• Sonuç bulunamadı

2 BÖLÜM . NÜFUS POLİTİKALARI

2.1 Nüfus Politikaları

2.1.2 Nüfus Artış Hızını Yavaşlatıcı Politikalar

Sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın temel amacı kişilerin yaşam standardını yükseltmektir. Doğal olarak sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın etkilediği ve

99

aynı zamanda da etkilendiği nüfus politikalarının da temel amacının kişilerin yaşam standardını yükseltmek olduğu söylenebilir (Uluslararası Nüfus Konf., 1984: 64-65). Geçmiş yıllardan bu yana insanlığın başlıca problemlerinden biri, refah içinde bir hayat sağlayabilmek için ülkenin şartlarına göre nüfusu ayarlamaktır (Gürtan, 1969: 20). Ekonomik, siyasi, sosyal vb. nedenlerle nüfus artış hızının artırılmasını savunan görüşler olduğu gibi nüfus artışının yavaşlatılması gerektiğini savunan görüşlerinde olduğu daha önce belirtilmişti.

Çok eski yıllardan günümüze kadar nüfus artışını yavaşlatmaya yönelik uğraşların olduğu bilinmektedir. Bu zamanlardaki uğraşların temel nedeni olarak beslenme sorunu, başka bir deyişle gıda maddelerinin ya da kaynakların azlığı olarak açıklanmıştır. Geçen zaman içerisinde, antinatalist politika uygulama nedenlerinde temel olarak bir değişiklik olmasa da, günümüz modern toplumlarında az çocuk doğurma tercihinde sosyal, ekonomik ve bireysel gelişmişlik seviyelerinin etkili olduğunu söylemek gerekir.

Ancak belirtmek gerekir ki, temel olarak nedenlerinde değişiklik olmasa da, antinatalist politika uygulama teknikleri/yöntemleri olarak, tarihi süreç içerisinde kişilik haklarına ve insan yaşam hakkına müdahale etmiş birçok uygulama görülmektedir. Örneğin, İnsanlığın ilk aşamalarında yaşlıların, hastaların ve esirlerin bu amaçla öldürüldükleri bilinmektedir. Bunun yanında eski Yunan ve Afrika kabilelerinde, Amerikan yerlilerinde çocuk katliamları yine bu amaçla yapılmış olan ilkel çözüm yollarıdır. Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik politikalarda temel faktör gebeliği ve doğumu önleyen ve doğumdan sonra çocuk sayısını azaltan tedbirlerdir. İnsani/ahlaki anlamda sorunlu bir yöntem olan çocuk katliamı (infanticide) uygulamaları da bu tedbirler arasında yerini almıştır. Bahsedilen tedbirler birbirleriyle karıştırılabilmektedir. Gebeliğin önlenmesi; kadının gebe kalmaması için gebeliği önleyici tüm tedbirlerin alınması anlamında kullanılır. Doğum kontrolü ise gebeliğin önlenmesinden daha geniş bir mana barındırmaktadır. Hem kısırlaştırma (sterilization) hem de isteyerek çocuk düşürme anlamlarını kapsamaktadır.

Literatürde özellikle nüfus artış hızını yavaşlatma ile ilgili birbiri ile karıştırılan “nüfus planlaması” ve “aile planlaması” kavramlarının farkını belirtmek yerinde olacaktır. Nüfus planlaması; hukuki altyapılarının oluşturulmasıyla birlikte ekonomik teşvikler, gebeliğin önlenmesi ve doğum sonrası tedbirlerin alınması anlamına gelmektedir. Başka

100

bir deyişle, kürtajın imkan ve sınırlarını belirlemek, gebeliği önlemek veya teşvik etmek için devletin ve ilgili kurumların bilgilendirme, yardım ve sağlık imkanlarını seferber etmesidir. Türkiye’nin 1983’te yürürlüğe giren ikinci Nüfus Planlaması ile ilgili 2827 sayılı Kanunu’nda Nüfus Planlaması’nın tanımı şöyle yapılmaktadır: “… ailelerin istedikleri zaman istedikleri sayıda çocuk sahibi olabilmeleri için gereken tedbirlere başvurmalarıdır”. Kısaca nüfus planlaması, devletin aldığı kararlara yönelik uyma zorunluluğunu barındırırken, aile planlaması; ailenin arzu ve isteği ile alakalı bir durumdur. Aile planlaması; iki doğum arasındaki zamanı ayarlamak, arzu edilen sayıda çocuk sahip olmak ya da ekonomik ve sosyal anlamda büyütebileceği sayıda çocuğa sahip olmak için eşlerin uyguladığı tedbirlerdir (WHO, 2015; Murat, 2006: 30). 1974 yılında Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenmiş olan Dünya Nüfus Konferansı’nda Aile planlamasının; bireylerin sahip olacakları çocuk sayısına ve bunun sayısına serbestçe karar vermeleri, bu konuda gerekli bilgi, eğitim ve araçlardan yararlanmaları temel insan hakları arasında olduğu belirtilmiştir (Başar, 2013: 26). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Ailenin Korunması ile ilgili 41.madde; “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar”, aile planlamasının devletin asli görevlerinden biri olduğunu göstermektedir.

Dünya genelinde nüfus artış hızını yavaşlatıcı politikaların bilinçli olarak planlandığı dönem, sanayileşme ile nüfusta kısa sürede meydana gelen aşırı artıştan sonraki yıllardır. 1650 yılında 545 milyon olan dünya nüfusu, 1750 yılında 728 milyon, 1850 yılında 1.171 milyon ve 1950’de ise 2.520 milyona ulaşmıştır. 1950’li yıllardaki bu hızlı artış “Nüfus patlaması” olarak nitelendirilmektedir. Bu hızlı artışın temel sebebi ölümlerde meydana gelen hızlı düşüşe karşı doğum oranlarındaki yüksek seyrin devam etmesidir. Ölüm oranlarının düşüşü ise iki temel sebebe dayandırılmaktadır. İlki savaş yıllarının sona ermesi ve refah seviyesinin yükselmesidir. İkinci temel sebep olarak, tıp alanındaki gelişmeler olarak ifade edilebilir. Bu sebeplerle dünya nüfusunun son yüzyıldaki artış hızı/miktarı geçmiş yüzyıllarda görülenin üzerindedir. Yine bu nedenle son yıllarda devletlerce uygulanan nüfus politikalarının çoğunluğu nüfusu azaltmaya yöneliktir (Knox, Marston, 2004: 122).

Nüfus artış hızının yavaşlatılması ile ilgili literatürde en çok tartışılan, Malthus’un nüfus teorisidir. Bu çalışmada birinci bölümde Malthus’un nüfus teorisine değinildiği için

101

burada kısa bir açıklama ile yetinilecektir. Malthus’a göre nüfus geometrik bir dizi (1, 2, 4, 8, …) şeklinde artarken, gıda maddeleri, aritmetik olarak (1, 2, 3, 4, …) artmaktadır. Bu durum insanlığı felakete götürecektir. Malthus’a göre çözüm; fakirlere yardım edilmemesi, evliliğin ileri yaşlarda veya cinsel ilişkilerden uzak durarak sürdürülmesidir.

Günümüzde aşırı nüfus artışına; kişi başı geliri etkilemesi, tüketimi artırması ve gelişmemiş ülkelerin mevcut sermaye kıtlığı problemine (demografik yatırımların artması diğer yatırımların daralmasına neden olmaktadır) neden olması gibi olumsuz durumlara yol açtığı için karşı çıkılmaktadır. Egemen düşünce, nüfus ne kadar hızlı artarsa, orada yaşayanların refaha ulaşması da o derece güçtür (Murat, 2006: 48).

Az gelişmiş ülkelerin nüfus artış hızını azaltması gereği sermaye kıtlığına dayandırılmaktadır. Sermayesi kıt olan bu ülkelerde hızlı artan nüfusun ihtiyaçları mevcut kıt olan sermayenin demografik ihtiyaçlar içinde kullanılması zorunluluğunu getirecektir. Bu nedenle ülkenin ekonomik gelişiminin sekteye uğrayacağı savunulmaktadır.

Ekonomik açıdan nüfus artış hızının fazla olmaması gerektiğini savunan düşünürlere göre; Hızlı nüfus artışı bağımlı nüfus oranının yükselmesine neden olmaktadır. İktisadi yatırımların artırılmaması durumunda bireylerin yaşam standardı düşecektir. Aynı zamanda sağlık, eğitim ve konut gibi temel demografik ihtiyaçların karşılanması tasarrufları azaltacak ve sermaye birikimi sağlanamadığı için işsizlik artacaktır (Özgüven, 1988: 57; Murat, 2006: 49).

Hızlı nüfus artışının çevresel anlamda etkilerini belirten Şahin’e göre; “Artan nüfus daha fazla su, enerji ve arazi kullanması çevrede bozulma ve kirlenmelere neden olmaktadır. Daha çok beslenme, barınma ve giyinme hizmeti gerektirmektedir. … Sonuçta yukarıda belirtilenler nüfusun kendi haline bırakılamayacağını etkin bir nüfus politikası belirlenerek uygulanmasının gereğini ortaya koymaktadır” (Şahin, 2010: 75). Ailelerde tek çocuk olmasının çocuğun ruh sağlığını olumsuz etkilediği belirtilmekle birlikte bu sebepten dolayı maddi, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılayamayacak sayıda çocuk yapmakta doğru karşılanmamaktadır. Doğru yaklaşım çocuk sayısının azlığı veya fazlalığından ziyade çocuğa iyi bir eğitim verilmesi ve sosyal ve psikolojik anlamda uygun ortam ve şekillerde yetiştirilmesidir.

102

Nüfus politikaları ile ilgili olarak gelişmiş batı ülkelerinin farklı amaçları olduğunu belirten düşünürler de vardır. Gelişmiş ülkeler geleceğe yönelik kötümser projeksiyonları öne sererek, nüfus planlaması, doğum kontrol araçları ile çeşitli tıbbi ve maddi destekler vasıtasıyla az gelişmiş ülkelerin nüfus artış hızlarını düşürmeleri yönünde ikna/teşvik çalışmaları yürütmüşlerdir. Diğer yandan ise bu ülkeler kendi nüfuslarını artırmak için birçok teşvik ve çalışma yürütmüşlerdir. Zaim’e göre, “nüfus artışının azaltılması ve doğum kontrolü fikri, İkinci Dünya Harbinden sonra gelişen Üçüncü Dünya ülkelerinde bir kampanya halinde telkin edilmektedir. Bu telkin dünya hakimiyetine sahip, gelişmiş ülkeler tarafından yapılmaktadır. Sebebi, askeri, siyasi, ideolojik ve en hafif olarak iktisadidir. Fakat nüfus artışı aleyhindeki kampanya ilk üç temel sebebi perdeleyen iktisadi cepheleriyle takdim edilmektedir. Gelişmiş ülkelerin bu davranışındaki sebep şudur: …. İkinci Dünya Harbinden sonra siyasi istiklalini elde eden ve halen iktisadi istiklallerini gerçekleştirmeye çalışan ve Üçüncü Dünya diye tabir edilen diğer ülkeler …. nüfus ve emek arzı potansiyeli ile birlikte zengin tabiat kaynaklarına da sahip olduğu için, iktisaden geliştikleri takdirde bugünkü dünya kuvvet dengesi değişecektir” (1973: 20-21).

Özet olarak, bir ülke nüfusunun yalnızca sayısal olarak ekonomik kalkınmayı olumsuz veya olumlu yönde etkileyeceğini söylemek yanlış olacaktır. Ekonomik kalkınmayı etkileyecek temel faktör nüfusun niteliği veyahut yapısıyla ilgilidir. Başka bir deyişle ülkedeki insanların tümü eğer tükettiklerinden daha fazla üretebiliyorlarsa o ülkede nüfusun fazlalığı ekonomik gelişimi engellemez aksine artırır. Bu nedenle nüfus artışının yüksek olduğu yerlerde yapılması gereken asıl mesele nüfusun niteliğinin/yapısının geliştirilmesi meselesidir.