Zaman içinde o da çeşitlenmiştir. Bu çeşitlilik farklı kavramlar ve durumlar karşısında uyumlu/ahenkli bir tavrın alınmasını engellemektedir.

Örneğin, modern liberalizm klasik liberalizmin aksine devletin daha aktif olması ve sosyal devlet rolleri üstlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak, bunda da devlet müdahalesinin ağırlıklı olarak ekonomik alana yönelik olduğunu unutmamak gerekir.

314 Tanıl Bora: a.g.e., s.60

315 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.82

316 Tanıl Bora: a.g.m., s.60

olacaktır317. Bunu elbette, toplumun hafızasında saklı olan davranış kodlarını kullanarak gerçekleştirmektedir. Görüldüğü üzere, otorite ile gelenek arasında yakın bir bağ bulunmaktadır318. Hatta bunların içiçe geçtikleri bile söylenebilir. Başka bir deyişle, otoriteler bir taraftan geleneksel değer ve kurumların içinde iken, diğer taraftan geleneksel değer ve kurumlar da otoritelerle temsil edilirler. Böylelikle otorite, kişiye, toplumun geçmiş nesillerden devraldığı gelenekler kanalıyla yol göstermektedir. Kişi, söz konusu geleneklere bağlı kalarak farklı ahlaki ve kültürel anlayışlardan korunmuş olur. Yol göstermek, yani kişiye nasıl davranması gerektiğini söyleyerek onun farklı ahlaki ve kültürel kalıplardan korunmasını sağlamak, otoritenin meşruiyet sağlama özelliğini göstermektedir319. Kişinin davranışları keyfi olduğunda değil, ancak ve ancak otoriteyi ya da otoriteleri göz önünde bulundurulduğunda haklı görülebilir.

Muhafazakâr otorite anlayışıyla ilgili olarak altı çizilmesi gereken önemli noktalardan biri, bu felsefede otorite ile kastedilenin sadece siyasî otorite veya devlet ya da hükümet otoritesi olmadığıdır. Siyasi otorite ya da devlet otoritesi, otoritelerden sadece bir bölümünü, hem de küçük bir bölümünü teşkil etmektedir. Dolayısıyla, muhafazakârlıkta otoriteyle kastedilen geniş bir yelpazede sıralanmış olan farklı otoritelerdir. Konuyu daha da basitleştirme adına, muhafazakârlıkta otoritenin iki şekilde anlaşıldığı söylenebilir. Bunlardan ilki, çeşitli toplumsal kurumlarda somutlaşan otorite yapılarıdır. Bu tür otoriteye aile, dini kurumlar (kilise gibi), dernekler, çeşitli birlikler (lonca, sendika vb.), sivil toplum kuruluşları, cemaatler gibi somut kurumlar dâhil edilebilir. İkinci tür otorite ise, varlığını gelenekler ya da üstün hukuk kuralları biçiminde hissettiren otoritedir320. Bu anlamda otoritenin önemi, devlet otoritesinin zaafa uğradığı durumlarda birey

317 Bekir Berat Özipek: a.g.e., s.92-93; Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.82

318 Brad Miner: a.g.e., s.21

319 Tanıl Bora: a.g.e., s.60

320 Söz konusu kurallar da gelenekle bir anlamda yakından bağlantılıdırlar. Zira, bunlar masa başında ya da zihinlerde yaratılmış, oluşturulmuş kurallar olmayıp, ortaya çıkışları uzun yıllar alan sosyal ve siyasi gelişmelerin sonucudur. Bunlar, toplumsal kenetlenmeye yol açan geleneklerin deklarasyonundan başka bir şey değildir. Andrew VINCENT: a.g.e., s. S.76

ve toplumun düzen içinde yaşamlarını devam ettirmelerini sağlamasından kaynaklanmaktadır321.

Bir kişi, kurum ya da kuralı otorite olarak kabul etmenin anlamı, bireyin/kişinin kendi değer yargılarını ve bunlardan doğan fikir ve kanaatleriyle değerlendirmelerini söz konusu otorite karşısında geri plana atmasıdır322. Yani, otorite denildiği zaman, anlaşılması gereken şey, bireyin (kişinin) bağımsızlığından, özgürlüğünden az ya da çok ancak, belirli ölçüde de olsa mutlaka feragat etmesidir. Dolayısıyla, ortada özgürlükle çelişen bir durum bulunmaktadır. Bu nedenle, özgürlüklerin daha fazla gelişmesinin istenilmesi halinde, otoriteyle çatışma kaçınılmaz hale gelir.

Muhafazakârlar, otoriteye özgürlükten daha çok düşkün oldukları için, onlara göre özgürlüklerin, mevcut otorite yapıları aleyhine gelişmesi, bir taraftan birey ve toplumun yabancılaşmasına, diğer taraftan da belirsizlikler içeren radikal değişimlere yol açar. Otorite, özgürlük lehine gerçekleştirilecek her tür fikir ve eylemin önünde bir duvar gibi durarak sınırsız özgürlüğü önleyebilecek en önemli araçtır. Özgürlük, ancak devlet otoritesi veya diğer toplumsal otoriteler gibi daha yüksek bir değere tabi olarak var olabilir323. Bunu, “özgürlüğün içerik ve çerçevesini otorite belirler” şeklinde ifade etmek de mümkündür. Özgürlükler üzerindeki sınırlamalar, önce toplumun temel değerlerini koruyup kollama, daha sonra da onları somutlaştırma ve belirginleştirme girişiminden doğmaktadır. Dolayısıyla, bu değerlerin zarar görme tehlikesi varsa, hukuk düzeni yasaklama ya da sınırlama yetkisini kullanmaktan kaçınmamalıdır.

Bir anlamda çelişkili gibi görünse de, muhafazakârlara göre, özgürlükleri belirleyici olan otoriteler aynı zamanda özgürlüklerin korunup devam ettirilmesinin araçları olarak da işlev görürler. Bu, özellikle

321 Bekir Berat Özipek: a.g.e., s.92–93

322 Gerald F. Gaus: a.g.e., s. 237-238

323 Goger Scruton: a.g.e., s. 8

özgürlüklerin devlet otoritesine karşı korunması durumunda söz konusu olmaktadır. Aracı kurumlarda tezahür eden otorite, özellikle devlet gücüne karşı bir tampon bölge vazifesi görerek özgürlüğün muhafaza edilmesine katkı sağlamaktadır. Bireyin özgürlükleri bu kurumlar sayesinde korunabilmektedir. Muhafazakâr felsefenin önde gelen yazarlarından Nisbet de bu durumu vurgulayarak bir toplumun, her şeyden çok o toplumdaki otoritelerin varlığı ve rekabeti ile özgür olabileceğini324 savunmuştur. Ancak, tekrar belirtmek gerekirse, muhafazakâr felsefenin anladığı şekliyle bu özgürlükler, sınırlı özgürlüklerdir. Yoksa, liberallerin anladıkları anlamda bir özgürlüğün muhafazakâr felsefede savunulması pek ihtimal dâhilinde değildir.

Hiç kuşku yok ki, birer otorite merkezi olan aracı kurumların işlevlerini yerine getirebilmeleri otonom (özerk) olmalarına bağlıdır. Eğer bu kurumlar otonomsa, üzerlerine düşen koruyuculuk işlevini yerine getirebilirler325. Bu noktada devletin rolü ve konumu gibi sorunlar önem kazanmaktadır. Zira, onun takınacağı tavır özgürlük üzerinde belirleyici olmaktadır. Bu bağlamda eğer aile, cemaat, dernek, lonca, kulüp gibi grupların kendi üyeleri üzerinde sahip oldukları haklar devletin eline geçerse, birey özgürlüğünün gerçek duvarları çökmüş demektir326. Devletin görevi ya da rolü, bu gruplara el koymak, onların haklarını gasp etmek veya dizginlemek değil, tam aksine onların üyelerinin tercih ve planları doğrultusunda gelişmelerine fırsat vermek olmalıdır327.

Oysa, aracı kurumların, özgür olmaları şartı ne teorik ne de pratik seviyede mevcuttur. Örneğin, başta Burke olmak üzere, birçok muhafazakâr düşünür, özgürlük denince bu kurumların hiçbir zaman akla gelmemesini, bunların özgürlüğüne ilişkin hiçbir fikrin ortaya atılmamasını ve özgürlüğün varsa yoksa yalnız birey için düşünülmesini büyük bir hata olarak

324 Robert Nisbet: A Quest For Community…, s. xxvii

325 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.49-50

326 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.62

327 Norman Barry: “Conservatism”, s.47

niteleyerek328, teorik düzeydeki eksikliğe dikkat çekmiştir. Pratik düzeyde de durum Fransa’da devrimle oluşan yeni rejimin baskıları nedeniyle bundan farklı olmamıştır.

Zaten, Fransız Devrimi’ne karşı duyulan husumeti besleyen en temel noktalardan biri de cemaatler, loncalar, korporasyonlar gibi kurumların yeni rejimin başlıca kurbanları olmalarıdır. Aslında bu kurumlara aileyi de eklemek gerekir. Zira, tıpkı adı geçen kurumlar gibi, aile kurumu da, devrimin bütün kurum, kural ve zihniyetiyle bir bütün olarak yerleşmesinin önünde büyük bir engel olarak görülmekteydi329. Mevcut akrabalık yapısı, doğaya uygun olmamak, akıl ile bağdaşmamakla eleştirilmekteydi. Bu nedenle, 1792 yılında evliliğin bir sosyal sözleşme olduğu ilan edilmiş330 ve bu suretle mevcut aile yapısının geleneklerden beslenen manevi dokusu temizlenmeye çalışılmıştır.

Muhafazakârlara göre bu kurumların yeni rejim tarafından ezilmesinin en önemli sonucu, bunlarda somutlaşan toplumsal otoritelerin devletin kontrolüne girmesidir. Devrimle birlikte, aile, kilise, cemaat, lonca ve diğer kurumların taşıdığı otoriteyi, bu kurumları alt üst ederek, üstelik de özgürlük ve toplumu zincirlerinden kurtarma adına, yeni rejim bizzat kendisi kullanmaya başlamıştır331. Bu yapılanlar muhafazakârların doğal olarak tepkisini çekmiş ve muhafazakârlar, Jakobenlerce toplumu özgürleştirme iddiasıyla yapılanları, “özgürlük adına yakıp yıkma, nihilizm yapma ve halk

328 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.49-50

329 Bekir Berat Özipek: a.g.e., s. 88-89. Aile, muhafazakâr felsefede en önem verilen kurumların başında gelir. Bunun temel nedenleri arasında kişiye sevgi, düşkünlük ve muhabbeti öncelikle ve karşılıksız olarak ailenin vermesi; kişiye destek sağlama hususunda yeri doldurulmaz öneminin olması ve geleneklerin nakledilmesinde temel rolü üstlenmesi sayılabilir. Aile, muhafazakârlara göre, tüm bu özelliklerinden dolayı toplumun en güçlü kurumlarından biri haline gelmekle kalmaz aynı zamanda da özgürlüğün temel kalelerinden biri olur. Bu nedenle, güçlü bir aile yapısı devlete karşı, özgürlük açısından, en temel teminatlardan biridir. Ancak, aile taşıdığı bu önemden dolayı devrimin önündeki önemli engellerden biri olarak telakki edilmiştir. Bunu ortadan kaldırmanın yegâne yolu ise aile kurumunun geleneksel yapısında meydana gelecek değişimleri sağlamaktır.

Devrimin ardından kurulan yeni rejim, bu amaçla, onu bozup parçalamak için büyük çaba sarf etmiştir. bkz. Ian Gilmour: a.g.e., s.149-151

330 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.26

331 Robert Nisbet: a.g.m., s.105–108; Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s. 62

adına mutlak ve total güç kullanma” olarak niteleyip lanetlemişlerdir332. Zira, yukarıda da belirtildiği gibi, bu otoriteler muhafazakârlar tarafından özgürlüğün garantisi olarak değerlendirilmekteydi. Dolayısıyla, devlet otoritesinin bu şekilde keyfî kullanımı başta Burke olmak üzere dönemin muhafazakâr düşünürlerinin tamamını kızdırmıştır.

Despotizmin her türüne karşı çıkan muhafazakârlar için bilhassa devletin despot olmaması çok önemlidir. Bu nedenle, devletin despotizme kayan davranışlar sergilemesi, muhafazakârların asla kabul edemeyecekleri bir durumdur. Bununla birlikte, bu söylenenden muhafazakârların, devletin bütünüyle pasif kalmasını istedikleri anlamı da çıkarılmamalıdır. Nitekim, hem bazı muhafazakârlık türlerinde devletin üstlenmesi gerekli görülen görevlerin artırılması hususunda bir tercih vardır hem de muhafazakârlığın bütün türleri devlet gücünün zayıflamasını kesin olarak istemezler. Muhafazakârlar güçlü devlet isterler. Bu arada, devletin daha fazla roller üstlenerek daha aktif olmasını isteyen muhafazakârlık türlerine en iyi örnek olarak paternalist muhafazakârlık gösterilebilir333. Paternalist muhafazakârlar, devletin özellikle sosyal devlet şeklinde muhtaç olanlara ya da bu çerçevede devletin imkânları daha kısıtlı olanlara yardım etmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Buna göre devlet ya da hükümet toplumsal hedefleri belirleyen, adalet ve fırsat eşitliğini temin eden pederane (paternal) bir figür olarak kabul edilir. Bu çerçevede konut sağlama, çalışma şartlarının ve ücretlerinin iyileştirilmesi ve fakirlerin bakımının garanti altına alınması ya da üstlenilmesi hususlarında devlet sorumlu görülmüştür334. Bununla birlikte örneğin liberal muhafazakârlık olarak anılan muhafazakârlık akımı ki, söylemlerini klasik liberallerin söylemlerinden ayırt etmek çok güçtür, paternalist muhafazakârlardan devletin rolünün neler olması gerektiği konusunda oldukça farklı düşünmektedir. Bu bağlamda,

332 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.22

333 Devletin daha aktif olması yönünde paternalist muhafazakârlıkta mevcut olan kuvvetli arzudan bireyciliğin bu muhafazakârlık türünde diğer türlere oranla daha fazla eleştiri konusu yapıldığı söylenebilir. Gerçekten de bireycilik, Benthamcılık ve klasik politik ekonomi paternalist muhafazakârların önde gelen savunucularınca kabul edilemez bulunmuştur. Andrew Vincent: a.g.e., s.64

334 Andrew Vincent: a.g.e., s.64

devletin büyümesi (güçlenmesi anlamında değil, müdahil olduğu alanların çoğalması anlamında) liberal muhafazakârlarca bir tehlike olarak görülmektedir. Bunu da, doğal olarak devlet müdahalesinin kaldırılması ya da en aza indirilmesi ve özelleştirmelerin artırılması talepleri izlemektedir335. Zayıf devletin tercih edilmeyişine, muhafazakârlığın neredeyse bütün türlerinde rastlanmaktadır. Zira, gayri mükemmel yaradılışta olan insan doğası, devletin varlığını ve de çeşitli görevler üstlenmesini gerektirir336. Devlet bu çerçevede barışı, adaleti, özgürlüğü ve mülkiyeti koruyup devam ettirecek bir kurallar dizisi, yani hukuk düzeni kurmakla yükümlüdür. Doğası gereği zayıf, sınırlı ve gayrı mükemmel olan insanı, bu özeliklerinin kendisini itebileceği kötü davranışlarda bulunmaktan caydıracak en önemli unsur, ödünsüz bir şekilde uygulanacak hukuk kurallarıdır. Bu nedenle de, muhafazakârlar devletin düzeni koruyup, onun devamlılığını sağlayacak kadar güçlü olmasını isterler337.

Yukarda da belirtildiği gibi, muhafazakârlıkta devletin despot davranışlardan uzak durması beklenmektedir. Bu beklenti, devletin sahip olduğu gücü keyfî olarak kullanmaması isteğini içerir. Zira, devletin keyfi hareket ederek gücünü istediği biçimde kullanma tehlikesi, sürekli olarak mevcuttur. Sahip olduğu büyük güç, devleti hukukun üstüne çıkarabilir.

Dolayısıyla, devlet hukukun üstünde olmamalı, hukukun üstüne çıkmamalıdır.

Başka bir deyişle, devletin gerektiğinde hukuk kurallarını sert biçimde uygulaması nasıl hak ya da görevi ise, aynı şekilde bu kurallara uyması, onları kendisinin ihlal etmemesi de diğer bir görevidir. Hatta, muhafazakârlar bu hususta o kadar duyarlıdırlar ki, hukukun üstünlüğünü kabul ve ona uyma yönünde devlete neredeyse bireylerden daha fazla sorumluluk yüklemektedirler338. Dolayısıyla, hukuk kurallarının çiğnenmesi gibi potansiyel

335 Andrew Vincent: a.g.e., s.

336 William R. Harbour: a.g.e., s. 34

337 Andrew Vincent: a.g.e., s. 76; Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.75

338 Ian Gilmour: a.g.e., s.155

bir tehlikenin gerçekleşmemesi için devletin hukuk düzeni tarafından sınırlandırılması, muhafazakârların genel bir talebidir339.

Aslında sınırlanması gereken tek otorite devlet otoritesi değildir.

Muhafazakârlar toplumsal otoritelere büyük önem atfetmekle birlikte pek çok muhafazakâr, devlet otoritesinin yanında diğer otoritelerin de sınırsız olmadıklarına inanmaktadır340. Bu otoriteler de tıpkı devlet otoritesi gibi güçlerini diledikleri biçimde kullanmamalıdırlar. Peki, bu otoriteler nasıl sınırlandırılacaktır? Sınırlandırmanın yolu olarak liberallerin devlet ve toplumu ortaya çıkardığını varsaydıkları yapay sözleşmeler yerine otoritenin gerektirdiği doğal sorumluluğa işaret edilmektedir. Örneğin, aile kurumu ele alınırsa, onun otoritesinin sınırı/çerçevesi ana babanın sorumluluklarıdır.

Şöyle ki, ebeveynlerin çocukları üzerindeki otoritesi onların yapmaları gereken görevlerle sınırlanmıştır. Dolayısıyla, ana baba çocuklarına ne isterse yapma hakkına sahip değildir. Onların otoritesi çocukları beslemeyi, onlara yol göstermeyi ve hatta onları gerektiğinde cezalandırmayı içerebilir.

Ancak, onlar hiçbir zaman çocuklarına kötü muamele yapma hakkına sahip değildirler. Ana babanın sahip olduğu otorite onlara böyle bir hak vermemektedir341.

339 Andrew Vincent: a.g.e., s.76; Norman Barry: “Conservatism”, s. 45--46

340 Otoriter muhafazakârları burada ayırmak gerekir, zira onlar otoriteyi mutlak ve sorgulanamaz bir olgu haline sokmuşlardır.

341 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.82

İKİNCİ BÖLÜM

DEMOKRASİ

I) KLASİK DEMOKRASİ: DEMOKRASİ KAVRAMI, TANIMI, TARİHÇESİ VE TEMELLERİ