• Sonuç bulunamadı

Naz (Nâzenîn), Şîve (İşve, Şive-kâr), İstignâ

GİRİŞ Çalışmanın Konusu

XVII. Yüzyıl ve Klasik Türk Edebiyatı

7. Hadis-i Erba‘in Tercüme ve Tefsiri: Kaynaklarda böyle bir eserin varlığından

1.9. Cehennem ve İlgili Mefhumlar

3.2.3. Sevgiliyle İlişkili Diğer Unsurlar

3.2.3.5. Naz (Nâzenîn), Şîve (İşve, Şive-kâr), İstignâ

Şîve, işve, cilve, istiğnâ vb. anlamlara da gelen ve daha ziyâde bu kelimelerle birlikte kullanılan naz kelimesi, kendini beğendirme amacıyla yapılan gösterişli hareket, bir şey beğenmiyormuş gibi gözükerek karşısındakini yalvarmaya mecbur etme, şımarıklık, yalvarma, rica gibi anlamlara gelmektedir (Devellioğlu, 2007: 811). Dîvânda sevgilinin başta boyu olmak üzere vücudu veya varlığı nazlı bir fidan olarak tarif edilir (G. 64/5). Ayrıca naz, sevgilinin saç (G. 141/1), kaş, göz, kirpik (G. 63/4) gibi diğer güzellik unsurlarıyla birlikte ele alınır. Sevgili naz ile salınır, naz ile yürür. Onun hem asil hem nazlı olan salınışı gibi bir salınış daha önce görülmemiştir (G. 18/4). Hatta o nazlı

fidanının cilvesini gören bahçedeki salınan serviler bile hayretten donup kalırlar (G. 165/3). O, kûyunda naz ve eda ile yürüse, onun şîve ve nazından kıyametler kopar (G. 299/5). Naz atına binen sevgilinin saçları kement olup can avlamaya başlar. Sevgilinin saçı yıldızlara kadar naz kemendi atar (G. 141/1). Dilber nazdan yerinde duramayıp âşıklarını naz atına çiğnetir (G. 98/6). O naz atını süren güzellik şâhsüvarının ödülü gönüldür (G. 105/5). Naz, bazen bir ata benzetilir ve işve konusunda hiç ayağının tökezlenmemesi beklenir:

'Özr-i leng eyler diyü meydân-ı nâz ü şivede

Şehsüvâr-ı fitne-sâzum yakmış esb-i nâza dâg (G. 193/2)

O fitneci şehsüvarım, naz ve şive meydanında ayağı aksamasın diye o naz atını dağlamıştır.

Âşık bazen nazdan şikâyetçi gibi görünse de aslında sevgilinin naz yapmasını ister. Sevgilinin nazına karşılık âşık dâimâ niyazdadır. Az naz yapmasından şikâyetçi olan âşık, sevgiliye çokça naz etmenin, kendisine de niyaz etmenin yakıştığını söyler (G. 4/1). Fakat başka bir beyitte âşık, onca niyaz ve aşk yangını çektikten sonra sevgilisinin tek bir nigâh için naz yapmasını kendine revâ görmez (G. 4/2). Bununla birlikte yine de sevgiliye kıyamayan âşık, kendisini kusurlu bulup ve bundan sonra sevgiliye daha az niyaz edeceğini söyler, bir nevi bu konuda onu daha fazla rahatsız etmeyeceğini belirtir (G. 150/5).

Şair, “Sevgili doktordur ve naz hastalığına ilaç bulunsaydı âşığın derdine de dermân bulunurdu” der (G. 48/4). Sevgilinin nazı dâimâ öldürücüdür (G. 87/3). Onun tatlı naz uykusu âşığa bir rûh gıdasıdır (G. 54/1). Sevgilinin nazın tatlı gülüşüne sahip dudağını düşündükçe âşığın göğsü, şeker imalathânesi gibi düşünülür (G. 120/4). Sevgili naz kumaşını hep âşıklara satar (G. 136/4). Hatta onu dellâlın omuzuna kendi yükler (G. 282/7). Bir beyitte, muhabbet kervanı geldiğinde sevgilinin naz ve şîve kumaşı da onunla gelir. Naz kumaşları hâneye sığmayacak kadar çoktur (G. 139/3). Aşağıdaki beyitte ise naz sermayesinin, satılık olması hâlinde çok bahâ edeceği söylenir:

Şu metâ'-ı nâz cânâ satılık olaydı farzâ

Sevgilinin sözü nâzenîndir (G. 185/2). O konuşurken bin naz yapar, gururlanır (G. 238/3). Naz uykusuna yatan (G. 120/3) sevgili, hep el üstünde tutulmuş, nazla büyütülmüştür. Doğduğundan beri gül gibi büyütülen sevgili, bahçenin soğuğunu sıcağını, iyiliği kötülüğünü bilmez:

Kökeninde büyümiş gül gibi nâzüklük ile

Germ ü serdin ne bilür gonca dahi bu çemenün (G. 206/2)

Gonca(ya benzeyen sevgili) en baştan beri gül gibi hassas bir şekilde büyümüştür. Bu bahçenin soğuğunu sıcağını, iyisini kötüsünü nereden bilsin? 3.2.3.6. Bakış (Nigâh/ Nigeh)

Dîvânda sevgilinin nigâhı en çok gamzeleriyle birlikte ele alınır (G. 328/5). Onun bakışı oka (G. 222/1), âşığa isabet eden hançere (G. 334/1) ve kılıca (G. 329/2) benzetilir. Âşığın, sevgilinin kanlı bakışından korkusu çoktur (G. 76/5). Buna rağmen âşık, aşk sahasında sevgilinin hançer tutan mest eden gözlerinin bir bakışına canını fedâ eder (K. XIX/47).

Sevgilinin eline kâğıt içinde kırmızı altın verilirken kâgıt onun bakışından hararet hisseder (G. 67/3). Sevgilinin nigâh âşığı akılsız eder (G. 117/5). Âşık ise sevgiliye bakmaya bile kıyamaz. Âşığın bakışı, sevgiliye yük olur ve onu halsizleştırır (G. 134/4). Sevgilinin bakışı âşığa kurban bayramını vaat eder (G. 136/3). Sevgilinin bakışı aynı zamanda terzi olur ve âşığa bayramlık hayat kumaşı biçer (G. 147/3). Âşık, sevgilinin aynaya bakmamasını söyler; çünkü bakarsa mağrur ve kibirli olur:

Mir'âta nigâh eyleme magrûrlanırsın

Her âyîne mir'âtdur eyler seni hôd-bîn (G. 253/4)

3.2.3.7. Yürüyüş (Reftâr, Hırâm)

Sevgilinin yürüyüşü genel olarak “hoş-hırâm, hoş reftâr” terkipleriyle tavsif edilerek veya çınar, serv gibi ağaçlara benzetilerek tasavvur edilmiştir. Dîvânda sevgili “kıyâmet-reftâr”dır ve kusursuz yürür (G. 109/3). Nazlı fidan olan sevgilinin cilvesini gören servler, tıpkı bir ağaç gibi yürümekten aciz hâle gelir (G. 165/3) ve kıskançlıktan kurumaya başlarlar (G. 263/3). Sevgilinin salınarak, edalı yürüyüşünü taklit etmeye çalışan âşığın gücü tükenir ve duvara yapışıp kalır (G. 251/5). Sevgilinin nazlı yürüyüşü sebebiyle

kemeri belinden düşünce, âşığın da ıstıraptan göbeği düşer (G. 340/2). Sevgilinin yürüyüşünde bir eda olduğundan onu seyredenler gidişinden etkilenir, hele de nazla ve işveyle yürüyorsa, âdeta kıyametler kopar:

Kıyâmetler kopar kûyında nâz ü şîveden Sâbit

Hırâmân olsa ol serv-i revân şûr ü şagablarla (G. 299/5)

O endamlı serviye benzeyen sevgili, fitneye (kargaşaya) yol açacak tarzda salınarak yürümeye başlasa, semtinde nazdan ve cilveden âdeta kıyametler kopar.

3.2.3.8. Söz (Güftâr, Lafz, Sühân, Kelâm, Nutk, Lisân)

Sâbit Dîvânı’nda sevgilinin sözü, genellikle dudakları ile birlikte zikredilir. Bir beyitte şeker gibi tatlı dudakları olan sevgilinin sözlerini mükerrer edip şiirleri ballandırdığı belirtilir (Eb. 30). Onun gönül alıcı ve aldatıcı sözü güvenilecek bir söz olmasa da hep tatlıdır (Thm. 2/I). Sevgilinin sözleri ayrıca pamuğa benzetilir ve sözünün yumuşaklığı bir pamuk gibi âşığın ağzını kapatır, hatta boğulmasına yol açar (G. 185/2). Söz, aynı zamanda âşığa âit bir unsur olarak da ele alınır. Bu durumda sözün etkileyiciliğine dikkat çekilir. Öyle ki yerinde ve uygun şekilde söylenen sözün, taş kalpli sevgiliyi bile etkileyeceği belirtilir:

Yir eyledi derûnında nigârun nakş-ı seng-âsâ

Yazılsaydı eger mektûbına bu dil-nişîn elfâz (G. 185/3)

Bu latif sözler eğer sevgilinin mektubuna yazılmış olsaydı, taş işlemesi (taşa işlenmiş nakış) gibi gönlünde yer ederdi.

3.3. Âşık (Şair, Semender, Hz. Âdem, Mecnûn, Şehîd-i 'ışk, Tıfl, Derviş, Hacı, Bülbül, Kumru, Hasta, Esir, Kebap, Fakir vd.)

Âşık, hem tasavvufî hem beşerî anlamda içine düşen aşk ateşiyle devamlı ıstırap ve sıkıntı çeken bir tiptir. Dîvânda şair genellikle kendisini âşık olarak gösterir. Ayrıca genel âşık tipinden bahseden beyitlere de sıkça rastlanır. Sâbit Dîvânı’nda, bazen birbiriyle çelişen vasıfları olan âşık tipinin portresi, şu şekilde çizmiştir:

Âşık kendini semender şeklinde ve aşk ateşine alışmış biri olarak gösterir (G. 104/4). Kimi zaman âşık, Hz. Âdem olur ve sevgilinin yüzündeki ben, onu aldatan dâne olarak

tasavvur edilir (G. 116/3). Kimi zaman da ehl-i dil olan âşıkların kah ağlayan kah gülen Mecnûn olduğu söylenir (G. 24/6). Âşık, aşk yolunda dağınık saçlarını cünûn şapkası hâline getirip tıpkı Mecnûn gibi görünür (G. 255/1). Âşığın bu dünyada çektiği belâ ne kadar çoksa Hâllac-ı Mansûr gibi derecesi de o denli yükselir (G. 111/4). Âşıkların serüvenleri, evliyaların menkıbelerine benzetilir (G. 111/3). Âşık aşk şehidi olduğundan üstüne toprak atmakla yer altında kalmaz (G. 135/2). Hatta âşığın abdestinden sıçrayan bir damla su, her türlü derde devâ olduğuna inanılan efsanevî bir ilaca dönüşür:

Mûmiyâ-yı ma'deni olurdı eczâ-yı zemîn

Nîm katre düşse âbından vuzû-yı ‘âşıkun (G. 216/2)

Âşığın abdest suyundan yarım damla yere düşse, yer yüzeyinin her bir parçası “mûmiyâ-yı ma'den” olur.

Sevgilinin yüzü ve zülfü hevesiyle ölen âşığın mezarında gül ve sümbül biter (G. 114/4). Puta benzeyen sevgilinin mezarında, mezar taşının olmadığı, ağlayan âşığın taş olup kaldığı söylenir (G. 82/1). Âşık, cünûn mektebinde okuyan bir çocuktur ve bayram gününde hiç bir zaman tatil yapmayı ümit etmez (G. 125/2). Âşık, aşk yolunda her şeye râzıdır, hiç bir engel onu bu yoldan çeviremez. Muhabbet dağının tepesinde iniş ve çıkışlar tez canlı âşığa yokuş gibi gelmez (G. 135/3). Âşık, sevgilinin sümbül kokusunu niyaz eder ve bu yolda başını soğan gibi piyâz etmekten çekinmez (G. 150/1). O, sevgilinin kûyunda mihnet şarabı içer, cefâ taşını yer (G. 139/4). Âşığın bulunduğu gam mezarında köpek bile bulunmaz (G. 314/4). Sevgilinin gönlü mıknatıs gibidir ve sürekli âşıkları kendine doğru çeker (G. 152/ 5). Âşığın aklına sevgili gelince, onun kuvvetsiz ve zayıf vücudunda âdeta karıncalar yürür (G. 288/1). Âşık, zaman zaman heyecandan sakarlık yapar (G. 109/4). Sevgiliye karşı boyu dâimâ iki büklümdür (G. 112/5). Âşık, aynı zamanda “safâ-nazar”dır (G. 117/1). Onun bakışlarından ötürü nazar değmez, değecek olursa gözün kadehteki hava kabarcığı gibi çatlaması istenir (G. 117/2). Âşığın îmân tatlılığı sevgilinin dudağındadır (G. 112/6). Sevgilinin yumuşak sözleri, tıpkı pamuğun, âşığın boğazına tıkanıp onu boğması gibi, ölümcül etki yapar (G. 185/2). Âşığın yaraları altın, gözyaşları ise gümüştür (G. 151/1). Âşığın konuşma dili bin kere kesilse de, o beden dili konuşmaya devam eder:

Kessen lisân-ı kâlini bin kerre ‘âşıkun

Heves-nâme'nin hükümlerine bakılırsa muhabbetin gâlibi ve mağlûbunun temyîz olduğu

söylenir (G. 33/2). Şâh-levend sevgili, âşığa “Levend-nâme” açıp Mihr ü Vefâ kitabını unutturur:

Mihr ü Vefâ kitâbın unutdurdı ‘âşıka

Açdı levend-nâmeyi ol şeh-levend-i nâz (G. 141/2).

Âşık dervişe, sevgili de mâsivâya benzetilir. Âşık, sevgilinin yüzündeki harmandan vazgeçip tek bir ben ile yetinir (G. 34/3). Sevgilinin bulunduğu yer Kâbe olunca, âşıklar da hacılar olarak düşünülür (G. 145/5). Bunun yanında âşık tıpkı bir fakir gibi, fitne nisâbına sahip olan sevgiliden işvesinin zekâtını ister (G. 292/2).

Diğer dîvânlarda da görüldüğü gibi Sâbit’te de âşık bülbüle, sevgili ise güle benzetilir (G. 114/4). Âşık bülbül olunca gözünden dökülen her gözyaşı gülün üstündeki şebnem oluşturur (G. 218/3). Bülbül, sevgili olan goncaya jâle ve su serper, fakat ne yazık ki her damlası kendisi için gönül yarası olur (G. 255/4). Bahçe hareminde damat olan bülbül, gül gelinini şebnemle değil, kuş sütü ile besler (G. 17/3). Ağlayan bülbül bazen de Hz. Zekeriyâ gibi şehit edilir. Bu durumda gülün her yeşil yaprağı onu kesen testere olarak tasavvur edilir (G. 75/2). Gül yüzlü sevgili, sohbete elinde girift bir ney ve dâire, yani etrafı zillerle dolu bir çeşit def ile gelince, onun câzibesinden âşığın bedeni ney ve def gibi göz ve kulak şeklindeki yaralarla dolar (G. 320/4). Ağlayan bülbül, körpe bir gonca olan sevgiliyi diken şişlerinde gördükçe büryân olup kebaba döner (G. 128/2). O, muhabbet kuşunun yuvasının kaknûsu gibi kendi nefesiyle yanıp kebap olur (G. 99/2). Sevgilinin iğneye benzeyen gamzesi, ağlayan âşığı tenhâda bulunca, teninde iğne batıracak yer kalmayacak derecede onu yaralar (G. 14/2). Bazen de sevgili mum olarak tasavvur edilir ve her gece ona pervâne olan âşığa öfkesini gösterir (G. 187/1). Sert huylu sevgili tekme ile vurdukça âşığın çehresi, ayak taşı gibi göz göz olur âdeta kuş yuvasına döner. Bir başka ifadeyle sevgili ayakkabı ökçesiyle vurunca âşığın yüzünde göz göz iz kalır:

Ökçe itdükçe lekedle dil-rübâ-yı tünd-hû Çehre-i ‘âşık ayak taşı gibi evkâr olur (G. 84/7)

Bir beyitte sevgilinin, âşığın dermânını alıp, yerine dert sermayesi verdiği belirtilir (G. 80/4). Gönlü hasta olan âşık ağlayıp sızlar, yaralarına merhem ister G. 292/1). Çâresiz

âşığa dil ve cân tabibi olan sevgilinin elinden gelecek olan ölümden daha iyi bir ilaç olmadığını belirtilir (G. 45/2). Sevgilinin ferahlık veren tatlı dudağının bir lokması, hasta gönlü için bin derde devâ olarak görünür G. 45/3). O yüzden âşık, sevgilinin dudağına girmesi için başını misvak gibi bin parça eder (G. 28/4).

Âşığın en büyük düşmanı rakiptir ve onun yüzünden nice dert ve gam çeker (G. 89/4). Âşık, rakiplerle dolaşan sevgiliye de hiç bir şey söyleyemez (G. 40/2); fakat şaşkınlıktan âşığın gözü kayış halkası gibi kalır (G. 336/4). Sonradan rakibe “şeşper-i Tîmûr”u göstererek sevgilinin nerede olduğunu sorar (G. 158/1). Sadece âşık, rakibi değil, rakip de âşığı kıskanır; hatta rakibin âşığı kıskanması kötü nağmeli karganın bülbülü kıskanmasına benzetilir (G. 60/1). Rakibin cenazesine gelen âşık, belki de “hayatımda ilk defa gönül rahatlığıyla namaz kıldım” diyerek hoşnutluğunu ifade eder (G. 130/1). Âşık, ancak rakibin cehennemin deresindeki mezarını gördüğünde rahatlar ve arkasına yaslanır. Artık endişe edecek bir şey kalmamıştır; zîrâ rakibin ölümü, âşığın huzuru demektir:

Arkası üzre yatup râhet iderdi ‘âşık

Olsa agyâre cehennem deresinde merkad (G. 65/4)

Âşığın yüz sayfasında her zaman niyaz gözyaşı bulunur (K. V/12). Âşık, sevgiliye duyduğu özlem ile ağlar ve dökülen gözyaşları Kızılırmak'ı oluşturacak kadar coşkulu akar (G. 38/3). Âşık, sevgilinin ayva tüylerinin belirmesine üzülerek (G. 184/3), onun saçlarını hayal ederek tıpkı servinin başında feryat eden bir kumru gibi ağlar (G. 73/4). Kıskançlıktan dolayı âşığın gözyaşları her zaman göz ucundadır, sevgili rakibin yüzüne sırıtsa âşık da ağlamaya başlar (G. 84/7). Ağlayan âşığın kirpikleri, rüzgârın ayrılık denizine attığı çerçöpe benzetilir (G. 336/5). Sevgilinin yüzü güzel ve süslü mushaf, âşığın gözyaşları ise onun insana ferahlık veren yaldızlı süsleridir. Âşık da gözyaşlarıyla sevgilinin yüzünü ıslatmayı (G. 50/4), hatta gözyaşlarıyla abdest alıp sevgilinin mushaf gibi yüzünü öpmeyi hayal eder (G. 251/7). Başka bir beyitte âşık, kendi gözyaşlarını şehidin kanına, sevgilinin yüzünü ise Hz. Osman'ın mushafına benzetir. Gözyaşlarının sevgilinin yüzüne düşmesinden korkar (G. 266/1). Bazen de âşığın kan ağlayan gözleri kırmızı mürekkep olarak düşünülür (G. 56/4). Âşık gözünü, içinde gözyaşlarının dolu olduğu bir leğene kendisi de âdeta bu leğendeki bir çamaşıra benzetir:

Nem-i eşkümle taşt-ı dîdede bir câme-şûyum ben

Ben gözyaşlarımla, göz leğenindeki bir çamaşırım. Beyaz vücudumun tülbendini elbisenin başı yaptım.

Âşığın gönlü sîne kafesinde hapsolmuş bir bülbül gibidir, sevgilinin yüzündeki dâneye benzeyen bene muhtaçtır (G. 47/4). O, dâimâ sevgilinin zülfünde asılıdır (G. 22/4). Âşık, yankesici olan sevgilinin saçlarının çatal ağacında bir esirdir ve sevgilinin, sapan taşı gibi kendisini âzât etmesini ister (G. 93/1). Sevgilinin naz ile tatlı tatlı gülüşlü dudağının hayali, Mısır ülkesinin şeker imalathanesinin kaynağı gibi düşünülür (G. 120/4). Âşığın gönlüne sevgilinin gül-cemâli düşse gönül, İskender'in güzel gösteren aynasına dönüşür (G. 104/3). Âşığın sînesi ateş kadar sıcak, sevgilinin bakışı kılıç suyu gibi soğuktur. Bundan dolayı sevgili, âşığın sinesinin gökyüzünde yıldız kadar tâze yaralar yakar (G. 193/1). Gönül, can parasını sarf edebilmek için bir gönül ülkesi ister (G. 20/4). Gönül, önceleri sevgilinin kavuşma hazînesiyle yetinmez iken, hayali ile yetinmek zorunda kalır (G. 34/1). Gam ateşiyle hararete uğramış olan kalp, kebap olur. Hele bir de üstüne gözyaşı suyu serpilince makbul bir kebap olacağı belirtilir (G. 99/1).

Âşığın, ne sevgilinin yokluğuna ne de onun çektirdiği cefâya sabrı kalmıştır (G. 113/1). Fakat kavuşma kapısını açmak, “sabır başarının anahtarıdır (Yılmaz, 2013:593) sözünde de belirtildiği üzere, ancak sabretmekle mümkündür (G. 49/1). Âşık, çok sabırlıdır; hatta sevgilinin gül-cemâlini senede bir kere görmeye bile râzıdır (G. 20/2). Şâyet sabırlı olup kavuşma hayaliyle kendi kendini teselli etmeseydi, ayrılık vahşeti âşığı öldürürdü (G. 153/4). Ne kadar sabretmeye çalışsa da sevgilinin Cennet gibi güzel yüzündeki dâne, âşığın sabır ve karar harmanını berbât eder G. 116/3).

Âşığın sermayesi gözyaşı ve âh u zârıdır Sermayesi tükenen âşık, gam ticarethanesinde kârdan mahrum kalır, fakirleşir (G. 165/1). Âşık en fazla seher vakitlerinde ateşlenir ve yakıcı âhlar eşliğinde inler (G. 73/3). Âşığın âh ve feryât etmesiyle kasırga meydana gelir, âh yüksek gök kubbe çadırına direk olur (G. 11/1). Şeyhin muhabbet yolunda âsâya dayanması gibi âşık da sevgiliden gelen cefâya dayanır (G. 76/1). Âşığın kış zahîresi “âh-ı serd”dir (G. 324/2). Âş“âh-ığ“âh-ın k“âh-ıv“âh-ılc“âh-ım dolu âhlar“âh-ından sevgilinin yüzünün orman“âh-ında çekirgeler ortaya çıkar (G. 11/2). Nefes vermekle buharlaşan ayna gibi, sevgilinin yüzü âşığın bir âh etmesiyle utancından terler:

Bir âh itsem hicâbından ‘izâr-ı dil-rübâ terler

Âşığın en büyük hatâsı aşkını sevgiliye ilan etmesidir. Bu yüzden sevgili ne kadar cefâ ederse etsin yine de azdır (G. 284/3). Başka bir deyişle âşık, bu ezâyı hak etmiştir. Âşık azarlanmayı kendi dilediği hâlde, belli bir noktada sevgiliye yeter, der (G. 292/3). Sürekli sevgiliye hizmet etmek, yardımda bulunmak isteyen, hatta çizme giyerken bile “bana dayan” diyen (G. 293/5) âşık için bunca fedâkârlıktan sonra sevgilinin cefâ etmesi ile vefa göstermesi arasında bir fark yoktur. Çünkü onun için vefa da cefâ birdir:

Cevrüne mahsûs olan 'ayn-i vefâdur bize

Müşterek olan vefâ mahz-ı cefâdur bize (G. 284/1)

Senin eziyetine mahsus olan bize tıpkı vefâ gibidir bize. Ortak olan vefâ da eziyetin ta kendisidir

Âşık, aşk pâdişâhı devrinde gam mülkünün bir valisidir (G. 284/5). Gam pâdişâhının devrinde iç hazîneden bayram bahâsı olarak dağıtılan şerbet, âşık için (ancak) gönlün kanlı suyudur:

Devrinde pâdişâh-ı gamun iç hazîneden

Hûn-âb-ı dildür ‘âşıka şerbet bahâ-yı ‘îd ” (K. VI/13)

3.4. Rakip ( Ağyâr, Gayr, Hasm, Seg, Kâfir)

Rakip, genellikle insanların iyi davranışlar içinde olmalarını çekemeyen, birbirini seven kimseleri her fırsatta rahatsız edip ayırmaya çalışan, kötü insanları temsil eder (Şentürk, 1995: 12–16). Aynı zamanda iki farklı rakip tipinden söz etmek mümkündür. Birincisi sevgilinin etrafında bulunup onu koruyan kimse; ikincisi de âşığın sevgiliye ulaşmasına engel olan, aynı zamanda âşıkla rekâbet hâlinde olan kötü vasıflı kimsedir (Batislâm, 2013:23). Sâbit Dîvânı’nda her ikisinden de söz edilir. Fakat daha çok âşık ve sevgilinin arasına giren ve engel olmaya çalışan bir rakip tipine yer verildiği görülmektedir. Dîvânda rakip “bî-hûş” (G. 8/4), “bed-kâr (G. 40/4), “saf-ı küffâr” (G. 144/1), “pelîd” (G. 136/5, G. 41/4), i dîv” (G. 42/4), i dûn” (G. 22/1), i kâfir” (G. 83/3), “rakîb-i seg” (G. 71/8) vb. olumsuz n“rakîb-itelemeler çerçeves“rakîb-inde söz konusu ed“rakîb-il“rakîb-ir. Rak“rakîb-ib“rakîb-in en belirgin özelliği, sevgilinin yanından ayrılmaması, peşini bir türlü bırakmamasıdır. Kavuşma köşküne giden sevgilinin hemen arkasında rakip de görünür (G. 107/2). Rakip, her zaman sevgilinin kapısı eşiğinde bekleyip onu gözetler. Rakibin varlığından rahatsız olan âşık, şahneden onu bir yere götürüp asmasını diler (G. 172/3). Aynı zamanda rakip

köpeğe de benzetilir. Bazen sevgilinin eşiğinde bekler ve âşıklarını korkutup kovar, bazen de ceylana benzeyen sevgiliyi kovalar (G. 250/1). Âşıklar, sevgilinin rakibe güvenip onunla sefâ sürmesinden, onu kendisine mahrem ve sırdaş etmesinden şikâyetçidirler (G. 328/4). Rakip, sevgilinin kapısına kadar giderek ona hediye vermek ister. Bunu gören âşık da kapı eşiğinden onu kovsaydın bari diyerek sevgiliye sitemde bulunur (G. 64/2). Âşık, ağlayıp sızlamaktan bir fayda olmadığını bilir, o yüzden çâreyi rakiple iyi geçinmekte bulur. Sevgili rakiplerle yakınlık kurup onlarla arkadaşlık ettiğinden, âşık da sevgiliye yakın olabilmek için çâreyi yabancıların yanında “bîgâne-âşinâ” olmakta bulur (G. 6/1). Sevgiliye yakın olabilmesi için âşık da köpek rakiplerle birlikte olur, onlarla arkadaşlık ve dostluk kurar. Âşık, sevgilinin kapısında durup onu koruyan köpeklerle kapı yoldaşı olunca, o kapıdan uzaklaşması gerekmez, tam tersi orası âşık için dâimî kalıNâbîlecek bir yeri olur:

Hâk-i deründen itmedi kelbün bizi cüda

Anunla eskiden kapu yoldaşıyuz şehâ (G. 9/1)

Ey şâh! Köpeğin bizi kapının toprağından uzaklaştırmadı, biz onunla eskiden beri kapı yoldaşız.

Sevgili bazen “îmân” anlamında zikredilir. Âşığın elinden sevgiliyi almaya çalışan rakip ise müminin kalbinden îmânı almaya çalışan Âzâzil'e, yani şeytana benzetilir (G. 335/4). Rakip bir münafıktır, sözü doğru olsa da, mânâsı münafık gibidir (G. 337/7). Sevgili, kadehe benzeyen dudakların kenarlarındaki ayva tüyleri ile İhlâs Sûresi yazar ve böylece münafık rakibin vereceği zarardan kendisini kurtarır (G. 170/1). Ayrıca rakip çok kıskanç ve dedikoducudur. Sevgilinin geçtiği yerlerde toz ve toprak olur, sonra da esrar yüzünden halkın diline düşer (G. 119/1). Âşığın gözünde o her zaman kara yüzlüdür. Kara yüzlülüğü ve çirkinliği sebebiyle rakibin en çok benzetildiği hayvanlardan biri de kargadır. O arabozucu rakibin kalp kargası, frengî parası gibi geçmemeye başlar (G. 304/6). Onun kara yüzlü olmasını şair dert etmez ve nişasta ile onun siyah yüzünü beyazlatacağını söyler (G. 138/4). Rakip, müneccim gibi gözleme kuyusundan izler ve böylece dilbere yaklaşmak için uygun bir zaman gözetir (G. 270/5). Rakibin eşi sihir yaparak onu eşek hâline getirince, bu sihri görenler de “sihr-i helâl” hep böyle olsa derler:

Rakîbi zevcesi sihr ile hâr idince gören

Uğursuz rakip için sevgilinin dudağından acı azarlaması bile tatlıdır (G. 68/5); hatta lezzetli şarap tadındadır (G. 69/2). Alçak rakibin sevgilinin kırmızı yanağından öpmesi, mektuba mühür basılmasına benzer (G. 22/1). Sevgili, rakibe dudağını öptürdüğünde âşığın inancı sarsılır ve sevgiliye olan inancını kaybeder (K. VI/17). Bayram zamanında kutlama yapılırken insanlar kucaklaşıp öpüşür. Aşktan gönlü hasta olan âşık, sevgilinin kucağındaki rakibi bir vebâ gibi görür ve bunu mübarek bayramın bir belâsı olarak değerlendirir (K. VI/18). Sevgili de rakibin ilgilenmesinden hoşlanır. Rakip ona el uzatsa o kâfir sevgili hemen put olur (G. 25/2). Sevgili rakibi koluna alıp gezdiğinde, âşık bunu eleştirecek olsa kötü olmakla yaftalanır (G. 40/2). Rakiple sevgilinin her hareketinden âşık haberdar olur. Çünkü rakip hâne hâne dolaşıp sevgili ile beraber gezdiklerini anlatır (G. 331/3). Sevgilinin kafasında rakip olduğu müddetçe kavuşmaya imkân olmaz; hatta bu durum “akasında anahtar olunca kapı açılmaz” atasözü ile açıklar (G. 137/2). Âşık, rakibin işlediği suçların cezasını bir gün çekeceğinden ümitlidir (G. 274/6). Rakp aşk hastalığıyla hastanededir; onun iyileşmesi için hastane ona fayda etmez. Âşığa göre rakp için çâre, kötek yerindedir, yoksa hiç uslanmaz (G. 36/4). Sevgilinin, rakibi dövmesi, âşığı çok mutlu eder ve “Allah koluna kuvvet versin, yaptığı iş de helal olsun” demesine yol açar (G. 36/3). Sevgili, yüzüne tükürdüğünde rakibin yüzü tuzlu balgam olur (G. 204/3). Güzel kavgasında kabak rakibin başında patlar (G. 205/4). Âşık bu durumdan rahatsız olup bahtsız olduğunu ifade eder. Bir beyitte Sâbit, dadının kucağında rakibin oğlunu gördüğünü, onun da babası gibi müfsid ve davranışları kötü birisi olduğunu söyler:

Gördüm rakîbün oglını âgûş-ı dâyede

Babası gibi müfsid ü bed-kâr olur habîs (G. 40/4).