• Sonuç bulunamadı

Eski çağlardan günümüze kadar, devletin nasıl ve kimler tarafından yönetilmesi gerektiği sorusu sürekli olarak sorulmaktadır342. Böyle bir soruyu gerekli kılan temel etken, hiç kuşkusuz, insanların mutlu yaşamalarını sağlayacak daha iyi bir yönetime ulaşma isteğidir. Birçok kötü yön etim biçimine tanık olan insanlık, sadece yeniden aynı kötü yönetimlere maruz kalmamanın yollarını değil, aynı zamanda daha mutlu yaşamalarını sağlayacak yönetim biçimlerini de aramıştır. Bu bağlamda, kafalardaki farklı iyi yönetim modellerine uygun düşecek şekilde devletin kim ya da kimler tarafından yönetilmesi gerektiği konusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunun sonunda da çok farklı ve birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan değişik yönetim biçimleri ortaya çıkmıştır. İşte demokrasi de bu sorulara verilen cevaplardan biri olarak yaklaşık 2500 yıl önce hayata geçen ve halen de çeşitli değişiklikler geçirerek uygulanan bir yönetim biçimidir.

Demokrasinin, günümüzde gerek siyasal gerek gündelik hayatta geçerliliği en fazla olan kavramların başında geldiğine hiç şüphe yoktur.

Etkililik açısından onunla yarışabilecek kavram neredeyse yoktur. İnsanların çoğu onun iyi hatta en iyi şey olduğunda ittifak halindedir. Geri kalanlar ise,

342 Karl Popper: “Açık Toplum ve Düşmanlarına Yeniden Bakış”, Sosyal ve Siyasal Teori - Seçme Yazılar, Çev. İhsan Dağı, Der. Atilla Yayla, 2.Baskı, Siyasal Kitabevi, 1999, s. 26

demokrasinin iyi bir şey olduğunu düşünmemekle birlikte, bunu gizleyerek demokrat olduklarını iddia etmektedirler. Demokrasinin iyi bir şey olarak algılanmasının temel nedeni ise onun getirisi en yüksek siyasal kavram oluşudur. Gerçekten de demokrasi kendisine dayanan rejimlere343 birçok açıdan faydalar sağlamaktadır. Siyasal düzeyde düşünüldüğünde, demokrasi etiketinin sağladığı en önemli fayda siyasal rejimlere meşruiyet sağlamaktır.

Bu meşruiyetin ise, günümüzde geçerliliği olan tek meşruiyet temeli olduğunda hiç şüphe yoktur. Artık siyasal yönetimler ayakta kalıp sürekli olabilmelerinin tek yolunun halka dayanıp onların desteğini almak olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu bakımdan her türden siyasi rejim kendinin daha fazla demokratik olduğunu ya da gerçek demokrasiyi kendisinin temsil ettiğini ispat etme yarışına girmektedir. Bireysel hak ve özgürlükleri tamamen yasaklayan ya da büyük ölçüde kısıtlayan rejimler dahi demokrasiyi en azından uluslararası camiaya karşı kullanabilecekleri bir savunma aracı olarak görmektedirler. Elbette bunun ne kadar inandırıcı olduğu ayrı bir konudur. Ancak, söz konusu rejimler bu hakikati görmezden gelerek özgürlükçü rejimlerle demokrasi sıfatını kullanma yarışına devam etmektedirler.

Demokrasinin, siyaset biliminin büyüsü en fazla, meşruiyeti en yüksek, dolayısıyla da popülerliği en çok olan kavramlarının başında geldiğine şüphe yoktur. Ne var ki, demokrasi sahip olduğu bu popülarite ve çekiciliği, yalnız son zamanlarda kazanabilmiştir. Buna karşılık, antik Yunan döneminde sınırlı bir zaman dilimi içinde ve bugünkünden farklı biçimlerde de olsa hayat bulmuş olan demokrasi düşüncesi, tarihsel serüveninin geri kalan kısmını, son zamanlara gelinceye kadar, dışlanarak geçirmiştir. Buna paralel olarak da, demokrasi, hem ilk ortaya çıktığı dönemde hem de sonraki dönemlerde birçok düşünür tarafından en kötü yönetim biçimleri arasında gösterilmiştir344. Bu yaklaşımın, birbiriyle bağlantılı iki temel anlayıştan kaynaklandığını

343 Hatta, demokrasinin gündelik yaşamda sıradan kişilere bile fayda sağladığı söylenebilir. Şöyle ki, bir kimseden bahsedilirken onun ne kadar demokrat olduğunun söylendiğine sıklıkla tanık olunmaktadır. Bu, söz konusu kişinin olumlu bir özelliği olarak ifade edilmektedir.

344 Anthony Arblaster: Demokrasi, çev. Nilüfer YILMAZ, Doruk Yayınları, Ankara, 1999, s.20

söylemek mümkündür: Bunlar; aristokrasiyi ya da seçkinleri(elitleri) yüceltme; halkı küçümseme ya da ondan korkma anlayışlarıdır.

Gerçekten de, pek çok düşünür, devlet adamı ve siyasetçi demokrasinin halk (demos) egemenliği demek olduğunu kabul etmişse de345 halkın yönetimi ilkesini eleştirip kötülemekten geri durmamıştır. Eleştirilerin ortak noktası ise, bir bütün olarak halkın küçük görülmesi ve kötülenmesidir.

Bu bağlamda, halkın kendi çıkarının ne olduğunu bilmekten uzak olduğu, dolayısıyla da toplumu ilgilendiren kararların alınması sürecine katılmaması gerektiği iddiası en fazla karşılaşılan argümandır. Neredeyse tamamına yakını demokrasiyi kötüleyen bu dönemdeki düşünürlere göre, demokrasinin gerçekleşmesi eğer kaçınılmaz, yani mukadderse, o zaman bunun belirli şekillerde olması gerekmektedir. Bu çerçevede, örneğin demokrasinin ancak küçük bir toplumda hayat bulması gerektiği görüşü ağır basmıştır346. Ayrıca, en makbul durum, demokrasinin özelliklerinin monarşi, aristokrasi veya oligarşinin özellikleriyle harmanlanmasından ortaya çıkacak olan biçimdir347.

Tarih boyunca halka (demos’a) ve dolayısıyla da demokrasiye yöneltilen bu tarz saygı ve güven içermeyen bakışlar, aristokratik ya da seçkinci bir bakış açısından doğmaktadır. Bu bakış açısının en önemli yönlerinden biri, özetle, aristokratlara ve seçkinlere atfedilen kusursuzluk ve mükemmellik nitelik ya da erdemleridir. Demokrasinin uzun tarihi serüveni boyunca bu toplum kesimlerinin yönetiminden yana olanlar, halkı basit, kuru bir kalabalık ya da bir güruh olarak görmüşlerdir. Bu kuru kalabalığın özelliği, kamuyu ilgilendiren sorunların tartışılmasına katılmalarına imkân verecek

345 Marksist teori ise buna istisna teşkil etmektedir. Onlar demokrasiyi kitleler tarafından yönetildiği için değil, yönetilmediği için eleştirmektedirler. Bu teori batı demokrasisini burjuva demokrasisi olarak nitelendirmekte ve bu yüzden de kitlelerin dışlandığını ileri sürmektedir. Onlara göre bu demokrasiler (burjuva demokrasisi anlamında batı demokrasileri) kitleler tarafından yönetilmemektedir. Bkz. H.B.MAYO: a.g.e., s. 22

346 Bugün de antik demokrasinin temel özelliği olan doğrudan demokrasi değerlendirilirken bunun sadece nüfusu çok az olan toplum ya da topluluklarda işleyebileceği belirtilmektedir.

347 Manfred G. Schmidt: Demokrasi Kuramlarına Giriş, çev. Mehmet Emin KÖKTAŞ, Vadi yayınları 2001,s.18. Örneğin, hem Platon hem de Aristo demokrasiyi, fakirler ve cahillerden meydana gelmiş çoğunluğun yönetimi olarak görmekteydiler. Bu nedenle de, bu yönetim biçimi onlarda hiç de başarılı olacakmış gibi bir izlenim bırakmamıştır. Bkz. H.B.Mayo: a.g.e., s. 20

eğitim ve bilgiden yoksun cahillerden oluşması ve çok kolay biçimde demagogların etkisi altında kalmasıdır348. Daha da kötüsü, bu kuru kalabalık yanlış yöneticileri seçme hatasına da düşebilir349. Görüldüğü gibi, bu yaklaşım sonunda halkın eksik, yetersiz ve gayrı mükemmel olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu nedenle, halkın, kamu politikalarını oluşturmasına müsaade edilmemeli ve o yönetim iş ve sürecinden mümkün olduğunca uzak tutulmalıdır. Onların yerine ise, iyi eğitim almış, iyi yetişmiş ve zeki kimseler yönetimi üstlenmelidirler. Bu yaklaşım ya da anlayışın aynı içerikle olmasa da daha yumuşak bir biçimde günümüzde de dillendirildiği bir gerçektir. “Demokratik elitizm” ya da “elitist demokrasi” gibi isimlerle anılan bu yaklaşım, kitlelerin karmaşık kamu politikalarını anlayamayacağı varsayımından hareketle halkın ancak ve sadece yöneticileri seçmekle yetinmesi gerektiğini, politik kararları ise halkın seçeceği temsilcilerin alması gerektiğini ileri sürmektedir.

Demokrasi konusunda var olan bu çeşit tereddütlerin varlığına daha yakın zamanlarda da rastlamak mümkündür. Bugün demokrasinin önde gelen teorisyenleri arasında gösterilen birçok tarihsel kişinin, kendi dönemlerinde, oy hakkının küçük bir kitleyle sınırlı tutulması gerektiği yönündeki görüşleri tam bir paradokstur. Örneğin 19.YY’da, siyasî liberalizmin öncülerinden olan Mill, işçi sınıfının seçimlerde çoğunluğu elde etmesini engelleyecek bir seçim sistemi önermiştir350,351. Benzer şekilde, John Locke da oy hakkının genişletilmesi konusunda çok da istekli olmamıştır. Dönemin liberal düşünürlerinin demokrasiye ya da daha net ifadeyle halkın egemenliğine yönelik bu türden kuşku ve çekincelerinin,

348 Bernard Crick: Democracy - A Short Introduction, Oxford University Press, 2002, s 15-16

349 Aytekin Yılmaz: Modern Demokrasi: Gelişimi ve Sorunları, Yeni Türkiye Yayınları, 2000, s.78

350 C.B.Macpherson: The Real World of Democracy, Anansi Press, Canada, 1992, s. 5-6

351 J.S. Mill’in asıl endişesi çoğunluğun azınlığı ezme ihtimalidir. Mill, çoğunluk despotizminden endişe duymuştur. Bunu önlemenin yollarından biri olarak da oy hakkının genişletilmesini savunmuştur. Ancak, bu teklifinden onun tam bir demokrat olduğu, yani halkın bütününün oy hakkına sahip olmasıni istediği sonucu çıkarılmamalıdır. O sadece işçi sınıfının olası bir iktidarının karşısında durabilecek bir kitlenin var olabilmesi adına oy hakkının genişletilmesini savunmuştur. Zaten, Mill’in savunduğu “çoğul oy hakkı”, yani bazı kişilerin birden fazla oy verme hakkına sahip olması yöntemi de onun ne kadar demokrat olduğunun açık bir işaretidir.

öncelikle ve çok büyük ölçüde, birey özgürlüğünün korunması kaygısından beslendiği bir gerçektir. Birey özgürlüğünün, çoğunluğun egemenliği karşısında savunmasız kalarak zarar göreceği, hatta ortadan kaldırılacağı endişesini taşıyan liberaller, oy hakkının tüm topluma yayılması fikrine sıcak bakmamışlardır. Görüldüğü üzere, Antik Yunan’da Platon’da en net ifadesini bularak o tarihten bu tarafa her devirde kendine taraftar edinen, halkın yetersiz olduğu ve tehlike teşkil ettiği görüşü, halkın doğrudan ya da dolaylı katılımına dayanan demokrasinin en ciddi düşmanıdır.

Ancak, 19.Yüzyılda demokrasinin bu kötü kaderi değişmeye başlamış352, 20. Yüzyılda da bu durumdan büyük ölçüde kurtulmuştur353,354. O kadar ki, demokrasi kavramı en çekici ve itibarlı kavramların başında gelir olmuştur. Gerçekten de, tekrar belirtmek gerekirse, bugün artık demokrasiyi açıktan kötüleyen ve onu reddeden bir ülkeye rastlamak neredeyse mümkün değildir355.

Bunun en temel nedeni, demokrasinin popülaritesidir. Günümüzde demokrasiden daha popüler bir kavram bulmak zordur. Dolayısıyla da, onun

352 19.Yüzyıl, demokrasinin hem yerildiği hem de övüldüğü bir yüzyıldır. Bu yüzyılda demokrasinin aleyhinde olduğu kadar lehinde de pek çok yorum yapılmıştır. Örneğin Carlyle şöyle düşünmektedir:” Toplumsal olayların herhangi bir alanıyla ilgilenen bir kimse, demokrasinin şimdi hangi boyutlara vardığını, nasıl karşı konulmaz bir biçimde, uğursuz ve gitgide artan bir hızla ilerlediğini fark edebilir. Demokrasi, her tarafta, çağımızın amansız ve kendini hızla kabul ettiren istemidir”. Buna mukabil lehte olan görüşler de çok sayıdadır. Mesela:”Temiz ya da kirli olsun, soylu ya da adi olsun, makul ya da çılgınca olsun, uygulanabilir ya da ütopik olsun, tüm umutlar için, insanlığın tüm toplumsal tutkuları için bir bayraktır… Demokrasi kelimesi şimdi her gün, her saat ve her yerde konuşulmaktadır. Her yerde, herkes tarafından sürekli olarak duyulmaktadır”. Aktaran Leslie Lipson: Demokratik Uygarlık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984, s. 53

353 Amartya Sen: “Evrensel Bir Değer Olarak Demokrasi”, Liberal Düşünce, Güz 2003, sayı31, s.5;

Manfred G. Schmidt: a.g.e., s.18; Leslie Lipson: a.g.e., s.48

354 Halkın yönetimi olarak demokrasi fikri ya da ideali belirgin bir biçimde ondokuzuncu Yüzyılda tekrar ortaya çıkmışsa da antik Yunan’dan sonra bu fikre ve onun uygulanmasına hiç rastlanmadığı düşünülmemelidir. Bu uygulamalara tezin ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı bir biçimde değinilecek olmakla birlikte, burada kısaca belirtmek gerekirse tarihin belli dönemlerinde halkın yönetimi ilkesinin hayata belli ölçülerde de olsa geçirilebildiğine şahit olunmaktadır. Örneğin Roma döneminde ya da daha sonraları onbirinci yüzyıl civarlarında İtalyan şehir cumhuriyetlerinde halkın yönetimi ya da, Mayo’nun da belirttiği gibi, ona yakın olan yönetime halkın katılması uygulamalarına rastlanmıştır.

355 Ancak, tüm bu gerçekler yanında, demokrasinin aynı zamanda narin ve kırılgan bir rejim olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durumu kanıtlayan pek çok örnek mevcuttur. Gerçekten de, yakın tarih, demokrasilerin çöküşü anlamına gelen birçok olaylara sahne olmuştur. David HELD:

a.g.e., s.1

bu popülerliğinden yararlanma yarışına girilmektedir. Demokrasiye bu popülariteyi kazandıran husus, onun sahip olduğu meşrulaştırıcı güçtür. Bu güç demokrasiyi en çekici ve itibarlı kavramların başına yerleştirmektedir.

Demokrasinin meşrulaştırıcılığı, her rejimin, demokrasi kavramına sarıldığı takdirde, sahip olduğu farklı kurum ve kuralların meşrulaştığını356 ve bu sayede de varlıklarının devamı önünde bir engel kalmadığını düşünmesine yol açmaktadır. Demokrasinin kazandığı popülerlik, onun her rejim tarafından sahiplenilmesine yol açmak yanında demokrasinin neredeyse her derdin devası olarak görülmeye başlanmasının da sorumlusudur. Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, idari pek çok alanda var olan sorunların çaresinin demokraside bulunduğuna inanılmaktadır. Demokrasinin her sorun için bir çözüm reçetesinin bulunduğu düşünülmektedir. Ayrıca demokrasilerin hiç hata yapmayan, yani yanılmaz yönetim ya da rejimler oldukları düşünülmektedir.

Kısaca, demokrasiye yanlış bir biçimde çok büyük beklentiler yüklenmektedir357. Sonuçta da, siyasî alanda alınan kararlar, çıkartılan yasalar eğer demokratik sıfatını taşımıyorlarsa, “meşru ve uygun” olarak görülmemektedirler.

Görüldüğü üzere, demokrasi kavramının her kesim tarafından kullanılması ve onun adeta bir yeryüzü cenneti yaratacağı inancı onu en fazla gelişigüzel kullanılan kavramlardan biri yapmıştır358. Demokrasi kavramının çok yaygın biçimde kullanılmasının bu kavramı anlamsızlaştıracak noktaya getirdiği yaygın biçimde savunulan bir görüştür359. Gerçekten de, öğretide, demokrasi kavramının anlamı ve tanımıyla ilgili ciddi bir fikri belirsizlik ve bulanıklık vardır. Başka bir ifadeyle, demokrasinin ne tek açık ve ortak anlamı360 ne de herkesçe paylaşılan bir tanımı vardır. Kısa bir incelemeyle bile

356 Ross Harrison: Democracy, Routledge, 1993, s. 2

357 Burhan Kuzu: “Demokrasinin Gerekleri ve Demokrasimizin Bazı Çıkmazları”, Sosyo-Politik Yaklaşım, Şubat-Mart 1993, Sayı.1, s.11

358 Bernard Crick: In Defence of Politics, 5th ed, Continuum Pub., 2000, s.56

359 Barry Holden: Understanding Liberal Democracy, Harvester Wheatsheaf, 2nd ed. 1993, s.2

360 George Orwell: “Politics and the English Language”, Selected Essays, (Harmondsworth,Penguin, 1975, s.149)’dan aktaran Giovanni Sartori: Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev. Tuncer KARAMUSTAFAOĞLU ve Mehmet TURHAN, Yetkin Yayınları, 1996, s.4; Anthony Arblaster:

a.g.e., s.14. Arblaster, aynı eserinin farklı bir yerinde demokrasinin asla tek bir anlamının

öğretide birçok demokrasi tanımının mevcut olduğu görülebilir. Aslında, daha farklı bir durumun olması da zaten mümkün değildi. Zira, her şeye uygulanan, her anlama gelen kavramlar hiçbir anlama gelmeme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bunu doğrular biçimde, doktrinde demokrasinin farklı biçimlerde anlaşıldığına tanık olunmakta, bunun sonunda da demokrasinin çeşitli biçimlerde kullanılması söz konusu olmaktadır. Bu bağlamda, demokrasinin teknik, yani yönetim biçimi (hükümet biçimi) anlamında, felsefi, yani hayat tarzı anlamında ya da sosyal ve ekonomik düzenlere işaret eder şekilde kullanılmakta olduğu görülmektedir361. Böylelikle de demokrasi muğlâk bir kavram haline gelmektedir.

Demokrasi kavramının popülaritesinin bir diğer sonucu, demokrasinin öncelikle siyasî alanda geçerli bir yöntem olduğunun göz ardı edilerek onun, insanların bir arada olduğu bütün topluluklarda başvurulacak bir karar alma yöntemi olarak düşünülmesidir. Bundaki temel gaye ise, demokrasinin siyasal alandaki meşrulaştırma gücünden hayatın diğer alanlarında da faydalanma isteğidir. Bu bağlamda, üç kişilik bir ailede de otuz kişilik bir sınıfta da alınacak kararların az ya da çok demokratik olduğundan bahsedildiğinde, demokrasinin, düzenin devamını sağlayacak bir yöntem olarak algılandığına tanık olunabilmektedir. Oysa, demokrasi bir siyasî yönetim biçimidir. Bu nedenle de, onun anlamının belirsizleşmemesi için bütün insan topluluklarına uygulanacak şekilde genişletilmemesi gerekir362.

Demokrasinin bu popülaritesi, herkesin bu kavrama el atmasına ve yukarıda da ifade edildiği üzere her tür siyasi rejim, sistem, parti, hareket, grup ve ideolojinin demokrasiyi sahiplenmesine yol açmaktadır. Açık bir biçimde,

olmayacağını, onun sabit ya da durağan bir anlama gelmesinin söz konusu edilemeyeceğini iddia etmektedir. Ancak bu durumun bir düzenden yana olan bazıları için rahatsızlık verici olduğunu ileri sürmekten de geri durmamaktadır. Bkz. Aynı eser, s.18.

361 H.B.Mayo: a.g.e., s.22–23. Demokrasinin algılanış farklılıklarıyla ilgili bir başka sınıflandırma da Bernard Crick’den gelmektedir. Crick’e göre de demokrasi üç farklı biçimde düşünülmektedir.

Bunlar yönetime ilişkin bir ilke ya da doktrin anlamında demokrasi; kurumsal düzenlemeler ya da anayasal araçlar(device) bütünü anlamında demokrasi ve nihayet davranış biçimi anlamında demokrasidir. Bkz. Bernard Crick: Democracy- A very…, s. 5

362 Atilla Yayla: Siyaset Teorisine Giriş, 2. Baskı, Liberte Yayınları, 2002, s. 33-34

diktatörlük olmasına rağmen, ismine eklediği “demokratik” sıfatıyla kendini demokratik olarak nitelendiren birçok devlete yakın tarihte tanık olunmuştur.

Ön şartları ve unsurları nedeniyle demokrasiyle bir arada olması mümkün olmayan ideolojiler demokrasiyi tamlayan sıfatlar olarak geçmişte kullanıldığı gibi günümüzde de kullanılmaktadırlar. Bu duruma tarihin akışı içinde, özellikle 20. YY.’ın hem yakın hem de uzak dönemlerinden örnekler vermek mümkündür. 20 YY’ın başlarında yaşananlara örnek olarak, Nasyonal Sosyalist Almanya ve Faşist İtalya yönetimlerinin iddiaları gösterilebilir.

Örneğin, Hitler, Almanya’nın savaş öncesi ve savaş sırasındaki sistemini

“gerçek demokrasi” olarak nitelendirmekte hiçbir sakınca görmemiştir.

Mussolini de faşizmi “organize, merkezi ve otoriter demokrasi” olarak nitelendirmiştir363. Kısaca, otoriterliği su götürmeyen rejimlerden demokrasinin beşiği olarak görülen ülkelere kadar demokratik olduğunu iddia etmeyen ülke neredeyse yoktur.

Kavramın bu şekilde kullanılmasının geçmişteki bir örneği olarak komünist rejimler de gösterilebilir. Daha yakın zamanlarda komünist rejimlerin demokrasiye sahip çıkmalarına tanık olunmuştur364. Halk demokrasisi ya da marksist demokrasi olarak adlandırılan birçok rejim kendilerinin gerçek demokrasiyi yansıttıklarını iddia etmişlerdir. Söz konusu sosyalist rejimler 20.YY’ın son çeyreğinde arka arkasına yıkılmış, dolayısıyla da artık demokratik sıfatını kullanabilen sosyalist devlet sayısı çok azalmış olsa bile, yine de bu durum demokrasi kavramının ne kadar kolay sahiplenilebildiğinin güzel bir örneğidir. Ancak, Marksizm ile hasım olan liberal felsefeye dayalı kurum ve kurallara sahip diğer ülkeler de gerçek demokrasinin kendi rejimlerinde tecessüm ettiğini savunmaktadırlar. Bu bağlamda, örneğin

363 Anthony Arblaster: a.g.e., s. 79

364 Mayo, bu bağlamda, Sovyetler Birliği döneminde demokrasinin üç anlamda kullanıldığını belirtmektedir. Bunlar, kapitalist dünyadaki demokrasiyi ifade etmek için kullandıkları burjuva veya sahte demokrasi; kendi ülkelerinde mevcut olan proleter veya gerçek demokrasi ve nihayet Çin’de mevcut olan halk demokrasisidir. Bak. H.B. Mayo: a.g.e., s.17, 21. Komünizme göre işçi sınıfı, sınıfsız bir topluma ulaşılıncaya kadar devam edecek olan devrimci dönüşüm sürecinde diğer sınıflara hükmedecek ve bütün sınıflar ortadan kaldırılınca da gerçek anlamda demokrasiye, yani halkın yönetimine ulaşılmış olunacaktı.

Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler demokrasiyle yönetildiklerini, siyasî sistemlerinin bütünüyle demokratik olduğunu iddia etmektedirler. Bu suretle de, birbirine taban tabana zıt rejimlerin kendilerini demokrasinin tek temsilcisi olarak ilan etmeleri durumuyla karşı karşıya kalınmaktadır365. Bu da büyük bir karışıklığın doğmasına neden olmaktadır. Kısaca, hem otoriter ve totaliter hem de liberal rejimler demokratik sıfatını rahatlıkla kullanmaktadırlar. Bu çabanın altında yatan temel saik ise, tekrar belirtelim ki, demokrasi kavramının tek meşruluk kaynağı olarak görülmesidir.

Ne var ki, bu rejimlerin bir kısmının ileri sürdüğü görüş ve iddialar bütünüyle yanlış değilse de ciddi biçimde yanıltıcıdır. Bütünüyle yanlış olmamasının nedeni, bu rejimlerin, demokrasinin bütün özelliklerini değilse de, bazı özellik ya da yönlerini gerçek anlamda taşımalarıdır. Örneğin, halk demokrasileri ya da marksist demokrasiler biçiminde anılan rejimler demokrasinin halk tarafından seçim ya da halk için yönetim gibi özelliklerine sahiptirler. Bu rejimlerde de periyodik aralıklarla seçimler yapılmakta ve halk bu seçimlere katılarak oyunu kullanmaktadır. Ancak, karışıklık da zaten bu noktada çıkmaktadır. Zira, halk tarafından yönetim, yani halkın, karar alacak olanları seçmesi ilkesi açısından bakıldığında, bu rejimler tam manasıyla ya da ona yakın bir biçimde birer demokrasidirler. Hatta, katılım oranlarının yüksekliğine bakıldığında, bu rejimlerin dünyanın en demokratik rejimleri oldukları bile ileri sürülebilir. Bunun aksini iddia etmek zordur. Ancak, demokrasinin günümüzdeki anlam, ilke ve uygulanışı açısından bakıldığında, bu rejimlerin demokrasilerinin ciddi eksiklikleri vardır. Dolayısıyla da, bu rejimlerin farklı isimlerle anılmaları gerekmektedir. Nitekim de öyle olmakta ve

Ne var ki, bu rejimlerin bir kısmının ileri sürdüğü görüş ve iddialar bütünüyle yanlış değilse de ciddi biçimde yanıltıcıdır. Bütünüyle yanlış olmamasının nedeni, bu rejimlerin, demokrasinin bütün özelliklerini değilse de, bazı özellik ya da yönlerini gerçek anlamda taşımalarıdır. Örneğin, halk demokrasileri ya da marksist demokrasiler biçiminde anılan rejimler demokrasinin halk tarafından seçim ya da halk için yönetim gibi özelliklerine sahiptirler. Bu rejimlerde de periyodik aralıklarla seçimler yapılmakta ve halk bu seçimlere katılarak oyunu kullanmaktadır. Ancak, karışıklık da zaten bu noktada çıkmaktadır. Zira, halk tarafından yönetim, yani halkın, karar alacak olanları seçmesi ilkesi açısından bakıldığında, bu rejimler tam manasıyla ya da ona yakın bir biçimde birer demokrasidirler. Hatta, katılım oranlarının yüksekliğine bakıldığında, bu rejimlerin dünyanın en demokratik rejimleri oldukları bile ileri sürülebilir. Bunun aksini iddia etmek zordur. Ancak, demokrasinin günümüzdeki anlam, ilke ve uygulanışı açısından bakıldığında, bu rejimlerin demokrasilerinin ciddi eksiklikleri vardır. Dolayısıyla da, bu rejimlerin farklı isimlerle anılmaları gerekmektedir. Nitekim de öyle olmakta ve