• Sonuç bulunamadı

Muhafazakârlık denilince akla ilk gelen kavramlar; muhafaza etmek (korumak), sürdürmek (süreklilik) ve değişim gibi kavramlardır. Gerçekten de, geçmişe yönelme ya da geçmişe duyulan bağlılık ile bunun beslediği

“mevcudu muhafaza” duygusu muhafazakârların çoğunda ortaktır. Bu nedenle, muhafazakârlıkla ilgili literatürde bu kavramlara çok sık rastlanmaktadır. Zaten muhafazakârlığın hem Latince kökeni olan

“conservare” hem de İngilizce karşılığı olan “conservatism” sözcüklerinde

“muhafaza etme, koruma, devam ettirme” anlamları baskındır. Bu nedenle, daha önce de belirtildiği gibi, her ne kadar eksik ve yanıltıcı olsa da, muhafazakârlığın alışılmış ve kökleşmiş tanımı da zaten bu temel özellik üzerine dayanmaktadır.

Muhafazakârlık, mevcudu korumaya önem vermesine ve değişim kavramından hoşlanmamasına rağmen, Freeden’ın da belirttiği gibi, statükonun ideolojisi değildir197. Muhafazakârlar geçmişe sadakat göstermekle birlikte, geçmişe ve onun bugüne yansımasına tapmazlar. Bu bağlamda, Oakeshott’ın da isabetli bir şekilde belirttiği gibi, bir zaman dilimi olarak geçmiş ve onun içinde barındırdıklarının putlaştırılmaları söz konusu

196 Aktaran Michael Freeden: a.g.e., s. 320

197 Michael Freeden: a.g.e., s.332

değildir198,199. Muhafazakârların geçmişten gelip, halen geçerli olan uygulama ve kurumların, ‘hiçbir şekilde değiştirilmez olmadıkları yönündeki inançları’

Oakeshott’ın bu sözlerinden kolayca anlaşılmaktadır. O halde, muhafazakârlık ne sanıldığı gibi değişime karşı körü körüne bir direnci içerir ne de “bırakınız yapsınlar”cı bir anlayışla değişimi kucaklar. Dolayısıyla, önemli olan değişimin muhafazakârların “güvenli” saydıkları biçimde gerçekleşmesidir200. Güvenli değişimden amaç ise, değişimin, muhafazakârların istedikleri özellikleri taşımasıdır. Buna göre, her şeyden önce değişimin gerekli olup olmadığına karar verilmelidir. Ondan sonra, eğer değişim gerekli ise, onun zamanı ile değişimin şekli doğru tespit edilmelidir.

Elbette tüm bunlar değerlendirilirken değişmemesi, yani korunması istenenin tespiti de büyük önem taşımaktadır201.

Aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde durulacak olmakla birlikte, burada kısaca ifade etmek gerekirse, değişime ancak gereklilik durumunda ve belirli bir çerçevede başvurulabilir. Ayrıca, değişim ani ve radikal nitelikli olmaktan ziyade tedrici bir biçimde gerçekleştirilmelidir. Bununla birlikte, O’Sullivan’ın da ifade ettiği gibi, değişim belli durumlarda radikal nitelikli de olabilir. Ancak, muhafazakârların asla kabul edemeyecekleri değişim, ideolojik temelli olan değişimdir202. Zira, ideolojik temelli değişim insanın bilişsel, psikolojik ve entelektüel eksikliğini görmezden gelen bir anlayışın ürünü olduğu için toplumsal düzen ve istikrarı zedeleyerek büyük toplumsal felaketlere yol açabilir. Bu nedenle, toplumsal düzen ve istikrarın garantisi olan toplumun geleneksel değerleri ile köklü kurumları değişim için değişim hevesine kurban edilmemelidir. Beneton’un da ifade ettiği gibi, reform ya da değişiklik gerekiyorsa bu, her şeyden önce durumu korumak için olmalıdır203.

198 Michael Oakeshott: “On Being Conservative”, s. 408

199 Oakeshott’ın bu sözleri, muhafazakârlığın, örneğin ülkemizde muhafazakârlık için sıklıkla kullanılan “tutuculuk” kavramından farklı bir duruşu temsil ettiği gerçeğini kapalı da olsa ortaya koyması bakımından önemlidir.

200 Michael Freeden: a.g.e., s.332

201 Ancak, bunun daha ziyade teoride kalan bir hassasiyet olduğu söylenebilir. Nitekim, siyasi muhafazakârlar için değişimin hiçbir şekilde kabul edilemez bir şey olmadığı söylenmelidir.

202 Noel O’Sullivan: a.g.e., s.51

203 Philippe Beneton: Muhafazakarlık, s.71

Hiç kuşkusuz, muhafazakârlığın özünde kuvvetli bir muhafaza etme ve değişimden sakınma dürtüsü vardır. Buna rağmen, muhafazakârlık asla her şeyi muhafaza etme amaç ve iddiasında değildir. Muhafazakârların karşı çıktıkları şeyin insan aklına atfedilen mutlak güç ve değer olduğu ve buradan hareketle yaratılmak istenen yeni sosyal düzen ve ona uygun insan tipini en büyük tehlike olarak gördükleri düşünülürse, muhafazakârların bir bütün olarak değişime karşı olmadıkları görülebilir.Onlar da değişimin kaçınılmaz bir gerçek olduğunun, değişim olmadan dünyanın dönmeyeceğinin farkındadırlar. “Fırtınaya karşı en dirençli ağaçlar, eğilip bükülebilir olanlardır”

ilkesini destekler biçimde, Edmund Burke’ün, “Değişim araçlarından yoksun olan devlet, onu (kendisini) korumak için gereken araçlardan da yoksun demektir” sözü, muhafazakârların değişime bakış açısını göstermektedir204. Zaten muhafazakârlığın en temel özelliklerinden biri olan organizmacı görüş, değişimi hem açıkça hem de zımnen kabul etmeyi gerektirir. Zira, organizmalar canlı varlıklar olup, her canlı varlık gibi, hem rahatsızlanabilir hem de ölebilirler. Bu nedenle, organizmalara zaman zaman müdahale etmek gerekebilir ve bu müdahale de organizmanın alışılagelen, yani geçmişten gelen yapısında gerçekleşir. Söz konusu müdahale ise kaçınılmaz olarak bir değişime yol açar.

Demek oluyor ki, muhafazakârların değişime bakışlarında belirleyici olan başlı başına değişim değil, belli özellikleri taşıyan değişimdir. Yukarıda da kısaca ifade edildiği gibi, muhafazakârlığa göre korunması gereken değer, gelenekler olmakla birlikte, onu diğer ideolojilerden ayıran asıl nokta, geleneklerin korunmasına ilişkin hassasiyeti değil205, muhtemel bir değişimin

204 Lawrance E. Cahoone: a.g.e., s. 129.

205 Gelenek olsun olmasın bazı şeyleri muhafaza etmek, onların değişmemesini istemek sadece muhafazakârlara has bir tutum değildir. Nitekim, başka ideolojileri benimsemiş olan insanların hayatlarında da değiştirmek istemedikleri birçok yön bulunabilir. Ancak, onlara muhafazakâr demek doğru olmaz. Zira, böyle bir durumda, bütün insanlığın muhafazakâr olması gibi bir durum ortaya çıkardı ki böyle bir şey ancak muhafazakârlık bir tutum ya da davranış olarak ele alınırsa ya da gelenekçilikle aynı anlamda kullanılırsa mümkün olabilir. Ayrıca, hayatlarındaki bazı değerlerin değişmesini istemeyen herkese muhafazakâr demek doğru olsaydı, muhafazakârlık kavramının ilk defa kullanılışı için Fransız Devrimini beklemek gerekmezdi. Bu kavramın çok daha önceden beri

zamanı ve biçimi ile ilgili görüşüdür206. Buna göre, değişim ancak şartlar gerekli kıldığında, yani kaçınılmazlık durumu oluştuğunda kabul edilmeli, yürürlüğe konulmalıdır207. Belirli durumların zorlaması halinde bazı müdahalelerde bulunularak gerekli düzenlemeler hayata geçirilebilir208. Hearnshaw, bu durumu “eğer değişiklik (değişim) yapmak gerekli değilse, değişiklikte bulunmamak gerekir” sözüyle çok güzel özetlemiştir209. Örneğin nüfus veya okuryazar oranındaki artış, tarım ve sanayi sektörleri arasında yeni bir dengenin oluşması gibi siyaset dışı durumlardaki değişmelerin zorlaması halinde değişime başvurulabilir210.

Buna karşılık değişim, büyük, ani ve devrimci nitelikte olmamalı, yavaş, zamanla ve kademeli olmalıdır211. Büyük, ani ve devrimci değişimlerin iyi karşılanmamasının en önemli nedeni, bunların ileriye yönelik belirsizlikler ve potansiyel tehlikeler taşıdıkları varsayımıdır. Şöyle ki, beklenmedik, büyük ve radikal değişimler hem toplumsal uyum ve ahengi bozar hem de bireyleri ihtiyaç duydukları güven duygusundan mahrum bırakır. Bunun da sonuçta toplumsal düzeni çökerteceğini tahmin etmek zor değildir. Dahası, bu tür toplumsal bozulmalara karşı alınabilecek tedbirlerin olumlu sonuç verme ihtimali de çok zayıftır. Ayrıca, değişiklikler hayata çok hızlı geçirildikleri için bunların yol açacağı sorunlara müdahalede geç kalınması ihtimali çok yüksektir. Bu nedenle, ani, radikal ve düşünülmeden yapılan değişikliklerden sakınılmalı ve ihtiyaç halinde başvurulacak olan değişimin her adımı ve yönü en ince ayrıntısına kadar gözden geçirilmelidir. Böylelikle, riskli olan değişim süreci kontrol altında tutulmuş olur. Muhafazakârlar bu sayede, değişimin

biliniyor ve kullanılıyor olması gerekirdi. Oysa, bu kavram daha önceleri ne bilinmekte ne de kullanılmaktaydı. İlk insandan itibaren bütün insanların hayatlarında, bilinçli ya da bilinçsiz, tekrarladıkları birçok davranış olmasına rağmen muhafazakârlık kavramı kullanılmamıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, muhafazakârlık herkeste bulunan bir özellik, yani bir mizaç ya da tutum değildir.

206 Bu farklı değişim anlayışı, muhafazakârlığı aynı zamanda gericilikten ve gelenekçilikten de uzaklaştıran temel noktadır.

207 Michael Oakeshott: “On Being Conservative”, s. 413

208 Anthony Quinton: a.g.m., s.244

209 Ted Honderich: Conservatism, Westview Press, 1990, s.160-161

210 Anthony Quinton: a.g.m., s.254.

211 Michael Oakeshott: “ On Being Conservative…”, s, 410

arzu edilmeyen sonuçlarının ve potansiyel tehlikelerinin de en aza indirilmiş olacağını düşünürler. Böylece, onlara göre Fransız Devrimi gibi felaket getirici, öngörülemeyen olayların gerçekleşmesi önlenebilir212.

Muhafazakârların ani, radikal ve her şeyden önemlisi ideolojik temelli değişimlere bu kadar mesafeli durmalarının ve şüpheyle bakmalarının yukarıdaki nedenle bağlantılı bir diğer önemli nedeni de, bugünü ve geleceği geçmişle bağlantılı olarak görmeleridir. Muhafazakâr düşünceye göre, geleceğe her zaman geçmiş üzerinden bakmak gerekir213. Karl Mannheim,

“Olayları tam bir muhafazakâr gibi görmek demek, onları geçmişe demir atmış şart ve durumlardan türetilmiş tutumlarla algılamak, duymak, görmek demektir”214 diyerek bu anlayışı çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Bu ifade, muhafazakârların geçmişe verdikleri önemin açık bir göstergesidir. Nitekim, Churchill “Geçmişte yaşamayı seviyorum. İnsanların gelecekte daha keyifli olacaklarını sanmıyorum” diyerek muhafazakârların geçmişe verdikleri öneme tercüman olmuştur215..

Muhafazakâr düşünceye göre geçmişi, bugüne ve geleceğe bağlayan tek bir bağ vardır, o da gelenektir. Heywood’a göre gelenek, içerdikleri bakımından aşina olunan, güven ve aidiyet hissi uyandıran ve en önemlisi zamanın testinden geçmiş bütün kurum, örf, adet, alışkanlık ve sosyal uygulamaları kapsar216. Geçmişi, dolayısıyla da onun içinde somutlaştığı

212 Ancak, muhafazakârların arzu etmedikleri değişimlerden ani ve radikal niteliktekiler yanında bir diğeri olan “büyük” değişim karşıtlığına bazı eleştiriler yöneltilmektedir. Bunlar arasında en fazla göze çarpanı “büyük değişim ”den ne anlaşılması gerektiğinin açık olmadığı, dolayısıyla “büyük değişim” olgusunun belli bir muğlaklık taşıdığı iddiasıdır. Nitekim, Quinton da bu hususa değinmiş ve

“büyük değişim” kavramının göreceli olmasından dolayı bir hayli muğlâk olduğunu belirtmiştir. A.

Quinton: a.g.m., s.261. “Büyük değişim” kavramının göreceliliği, dolayısıyla da muğlaklığı, “büyük değişimler” arasında sayılacak olan değişimin hangi kriter ya da kriterler temelinde “büyük değişim”

şeklinde anılacağının açık olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu, “büyük değişim” kavramının içerik ve anlamının kişiden kişiye değişebildiğinin açık göstergesidir. Diğer bir deyişle, hangi değişimlerin büyük değişim kategorisine yerleştirileceği subjektif bir değerlendirmenin konusudur.

213 Anthony Giddens: Beyond Left and Right- The Future of Radical Politics, Stanford University Press, 1994, s.26

214 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s.39.

215 Robert Nisbet: Conservatism- Dream…, s. 35

216 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s. 69-71. Ayrıca, geleneğin içine yerleşik/kökleşmiş değerlerin de eklenmesi gerektiği söylenebilir.

geleneği bu denli önemli kılan, muhafazakârlığın bireysel aklın ürünü olan soyut fikirlerden endişe duymasıdır. Bu endişe, onu, tatmin edene, bilinene, tanınana, yani aşina olunana bağlılık ve onun sürdürülmesi biçiminde bir tutuma götürmüştür. Muhafazakarların teorik akla karşı pratik (ampirik) aklı savundukları hatırlanacak olursa, yararlılığı halen devam eden ve nesillerin tercihini yansıtan kurum ve değerleri, yani gelenekleri, bugünün anlaşılmasında soyut fikir ve düşünceler yerine konulması gereken yegane araçlar olarak görmelerine şaşırmamak gerekir.

Nesillerin tercihini yansıtan kurum ve değerleri, genel anlamda gelenekleri önemli kılan, taşıdıklarına inanılan hikmet ve bununla bağlantılı olarak da zamanın dayanıklılık testinden başarıyla geçmiş olmalarıdır.

Gelenek, ataların bilgeliğinin deposudur. Gelenek, geçmiş nesillerin sahip olduğu birikimlerle gelişmiş ortak aklı yansıtır217, o, böyle bir aklın ürünüdür.

Bu nedenle de, tarihin süzgecinden geçerek varlığını devam ettirmektedir.

Justus Möser, nesillerin tercihine yönelik güveni çok açık bir biçimde şöyle ifade etmiştir: “Modern akıl yürütme biçimleriyle çelişen bir eski görenek ya da alışkanlıkla yüz yüze geldiğimde, buna makul bir neden buluncaya değin,

“neticede atalarım aptal değildi ya” fikrini dolaştırırım kafamda”218. Burke’ün de Hint ve İrlanda gelenekleri ile Fransız âdetlerini savunması, devrimcilerin kökü geçmişte olan ne kadar kurum, değer ve anlayış varsa akıl adına yerle bir etme çabalarına direnmesi, onun hikmete219, geçmiş nesillerin bilgeliğine verdiği önemden kaynaklanmaktadır. Muhafazakârlara göre toplumların, son derece karmaşık fikir dünyasında ayakta kalıp yaşayabilmesinin, yolunu bulabilmesinin tek çaresi, işte hikmet dolu olduğuna inanılan bu geleneklerdir.

O halde gelenek, muhafazakâr felsefenin en önemli, vazgeçilmez, olmazsa olmaz şart ve unsurlarından biridir.

217 Andrew Heywood: Key Concepts… , s.53

218 Robert Nisbet: a.g.m., s. 112

219 Robert Nisbet: a.g.m., s. 112

Muhafazakârlığın değişime ilişkin tutumuna geri dönecek olursak, hangi şartlarda değişimin hoş görülebileceği noktasını netleştirmek amacıyla şu önemli soruya cevap bulunmalıdır: Acaba muhafazakârlar bütün gelenekleri mi muhafaza etmek istiyorlar? Başka bir deyişle, muhafazakârlığın geleneksel olan her şeyi muhafaza etmek gibi bir kaygısı var mıdır? Yoksa onlar belirli geleneklerin korunmasına mı odaklanmışlardır?

Her şeyden önce, muhafazakârların korunmasını gerekli gördüğü değer ve kurumların sayısının fazla olmadığı belirtilmelidir. Korunması istenen değer ve kurumlar; aile, din, otorite, aracı kurumlar, hiyerarşi vb.

değer ve kurumlardır. Yine, belirli bir yerdeki muhafazakârların korunmasını gerekli gördükleri kurum ve değerlerin- aile, din, otorite ve hiyerarşi gibi kurumlar dışında- başka yerlerdeki muhafazakârlarca dikkate bile alınmadığına tanık olunmaktadır220. Hatta, bir toplumdaki bütün gelenekler bile sürekli muhafaza edilmeye değer bulunmamaktadır221. Zaten ünlü muhafazakâr düşünür Scruton, geleneklerin statik, yani durağan olmadığını belirterek222, hiçbir biçimde değişime uğramama gibi bir durumun olamayacağını kabul etmektedir. Nitekim aynı toplumda farklı zamanlarda yaşamış olan muhafazakârların bile aynı konuda farklı düşündükleri bir gerçektir. Eski dönemlerde yaşamış olan muhafazakârlarca önemli bulunan kurum ve değerlerin, yeni nesil muhafazakârlarca muhafaza edilmesine gerek olmadığı olağan karşılanmalıdır.

Peki, bu durumda muhafaza edilmek istenen gelenek acaba hangi özellikleri taşımalıdır? Bu sorunun cevabını, fayda unsuru ile geleneğin gördüğüne inanılan işlev arasındaki ilişkide aramak gerekir. Şöyle ki, bir geleneğin işlevi hem şu an yaşayan hem de gelecekte yaşayacak olan nesiller için faydalı telakki edilirse, böyle bir geleneğin223 muhafaza edilip

220 J.Z.Muller: a.g.e., s.3

221 Ted Honderich: a.g.e., s.160

222 Nuray Mert: “ Sağ…”, s. 58

223 Bu gelenek ister bir kurum biçiminde isterse bir uygulama ya da zihniyet biçiminde olsun, fark etmez.

sürdürülmesinde hiçbir sakınca yoktur. Zira, bu tür gelenekler, insanların ihtiyaçlarını karşıladıkları için bu işlevlerini devam ettirdikleri sürece onlardan yana bir sorun bulunmamaktadır224. Ayrıca, eğer gelenekler toplumsal bağların güçlenmesine katkı sağlıyor, toplumsal düzen ve istikrarı olumlu etkiliyorsa, bu tür geleneklerin faydalı bulunacakları ve değiştirilmeleri yönünde her hangi bir talep oluşmayacağı söylenebilir.

Geleneğin korunup sürdürülmesinin onun gördüğü, yerine getirdiği faydayla ilişkilendirilmesinin, aslında Darwin’ci bir mantığa dayandığı söylenebilir. Örneğin, Heywood’a göre, geleneklerin işe yaramalarından dolayı değerli ve gerekli görülmeleri ve böylece varlıklarını nesiller boyu sürdürebilmeleri doğal seleksiyonun bir sonucu olarak değerlendirilebilir225. Bu süreçte, topluma fayda sağladığı düşünülen gelenekler varlıklarını devam ettirmişlerdir. Buna karşılık, artık fayda sunmadığı düşünülen gelenekler ise terk edilmiştir. Yani, zaman içerisinde sayısız gelenek faydasız görüldüğünden, doğal seleksiyon sürecine dayanamamış ve sonuçta yok olup gitmiştir. Yok olan bu geleneksel kurum ve değerlerin yerini ise, yeni kurum ve değerler almıştır.

Muhafazakârların mevcut bir geleneğin devam ettirilip ettirilmemesi hakkındaki düşüncelerini belirleyen diğer bir faktörün de aşinalık (familiarity) olduğu ileri sürülmektedir. Ancak, bu durumda faydalılık ve işlevsellik gibi şartlar dikkate alınmamaktadır. Bu görüşe göre, mevcut kurumlar aslında alternatiflerine karşı her hangi bir üstünlüğe sahip değillerdir. Dolayısıyla, bu kurum ve değerlerin toplumun ihtiyaçlarını karşılama anlamında faydalı olup olmamalarının pek bir önemi yoktur. Önemli olan, bu geleneklerin insanların gözünde tarihsel sürekliliğe sahip olmalarıdır. Başka bir deyişle, gelenekler insanlara tanıdık, yakın, aşina gelmelidir ve bu özelliklere sahiplerse de muhafaza edilmelidirler. Eğer bunlar insanlara tanıdık, aşina, yakın geliyor ve

224 J. Z. Muller: a.g.e., s. 9

225 A.Heywood: Political Ideologies..., s. 70

de onlar tarafından saygı duyulup yüceltiliyorlarsa, ortadan kaldırılmaları için hiç bir neden yoktur226.

Bununla birlikte, bu görüşe karşı çıkan yazarlar da vardır. Bunlara örnek olarak Honderich gösterilebilir. Honderich’e göre, bir geleneğin devam edip etmemesinin belirlenmesinde aşinalık faktörünün başrolü oynaması demek, muhafazakârlığın tutarsızlaşması demektir. Her ne kadar, bir geleneğin sürmesinin istenmesinde aşina olunanı koruma güdüsü birçok muhafazakâr tarafından önemli, hatta vazgeçilmez bir özellik227 olarak kabul edilse de, bu özellik, kesinlikle tek başına, belirleyici bir kriter değildir. Eğer öyle olsaydı muhafazakârlık tam bir tutarsızlık içine girmiş olurdu. Zira, bugün karşı olduğu herhangi bir şeye, yarın veya daha sonra aşina olunca onu da savunmak zorunda kalırdı228. Devam ettirilecek olan şeyde sadece aşina olunma şartının aranmasının bir diğer çelişkisi de, bu takdirde aynı zamanda, hiçbir şeyin değiştirilmemesi gibi bir sonucun doğabilmesidir. Zira, aşina olunan şey, sadece aşina olunduğu için korunacaksa, zamanın geçmesi oranında o şeye daha fazla aşinalık kazanılacağı kesindir. Böyle bir anlayıştan ise, o şeyin ebediyen değiştirilmeden kalması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Oysa, muhafazakârlar geçmişin putlaştırılmasına, onun halen içinde bulunulan zamanda yaşayan tüm görünümlerinin dondurulup, kemikleştirilmesine sıcak bakmazlar.

Buna rağmen, hiç kuşkusuz, aşinalığın sağlayacağı yarar, bir kurumun istikrarlı ve müessir şekilde işleyişi üzerinde olumlu etkide bulunmasıdır.

Tarihin derinliklerinden gelen, sürekliliğe sahip olan bir gelenek söz konusu olduğunda, insanların ona duygusal anlamda bağlılıkları artabilir. Bu da onun insanlara yükleyeceği sorumlulukların daha fazla benimsenebilir olmasını sağlar229. Ancak, söz konusu gelenek nesiller boyu devam ediyor, yani insanlara aşina geliyor olsa bile, eğer ihtiyaçları giderme anlamında artık

226 J.Z. Muller: a.g.e., s.9

227 Michael Oakeshott: “ On Being Conservative…”, s. 408

228 Ted Honderich: a.g.e., s.2

229 Jerry Z. Muller: a.g.e., s.9

insanlara bir fayda sağlamıyorsa, onun bir anlamının kalmadığı söylenebilir.

Dolayısıyla, muhafazakârlık aşina olunanı savunur, onun korunmasını, yani değişmemesini arzular şeklindeki yaygın iddianın da gerçeği tam olarak yansıtmadığı ortadadır.

Muhafazakârlığın muhafaza etmeye değer bulduğu geleneklerin ne gibi özelliklere sahip olması gerektiğiyle ilgili diğer bir görüşe de kısaca değinmekte fayda vardır. Bu görüşe göre, muhafazakârlık her hangi bir geleneği savunmaktan çok, farklı dönemlerde farklı kurum, değer ya da uygulamalara geleneksellik atfeder. Başka bir deyişle, muhafazakârlar konjonktüre bakarak, onun gerektirdiği duruşu sergileyebilmek için gelenek yaratır. Bu görüşe göre muhafazakârlık, örneğin İngiltere’de Viktorya döneminde, yeni kurumları çok başarılı bir biçimde “tarihsel meşruiyetle”

donatmıştır. İşte, muhafazakârlığın liberalizmin savunduğu değerlere karşı olmasına rağmen bazen bireyci, devlete mesafeli ve bireysel girişimleri savunur bir tutum sergilemesi bu yüzdendir230. Benzer şekilde, siyasi muhafazakârların demokrasinin unsur ve değerlerini savunmalarını da bu özelliğe bağlamak mümkündür. Ancak, muhafazakârlığın bu özelliğinden dolayı, savunduğu temel ilkelerden kolaylıkla sapan tutarsız bir ideoloji haline gelme riski taşıdığına da şüphe yoktur. Nitekim, bu yönde muhafazakârlara yönelik birçok eleştiri bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu eleştiriler, yukardaki yargının haksız olmadığının da göstergeleridir.

Gerçekleşmesine izin verilen değişimin biçimi, yani hangi özellikte değişimin kabul edilebileceği hususunun belirlenmesi, en az neyin değişebileceğinin tespit edilmesi kadar önemlidir. Nüfustaki artış, okuryazar nüfusun oranındaki değişme, tarım ve sanayi arasında yeni bir dengenin oluşması gibi politika dışı durumlardaki oluşumların gerekli kılmasıyla değişim gerçekleştirilebilir231. Oysa, Oakeshott’a göre değişim arzusuyla yanıp tutuşanların bu isteklerinin altında yatan temel sebep, bu kişilerin

230 Nuray Mert: “ Sağ…”, s.58

231 Anthony Quinton: a.g.m., s.254

büyük değişiklikler olmadan dünyanın dönmeye devam etmeyeceğine inanmalarıdır. Bunların değişiklik istemelerinin temel sebebi budur. Bu nedenle de, bu kişiler devamlı bir biçimde yenilik, hem de büyük yenilikler

büyük değişiklikler olmadan dünyanın dönmeye devam etmeyeceğine inanmalarıdır. Bunların değişiklik istemelerinin temel sebebi budur. Bu nedenle de, bu kişiler devamlı bir biçimde yenilik, hem de büyük yenilikler