• Sonuç bulunamadı

Mezhebler: Sünnî; Şâfi; Şi‘î

GİRİŞ Çalışmanın Konusu

XVII. Yüzyıl ve Klasik Türk Edebiyatı

7. Hadis-i Erba‘in Tercüme ve Tefsiri: Kaynaklarda böyle bir eserin varlığından

1.9. Cehennem ve İlgili Mefhumlar

1.10.4. Mezhebler: Sünnî; Şâfi; Şi‘î

İslam dininde mezhepler a) Siyasî ve itikâdi, b) Fıkhî olmak üzere iki gruba ayrılır. İkinci grup mezhepler ki, ibadet ve uygulama açısından yaşayan Sünnî fıkıh mezhepleridir. Bunlar Hanefî, Mȃlikî, Şâfiî ve Hanbeli olarak dört gruba, yaşayan Şi‘î fıkıh mezhepleri ise Zeydî, Câferî/İmamî ve İsmailî olarak üç gruba ayrılırlar (Şener, 1984:372). Âşığın, başını misvak gibi bin parça etmedikçe, sevgilinin dudakları arasına giremeyeceğini söyleyen şair, aynı zamanda misvak kullanımında aşırıya gidilip ağızda kanamaya yol açılmasıyla, Şȃfi mezhebine göre abdestin bozulmayacağı kuralına da telmihte bulunur ve bunun rakȋbe verilmiş Şâfice bir cevap olduğunu belirtir:

İtmeden başını misvâk gibi bin pâre

Giremezsin leb-i yâre sana Şâfîce cevâb (G. 28/4)

Misvak gibi başını bin parça etmeden sevgilinin ağzına giremezsin. (İşte) sana Şâfîce bir cevap.

Başka bir şiirde ise şair, bayram zamanında şiʻȋlerin giydiği elbiseler ile sünnîlerinkini karşılaştırır. Bilindiği üzere Şiʻȋler, hatta günümüzde de İranlılar için en önemli millȋ bayram Nevruz’dur. Şair karşılaştırmasını bu bayram üzerinden yapar ve Şi‘ilerin giydiği elbisenin sünnîlerin giydiklerinin yanındaki değersizliğini vurgular:

Libâsı hulle-i 'Adn olsa Şî‘î -i nevrûz

Siyâb-ı sünnî-i ‘ide muhâldür taklîd (K. XXXIII/10)

Şi‘ȋlerin Nevruz(un)da (giydiği elbiseler) cennet elbisesi olsa bile sünnȋlerin bayram(ın)da giydiği elbiseleri taklit etmesi imkȃnsızdır.

1.10.5. Müslüman

Müslüman, barış anlamına gelen Arapça “silm” kökünden türetilmiş bir kelimedir (Hançerlioğlu, 1993: 391). Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a teslim olanlar “Müslüman” olarak isimlendirilir.122 Kur’ân’da “Müslüman-Müminler'in ancak Allah’a kulluk ettikleri ve O’ndan başka ilahlaştırdıkları hiçbir varlık olmadığı belitrilir.123

Sâbit Dîvânı’nda müslüman kelimesi, “i-îmân” (T. 9/7), “Ehl-i İslâm” (G. 185/4), ehl-i tevhîd (T. XXVIII/6), “Müselmân” (G. 31/5, G. 53/3), “Mümehl-in” (K. XLV/11, T. 40/2, G. 89/4, G. 112/6) olarak karşımıza çıkmaktadır. Ramazan ayındaki atmosferi anlatan şair, mescitler ile müminlerin kalbi arasında bir benzerlik kurarak (G. XLV/12), mescitlerin müminlerin kalbi gibi açıldığını (T. 41/9) söyler. Başka bir beyitte Ayasofya Cȃmii’nin padişah mahfilinin yerinin dar olduğu, memduhun himmet edip, orayı müminin gönlü kadar genişlettiği dile getirilir:

Pâdişeh mahfili teng idi Ayasofyanun

Himmet idüp dil-i mü’min kadar itdi tevsî‘ (T. 40/2).

Memduhun yaptırdığı çeşmenin, îmân ehlinin damağına bal gibi tatlılık verdiğini söyleyen şair (T. 9/7), başka bir beyitte İslȃm beldesinde her saat başında çalan çanın müslümanlara azap verdiğini ifade eder:

Dâr-ı islâmda sâ‘at başına itmededür

Çan çalup nice müselmânı mu‘azzeb sâ‘at (G. 31/5)

Sevgili-âşıktan bahsedilen beyitlerde Müslüman kelimesi, Kâfir-Müselman tezadı içinde zikredilmektedir. Sevgilinin kâfir olmasına ve acımasız davranışlarına karşılık âşık Müslüman olur (G. 311/3, G. 266/3, G. 305/7). Sevgilinin saç büklümü, yüz binlerce Müslüman’ı esir eder:

Ne zâlimdür bu kim âzâde-dil yüz bin müselmânı Giriftâr-ı şikenc-i zülf-i kâfir-macerâ kıldı (K. XIX/46)

122 Hacc -22/79 “O (Allah), bu (Kur’ân )’dan önceki kitaplarada da, bu Kur’ân ’da da sizi “Müslüman” adını verdi…”

Bu, öyle bir zȃlimdir ki hür yüz bin müslümanı, kȃfir mȃcerȃlı saçının kıvrımlarının esiri hȃline getirdi.

Başka bir beyitte ise bir müminin kâfirin ipini çekmesi hȃlinde, âşığın rakipten hayli dert ve gam çekeceği dile getirilir:

Bir mü'min olsa âh ipin çekse kâfirün

‘Âşık rakîbden nice bir derd ü gam çeker (G. 89/4)

1.10.6. Kâfir/ küfr, Bî-dîn, Kâfiristan, Nâ-müselmân, Mülhid

Sözlükte “örtmek, gizlemek, nankörlük etmek gibi manalara gelen küfür kelimesi aynı zamanda din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi tasdik etmemek, onaylamamak anlamında kullanılan bir terimdir (Sinanoğlu, 2002: 533). Sâbit Dîvânı’nda kâfir, şeytanın musallat olmadığı imansız kişi şeklinde ifade edilir (G. 122/5). Ayrıca kâfir kelimesinin gayrimüslimlerin tamamı için kullanılan bir kelime olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı ülkesinde bilindiği gibi İslam dinince yasaklanmış olan şarabın içilmesi ve satılması, gayrimüslimler için serbest bırakılmıştır (Kenanoğlu, 2007: 355). Bir beyitte şarap satan kimsenin kâfir olduğu dile getirilir (G. 167/5). Bunun yanında bu kelimeyle aşağıda görüleceği üzere, kimi zaman memduhun düşmanları, rakip; kimi zaman da sevgili, hatta onun saçı, yüzü, gözü ve gamzesi kastedilir. Dȋvȃnda memduh, kâfir gruplarıyla savaş ettiğinde (K. XIX/1) veya etmeye niyet eylediğinde kâfirin kanıyla meydanı lâlistana çevirir (K. XXXIX/18). Ona karşı kâfir başını sinip göstermez (K. XXXIX/31). Onun mızrağının sivri ucu kâfirin beynini deler (T.XLIII/13). Kılıcı da kâfiri hayrına tıraş eden berber gibi bedava tıraş eder (T. XLIII/34). Osmanlı padişahının kâfire gösterdiği kuvvet ve güç Hz. Ali’nin gücü ile kıyaslanır (T. XLIII/56). O, düşmanların içine büyük korku salıp, pazusunun gücüyle de tüm kâfiristanı etkisi altına alır ((XXXIV/3). Hz. Allah da her zaman memduhunun askerlerini kâfir üzerine gȃlip kılar (T. VIII/7). Kâfir kelimesinin yanında düşmanlar için bî-dîn kelimesi de kullanılmaktadır:

Çekince düşmen-i bî-dîne darb-ı Settârı

Sadâ-yı ra‘d degül çıkdı göklere feryâd (VII/3)

Dinsiz, kȃfir düşmanın üzerine Settâr olan Allah’ın darbesini vurunca ortaya çıkan (duyulan) ses yıldırım gürlemesi değil düşmanın göklere çıkan feryȃdıdır.

Dîvânda bazı beyitlerde sevgili “kâfir” (G. 87/5, G. 279/2) veya “küffâr” (K. XXXIX/29) ismiyle anılır (bkz. Sevgili). Bazı beyitlerde “nâ-müselmân” tabiri kullanıldığı, hatta sevgiliye (acımasız olduğu için) isim olarak verildiği görülür. Yani o, kâfir soylu (G. 241/2) ve siyah bahtlı bir nâ-müselmândır:

Nice âh itmeyüm baht-ı siyâh-ı nâ-müselmândan

Beni bir şûh-ı kâfir-mâcerâya mübtelâ kıldı (K. XIX/48)

Müslüman olmayan (o) kara tȃlihten dolayı nasıl âh etmeyeyim ki beni inatçı kȃfir mȃceralı bir şûha mübtelâ kıldı.

Küfr/kâfir sözünde zülmet karanlık manası hâkim olduğu için mecaz olarak sevgilinin saçını tavsifte kullanılmıştır. Örneğin, saç büklümü kâfir-mâcerâ olup sayısızca âşığı hapseder (XIX/46, G. 310/5), bir diğer beyitte bu kez gamzesi kâfir olup savaş için ayaklanır. Amber saçan siyah saçları ise gönlü sulha çeker (K. XLI/22). Bunlara rağmen şair, aşağıdaki beyitte âşığın mezhebinde sevgilinin kaşlarını mihrabın kubbesi olarak kabul etmeyen gönlün, küfrün ta kendisi olduğunu dile getirir:

Mezheb-i âşıkda mahz-ı küfr olur itmezse dil Tâk-ı mihrâb-ı perestiş ebruvân-ı dilberi (K. X/46)

Gönül, sevgilinin kaşlarını tapınma mihrabının kemeri olarak görmezse (bu durum) âşıklık mezhebinde küfrün tȃ kendisi olur.

Kâfir kelimesi sevgiliden başka rakip (bkz. Rakip) için de bir teşbih unsurudur. Birkaç yerde “rakîb-i kâfir” olarak geçer (G. 83/3, G. 320/1). Hıristiyanlar ölülerini tabuta başı arkada olacak şekilde koyar ve öyle defnederler (Onay, 2004:296) Bu âdetten esinlenen Sȃbit bir beyitinde, sevgilinin kapısında baş yerine ayağını koyan rakibi kâfir ölüsüne benzetir:

‘Adû bî-hûş olup ser yirine pâ korsa bâbunda O kâfir mürdesidür ayağı tersinedür cânâ (G. 8/4)

Rakip, aklını kaybedip kapına baş yerine ayağını koyarsa (buna şaşırma, zȋrȃ) o kâfir ölüsüdür, onun ayağı tersinedir.

1.10.7. Şeriat

Şeriat kelimesi sözlükte, “insanı bir ırmağa, bir su kaynağına götüren geniş yol” anlamına gelirken ıstılahatta; “yol, kanun, kural ve kaideler” anlamında kullanılmıştır. Bir başka deyişle dinî terminolejide şeriat kelimesi Allah’ın oruç, namaz, hac, zekât ve diğer sâlih ameller için emrettiği ve dinde vâz ettiği kanunlar bütünü olarak tarif edilmektedir. (Soysal, 1997: 294)

Dîvânda şeriat kelimesi şer‘ (K. XLI/49), şer‘-i peygamber (T. XLIII/43), şer‘-i Muhammed (T. XLIV/1) şeklinde ve genellikle kaside ile tarihlerde geçmektedir. Şaire göre memduhun dünyaya dair verdiği, din ile mezhep fetvasına uygun hükümleri şeriat ile birlikte kanun hilyesini süsleyen olur (K. IV/46). Memduhun şeriata bağlı olduğunu ve uğruna çalıştığını vurgulayan şair, onun şeriat kutbunun en büyüğü (K. IX/18), yüce şeriatın önde gideni (K. IX/19) ve muazzam şeriatın imamı (K. XXXV/22) olduğunu dile getirir. Bir beyitte Hurûfiliğiyle tanınan mutasavvıf bir şair olan Seyyit Nesîmî’nin (bkz. Şahsiyetler) şeriat edebine aykırı davrandığı ve cezasının derisinin yüzülmek suretiyle yerine getirildiği ifade edilmekte (G. 2/5); başka bir beyitte ise “Şeriatın kestiği parmak acımaz” darb-ı meselinin kullanıldığı görülmektedir (T. XLIV/12). Şair kendisinin de şeriata önem verip bilgisinin, şeriatın onayıyla ortaya çıktığını belirtmektedir:

Sâbitâ imzâ-keş-i şer‘-i kabûl-ı dânişem

Bu gazeldür da’vî-i ‘irfânıma akve’l-hücec (G. 49/5)

Ey Sâbit! Şeriatın imzasıyla ortaya çıkan bilgim, irfan dâvâma delil olan sözler bu gazeldir.