• Sonuç bulunamadı

NÜFUS POLİTİKALARI ÜZERİNE ETKİSİ

3.2 Eğitim ve Nüfus

Dünya ekonomik sisteminin en önemli sermayesinin insan sermayesi olduğunu belirten Becker, içinde bulunduğumuz çağı “insan sermayesi çağı” olarak tanımlamaktadır. Yazar, insana yapılan yatırımların miktarının ve doğruluğunun, hem bireylere hem de ekonomik gelişime katkı sağlayacağı görüşündedir (2002: 5).

Eğitimin, yetenek gelişimi, kişisel ve sosyal gelişim bakımından da çok önemli bir rolü vardır. Toplumdaki sosyal adaleti ve sosyal uyumu sağlama açısından da önemli katkıları olmaktadır. Eğitim hedeflerindeki çeşitlilik ve eğitimin zorunlu yapısı, yöneticilerin eğitimi ön planda tutmalarını sağlamaktadır (West, 2008: 431). Bunun yanında, beşeri sermaye ve ekonomik rekabetteki üstünlüğe etkisi de, eğitimin önemini ulusal ve uluslararası düzeyde ispatlamaktadır.

Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçildiği günümüz çağında, ancak beşeri sermayeye yatırım yapan ülkeler sürdürülebilir büyüme trendini sağlayabilecektir. Örneğin, 1950’den günümüze Doğu Asya ülkelerinin (Japonya, Hong Kong, Tayvan, Singapur, Güney Kore) büyüme süreçleri incelendiğinde bu ülkelerin emek-yoğun üretim yaptıkları görülmektedir. 1965 sonrasında hızlı bir büyüme görülen Doğu Asya ülkelerindeki gelişimin, beşeri sermayenin gelişimine büyük önem vermeleri ve temel eğitimi yetkinleştirmeleri ile alakalı olduğu bilinmektedir (Yüksel, 2007: 71). Birleşik Krallığı oluşturan ülkelerdeki eğitim politikalarının genel hedefleri; beşeri sermayenin artırılması ve ayrıca ekonomik rekabetin, başarı farklılıklarının azaltılması yoluyla artırılması yönündedir. Bununla birlikte, hedeflere ulaşmada kullanılan yöntemlerde farklılık gözükmektedir (West, 2008: 440).

166

Özellikle 1950’lerin sonlarında eğitim, kalkınma stratejilerinde önemli bir yer edinmeye başlamıştır. Eğitim, ekonomik ve sosyal faktörlerin yanında nüfusbilimle ilişkili bir faktör olarak sürdürülebilir kalkınma da anahtar bir faktör olarak görülmüştür (Kavak, 2010: 25).

Eğitim ve nüfus ile ilgili söylenecek en önemli hususlardan biri, nüfusun yaş yapısı ile eğitim politikaları arasındaki ciddi ilişkidir. Şöyle ki; demografik harcamalar olarak bilenen harcamaların başında, genç nüfusu fazla olan ya da doğurganlık oranı yüksek olan ülkelerdeki eğitim, sağlık ve konut ihtiyaçları gelmektedir. Genç nüfusu yüksek olan ülkelerde eğitime ayrılan kaynakların oranı yüksek olacaktır ya da olmalıdır. Okul, derslik, öğretmen, eğitim araç gereçleri vs. ihtiyaçların sayısı genç nüfusa bağlı olarak artacaktır. Genç ve çocuk nüfusun fazla olması eğitim maliyetlerini artırırken eğitim politikalarındaki gelişimleri de etkilemektedir.

Nüfusun coğrafi dağılımına göre eğitim hizmetlerinin dengeli dağıtılması nüfus ve eğitim ilişkisinin diğer bir boyutudur. Bunun yanında nüfusun cinsiyet ve yaş yapısına göre de eğitim hizmetlerinin şekillendiği göz önüne alındığında eğitim hizmetlerinin, nüfusun dağılımı ve yapısı ile yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Ayrıca, genç nüfus oranı, eğitime ayrılacak kaynak ve örgütsel çabayı da etkilemektedir.

Ayrıca eğitim çağındaki nüfusu yüksek olan az gelişmiş ülkelerdeki çok çocuklu ebeveynler, çocuklarının hepsini okutamayacak durumda olduklarında genellikle kız çocuklarını okula göndermeme yönünde karar almaktadırlar. Bu kararda, kültürel ve geleneksel eğilimlerin payı yüksektir. Bu durum kadınların işgücü içinde yer almalarını olumsuz yönde etkilemektedir (Yüksel, 2007: 69).

Doğurganlığın ve bebek ölümlerinin azaltılması üzerine kadın eğitiminin etkili olduğuna ilişkin birçok kanıt vardır. Barro ve Lee yaptıkları araştırmada, çok sayıda ülkede ortalama eğitim süresiyle toplam doğurganlık oranı, doğuştan yaşam beklentisi, beş yaş altı çocuk ölüm oranları ve kişi başına düşen gelir arasında 0,71 ile 0,82 arasında değişen oranlarda ilişki saptamışlardır (Kavak, 2010: 28).

Genç nüfusu fazla olan ülkeler, bir yandan demografik harcamalardan biri olan eğitim harcamalarına daha fazla kaynak aktarmak durumunda kalırken diğer yandan tüketen nüfus olan ya da pasif nüfus sınıfında oldukları için, aktif nüfus üzerindeki yükleri daha fazla olmaktadır. Bu durum doğal olarak ekonomik gelişim performansını olumsuz

167

etkilemektedir. Gelişmiş ülkelerde ise daha farklı bir durum söz konusudur. Eğitime büyük önem veren gelişmiş ülkeler, mevcut ekonomik gelişmişliği devam ettirebilmek için, yüksek istihdam oranını ve verimliliği kaliteli eğitim ile çözmektedirler.

Bazı uluslararası araştırma sonuçlarına göre, okul çağındaki nüfusun artışına bağlı olarak öğrenci başına yapılan kamu eğitim harcamalarının önemli ölçüde azaldığı görülmüştür. Ayrıca nüfus artış hızıyla, GSYH içindeki eğitim harcamalarına ayrılan payın ilişkili olmadığı görülmekle birlikte, eğitim harcamaları ile okul çağındaki nüfus arasında da anlamlı bir ilişkinin tespit edilmemiştir (UN, 2004: 5).

Devletlerin gelişmişlik düzeylerinin yanı sıra, demografik yapıları ile eğitim arasında da güçlü bir ilişkinin olduğu nüfus ile ilgili çalışmalarda görülmektedir. Caldwell’e göre, çocuklarının büyük bölümünü okula gönderebilen bir toplumun uzun vadede doğurganlık oranları düşecektir (UN, 2004: 2). Eğitim, nüfusta doğurganlık oranlarını azaltma ve sağlık şartlarını iyileştirme bakımından etkili olmaktadır (McMahon, 2002: 301). Eğitimli anneler daha az ve daha sağlıklı çocuklar yetiştirirken, genellikle bu çocukların eğitim yaşamı da uzamaktadır (Becker, 1991; Conclough, 1993).

Eğitim ve nüfus ilişkisine Türkiye kapsamında bakılacak olunursa; Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar, doğum oranlarındaki artış ya da başka bir deyişle okul çağındaki nüfusun fazla olması nedeniyle, eğitim yatırımlarının büyük kısmı okul, derslik inşasına ve eğitim araç gereçlerine aktarılmıştır. Kaliteyi ya da niteliksel yönde artışı sağlamaya yönelik kaynak aktarımı ve gayretleri yetersiz kalmıştır.

Türkiye hızlı bir kentleşme ve nüfus artış oranı sürecinin akabinde, eğitime ayrılan kaynakların az olması ve eğitim ve öğretim programlarındaki düzene oturmamış verimsiz yapı, rekabet edebilecek insan gücü oluşturma ve istenen gelişim hızını yakalamaya engel olmuştur (YÖK, 2006: 58). Genç nüfusu fazla olan Türkiye için bu durum süreli bir fırsat olarak tanımlanabilir. Türkiye’nin önündeki bu fırsat yaklaşık 30 yıl daha devam edecektir. Yüksek oranlı genç nüfus kaynaklı, “Demografik Fırsat Penceresi” ya da “Demografik Hediye” olarak adlandırılan bu fırsat avantaja çevrilmelidir. Fırsata çevirme ancak, iyi bir eğitim imkanı sağlanarak, rekabet edebilecek, gelişmelere ayak uydurabilecek, özgün ve özgür düşünce yapısına sahip, adalet ve ahlak ilkelerine sahip bir genç nesil yetiştirilmesi ile mümkün olacaktır.

168

Türkiye’de eğitim alanındaki niteliksel düzeyi gösterme noktasında, uluslararası alanda kabul gören OECD tarafından uygulanan PISA (Programme for International Student Assessment- Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçlarına göre değerlendirme yapılabilir. PISA, 15 yaş grubundaki öğrencilerin zorunlu eğitim sonunda hayata hazır oluş durumlarını belirlemeyi amaçlayan dünyanın en kapsamlı eğitim araştırması olarak görülmektedir. Bu araştırmaya katılan ülkeler, belirlenen bilimsel ölçütler doğrultusunda eğitim düzeylerinin ve öğrenci profillerinin katılımcı ülkeler arasında ne durumda oldukları hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Aynı zamanda kendi eğitim durumları ve uygulayacakları politikalar hakkında objektif göstergeler elde etmektedir (http://www.meb.gov.tr, Erişim tarihi: 03.01.2016). 2000 yılında ilk defa uygulanan ve üç yılda bir yenilenen bu araştırmanın en son 2012 yılı sonuçları yayınlanmıştır. 2012 yılındaki PISA araştırmasına 65 ülke katılmıştır. 2012 yılında, PISA araştırması, Türkiye’den 15 yaş grubunda yer alan 1.266.638 kişi arasından, okula devam eden 965.736 öğrenciyi temsilen 4.848 öğrenci üzerinden gerçekleştirilmiştir. Matematik, Fen ve Okuma becerileri alanında yapılan araştırma sonuçlarına göre Türkiye OECD ülkelerinin ortalama puanlarının altında ve genel sıralamada alt sıralarda yer almaktadır.

Matematik alanında, 2009 yılında 43. sırada olan Türkiye, 2012 yılında 44. sıraya düşmüştür. Matematik alanında 2012 yılı OECD ülkeleri ortalama puanı 494 iken Türkiye’nin puanı 448’dir. Fen alanında 2009 yılında 42. sırada olan Türkiye, 2012 yılında 43. sıraya düşmüştür. Fen alanında 2012 yılı OECD ülkeleri ortalama puanı 501 iken Türkiye’nin Fen alanı puanı 463’tür. Okuma becerileri alanında ise, durum pek değişmemektedir. 2009 yılında 41. sırada olan Türkiye’nin 2012 yılında 42. sıraya düştüğü görülmektedir. Bunun yanı sıra 2012 Okuma becerileri alanındaki puanı 475 olan Türkiye, OECD ülkelerinin okuma becerileri alanındaki ortalama puanının (496) altında yer almaktadır.

Yıllar itibari ile Türkiye, PISA başarı puanını her dönem artırmış olsa da OECD ülkelerinin ortalama başarı puanlarının gerisinde kalmıştır. OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin durumu vahim denecek seviyelerdedir. Matematik ve Fen alanlarında Türkiye son sıralarda iken Okuma becerileri alanında son sıradaki Slovakya’nın üstünde yer almaktadır.

169

PISA araştırmasındaki cinsiyet dağılımına göre ortalama puanlara bakıldığında, Türkiye’de kız öğrenciler ile erkek öğrenciler arsında matematik alanında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, Okuma becerisi ve Fen alanlarında kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha başarılı oldukları görülmektedir. Okuma becerileri alanında OECD ülkelerinin ortalamalarında da kız öğrenciler erkek öğrencilerden daha başarılıdırlar (Şirin, 2014: 19).

PISA sonuçları, ülkelerin eğitim seviyesinin, dünya genelindeki yerini göstermesi bakımından önemlidir. Yoğun rekabetin yaşandığı iş piyasasında başarıyı etkileyen faktörlerin başında iyi bir eğitimin katkısı yadsınamaz. Kısa dönemli bir geçmişe sahip PISA sonuçları, gelecek yılardaki beşeri sermayenin seviyesi ile ilgili öngörüde bulunmaya katkı sağlamaktadır. Gelecekteki refah seviyemizi tahmin etmeye yarayacak bir nevi beşeri sermaye projeksiyonlarında, Türkiye için iç açıcı bir tablo gözükmemektedir.

Genç nüfus oranı yüksek olan Türkiye’de eğitim seviyesindeki bu göstergeler neticesinde denebilir ki, Türkiye genç neslinden istifade edememektedir. Başka bir ifade ile Türkiye, Demografik Fırsat Penceresini avantaja çevirememektedir. Konuyla ilgili olarak Kaya; Türkiye’nin çok önemli bir fırsatı boşa harcadığını, demografik fırsatın sadece bir potansiyeli işaret ettiğini ve bu potansiyelin ekonomik büyümeye ne kadar yansıyacağının, uygulanacak politikalara bağlı olduğunu belirtmektedir (Kaya, 2014: 193).

Ülkelerin mevcut ve gelecekteki demografik profili gözetilerek eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanlarda plan ve programlar yapılmalıdır. Demografik veriler sayesinde elde edilen nüfusun yaş, cinsiyet, coğrafi dağılımları ve eğitim durumları eğitim politikaları için temel teşkil etmektedir. Demografik verilerin sağlıklı olması ve doğru yorumlanması sayesinde, beşeri sermayeyi artıran, rekabet piyasasında öne geçiren bir eğitim modeli sağlanabilecektir.

3.3 Sağlık ve Nüfus

En temel insani haklardan biri olan sağlık tüm insanların ulaşabileceği / faydalanabileceği nitelikte olmalıdır. Sağlık hizmetleri kapsamında verilen hizmetler, kişilerin maddi veya fiziki ulaşım imkanlarına bırakılmamalıdır. Devlet, sosyal devlet olma gerekliliği kapsamında tüm vatandaşlarının sağlık imkanlarından istifade

170

edebilmesini sağlamakla yükümlüdür. Sağlık hizmetleri, belli bir ekonomik güce sahip olanların veya belli bir bölgede yaşayanların faydalanabileceği özellikte olmamalıdır. Sağlık hizmetlerine yalnızca belli bir kesimin ulaşabilmesi temel insani haklara aykırıdır. Bunun yanı sıra sağlık sistemi, çağın şartlarına uygun, ihtiyaçları karşılayabilecek nitelikte olmalıdır. Bu nedenle diğer tüm politikalar mutlaka sağlık politikaları ile bütünleştirilmelidir.

Sağlık, insanları ya da toplumu her alanda etkileyen bir faktör olduğu için önemli bir konuma sahiptir. Biliker’e göre, bireyden başlayarak ailelerin ve toplumların daha üretken olmaları, yaşamlarından daha fazla doyum sağlayabilmeleri en iyi sağlık düzeyinde olmasına bağlıdır (2003: 27). Ruh ve beden sağlığına sahip bireyler, refahın, mutluluğun, gücün ve güvenliğin temelini teşkil etmektedirler (http://www.saglik.gov.tr, Erişim tarihi: 12.01.2016).

Sağlık hizmetlerinin sunumunda temel öncelik nitelikli ve hizmete özel insan gücü ile teknoloji desteğidir (Toros, 1993: 505). Bu nedenle sağlık ile ekonomik gelişmişlik seviyesi arasında ciddi bir ilişki söz konusudur. Ekonomik gelişmişlik sayesinde, kişi başına düşen nitelikli sağlık personelini sağlama ve uygun nitelikte sağlık kuruluşuna sahip olmak mümkün olacaktır.

Bir toplumda sağlık hizmetleri düzeyi, sağlık organizasyonunun nitelik ve niceliğine bağlıdır (DPT: 2001: 10-11). Gelişmiş ülkeler, insan sağlığının korunması ve hastalıkların tedavisi için “üretken yatırım” olarak kabul ettikleri sağlık yatırımlarına her yıl daha fazla kaynak ayırmaktadırlar (Tokgöz, 1981: 499; ). Bu nedenle gelişmiş ülkelerde sağlık düzeyi daha yüksek olmaktadır. Ekonomik gelişmişliğin sağlık üzerindeki olumlu etkilerinin yanında aslında sağlık düzeyi ile ekonomik gelişmişlik arasında da yakın ve karşılıklı bir nedensellik ilişkisinin bulunduğunu gösteren araştırmalar vardır. Sağlık düzeyindeki gelişimin verimlilik yoluyla ekonomik büyümeyi hızlandırdığı bilinmektedir (Taban, 2006: 31-46 ). Dağdemir’e göre; sağlıklı bir toplum sayesinde, hastalıklar nedeniyle işsiz kalan veya erken emekli olmak zorunda kalan nüfus azalacaktır. Bağımlılık oranını azaltan ve işgücüne katılım oranını artıran bu demografik gelişim sayesinde ülkeler muhtemelen daha yüksek kişi başına gelir düzeyine ulaşacaklardır (2009: 89).

171

3.3.1 Sağlık Alanında Gelişimin Nüfus Üzerine Etkisi

Sağlık ve ekonominin neden sonuç ilişkisi ile birbirlerini etkiledikleri ilişki durumunu, nüfus ve sağlık arasında da görmek mümkündür. Ölüm, doğurganlık ve hastalık durumları sağlık hizmetlerinden etkilenmektedir. Açacak olursak, sağlık koşullarındaki gelişim ile ortalama yaşam süresinde artış görülmekte ve sağlık koşullarının iyileşmesi ile geçmiş yıllarda görülen ve binlerce kişinin ölmesine neden olan salgın hastalıklar artık çok daha az görülmektedir. Ayrıca yine sağlık hizmetlerinin sayesinde bebek ölüm oranlarında ya da erken yaşta ölüm oranlarında da (Tablo 3.1) düşüş görülmektedir. Tüm bu durumlar, sağlığın ölüm oranları üzerindeki etkisini gözler önüne sermektedir. Sağlığın doğum oranları ve doğurganlık eğilimleri üzerinde de etkili olduğu bilinmektedir. Sağlık hizmetleri kapsamında alınan aile planlaması ile ilgili hizmetler de bebeklerin ve çocukların yaşama süresini, çocuk sayısı ve çocuklar arası bekleme süresini etkilemektedir.

Demografik gelişimi doğum ve ölümlerden sonra en çok etkileyen faktörlerden biri de göçtür. Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere göç birçok sebebe dayanmaktadır. Sağlık bu sebepler arasında içinde düşük bir etkiye sahip olmakla birlikte, göç sonucu meydana gelen sağlık problemleri azımsanamayacak derecededir. Göçün en fazla olduğu bölgelerde yeterli sağlık kuruluşlarının olmaması, göçmenlerin düşük gelir düzeyinde olmaları ve sağlık sigortalarının olmaması sağlık sorunlarına neden olmaktadır (Gümüş, 2015: 63).

Gelecek yıllarda sağlık hizmetlerine olan talebin hem nitelik hem de nicelik olarak artacağı beklenmektedir. Bu beklentinin sebebi, yaşlı nüfusunun artması ve sosyo-ekonomik gelişim ile birlikte sağlıklı yaşam bilincinin oluşmasıdır. Bu durum doğal olarak sağlık harcamalarında artışa neden olacak ve sosyal güvenlik sistemine ağır yükler getirecektir.

Sağlık hizmetlerinin niteliği, ülkelerin gelişmişlik seviyesi ile nüfusun yaş grupları arasındaki farklılık açısından değişiklik göstermektedir. Örneğin, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, demografik geçiş süreci bakımından 2. veya 3. aşamada olmalarından dolayı doğurganlık oranları hala yüksektir ve çocuk, genç nüfus fazladır. Bu nedenle sağlık hizmetleri pediatri, anne-çocuk sağlığı, üreme sağlığı ve korunma yöntemleri etrafında yoğunlaşmaktadır. Diğer taraftan gelişmiş ülkeler genellikle

172

demografik geçiş sürecinin 4. aşamasında oldukları için yaşlı oranları yüksektir ve giderek artmaktadır. Bu nedenle bu ülkelerdeki sağlık hizmetleri, geriatri ve yaşlıların bakımı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Buradan yola çıkarak denebilir ki; ülkelerin gelişmişlik seviyesi ve nüfusun yaş yapısı ülkelerin sağlık politikalarını etkilemektedir (Yüksel, 2007: 89).

3.3.2 Türkiye’de Sağlık ve Nüfus

Türkiye’de sağlık alanındaki gelişmeler ve nüfus yapısında değerlendirilmesi gereken geçici avantaj durumu, sağlık ve nüfus ilişkisinin önemle ele alınması gereğini doğurmaktadır

Türkiye’de 2003 yılında başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile sağlık hizmetlerinde nitelik ve nicelik bakımından büyük gelişme yaşanmıştır. Bu reform ile sağlık hizmetleri sunan kamu kurumları tek çatı altında toplanmıştır. Bunula birlikte, aile hekimliği, hastane ve hasta yatak sayıları, sağlık personeli, koruyucu sağlık, kurumsal yapılanma, bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve hasta hakları gibi birçok alanda ilerleme kaydedilmiştir (Kalkınma Bakanlığı, 2013: 34).

Ayrıca bu dönemde başlatılan çalışmalarda ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerine öncelik verilmiştir. Ciddi gelişmelerin yaşandığı sağlık alanında, çeşitli programların uygulanmasına devam edilmiştir. Programlar, “aşılama, çocuk ishali, akut solunum yolu hastalıklarına bağlı ölümlerin azaltılması, çocuk hastalıklarında erken tanı ve acil tedavi, emzirmenin teşvik edilmesi, büyümenin izlenmesi, sağlıklı yeterli beslenme, üreme sağlığı, aile planlaması, doğum öncesi ve doğum sırasında bakım, güvenli annelik ve kadınların eğitilmesi” gibi konuları içermektedir (HÜNEE, 2014: 34).

Türkiye’de son 10 yıl içerisinde sağlık alanında olumlu gelişmeler görülmektedir. Tablo 3.1’de de görüldüğü üzere ortalama yatak sayısı ile hekim ve hemşire sayısında düzenli bir artış görülmektedir. Bunun yanında bebek ölüm oranları ve anne ölüm oranlarındaki düşüş de sağlık hizmetlerinde Türkiye’nin ciddi bir mesafe kat ettiğinin göstergesidir.

173

Tablo 3.1

Sağlık Alanında Gelişmeler ve Hedefler

2006 2012 2013 2018