• Sonuç bulunamadı

Muhafazakâr ideoloji, çeşitli inanç ve ön kabullerin üzerine oturmuştur.

Bunlardan belki de en önemlisi, onun insan doğası ve birey hakkındaki inancıdır. Muhafazakârların insan doğası ve birey hakkındaki görüşleri hem bu ideolojinin ilkelerine felsefi temeli sağlamakta hem de onun ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Muhafazakâr düşüncede, Hobbes’çu bir yaklaşımla, insan doğası kötülenmekte, dikkat edilmesi gereken bir tehlike olarak ele alınmaktadır165. İnsanın başıboş kalmasına yol açacak düzenleme ve uygulamalara itibar etmemek, bu tehlikenin en aza indirilmesinin tek yoludur.

Oysa, insanlık Fransız devriminden itibaren, tarihinden, yani gelenek, din, önyargı ve alışkanlıklarından kopartılarak başıboş bırakılmıştır.

Muhafazakârlığın en önemli varsayımlarından biri “insan ya da bireyin eksik ve gayri mükemmel olduğu” varsayımıdır. Rahatlıkla denebilir ki, insanın gayri mükemmel olduğunun kabul edilmesi, muhafazakârlığı şekillendiren temellerin başında gelir. Bu varsayım her şeyden önce muhafazakârlığın temel ilke ve değerlerini şekillendirmektedir. Aynı zamanda, bu varsayım muhafazakârlığın diğer ideolojilerden farklılaşmasını sağlayan en temel unsurlardan da biridir. Ancak, muhafazakârların insan doğası

165 Hobbes’a yapılan bu vurgunun olumsuzluk içerdiği söylenmelidir. Muhafazakârların Hobbes’tan haz ettiğini söylemek zordur. Zira, Hobbes insanın kendi keyif ve zevklerinin peşine düşmesinden sorumlu tutulmakta ve bu yönüyle muhafazakârlarca lanetlenmektedir.

hakkındaki görüşlerinin son derece sert ve katı olduğu da bir gerçektir. Diğer ideolojilerde insan doğası, özellikleri bakımından daha esnek bir biçimde resmedilmişken, muhafazakârların insan doğası anlayışı esneklikten uzaktır.

Buna göre, muhafazakârlık dışındaki temel ideolojilerde insan ya doğası gereği iyidir ya da sosyal şartları geliştirilirse, iyi hale gelebilir. Yani, insanın kusurlarından kurtulup mükemmelliğe ulaşması hem teorik hem de pratik açıdan imkân dâhilindedir.166 Bu nedenle, bunun gerçekleşmesi için mümkün olan her şey yapılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, insan doğası hakkında en iyimser görüşe sahip olan, hatta teorisini bu varsayım üzerine kuran ideoloji liberalizmdir. Liberallere göre insanlar akıllarıyla hareket eden bencil, ancak aynı zamanda da, kendine güvenen ve gelişmeye/ilerlemeye açık varlıklardır.

Liberallerin muhafazakârlarla buluştukları ortak nokta ise, liberaller de tıpkı muhafazakârlar gibi insan doğasının sosyal ya da tarihsel şartlardan bağımsız olduğunu vurgularlar. Oysa sosyalistler, insanların yanlış ya da kötü davranışlarının onların doğalarından değil, kendi dışlarındaki sosyal ve ekonomik şartlardan kaynaklandığına inanırlar. Dolayısıyla da, sosyal ve ekonomik şartlar bir biçimde ele alınıp yeniden düzenlenir ve düzeltilir ise, insanları kötülük yapmaya iten şartlar da azalacak, hatta yok olacaktır.

Böylelikle, insanların kötülük yapma ihtimalleri de azalacaktır.

Muhafazakâr felsefe açısından durum daha farklıdır. Muhafazakârların insan doğasına ilişkin esnek olmayan görüşleri, doğuştan zayıf ve eksik, dolayısıyla, gayrı mükemmel olan insan doğasının, bu niteliklerinden arınmasının hiçbir zaman mümkün olmayacağı yargısını içermektedir. Buna göre, insan her zaman eksik, kusurlu ve gayrı mükemmel kalmaya mahkûmdur. Çünkü, insan doğasının tam olarak, sürekli bir şekilde iyileşmesini, düzelmesini ve böylece de mükemmelleşmesini engelleyen faktörler vardır167. Dolayısıyla, aydınlanmanın en önemli yeniliklerinden olan

“mükemmelleşebilirlik” ideali, yani mükemmel insan, muhafazakârlarca hiçbir

166 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.71.

167 John Kekes: “Conservative Theories”, Handbook of Political Theory, Ed. By. Gerald F.GAUS and Chandran KUKATHAS, SAGE Publications, 2004, s. 138

şekilde ve hiçbir zaman ulaşılabilir bulunmamaktadır. İnsanın bu şekilde kötümser bir bakış açısıyla değerlendirilmesinden çıkan “gayri mükemmel insan doğası” iddiası, muhafazakârlık türlerinin tamamında ortak olan bir özelliktir168.

İnsanın kusurlu, eksik, zayıf, yetersiz ve sınırlı olduğu, dolayısıyla, mükemmel olmadığı biçimindeki iddiaların temelinde, hem dini hem de seküler fikirler yatmaktadır169. İnsanın kusurlu oluşunu dini temelli teorilere dayanarak açıklayan muhafazakâr düşünürler bulunsa da, pek çok muhafazakâr düşünürün seküler açıklamaları tercih ettiği de bir gerçektir.

Muhafazakâr siyaset felsefesindeki din temelli yaklaşıma göre insanın doğuştan ya da daha net bir ifadeyle tanrısal, yani Tanrı’dan kaynaklanan sınırlılıkları bulunmaktadır170. Bu varsayımı en açık bir biçimde Hıristiyanlığın

“ilk günah” teorisinde görebilmek mümkündür. İlk günah teorisine göre insan doğuştan özgür ve iyi olarak doğmaz. Aksine onda kötülüğe, anarşiye, yıkıp yok etmeye yönelik doğal bir eğilim vardır. İnsanın kendi başına, sadece kendi iradesine dayanarak tercihlerde bulunması ve buna göre hareket etmesi doğru değildir. Zira insan, çok fazla alternatif arasından iyi olanı seçmekte zorlanacaktır. Bu görüşün savunucuları arasında önde gelen muhafazakâr düşünürlerden biri, Fransız Joseph de Maistre’dir. İnsan doğasına ilişkin teorisini ilk günah doktrinine dayandıran de Maistre, “Fransa Üzerine Düşünceler” isimli eserinde evrende mevcut olan şeyin şiddetten başka bir şey olmadığını ileri sürmektedir. Ancak, ona göre, modern felsefe, her şeyin iyi olduğunu, yolunda gittiğini söyleyerek bu gerçeği gözden kaçırmaya çalışmaktadır. Oysa, kötülük her yeri ele geçirmiş ve bozmuştur.

Bu olanlar karşısında acı çeken insanlar başka çarelere sarılırlar. Tarihin de gösterdiği gibi, kanlı savaşlar insanların bir alışkanlığına dönüşür ve barışı

168 Norman Barry: “Conservatism”, s.45-46

169 Andrew Vincent: a.g.e., s. 69. Vincent, ayrımı dini ve pratik şeklinde yapmıştır. Jerry Muller:

a.g.e., s.10

170 Bruce Frohnen: Virtue and the Promise of Conservatism- The Legacy of Burke and Tocqueville, University Press of Kansas, 1993, s.9

sadece dinlenmek için düşünür hale gelirler171. Bunun temel nedeni, insanın işlediğine inanılan ilk günahtır. İnsan bu günahın ağırlığını taşımaktadır.

İnsan, işlediği ve dolayısıyla ağırlığını taşıdığı günah nedeniyle sınırlanmıştır.

Dini teorinin tam karşısında seküler teori yer alır. Seküler teori, aslında pratik durumun yorumlanmasından başka bir şey olmayıp gayrı mükemmellik sorununu insan aklında temellendirmektedir. İnsan doğasının gayrı mükemmel olduğu inancının tüm muhafazakârlarda ortak olması gibi, dünyevi işlerin ve sorunların düzenlenip halledilmesinde insan aklının yeri ve bu aklın sınırlılığı da tüm muhafazakârların paylaştıkları bir kanıdır172. Tarihsel sürecin şekillendirdiği ortamı gören ve bundan son derece rahatsız olan bazı düşünürler, bunun faturasını modern aklın tek güç olduğu iddiasına inanan ve onun buyruğuna giren insanlara kesmiştir. İnsanın gayri mükemmelliği, onun akıl kapasitesine ilişkin olup, bu akılla sahip olduğu bilgilerin dünyayı anlayıp açıklamasına yetmemesi anlamında bir gayri mükemmelliktir. İnsan, aklının sınırlılığından dolayı yeterli bilgiyle donanmış olmadığı için son derece karmaşık olan dünyayı anlayıp açıklamada ve sorunlarına çözüm üretmede yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle de başka unsurların yardımına kesinlikle ihtiyaç duymaktadır. Burke, önyargıyı yüceltirken muhafazakârların bu kanısını çok güzel ve yerinde bir biçimde şöyle özetlemiştir: “…insanları yalnız kendisine ait olan özel akıl birikimleriyle yaşamaya ve ticaret yapmaya terk etmekten korkuyoruz. Çünkü, biz bu sermayenin her bir bireyde yetersiz olduğundan kuşkulanıyoruz ve bu yüzden genel bankadan ve uluslardan ve yüzyıllardan oluşan sermayeden hep birlikte faydalanmasının daha iyi olacağını düşünüyoruz”173. Bu şekilde düşünen muhafazakârlara göre, aksi durum söz konusu olsaydı, yani insan son derece karmaşık olan dünyayı anlayıp açıklayabilecek yeterli akıl gücüne

171 Joseph de Maistre: “Considerations on France”, The Conservative Bookshelf:Essential Works That Impact Today’s Conservative Thinkers, Ed. By., Chilton WILLIAMSON Jr, Citadel Press, 2004, s. 36

172 Robert Lindsay Schuettinger: a.g.m., s. 17

173 Philippe Beneton: Muhafazakarlık, s. 104

sahip bulunsaydı, uygulanan akla dayalı siyasî projeler büyük felaketlere ve yıkımlara yol açmazdı174.

İnsanın yetersizliğini, zayıflığını ya da gayri mükemmelliğini farklı alanlarda gözlemek mümkündür. Heywood bu alanları psikolojik, ahlâkî ve entelektüel alanlar olarak sıralamaktadır175. Muhafazakârlara göre insanın sınırlı olduğu alanlardan ilki onun psikolojik dünyasıdır. İnsanın temel korkuları arasında yer alan yalnızlık ve düzensizlik korkusu onun en önemli sınırlılıklarındandır. İnsan, bu yüzdendir ki, tek başına hareket edemez, sadece kendine güvenip dayanamaz. O halde, salt kendi aklına güvenerek yaşaması imkânsız olan insanın, kendi nezdinde güvende olduğu duygusunu uyandıracak olan “aşina olunana” sarılması gerekir. Bildik, tanıdık, yani aşina olunan, kişiye nerede durduğu hususunda bilgi sağlayacağından, güvenlidir176.

Muhafazakârların insanın sınırlı ya da kusurlu olduğunu düşündükleri bir diğer yönü ise, onun ahlakıdır. Muhafazakârlar, gayri ahlâkî davranışların sorumlusu noktasında diğer siyasî felsefelerden ayrı düşünmektedirler.

Onlara göre sorunların kaynağı insanın doğuştan getirdiği bazı özellikleridir.

Yoksa diğer ideolojilerin ileri sürdükleri gibi, eşitsizlik ya da bazı toplumsal dezavantajlar değildir. İnsan doğasına yönelik kötümser bakışın sonucu olarak, muhafazakârlara göre, insan doğuştan bencil ve açgözlüdür ve bu da onu ahlâken kusurlu yapmaktadır. Ahlâken kusurlu (eksik) olmak ise, kişiyi ahlâk dışı ve ceza gerektiren davranışlar yapmaya itebilmektedir177.

İnsanın sınırlı olduğu diğer bir alan ise, onun entelektüel kapasitesidir.

Kendisi son derece karmaşık bir varlık olan insan, aynı zamanda son derece karmaşık bir dünyada yaşamaktadır. İdeolojik görüş ve politikaların

174 Bekir Berat Özipek: a.g.e., s. 42–43

175 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s. 71-72.

176 Oysa, liberalizmin bireyi kendine güvenen, kendine dayanan, girişimci, çıkarını maksimize etme peşinde koşan bireydir. Görüldüğü üzere, muhafazakârlığın bireyi liberalizmin bireyinden pek çok bakımdan ayrılmaktadır. Bkz. Andrew Heywood: Political Ideologies…, s. 75

177 Andrew Heywood: Political Ideologies…, s.71

şekillendirdiği bu karmaşık dünyayı anlamak ve çözebilmek insanın sahip olduğu akıl ve bilgi kapasitesiyle asla mümkün değildir178. İnsanın, buna rağmen, sadece kendi aklına dayanarak bu karmaşık dünyada söz sahibi olmaya çalışması mevcut sorunları çözmek bir yana daha da ağırlaştırmaktadır. Asıl önemli olan ise, söz konusu akıl kapasitesinin, aklın sınırlılığının değişmez olmasıdır. Başka bir deyişle, akıl kapasitesinin sınırlılığının, eksikliklerinin kaldırılması ve onun mükemmelliğe ulaştırılabilmesi mümkün değildir. Bunun gerçekleştirilebilmesine inanmak sadece bir ütopyadır. Ütopya da muhafazakâr düşünce açısından asla kabul edilemeyecek bir şeydir. Dolayısıyla, aklî mükemmelliğe ulaşmak için çaba sarf etmek boşa giden bir gayretten ibarettir.

Muhafazakârlara göre birey anlamında insanın söz konusu sınırlılıklarının ve gayrı mükemmelliğinin farkında olmadan kibir içinde boyundan büyük işlere kalkışmasını, dolayısıyla da büyük sorunlara yol açmasını önleyecek ya da asgariye indirecek çareler mevcuttur. Bu bağlamda özellikle aile, din ve çeşitli aracı kurumlar ile bunların taşıdığı gelenekler ve otoriteler başlıca çareler olarak görülmektedir179.