• Sonuç bulunamadı

2 BÖLÜM . NÜFUS POLİTİKALARI

2.1 Nüfus Politikaları

2.1.3 Nüfusun Niteliğini Artırıcı Politikalar

Bazı insanlar dünyaya çok çocuk getirmeyi tercih ederken bazıları ise bunu tercih etmezler. Bu durum evlilik ve doğurganlık tercihlerinin kişilerin tercihlerine bağlı olduğunu göstermektedir. Ancak günümüz dünyasında eşyadan ve bedenden daha çok, bilgi ve beşeri sermaye gibi soyut stoklara olan yatırımlar yeni normlar arasındadır (Attar, 2013: 40).

Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel açılardan toplumu etkileyen nüfus, iki temel açıdan ele alınabilir. Birincisi yukarıda da bahsedildiği üzere antinatalist ve pronatalist

103

politikaların özellikle üzerinde durdukları nüfusun sayısal durumu ile ilgilidir. İkincisi ise özelikle günümüz gelişmiş toplumlarının değişen/gelişen bilgi ve teknoloji seviyeleri sayesinde artık sayısal çoğunluktan ziyade niteliksel üstünlüğe odaklandıkları nüfusun niteliksel durumudur.

Toplumların gelişme sürecinde insanın bilgi, beceri ve aktivitesi gelişmeyi motive eden ve biçimlendiren en önemli etken olmuştur (Sarsılmaz, 2003: 38-40). Bu nedenle günümüz gelişmiş toplumlarında eğitimli, sağlıklı, teknolojik gelişime açık, beşeri sermayesi yüksek olan nüfus önem kazanmıştır.

Nüfusun niceliksel yapısı ile ilgili pronatalist ve antinatalist politikaların uygulanma nedenlerine bakıldığında yalnızca bu politikaların yeterli olmayacağı görülmektedir. Yani nüfusa yalnızca bir sayısal çokluk veya azlık olarak yaklaşım veya bu anlayıştaki hedefler tek yönlülüğünden ötürü verimli olamayacaktır. Nüfus Politikalarının belirlenmesinde nüfusun sayısı, kompozisyonu ve dağılışıyla ilgili bütün değişkenler dikkate alınmaktadır (Şahin, 2010: 75). Yani başta eğitim seviyesi olmak üzere, sağlık, bilgi, tecrübe ve ekonomik gelişmişlik nüfus politikalarında önemli faktörlerdir. Nüfusun niteliğini artırmayı amaçlayan politikalar; sağlık ve ekonomik düzeyi yüksek, zihinsel yetenekleri üstün, iş ve meslek bilgi ve tecrübeleri çok olan bireylerden meydana gelmiş bir nüfusa sahip olmayı amaç edinen politikalardır (Üner, 1972: 145). Nitelikli bir nüfus oluşturulması ile ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi, karşılıklı etkileşim halinde olan olgulardır. Ekonomik kalkınma sürecinde insan faktörü, diğer faktör girdilerini etkin bir biçimde kullanma ve üretimle ilgili sorunların sistematik bir biçimde çözümünü sağlamada çok büyük bir etkiye sahiptir (Sarsılmaz,2003: 38-40). Nitekim, gelişmiş ülkelerin bugünkü refah seviyelerine ulaşmasında fiziki şartların yanında nitelikli insan gücüne sahip olmasının da önemli bir rolü vardır (Yumuşak, 2008: 7). Bu yönü ile nitelikli bir nüfusa sahip ülkelerin ekonomik kalkınmayı daha kolay sağlayabileceği söylenebilir.

Diğer taraftan ise nüfusun kalitesini belirleyen sağlık standartları, eğitim seviyesi, iş ve meslek bilgi ve deneyimi gibi niteliklerden çoğu, nüfusun kalitesinin ekonomik refah düzeyine sıkı sıkıya bağlı olduğunu, yani nüfusun kalitesinin refah ve gelir düzeyi ile doğru orantılı olarak arttığını göstermektedir (Murat, 2006: 54). Bu nedenle ekonomik

104

gelişim seviyesi düşük olan ülkelerde nüfusun niteliksel problemleri karşılaşılan temel problemler arasındadır.

Az gelişmiş ülkelerde aile üyelerinin sayısının, yüksek doğum oranlarından dolayı fazla olması aile içi kişi başı gelirin düşmesine ve bu nedenle gelirin niteliği artırıcı yönlere transferinden önce gıda, barınma ve giyecek masraflarına aktarılmasına neden olması, ekonomisi gelişmemiş ülkelerde niteliği artırıcı politikaların uygulanmasına mani olmaktadır. Oysa az gelişmiş ülkelerde hızlı artan nüfusa rağmen ekonomik gelişimin sağlanması için; okur-yazar oranının artırılması, mesleki eğitimin verilebilmesi ve tasarruf ve yatırımların artırılması ile sanayinin gelişmesi sağlanmalıdır. Başar’a göre; az gelişmiş ülkelerde niteliği artırıcı politikalara ağırlık verilmesi sayesinde nüfus artış hızı da yavaşlayacaktır. Başka bir deyişle nüfusun niteliğini artırıcı politikalar ekonomik kalkınmayı hızlandıracak ve refah seviyesi de artacaktır (Başar, 2013: 28).

Nüfusun niteliğini artırmaya katkı sağlayacak politikalar uygulayan gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasına son yıllardaki eğitim, sağlık ve teknoloji üzerine yapılan çalışmalardan dolayı Türkiye’yi de dahil edebiliriz. Genç nüfusun Avrupa ülkelerine göre daha fazla olduğu Türkiye’de, bu nüfusun değerlendirebilmesi halinde fırsat penceresinden ya da demografik hediyeden faydalanabilecektir. Çalışma çağındaki nüfusa yönelik istihdam olanaklarının artırılması ve katma değeri yüksek istihdam alanlarının artırılması ile fırsat penceresi değerlendirilmiş olacaktır. Ancak maalesef mevcut eğitim seviyesi ve istihdam oranları Türkiye’nin bugünkü avantajlı durumdan istifade edemeden 40-50 yıl sonra değerlendirilmeyen çalışma çağı nüfusunun bağımlı nüfus olması sorunu ile karşı karşıya gelecek gibi gözükmektedir. Bu nedenle mevcut genç kuşaktan istifade edilmesi için gerekli planlamaların yapılması gerekmektedir. Özellikle eğitim sektöründe köklü değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Okul öncesi eğitimle birlikte özellikle mesleki eğitimin ciddi revizyona ihtiyacı olduğu kanaatindeyiz. Bu anlamda halen devam etmekte olan beyin göçü de ayrı bir problem olarak yerini korumaktadır.

Gerek çalışma çağındaki nüfustan istifade edilmesi gerekse salt niceliksel bir nüfus anlayışından kurtulabilmek için kısaca, insanın/insan gücünün sahip olduğu nitelikler anlamına gelen Beşeri Sermayeyi artırmaya yönelik ciddi adımlar atılması

105

gerekmektedir. Önemi gereği, Beşeri Sermaye ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.

Beşeri Sermaye

Henüz bilgi toplumuna geçilmediği, kol gücünden istifade edildiği, işgücünde nitelik farkının olmadığı ve eğitim, sağlık gibi alanların gelişmediği yıllarda beşeri sermaye kavramı, bugünkü kadar üzerinde tartışılan bir kavram değildir. 18. ve 19 yy’da üzerinde ciddi bir çalışmanın olmadığı beşeri sermaye 20. yy’ın sonlarında birçok ekonomik çalışmaya konu olmuş ve değişik boyutlarıyla ekonomik gelişmeyle olan ilişkisi analiz edilmiştir (Karagül, 2003: 80).

Dünya genelinde gelişmişlik seviyeleri ölçülürken, ekonomik verilerin yanında eğitim ve sağlık ile ilgili verilerin de dikkate alınması beşeri sermayenin önemini ortaya koyan önemli bir husustur. Beşeri sermayenin geliştirilmesi ve rasyonel olarak kullanılması için eğitimli ve sağlıklı bir topluma ihtiyaç vardır. Ancak mevcut sermayenin verimli olarak kullanılması ise, bireyin maddi imkanlar ve sosyal ilişkiler alanında tatmin edilmesi ile alakalıdır. Beşeri sermaye yalnızca eğitim ve sağlık ile özdeşleştirilemez. Bunun yanında özellikle dinamik nüfus ve beyin göçü gibi faktörler de beşeri sermaye birikimine etki eden unsurlar arasındadır (Karagül, 2003: 81-88).

Beşeri sermaye konusunda çalışan iktisatçıların başında uzak geçmişte Smith ve Marshall, yakın geçmişte ise Milton Friedman ve T.W. Schultz gelmektedir. Beşeri sermaye konusunda araştırmaları olan diğer bir düşünür olan Becker; beşeri sermaye konusunu oldukça geniş bir amprik araştırma alanı haline getirecek modellemeyi yapmıştır (Bilen, 2008: 5).

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasına doğal kaynaklar ve sanayi ağırlıklı ekonomilerden bilgi ekonomisine geçiş sürecinde beşeri sermayenin üretim fonksiyonundaki ağırlığı artmış, insan gücü ülkeler için çok değerli bir kaynak haline dönüşmüştür (Yüksel, 2007: 70). Diğer bir ifadeyle fiziki sermaye ağırlığının baskın olduğu bir ekonomiden birey ve toplum bazında üretimdeki etkisinden dolayı beşeri sermaye de üretim faktörleri arasında yerini almıştır. Bu nedenle ülkeler, ekonomik kalkınmayı sağlayabilmek maksadıyla eğitim seviyesini yükseltip, işgücü verimliliğini artırarak beşeri sermayeyi artırıcı politikalara odaklanmışlardır.

106

Beşeri sermayenin ekonomik kalkınma sürecindeki önemi ile ilgili olarak teorik ve uygulamalı çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Beşeri sermaye ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik yaklaşımlar geliştirilmektedir. Örneğin beşeri sermaye yatırımları bir taraftan yeni ürün ve teknolojilerin benimsenmesini ve uygulanmasını kolaylaştırırken diğer taraftan işgücü ve sermayenin verimliliğini artırmak suretiyle ekonomik kalkınmayı desteklemektedir (Koç, 2013: 242; Mathur, 1999: 203).

Gelişmiş ülkelerin küreselleşme sürecinde sahip oldukları fiziki sermaye ve altyapının yanında beşeri sermaye stoku ile avantajlı bir konuma sahip oldukları bilinmektedir. Beşeri sermaye gelişmiş ülkelerin uzun süreli ve istikrarlı büyümesinin en önemli kaynaklarından biridir. Bunun temel nedeni doğal kaynaklar, çalışma süresi ve fiziksel sermaye stokundaki birikime oranla, beşeri sermayenin toplam çıktı düzeyinde daha fazla artışa yol açmasıdır (Koç, 2013: 243; Wang, 2009; Karaçor ve Özşahin 2013: 49 ). Beşeri sermayenin geliştirilmesi ve etkin bir şekilde kullanılabilmesi, ekonomik gelişme süreçlerini tamamlayamamış gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler açısından son derece önemli olduğu görülmektedir (Karagül, 2003: 88).

Beşeri sermaye ülkede yaşayan bireylerin niteliğine dayalı bir faktör olduğu için fiziki sermaye gibi durağan bir yapıya sahip değildir. Beşeri sermaye değişken/dinamik bir yapıya sahiptir. Stoklanması mümkün olmadığı için yaşanan zaman diliminde kullanılmaması, beşeri sermayenin boşa harcanması anlamına gelmektedir (Karagül, 2003.82).

Belirtmek gerekir ki; beşeri sermaye ile fiziki sermaye arasında birbirini tamamlayıcı bir ilişki vardır. Beşeri sermayenin etkin bir şekilde kullanılabilmesi ülkenin/bölgenin fiziki sermayesinin de kullanılmasına bağlıdır. Bilindiği üzere bir ülkenin hem fiziki hem de beşeri sermayesinin yani tüm üretim faktörlerinin etkin bir şekilde kullanılması ile ekonomik kalkınma gerçekleşebilecektir.

Nüfusun niteliği ile ilgili üzerinde durulması gereken diğer bir husus “Kırılgan Nüfus Grupları”dır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) 2015 yılı temasını “Kırılgan Nüfus Grupları“ olarak belirlemiştir. 2014 yılı İnsani Gelişme Raporunda insani kırılganlık kavramı, “kişilerin yetkinliklerini ve seçeneklerini tüketen olasılıklar” olarak tanımlanmıştır. Kırılgan nüfus gruplarını; yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşayanlar,

107

engelliler, çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar, işsizler, evsizler vb. nüfus grupları oluşturmaktadır. Aynı raporda “yaşam döngüsü kırılganlıkları” kavramına da yer verilmiştir. Bu kavramla, hayatın ilk bin günü, okuldan iş yaşamına geçiş veya çalışma hayatının sonlandırılıp emekliliğe geçiş dönemi insanların sosyo-ekonomik şok ve risklerden daha çok etkilendikleri dönemlerdir (TÜİK, Dünya Nüfus Günü, 2015).