• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Konusu

XVII. Yüzyıl ve Klasik Türk Edebiyatı

7. Hadis-i Erba‘in Tercüme ve Tefsiri: Kaynaklarda böyle bir eserin varlığından

1.9. Cehennem ve İlgili Mefhumlar

1.11.2. Amel Defteri

Kur’ân-ı Kerîm’de amel defterleri kitap veya suhûf adıyla geçmektedir. İnsanın bu dünyada benimsediği inanç ve işlediği bütün fiiller amel defterinde tespit edilmiş olup kıyamet gününde bir kitap hâlinde kendisine verilecektir (Kılavuz, 1991: 20). Dîvânda “defter-i a‘mâl” terkibi tek bir yerde geçer ve meleklerin, memduhun yaptığı hayrı amel defterine “nişan” olarak yazacakları dile getirilir:

Sebt olundukça mesûbât-ı mülûkâneleri Bu eser defter-i a'mâline olsun tevkî' (T. 40/8)

1.12. İbâdetle İlgili Kavram ve Terimler 1.12.1. İbâdet

İbadet “Hz. Allah’ın emirlerini yerine getirmek” ve “Allah’a kulluk etmek” anlamında kullanılan dinî bir terimdir (Yeğin, 1975: 245). İnsanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar için kullanıldığı gibi, genel olarak aynı mahiyetteki düşünüş, duyuş ve sözleri de ifade eder. Ancak kelimenin dinî içerikli belli ve düzenli davranış biçimleri için kullanımı daha yaygındır (Sinanoğlu, 1999: 233). Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtiha Sûresi’nin beşinci âyetinde “Yâ Rabbi! ancak sana kulluk eder, ancak Sen’den yardım isteriz” buyurulmaktadır. Yani iman eden kişi, yalnız Allah’a kulluk eder ve O’ndan yardım diler.

Dîvânda ibadet kelimesi, “‘ibadet” ve “ta’ât” şeklinde geçmektedir. Bir beyitte memduhun Allah’a kulluğu ve dine bağlılığı konusundaki övgüsü vesilesiyle karşımıza çıkmaktadır (T. XLII/49). Bir beyitte bulunduğu durumundan dolayı bahtına ve rüzgâra isyan eden şair (K. XVIII/13), bir başka beyitte zamanın kendisine ibadet niyetiyle kahrettiğini belirtir (K. XVIII/14). Yine bir beyitte rakibi öldürmeyi bir ibadet olarak değerlendiren şair, aynı zamanda ibadetin gizli bir şekilde yapılmasına değinir:

Zahm-ı şemşîr ile tenhâda rakîbi öldür

Eskiden darb-ı meseldür ki ‘ibâdet mahfî (G. 322/3)

Rakibi kılıç yarası ile tenhâda gizli bir şekilde öldür; zîrâ ibâdetin gizlice yapılması gerektiği eskiden beri bilinen bir darb-ı meseldir.

1.12.2. Duâ

Arapça kökenli bir kelime olan ve “Allah’a yalvarma, niyaz” (Devellioğlu, 2007:190) anlamına gelen duâ, “ruhun manevi bir âleme doğru çekilişi, kıymet verilen bir aşkın, sevilene karşı duyarlı olmanın ve sevginin tecellisidir” (Marinier 1991: 2). Kur’ân-ı Kerîm’de “Rabb’iniz buyuruyor ki: Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim”126 mealindeki âyette Allah, mü’minlerinin duâ etmesini emreder. Başka bir âyet ise şöyledir: “De ki: Duânız (ibadetiniz) olmadıktan sonra Rabb’in sizi ne yapsın?”127. Diyebiliriz ki duâ, insanı Allah’a yaklaştıran ibadetlerden biri olarak yaradan ile yaratılanlar arasında irtibatı sağlamaktadır. Sâbit Dîvânı’nda da duâ kelimesi, “evrâd” (K. XXXII/24), “dürûd” (K. II/90) ve “du‘â” (K. VIII/47) olarak, daha ziyade kaside ve tarihlerde karşımıza çıkmaktadır. Şair, genellikle memduhun medhi sona erdikten sonra veya bahse konu olan iş, yer, eser vb.nin tavsifi bittikten sonra duâya başlar:

Sâbit bu iddi‘âyı ko var âhir it yeter

Başla du‘âya buldı kasîden nihâyeti (K. XX/54)

Sâbit, artık yeter bu iddayı bırak, yazdığın kaside nihayet buldu, duâya başla.

126 Mü’min -40/60 127 Furkân -25/77

Şair bir beyitte gökyüzündeki yıldızların ve parlaklığın hep duâ eseri olduğunu, zaman kutbunun sabah ve akşam hep tekrar ettiğini söyler (K. XI/54). Şairin belirttiğine göre duâ kendini alçaltarak (K. XXXIII/60), hâlis bir niyet ve temiz bir kalp ile (K. XXXIV/48) edilir. Ayrıca ihlâs ile yapılan duânın sonucunda şevk ile ağlayanın gözyaşı, Ceyhun ırmağının coşmasına benzetilir ( K. IV/42). Başka bir beyitte ise bayram duâsının temiz bir gönül ile yapılması hâlinde kabul olacağı söylenir (K. VI/27). Duâ niyetine eller samimi bir şekilde açılır (K. XLI/81). Duâ ederken yukarıya kaldırılan eller, sandal küreklerine benzetilerek insanların her müsait olduklarında duâ denizine girmeleri tavsiye edilir:

Böyle eyyâm-ı müsâ'idde du'â bahrına gir

Eyleyüp destüni keştî-i niyaza micdâf (K. XXXVII/58)

Dîvânda, medhi yapılan kişilere duâ mahiyetinde uzun ömür, mutluluk, Allah’ın yardımı, kuvvet ve gönül temizliği dileklerinde bulunulur. Zîrâ memduha yapılacak en büyük yardım ve iyilik onun için duâ etmektir (XXV/3). Ayrıca, duâ etmek için mübarek topraklar olarak kabul edilen yerler seçilir (K. XIII/43). Memduhun zaferi için memleketlerin etrafında duâ edilir (K. XXI/2). Yine memduhun devleti için insanlar ve melekler duâ eder (VII/30). Duâ zamanında şairin kulağına meleklerin saflarından tekbir sesleri gelir gibidir (K. XI/83). Bir beyitte devletin ileri gelenlerinin ikbâli için duâ etmenin, o devletin halkına vâcip olduğu dile getirilir (K. XXXV/55, KT. 43). Şair, memduhun devlette bulunduğu dönem boyunca bütün âlemin kaygısız olmasını ve tüm dünyanın kalp temizliği ile ona duâ etmesini ister (T. XLII/59). O, övülecek huylarıyla kalpleri kazanmayı bilmiş, dünya ve ahiretine yönelik iyi geleceğin duâ ile olacağını görmüştür:

Şu ahlâk-ı hamîdeyle ‘aceb cezb-i kulûb itdün

Du‘â-yı devletün şuglindedür dünyâ vü mâ-fihâ (T. XLII/52)

Şair, memduhun devletinin günden güne efzûn olması için Allah’a duâ eder (K. XXXI/43). Şair, bazen aldığı mükâfat karşılığı olarak (K. XXVII/5, KT. 41) devlet duâsını ihlâs ile yapar (G. 252/5). Başka bir beyitte ise şair, medhetme hizmetinin hakkıyla yerine getirilmesinin imkânsız olduğunu bu nedenle duâya geçmesinin uygun olacağını belirtir:

Kümeyt-i hâmeyi semt-i du‘âya kıl tasrîf (K. IX/50)

Medhetme hizmetini (lâyıkıyla) yerine getirmek imkânsızdır. (En iyisi) sen kalem atını duâ semtine yönelt.

Bunun dışında askerler savaşa giderken maddi olarak silahla, manevî olarak da duâ ile donanırlar (T. XXI/3). Ayrıca yaşanmış olan kötü günlerden sonra duâ edilmesi gerektiği gibi (K. XXXII/36), bir işin yolunda gitmesinin tek yolu da yine duâ etmekten geçer:

O râyı lutf bilürsen du'â umûrını gör

Be-vefk-i de'b-i kadîm-i suhen-verân-ı fehîm (K. XXXV/78)

Şayet bu görüşü uygun bulursan, akıllı şairlerin eski kaidesine uyarak duâ işlerini hallet.

Şair, bir iki yerde dokuz feleğin Kerrûbiyân meleklerinin, Hz. Cibril’in her sözüne duâ ettiğini dile getirir (K. XXXII/24, K. XIX/50). Her sözün Hz. Peygamber övgüsünde kendisine bir “sermâye-i necât”, yani kurtuluş sermayesi olmasını ister (K. II/84). Hatta şair duâyı, memduhun övgüsünden üstün tutar:

Egerçi nazm-ı evsâf-ı şerîfi hoşdur amma kim

Du'â-yı izdiyâd-ı 'ömr ü devlet emr-i evlâdur (K. XL/64)

Gerçi şerefli sıfatlarını nazmetmek hoştur, fakat devletin(in) ve ömrünün uzun olması duası daha iyi bir iştir.

Âşıklar, sevgilinin bir sıkıntı ve derde düşmemesi için de toplanıp duâ ederler (G. 173/1). Şaire göre muskaya inanmayan meyhaneci, eğer isabet edeceğine inansaydı “kadeh duâsı”nı sâkinin pazusuna asardı:

Nazardan itse Îsâbet iderdi pîr-i mugân

Kadeh du'âsını bâzû-yı sâkîye ta'vîz (G. 69/3)

1.12.3. Namaz

Namaz, “duâ, hayırlı duâ” anlamına gelmekle birlikte Müslümanların, tekbir ile başlayıp selam ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan ibadetlerine denir (Yaşaroğlu, 2006: 350). Dîvânda namaz, “salât-ı hams” (T. XLII/58)), “beş vakit” (T. XL/9), “namâz” (G. 200/3) “salât” (K. I/68) vs. şeklinde geçer. Bunun yanında “ıskât-ı salât”(KT. 14),

namâz-ı şam” (G. 64/4), Ramazan aynamâz-ına özgü “terâvîh” namaznamâz-ı (K. III/21) ve “azîm-i Cum’a” yani cum’aya gitmek (K. XLI/73) şeklinde geçmektedir. Namaz, Müslümanlara Mîrâc gecesinde ve beş vakit olarak farz kılınmıştır:

Birisi işte bismi'llâh ile hams-i mübârekdür

O şeb ol pençe-i mühr-i nübüvvet eyledi ihdâ (K. I/100)

Bir beyitte, mecaz-ı mürsel sanatıyla âşığın, rakip sayesinde hayatında bir kez namaz kıldığı, onun da cenaze namazı olduğu dile getirilir:

Meydâna geldi na‘ş-ı rakîb-i nemîme-sâz

Kıldum huzûr-ı kalb ile ‘ömrümde bir namâz (G. 130/1)

Dedikoduculuk yapan rakibin nâşı meydana (musallat taşına) geldi, (nihayet) ömrümde gönül rahatlığıyla bir namaz kıldım.

Namazla ilgili olarak beyitlerde ayrıca ku‛ûd (oturma, namazın oturarak eda edilen kısmı) ka‛de-i âhire (G. 64/4); kıyâm (T. XLI/5), rükû (K. III/21), tahiyyât (K. XLI/56) ve secde kelimeleri yer almaktadır. Sâlikin secde edeceği yer ciğer kanı ile yıkanır (G. 192/2). Sevgili perestiş seccadesine ayak koyarsa, bir secde ile fitîl-i kandil olur (G. 313/2). Şair, pişmanlık gözyaşları içinde secdeye kapanmaya davet eder:

Vuzû‘-tırâz-ı şirişk-i nedâmet ol idelüm

Rûh-ı niyâzı zemîn-sây-ı hâk-dân-ı sücûd (K. II/7)

Pişmanlık gözyaşları ile abdest alan ol da yalvarma-yakarma yüzünü secde toprağının zeminine sürelim.

1.12.4. Ezan

Ezan, namaz vaktinin girdiğini bildiren bir çağrı olup câmîlerin minarelerinden duyurulur. Bir beyitte şair, şebnemin çemen müezzinine nukre vermediği takdirde, selvi ağacının minaresinin üstüne çıkıp ezan okumayacağını söyler:

Mü’ezzin-i çemene nukre virmese şebnem

Şebnem, çemenin müezzinine külçe halinde gümüş vermezse (o), selvi ağacının minaresinin üstüne çıkıp ezan verir mi?

1.12.5. Tekbir

Namazın önemli hususlarından biri de tekbirdir. Bu kavram dîvânda tek bir yerde geçmektedir. Şair duâ zamanında kulağına meleklerin safından tekbir seslerinin geldiğini belirtir:

Du‘â zamanı da oldı sımâhuma geliyor

Saf-ı melâ‘ikeden sît ü sayha-i tekbîr (K. XI/83)

1.12.6. Abdest

Abdest, namaz kılınmadan önce yerine getirilmesi gereken bir fiildir. Sâbit Dîvânı’nda abdest kelimesi, Arapçasıyla ve “vuzû’’ şeklinde geçmektedir. Birkaç beyitte de bu kelimenin tasavvufî manada ele alındığını görüyoruz. Örneğin, ismet namazı kılmak için, yüzsuyu döküp aşk abdesti alınır (G. 200/3). Ayrıca yalvarıp yakarmadan gidilen bir dergâha yaklaşmak abdest almayı gerektiren hadesin tâ kendisidir (G. 343/3). Başka bir beyitte ramazan ayının gelmesiyle şarap içenlerin, elini ağzını şaraptan temizleyip şarap sürahisini abdest ibriği eylediği söylenir:

Dehen ü destini mey-hâre yudı sahbâdan

Kûze-i badeyi ibrik vuzû‘ itdi hemân K. XLV/4)

Şarap içenler elini ağzını şaraptan temizledi ve şarap sürahisini derhal abdest ibriği eyledi.

Kur’ân-ı Kerîm’e ancak temiz olanlar el sürebilir. Ona abdestsiz dokunmak, hürmet ve tâzimi zaafa uğratır (Vakia 56/77–80)128. Hz. Osman, her sabah kalktığında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmiştir (Kettânî, 1996: II/196–197). Bu âdeti hatırlatan şair bir beyitte âşığın, sevgilinin mushafa benzeyen yüzünü gözyaşları ile abdest alarak öptüğünü dile getirir:

Sâbit gibi evvel alup eşkümle vuzûyı

128 Vakia -56/77-80 “O elbette değerli bir Kur’ân ’dır, saklı bir kitaptadır ki ona temizlerden başkası dokunmaz. O, âlemlerin Rabb’inden indirilmiştir”.

Sonra öperek Mushaf-ı rûhsâra yapışdum (G. 251/7)

1.12.7. Kıble

Kıble, Kâbe’nin bulunduğu ve Müslümanların namaza başlarken yüzlerini döndükleri yöndür. Dîvânda “kıble” kelimesi genellikle memduh ve sevgilinin bulunduğu yeri temsil etmektedir. Yani övgüsünde bulunulan kişi, rahm eyleyen bir “kıble-i kirâm”(K. VI/21) ve “kıble-i hâcet”tir (K. XIV/4, K. XL/67). Dolayısıyla ona “melûl ve hazîn” olarak gelen “şâdumân” ayrılır (K. XXXIV/30). Başka bir beyitte Kâbe’ye giden memdûh, oradan beraberinde kutsal rüzgârın feyzini, Rahman’ın soluğunun izini ve etkisini de getirir (K. XII/2). Yine onunla beraber kıbleden sıdk ü safâ çemeninin rüzgârı eser (K. XXXVII/6). Bir beyitte de memdûhun, Kubbealtı vezirlerinin kıblesi olduğuna değinilir:

Kıble-i kubbe-nişînân Mehemmed Paşa

Leyletü’l-kadr-i kerem ‘îd-i sabâh-ı ihsân (K. XLV/24)

Kubbede oturanların kıblesi olan Mehemmed Paşa, cömertliğin Kadir gecesi ve ihsanın bayram sabahıdır.

Âşıklar için kıble sevgilinin bulunduğu yerdir. Şair bir beyitte sevgilinin, gözucuyla âşıklara bulunduğu semti işaret ettiğini, o sihirli hareketin kendileri için kıbleyi gösteren bir pusula olduğunu dile getirir:

Gûşe-i çeşmün bizi kûyuna irşâd ider

Ol harekât-ı füsûn kıble-nümâdur bize (G. 284/4)

Senin gözünün köşesi, bizi köyüne doğru yolu yönlendirir. O sihirli hareketler, (âdeta) bize kıble yönünü gösterendir.

1.12.8. Minber

Câmilerde cuma günleri hatiplerin hutbe okuması için üzerine çıktıkları merdivenli yüksek kürsüye minber adı verilir. Mihrabın sağ tarafında yer alan minber, başlangıçta sadece cuma namazı kıldırılan câmilerde yer alırken zamanla bütün câmi ve mescitlerde yer alır olmuştur (Oral, 1962:87). Dîvânda “Kevser sahibi” Hz. Peygamber’in mekânsız minberin hatibi olduğu söylenir (K. I/29). O aynı zamanda Yâsin Sûresi’nin muhâtabı ve Tâ-hâ Sûresi’nin okunduğu minberin hatibidir (K. II/28). Memduh söz konusu olunca, onun tahta çıkması meleklerin dokuz basamaklı minbere çıkmasına benzetilir (T.

XLIII/19). Câminin minberinin görkemliği tasvir edilirken amel ordusunun göğe yükselmesi (T. X/13) ve ibadetlerin nurlarının arş-ı a’lâya ulaşması için minberin feleğin merdiveni yapıldığı belirtilir (T. XXVIII/5). Şair kalemi için, “i’câz-pâye” (K. XX/8) ve “pâk-edâ” nitelemelerine yer verir. Aşağıdaki beyitte kendisini de nazmın minberine çıkan bir hatip olarak gören şair, aynı zamanda hatiplerin bir zamanlar minbere kılıç ile çıkmaları uygulamasına telmihte bulunur:

Hutebâ gibi çıkup minber-i nazma Sâbit Tîg-âsâ kalem-i pâk-edâya tayanur (G. 76/7)

Sâbit, hatip gibi nazm minberine çıkıp, kılıç gibi pâk üslubu olan kaleme dayanır.

1.12.9. Mihrap

Mihrap, mescit ve câmilerde kıble tarafındaki duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılmış bulunan oyuk, girintili yer anlamında bir terimdir (Devellioğlu, 2002: 646, Mütercim Âsım, 2000:521). Sâbit Dîvânı’nda Hz. Peygamber’in, mukaddes mihrabın fetva sahibi imamı olduğu dile getirilir (K.I/66). Şair, gönlün en mahrem yerini gönül mihrabı olarak adlandırıp içinde bulunan nefsinin vesveselerine uymadığını söyler (G. 233/5). Başka bir beyitte mihrabın köşesinde duran mushafın, saygı gösterme amacıyla ele alınıp öpüldüğü dile getirilir (351/1). Mihrap, kıble yönündeki duvarın yarım daire biçiminde içine doğru girmiş olduğundan, sanki kıbleden yüz çevirerek cemaate doğru dönmüş gibi durmaktadır. Dîvânda geçen bir beyitte memduhun iyilikleri ve insana güzel teveccüh edişi, mihrabın bu durumuna benzetilir (K. XLV/28). Başka bir beyitte şair insanlardan, kıbleden dönmeden mihrap yönüne teveccüh etmelerini ister:

Semt-i mihrâba tevccüh idelüm bâb gibi

Kıbleden dönmeyelüm cebhe-i mihrâb gibi (G. 349/1)

Kapı gibi mihrâbın semtine yönelelim, mihrabın cephesi gibi kıbleden dönmeyelim.

Bir beyitte de sevgilinin kaşları (bkz. Sevgili) şekil yönünden kıbleyi gösteren mihrâba benzetilir:

Şarka mâ'il görinür kıble-nümâ mihrâbı (G. 345/3)

(O sevgilinin) kıbleyi gösteren kaşları doğuya meyilli gibi. Yoksa Hırstiyan güzelinin kaşlarına mı yönelir.

1.12.10. Farz

Dinî anlamda, yapılması kesinlikle istenen fiiller (Dönmez, 1995: 184) ile terki günah olan emirleri ifade eden farz kelimesi, Sâbit Dîvânı’nda kudret sahibi ve nisap miktarı zenginliğe sahip olan bir kimsenin hacca gitmesinin farz olduğunu belirtilmek vesîlesiyle kullanılır (G. 49/2). Ayrıca, cihat etmenin (K. XIX/51, K. XLIII/83) ve oruç tutmanın da farz olduğu dile getirilir:

Farzdur rûze gibi mükrem ü mer'î tutmak

Geldi bir kadri büyük zâtı mübârek mihmân (K. XLV/53)

Kıymeti büyük mübarek bir misafir geldi. (Bu durumda) Oruç gibi ağırlamak ve saygı göstermek farzdır.

1.12.11. Vâcib

Sözlükte “düşen; meydana geldiği kesin bilinen; sâbit, bağlayıcı, gerekli” anlamlarındaki vâcib kelimesi, terim olarak “şâirin mükelleften yapmasını kesin ve bağlayıcı biçimde istediği fiil” anlamlarına gelmektedir (Dönmez, 2012: 410). Sâbit Dîvânı'nda vâcip kelimesi birkaç yerde geçmektedir. Şaire göre devletin ileri gelenlerine hayır duâsı etmek halka vâciptir (K. XXXV/55).

Mekârim-pîşe sultânum gibi destûr-ı zî-şânun Du‘â-yı devlet ü ikbâli vâcibdür ‘ibâd üzre (KT. 43).

Cömertlik peşinde olan sultân gibi (o) şanlı vezirin ikbal ve devlet duâsı kulları üzerinde bir vaciptir.

1.12.12. Sünnet

“Hz. Peygamberin söz, fiil veya tasvipleri” şeklinde tanımlanan sünnet, fıkıh usulünde dînen yapılması kesin ve bağlayıcı olmaksızın istenen fiilleri belirtmekte olup geniş anlamıyla mendubun en önemli bölümünü oluşturur (Bedir, 2010: 150). Dîvânımızda “sünnet-hitân” şeklinde ve erkek çocukların sünnet edilmesi ve bunun için yapılan tören

anlamıyla kullanılmıştır (T. XLIV). Özellikle devlet ricâlinin övgüsünde ve onların, Hz. Peygamber’e olan bağlılıkları çerçevesinde ele alınmıştır. Bir beyitte Hz. İbrahim’in sünnetinin Hz. Muhammed’in şeriatına parlaklık verdiği (T. XLIV/1), ayrıca peygamberimizin sünnetinin âlemin alın yazısı olduğu dile getirilir (T. XLIV/10). Şair, hatibi kitap ve sünnete uymaya davet eder:

Kitâb ü sünnete uy ey hatîb-i hôş-nagme

Hevâ-yı nefsüne uyma bizüm imâm gibi (G. 341/2)

Ey güzel sesli hâtip, kitap ve sünnete uy! Bizim imam gibi nefsin(in) arzusuna uyma!