• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Konusu

XVII. Yüzyıl ve Klasik Türk Edebiyatı

7. Hadis-i Erba‘in Tercüme ve Tefsiri: Kaynaklarda böyle bir eserin varlığından

1.4. Dört Halife (Çâr Yâr), Sahâbe, Ehl-i Beyt

1.4.1. Ebû Bekir (Bû Bekr)

Dört halîfenin birincisi ve ilk müslümanlardan olan Ebû Bekir, Hz. Peygamberi ilk tasdîk edenlerden biri olması sebebiyle “çok samimi, çok sâdık” anlamlarına gelen “Sıddîk” lakabı, Hz. Muhammed tarafından kendisine verilmiştir (Delice, 1999: 171). Sâbit Dîvânı’nda bir beyitte “Safâ-yı tıynet-i Bû-Bekr” şeklinde zikredilmektedir (K. XVI/30).

1.4.2. Hz. Ömer

Aynı zamanda önemli bir devlet adamı91 olup Hulefâ-yi Râşidîn’in ikincisidir. Adâleti ile meşhur Hz. Ömer, “Fârûk” (Hak ile bâtılı birbirinden ayıran) ve Hz. Ebû Bekir’den sonra “emîrü’l-mü’minîn” lakaplarıyla tanınmıştır (Fayda, 2007:46).

Eski Mısırlılara göre Nil'in taşmaması için güzel ve süslü bir kızın kurban olarak nehre atılması âdettir. Hz. Ömer, Mısır valisi vasıtasıyla Nil'e hitaben bir mektup gönderir ve o mektûba “Elinde ise akma, Allah’ın iradesine tâbi isen ak” diye yazmıştır. Nehir o sene taşmamış ve ondan sonra kız yerine bir tahta heyken atmak âdet olmuştur (Onay, 2004: 384).

Sâbit Ramazaniye’sinde Hz. Ömer’den mektubu vesîlesi ile söz eder: Misâl-i nâme-i Fârûk ‘ayn-i rahmet olup

Akıtdı Mısr-ı sipihr üzre kehkeşândan Nîl (K. III/10)

Hz. Ömer'in Nil'e gönderdiği mektubu gibi rahmet meydana gelip, felek Mısr’ı/ülkesi üzerine samanyolundan Nil (nehrinin bolluk ve bereketini) akıttı.

1.4.3. Hz. Osman

İlk Müslümanlardan olan ve Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü olarak bilinen Hz. Osman, Kur’ân-ı Kerîm'ı Hz. Peygamber'ın sağlığında ezberleyip fetvâ verenlerdendir. Hz. Ebû Bekir zamanında kıraat farklarının sebep olduğu tartışmaları önlemek için Kur’ân-ı Kerîm’i mushaf hâlinde toplayıp beş veya yedi nüsha olarak çoğaltıp Mekke, Basra, Kûfe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e göndermiş, bir tanesini de Medine’de bırakmıştır (Yiğit, 2007:442).

Sâbit Dîvânı'nda da Hz. Osman, Mushaf münasebetiyle zikredilmektedir. Memdûhun sakal bırakması, dolunayın etrafının hâle tarafından kuşatılmasına benzetilmiş, bu durum aynı zamanda Hz. Osman’ın Mushaf’ının siyah kılıf içine konulması olarak tarif edilmiştir (T. 36/3) Bir başka beyitte ise sevgilinin amber saçan misk kokulu ayva tüylerinin güzelliğini gizlemesi, Hz. Osman’ın Mushaf’ının siyah kumaştan bir kılıfa konulmasına benzetilmiştir:

Cemâlün eyledi müşgîn hat-ı ‘anber-feşân pinhân

Yine zarf-ı siyeh kemhâya girdi Mushaf-ı ‘Osmân (T. 37/1)

Amber kokusu saçan siyah ayva tüylerin, güzelliğini gizledi. Yine Osman'ın Mushaf’ı siyah kumaştan yapılan bir kılıfa girdi.

1.4.4. Hz. Ali (Haydar-ı Kerrâr, Kerrâr)

Hulefâ-yi Râşidîn’in92 dördüncüsü olan Hz. Ali, Hz. Peygamber’in damadı olup ona ilk îmân edenlerdendir (Fığlalı, 1989:2/371). Hz. Ali, Şark-İslâm edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da ilmi, irfanı ve velîliği, faziletleri, cesareti, yiğitliği, Hz. Peygamber'e

olan yakınlığı, dînî ve tarihî kişiliği ile yer almaktadır. Klasik Türk şiirinde Hz. Ali

“kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velâyet timsali” olarak anılmış, vasıflarıyla çeşitli teşbih, telmih ve mukayeselere konu edilerek övülmüştür (Güfta, 2002: 2).

92 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, İstabnul: Bedir yayınevi, 1994.

Sâbit Dîvânı'nda, memdûh, “Murtazâ lakaplı şeref, itibar sahibi ve vasî-i Muhtâr” olan Hz. Ali’nin adaşıdır (K. XXXVII/16). Onun kılıcı da Hz. Ali’nin düşmanları yere yıkan Zülfekâr'ı gibi hased edenlerin yüreğini deler ve canını yaralar (K. XXXII/34). Yine memdûhun kılıcı, kader tarafından Hz. Ali’nin Zülfekâr'ının vekili kılınmış (K. XIX/2), fetihlerinde gösterdiği kahramanlık Hz. Ali’nin Hayber gazvesinde gösterdiğine eşdeğer görülmüştür:

‘Adûya ‘arza kılup dest-bürd-i Kerrârı

Anıldı Gazve-i Hayber kadar bu feth ü güşâd (K. VII/2)

Hz. Ali'nin üstünlüğü düşmana gösterip bu fetih, Heyber Gazvesi kadar anıldı.

Bir diğer beyitte şair, insanın gönlü bu dünyada ne kadar günahlarla kararmış olursa olsun kurtuluş ümidinin yine Hz. Muhammed, onun ashâbı ve Hz. Ali’nin olduğunu dile getirir:

Sâbit ne denlü dil-siyeh-i cürm isen n'ola

Ümmîdimüz Muhammed ü Ashâb ü 'Alidür (G. 120/7)

Sâbit, günahlar yüzünden ne kadar gönlü kara isen (de ne olmuş); ümidimiz her zaman Hz. Muhammed, ashâp ve Hz. Ali’dir.

1.4.5. Hz. Hüseyin

Sâbit bir beytinde Hz. Hüseyin’in şehit edildikten sonra kesilen ve Yezid tarafından mızrağın ucuna takılan başı ile çemende diken üzerinde bulunan gonca arasında benzerlik kurar:

Çemende sanma ki hâr üzre gonca oldı bedîd Ser-i Hüseyn-i şehîdi sinâna dikdi Yezîd (G. 62/1)

Sen çemende dikenin üstünde goncanın görünmekte olduğunu sanma, o, Yezid'in mızrağına diktiği şehîd Hüseyin’in başıdır.

1.5. Dînî Kitaplar 1.5.1. Kur'ân-ı Kerîm

Kur’ân, Allah tarafından Cebrâil vasıtasıyla son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, Arapça mûciz bir kelâmdır (Birışık, 2002: 383). Sâbit Dîvânı'nda şair doğrudan Kur’ân kelimesine yer vermemekle, Hazret-i Kur’ân vb. sıfatlar kullanmakla, hatta çeşitli benzetmelere konu etmekle birlikte, Kur‛an karşılığında daha çok “mushaf” tâbirini kullanmaktadır. Sevgilinin misk kokulu ayva tüyleriyle kaplı (T. XXXVII/1) ve de süslü (G. 50/4) yüzü Mushaf’a ayrıca pâdişâhın kudreti, Cenâb-ı Hakk’ın nusret eliyle açılan Mushaf’a (G. XLIV/12) benzetilir. Yine sevgilinin yüzündeki hat veya memdûhun kudreti anılmak sûretiyle Mushaf’tan fal bakılır (K. XII/26, G. XLIV/12). Mushaf'la ilgili olarak ayrıca “Mushaf-ı fazl (K. XXXVII/17), “Mushaf-ı iclâl” (G. XLIV/12), “Mushaf-ı hüsn” (G. 278/3), “Mushaf-ı Osman” vb. tamlamalara yer verildiği görülür:

Siyâh zarf içine girdi Mushaf-ı ‘Osmân

İhâta itdi ya hôd hâle mâh-ı tâbânı (T. XXXVI/3)

Hz. Osman'ın mushafı siyah bir zarf içine girdi, yâhût hâle parlak ayı kuşattı.

Şair memdûhun faziletinin derecesini, cildi altın yaldızlı, güneş şemseli ve üzeri gökyüzünün açık mavi rengiyle kaplı mahfazaya sahip bir Mushaf’a benzetir (XXXVII/17). Başka bir beyitte memdûhun sakal bırakmasını, yüzünün sakalsız hâlini Hz. Osman’ın mushafına, sakallı hâlini ise bu Mushaf’ın siyah bir kılıf içine girmesine benzetmek sûretiyle dile getirir (T. XXXVI/3). Benzer bir beyitte bu kez memdûhun yüzü beyaz parlak bir sayfaya benzetilir, sakal bırakması ise cenâb-ı Hakk tarafından o sayfaya Duhân âyetinin yazılması olarak ifade edilir (T. 36/2). Kur‛an türlü kıraâtlarda okunur (K. XXXIII/30). Memdûh, Kelâm-i pâkini sabah akşam vird eyler (K. X/18), sadece Ramazan ayında Kur’ân’ı hatırlayan sûfîlerden Mushaf alınmaz (K. XLV/8) ve yüce Kur’ân üzerine yemin edilir:

Cenâb-ı Mushaf-ı iclâline yemîn iderüm

1.6. Dînî Günler, Geceler ve Aylar 1.6.1. Berât

İslâm literatüründe “iki şey arasında ilişki olmaması; kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması” anlamına gelen berât; aynı zamanda Şâban ayının on beşinci gecesinin adıdır (Ünal, 1992: 475). Sâbit Dîvânı'nda Berât gecesi sadece iki beyitte geçmektedir. Bu gecede câmilerin tüm kandilleri yakılır (K. III/12) ve şamdanlara konulan mumlar, gece boyunca, neredeyse tükenene kadar yanar hâlde bırakılır:

Şeb-i Berâtda konmış idi şem‛adâna bütün

Yanup o şem‘-i fürûzende kaldı şe’y-i kalîl (K. III/13)

O parlayan mum, Berât gecesinde şamdana koyulmuştu. O aydınlık gecede hepsi yandı (şimdi) az bir şey kaldı.

1.6.2. Bayram

İslâm dünyası için çok büyük anlam taşıyan bayram kelimesi, ‘-ı Kerîm’de ‘îd şeklinde birçok âyette ve ayrıca hadis-i şeriflerde geçmektedir.93 İslâm dininde ‛îdü’l-fıtr (fıtır/ramazan bayramı) ve ‛îdü’l-adhâ (kurban bayramı) olarak adlandırılan iki bayram vardır. Ramazan bayramı veya öncesinde fitre (fıtır sadakası) verildiği için fıtır bayramı denir. Şeker, lokum ve tatlı ikram edildiğinden halk arasında ayrıca şeker bayramı olarak anılır. Ramazan ayını ibâdetle geçiren müminler, Allah’ın rahmetine nâil olma ümit ve sevinciyle bu günlerde bayram ederler. Kurban bayramı ise, belirli günlerinde kurban kesildiği için bu adla anılmıştır. Vaktiyle Hz. İbrâhim’in oğlu Hz. İsmail’i kurban etmek istemesi ve onun buna râzı olması, dolayısıyla Allah’a karşı verdikleri başarılı imtihânın sevinci bu bayramda diğer tüm Müslümanlar tarafından da yaşanır ve paylaşılır (Bayraktar, 1992:259).

Edebî metinlerde de “bayram” yerine daha ziyâde Arapça “‛îd” kelimesine yer verildiği, yine Ramazan bayramı için “‛Îd-ı Fıtr, ‛Îd-i Sagîr, ‛Îd-i Şevvâl, ‛Îd-i Ramazân”, Kurban bayramı için ise “‛Îd-i Ahdâ, ‛Îd-i Kurban, ‛Îd-i Ekber” gibi tamlamaların kullanıldığı görülmektedir (Sungurhan, 2011: 117).

Ramazan ve Kurban bayramının dîvânda, başta kasideler olmak üzere kıt‘a, tarih, gazel94 vb. nazım şekilleriyle söz konusu edildiğini görmekteyiz.

Bu kelima Sâbit Dîvânı’nda bayram (G. 87/4, G. 147/3, K. VI/16),95 ‘îd (G. 136/3, G. 148/1, K. VI/1/28),96 ‘îd -i ekber (K. XXI/1, K. XXXIII/27, G. XLV/25), ‘îd -i gınâ (K. XLV/62), iştihâ-yı ‘îd (K. VI/2), mâh-ı ‘îd (XXXII/39) şeklinde geçmektedir.

Bayram ile mübarek ramazanın macerası pek eskidir. Üstelik bayram, oruç ayını yalnız bulduğunda hemen onu yer (K. VI/8). Her sene dolaştığından dört mevsimde de Ramazan’dan sonraki gün bayramın birinci günüdür (K. XXXIII/62). Bayramın sevincine rağbet eden kimse gam orucunu tutar; zîrâ bayramın öncesinde sürekli oruç vardır (K. VI/19). Bayramın gelmesiyle gam orucunu tutanlar kendilerini kurtulmuş sayar (K. XXXII/1). Ramazan boyunca her geçen gün zayıflayan ay, sonunda daha da zayıflayıp hilâl hâline gelir. Buna şaşılmamalıdır; zîrâ Ramazan çilesinden daha dün çıkmıştır (K. VI/10). Fakirlik orucundan sonra, bolluk bayramı gelir (K. XLV/67). Bayram, orucun mizâcının yanı sıra (K. VI/2) cimrilik orucunun tılsımını da bozar (K. VI/7). Her gece yıldızlar gökyüzü tuzağına tane/yemlerini döker, fakat Hümâ kuşuna benzetilen bayram, ramazanın bu tuzağına düşmez (K. VI/9). Bayram, Müslümanlar için çok önemli bir gündür. O günde gül bile mevcut kumaş elbisesini çıkarıp yâsemen çiçeği gibi cennet elbiselerini giyer (G. XLIX/9).

Bayram gecesinin siyahlığı aynı zamanda oruç tutanların kurtuluş mektubunun mürekkebidir:

Necât-ı nâme-i savvâmı münşî-i rahmet

Mürekkeb-i şeb-i ‛îd ile eyledi tasvîd (K. XXXIII/8)

Rahmet kâtibi, oruç tutanların kurtuluş mektubunu bayram gecesinin mürekkebi ile yazdı.

Bayramın gelmesi ile tüm dünya sevince boğulur (K. XXXII/38). İnsanların bir araya gelip görüştüğü, birlikte yiyip içtiği ve eğlendiği bir zaman olduğu için bayramın misafir

94 K. VI, K. XXXII, K. XXXIII, K. XLI, KT. 18, Eb. 79. 95 Ayrıca bkz. K. XXXII/38, K. XLI/23.

96 Ayrıca bkz. K. XLV/24, K. XLV/25, K. XLV/67, K. XLV/69, G. XLIX/9, T. XXII/5, T. XXXIII/1, T. XXXIII/3, G. 134–1, K. XXI/1, K. XXXII/1, K. XXXII/38, K. XXXIII/1, K. XXXIII/2, K. XXXIII/5, K. XXXIII/8, K. XXXIII/9, K. XXXIII/10, K. XXXIII/13, K. XXXIII/15, K. XXXIII/16, K. XXXIII/17, K. XXXIII/20, K. XXXIII/21, K. XXXIII/24, K. XXXIII/25, K. XXXIII/26, K. XXXIII/27, K. XXXIII/51, K. XXXIII/55, K. XXXIII/62, K.XXXIII/63, K. XLI/23

sarayının arsası yer yer döşenir. Bayramda pâdişâh fermânına yakışır bir ziyafet ortaya çıkar (K. VI/1) Bayram günlerinde kimse kimseyi üzmez, incitmez (K. XXXII/12). Herkes kendinden geçmiş hâlde, ud çalan kişinin nağmelerini dinler (K. XXXII/11). O günlerde büyük bir coşku ile dans edilip şarkılar söylenir (K. XXXII/13). Oruçtan yanmış gönüllere mînâ şerbeti su serper ve ciğerleri soğutur (K. XXXIII/7). Yıldızlar ehl-i keyf dostlara varaklı bayram gıdası, keyif verici türlü yiyecekler hazırlar (K. VI/3). Halk, oruç elbisesini çıkarıp ( K. XXXIII/5), yaşlı, genç beyaz bayramlık elbiselerini giyer (K. XXXIII/9). Bu elbiseler o kadar güzeldir ki Şî‛îlerin nevruzda giydikleri Cennet elbisesi bile olsa Sünnîlerin bayramda giydiği bayram elbisesiyle kıyaslanamaz:

Libâsı hulle-i ‘Adn olsa Şî‘î-i nevrûz

Siyâb-ı sünnî-i ‘îde muhaldür taklîd (K. XXXIII/10)

Ramazan ayının gelişi hilâl ile anlaşıldığı gibi bayram da yeni hilâlin görünmesiyle başlar. Sâbit bu durumu “ramazan bayramının hilâlinin tekkeye kilit vurması” olarak ifade eder (K. XXXIII/14). Türk geleneğinde ramazan ve kurban bayramları bayram sabahı, câmi veya açık alanlarda kılınan namazdan sonra başlar. Sabahleyin salâlar verilmesi de boşuna değildir; zîrâ bayram sabahında içilen içki ile tövbe mazlumu şehit olup tövbeler bozulmuş (K. XXXIII/15) ve yine o sabah rintlerin işret safâsı sürmeleri zâhidin ölümüne yol açmıştır:

Rindün safâ-yı ‘işreti öldürdi zâhidi

Her gûşeden gelür nagamât-ı salâ-yı ‘îd (K. VI/12)

Rindin içki eğlencesi zâhidi öldürdü. (Bu yüzden) Her köşeden bayram salâlarının sesleri geliyor.

Bayram gecesi müezzinler temcîd verir, yani kelime-i tevhîd okurlar (K. XXXIII/18). Yine bu gecelerde Kur’ân da farklı kıraatlerle okunur (K. XXXIII/30). Bayram vezîri, oruç sevabının karşılığı olarak para keselerini dağıtır ve felek defterindeki alacak hesabını kapatır (K. XXXIII/1).97 Yine bayram sabahında yeniçerilere, ağzı geceden mühürlenmiş ve parlaklığından ötürü yıldız sanılabilecek keseler içinde “reşen” adı verilen üç aylıkları dağıtılır (K. XXXIII/2). Bayramlarda küçükler büyüklerin ellerinden öper, büyükler

97 Beyitte geçen "surre" ve "gurre-i râ’y-ı resîd" ibarelerinten hareketle vaktiyle vezirlerin bayramın birinci gününde hediye olarak kese içinde para dağıttıkları ve bazı borçluların alacaklarını sildiklerini düşünmek mümkündür.

yakınlarına ve çocuklara hediyeler dağıtır, ayrıca bayram bahşişi verirler. Bayramda eller gülsuyu ile yıkanır (K. XXXIII/24), çocukların ellerindeki şişelere şekerli şerbetler konulur (K. XXXIII/6). Bayram hediyeleri ise iç açıcı ve mutluluk veren kızıl ‘akîde şekerine benzer:

Neşât-bahş ü latîf ü mümessek ü memhûr

Kızıl ‛akîdeye benzer gelen ‛atiyye-i ‛îd (K. XXXIII/51)

Ağzı mühürlü bir hâlde gelen, mutluluk veren, misk kokulu güzel ve hoş olan bayram hediyesi, kızıl ‘akîde şekerine benzer.

Çeşitli benzetmelerle tanımlanan yeni ay, yani bayram hilâli, bir beyitte şehri izlemeye çıkan ve bir yıllık yoldan gelen bayram güzeline benzetilmiştir (K. VI/4). Hilâlin ayrıca, cömertlik kapısında keşkülü elinde bekleyen bir bayram dilencisine (K. VI/24), Cemşid’in mezarının, rintlerin tâlihini açan anahtarına (K. XXXIII/13), bazen de Ferhat’ın külüngüne ve Hüsrev’in kadehine (K. XXXII/39) benzetildiği görülmektedir. Sâbit, bir beytinde telaşlı bayram hazırlıklarına da telmihte bulunarak, sevgilinin terziye benzeyen bakışını ihmalkâr olarak niteler. Bunun sebebi olarak ise sevgilinin giymesi için âşığın hayat kumaşından biçip hazırlayacağı elbiseyi bayrama yetiştirememiş olmasını gösterir (G. 147/3). Bu durumdan endişe duyan âşık, başka bir beyitte ise sevgilinin bakış kılıcıyla barış içinde olduğuna sevinerek bayram etmekte, hatta bunu “sağ olana her gün bayramdır” diyerek desteklemektedir (K. XLI/23).

Aynı zamanda bayramlarda pâdişâhların şerbet ikramı uygulamasına telmihte bulunulan bir beyitte gam pâdişâhı olarak nitelenen sevgili, âşığa bayramda bile kanlı yaşlar döktürür, üstelik bunu iç hazîneden ve bayram ikramı olarak dağıtılan şerbet olarak takdim eder (K. VI/13). Sevgilinin hiç olmazsa bayramda kendisine vefa göstermesini uman âşık, onun la‘l dudağını ağyâra öptürmesini vefasızlık olarak görür ve sevgiliyi inancını sarsan bir bayram vefasızı olarak niteler (K. VI/17). Yine bir bayram günü, sevgiliyi ağyâr ile kol kola girmiş hâlde gören âşık, bu kez ağyârı vebalı, onların bu hâlini ise hasta gönüllü âşıkların başına gelmiş bir bayram belâsı olarak tanımlar (K. VI/18). Bir diğer beyitte şair, esasen rakibin salıncak seyrini bahane ederek sevgilinin başına türlü dolaplar çevirmesinden, kolları arasında salındırmasından endişelendiğini dile getirmekte, bu vesîle ile aynı zamanda bayram yerlerinin önemli eğlence araçlarından olan salıncak ve dönme dolaptan söz etmektedir (K. XXXIII/22). Oysa âşığın arzusu,

sevgiliyi bayram gezintisine çıkarıp ahbaplığı ilerletmek ve bayramı, servi boylu güzeli salındırmak için bir dolap hâline dönüştürmektir (G. 134/1). Yine bayramlar, insanların görüşüp birbirlerine kavuşma vesîlesi olan günler olması bakımından âşıklar için sevgiliden merhaba işitmek veya ona merhaba demek için de kaçınılmaz bir fırsattır (Şahin, 2011: 524). Bayramda sevgili ile bayram merhabası eden âşık esasen kendi eli ile ocağına ateş düşürmüş olur (K. VI/14). Güzellik pâdişâhı olan sevgili, gelin süsleyici tarafından bayrama has bir şekilde süslenir (K. XXXIII/21), ayrıca giydiği beyaz bayram elbisesi de ona altın işlemeli beyaz dîbâdan yapılmış elbisenin veziriazama yakıştığı gibi, çok yakışır:

Beyâzlar yakışur yâre ‘îdde nitekim

Vezîr-i a‘zama dibâ-yı zer-nigâr-ı sefîd (K. XXXIII/26)

Şair, memdûh ile bayram arasında bağ kurarak onun kadir ve kıymet güneşinin, bayramın parlaklık sebebi olduğunu (K. VI/22) ayrıca bayramın bütün değer ve kıymetinin, ayrıca bütün şan ve şöhretin de bugün memdûhun zâtında toplandığını ifade eder (K. VI/23). Şair, memdûhuna duâ ederken, her gününün bayram olmasını diler (K. XLV/69). Bayramlaşma merasimlerinde pâdişâhı tebrik etmeye gelen kişiler rütbelerine göre pâdişâhın elini, eteğini veya eşiğini öperlerdi (K. XXXIII/63).98 Sâbit, bir beytinde övgüde bulunduğu sadrazamı cömertlik kıblesi olarak tavsif eder ve bu kez onun eşiğinin toprağının bayramda öpülen yer olduğunu belirtir (K. VI/21). Ayrıca onun sadrazamlık makamına teşrifinin, ramazan ayına denk düşmesi, mübarek bayramına bayram katar (T. XXII/5). Şair memdûhundan, lütuf terzisinin kendisine bayrama uyacak yeni bir mansıb elbisesi dikmesi talebinde bulunur:

Hayyât-ı lutfı bende-i dirîne çok degül

Bir nev libâs-ı mansıb iderse sezâ-yı ‘îd (K. VI/25)

Onun lütuf terzisi (bu) eski kula, çok değil yeni bir mansıb elbisesi dikerse bu durum bayrama (hayli) uygun düşer.

98 Bayramlaşmanın usul ve kaideleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir Nutku, Bayram, İslam

Bayram duâsı gönülden edilirse kabul olur (K. VI/27). Bu yüzden şair, Allah’tan sabah akşam, memdûhunun her sabah ve akşamını, bayram sabahı ve akşamı eylemesi dileğinde bulunur:

Şâm ü seherde Hazret-i Mevlâdan iste kim

Her subh u şâmın ide sabâh ü mesâ-yı ‛îd (K. VI/28)

Ramazan bayramı kadar Kurban bayramının da gelişi mutluluk ve sevinç ile karşılanmaktadır. Bayramın birinci günü cuma gününe denk gelirse o Kurban bayramı için “‛îd-i ekber” denilir (K. XLV/25, K. XXI/1, K. XXXIII/27). Şair bir beyitte kurban bayramında kurban kesilmesine telmihte bulunarak âşığın sevgilinin bakışıyla kurban edilecek olmasından söz eder (G. 136–3). Sâbit kurban bayramında et dağıtma uygulamasına telmihte bulunduğu bir başka beyitte ise bu kez bu bayramda ziyafet düzenlemenin halka kurban payı vermek gibi olduğunu belirtir. Şair aynı zamanda vaktiyle konaklarda verilen bu tür ziyafetlerin aynı zamanda hem dostlara, hem de yoksullara kurban eti ikram etmeye vesîle olduğuna telmihte bulunur:

‘Îd -i adhâda ziyafet itmek

Halka kurbân payı virmek gibidür (KT. 18)

1.6.3. Mîrâc

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in bir gece Mekke’den Kudüs’e oradan da göklere götürüldüğü belirtilir. Hz. Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e gidişine “İsra”, Kudüs’ten göklere çıkışına da “Mîrâç” denilir (Azimli, 2009: 43).

Sâbit Dîvânı’nın “Mi‛râciyye” başlıklı ilk kasidesinde bu gecenin ayrıntılı olarak ve de diğer mîrâciye örneklerindekine benzer bir şekilde ele alındığı görülmektedir.

Anılan Mîrâciyye'de Hz. Peygamber, Mevlâ tarafından dâvet edilen (K. I/24), yerden göğe yükseltilen (K. I/23), Cebrâil’in yardımı ile (K. I/56), şimşek gidişli (K. I/71) Burak tarafından alınıp Cennetü’l-Me’vâ’ya ulaştırılan (K. I/72), Refref ile nûrdan ve zulmetten yüz bin perde geçen, ardından tek başına yoluna devam eden ve birçok garip âlemlere erişip (K. I/89), sonunda Kâbe kavseyn harîmine girmesiyle konu edilir (K. I/93). Hz. Peygamber bu semâvî yolculuğu amcasını kızı, aynı zamanda Hz. Ali'nin kız kardeşi olan Ümmühânî'nin (El-Askalânî, 2008: 537) sarayında iken başlamıştır (K. I/54). Allah onun ata binip rûhânî âlemini de seyretmesini istemiş (K. I/57), yüce âlemin sâkinleri onun

yoluna kum döşetmişler (K. I/73) ,lütuf nakdinin dilencisi olan Hz. Îsâ ise güneşin solgun kandili ile onun yolunu beklemiştir (K. I/80). Bir ara Hz. Peygamber'in sâhib-kıranlık elbisesini giyip asılı duran kanlı Behram'ın beşinci sandalyesine oturmuştur (K. I/81). Mîrâcın son aşamasında Sidre makamına geldiğinde Hz. Cebrâil aleyhisselâm orada durmuş ve âdeta yolu kapandığı için ilerleyememiştir (K. I/86). Daha sonra Refref gelip ona hizmet etmiş (K. I/88) ve onunla aydınlıktan, karanlıktan yüz bin perde geçmiştir. Peygamberimiz sonunda Refref’i de bırakıp yoluna tek başına devam etmiş (K. I/89) derken öyle bir yere gelmiştir ki orada ne altı yön/taraf, ne dört unsur, ne yer, ne gök, ne de arş görünmektedir (K. I/90). Orası öncesi ve sonrası olmayan öyle garip bir âlemdir ki orada ne lisanın, ne işitmenin, ne konuşmanın, ne aklın, ne de kavramının adı vardır (K. I/91). Peygamber efendimiz bu şartlar altında “Kâbe kavseyn”99 haremine girmiştir (K. I/93).

Hz. Peygamber, orada Mevlâ’nın izzetli kelâmını can kulağıyla dinlemiş ( K. I/94) yine orada Rabbi ile aralarında harfsiz ve sessiz olmakla birlikte çok sorulu ve çok cevaplı bir konuşma geçmiştir:

O bezm-i pür-safâda çok suâl ü çok cevâb oldı

Tekellüm bî-hurûf u bî-sadâ vü savt idi ammâ (K. I/95)

O safâ dolu meclisinde çok soru soruldu ve cevap verildi. Ama bu konuşma harften ve sesten yoksun idi.

Baştan başa aşkın nâz ve niyazının, sırlarının konu edildiği o konuşmanın mâhiyetinin akıl tarafından tam olarak anlaşılması ve bilinmesi mümkün değildir (K. I/96/7). Hz. Peygamber, en sonunda gönlündeki arzusuna ulaşmış olarak “yâ Allah” deyip Hak’tan nâzil olmuş bir rahmet âyeti gibi yer yüzüne inmiş (K. I/98) ve bu yüce mîrâcın tarihi, mânâ âleminin kâtipleri tarafından misk kokulu mürekkeple kaydedilmiştir:

O şeb zabt itdiler târîh-i mi‛râc-ı mu'allâyı

Midâd-ı müşg ile küttâb-ı dîvân-hâne-i ma‛nâ (K. I/22)

99 İsrâ Sûresi’nin 9. âyetinde “aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına” şeklinde ifade edilen kâbe kavseyn tâbirinin mecâzî bir anlatım olduğu açıktır. Burada bir yakınlıktan bahsedilmektedir. Ayrıca bkz. Yaşar Düzenli, Sembolizm Açısından İsra ve Mirâc’a yeni bir yaklaşım denemesi, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2001, S. 1, s. 31–48.

O gece mânâ âleminin kâtipleri, yüce mîrâcın tarihini misk kokulu